Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə75/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   189

îvâ (a.i.) bir yere yerleştirme, yerleştirilme, oturtma, (bkz: iskân), [kelime, ekseriya "iskân" ile birlikte kullanılır].

ivâd (a.i.) dönüş, (bkz: avdet).

îvâr (a.i.) ikindi, ikindi vakti.

Namâz-ı îvâr ikindi namazı.

îvâz (f.s.) düzülmüş, koşulmuş, hazırlanmış.

ivâz (a.i.) bedel, karşılık, karşılık olarak verilen şey.

Bilâ-ivaz karşılıksız, bedelsiz, bir menfaat karşılığı olmayarak.

ivazan (a.zf.) karşılık olarak, karşılığında. (bkz: ivazan).

ivec (a.i.) eğrilik, çarpıklık.

i'vicâc (a.i.c. i'vicâcât) 1. eğri büğrü olma, eğrilme. 2. doğru hareket etmeme.

ivz (a.s.) 1. gövdesi bodur olan. 2. i. kaz; ördek.

iyâb (a.i.) geri dönme, (bkz: avdet).

iyâb ü zihâb gidip gelme.

iyâd (a.i.). (bkz: ıyâd).

iyâd, iyâdet (a.i.) 1. takviye eden âlet. 2. kuvvetlendirme.

iyâdet (a.i.). (bkz. iyâdet).

iyâfe (a.i.). (bkz. ıyâfe).

iyâl (a.i.). (bkz. ıyâl).

iyâlet (a.i.) vâlîlik etme, idare etme.

iyân (a.s.). (bkz. ayan).

iyâz (a.i.) sığınma, (bkz: ıyâz).

iyâzen (a.zf.) . (bkz: ıyâzen).

îyn (a.s. aynâ'nın c.) iri ve güzel gözlüler.

izâ' (a.i.) hiza, sıra.

îzâ' (a.i.) 1. iyiliğe karşı iyilik etme. 2. kedere, mihnete uğratma, 3. korkma.

izâa, izâat (a.i.) açığa vurma, (bkz. fâş).

izâa-i esrâr sırları açığa vurma.

izâa, izâat (a.i. zıyâ'dan) zayi etme, kaybetme.

izâa-i vakt boşuna zaman harcama, vakit kaybetme.

i'zâb (a.i.) 1. vazgeçme. 2. suyu temizleme. 3. azaba düşürme, düşürülme.

izâbe (a.i. zevebân'dan) eritme, eritilme.

iz'âc (a.i.c. iz'âcat) 1. yerinden koparma. 2. rahatsız etme, can sıkma, baş ağrıtma, tedirgin etme, bunaltma.

iz'âcât (a.i. iz'âc'ın c.) can sıkmalar, rahatsız etmeler, baş ağrıtmalar.

izâde (a.i.) ailesini korumak için birine yardımda bulunma.

izâde (a.i.). (bkz. idâde).

izâe, izâet (a.i. zû'dan) ziya verme, aydınlatma, ışık verme.

iz'âf (a.i. za'f ve zı'f'dan) 1. zayıflatma, kuvvetini azaltma. 2. bir şeyin üstüne bir mislini zammetme.

izâfât (a.i. izâfet'in c.) 1. izafetler, isim tamlamaları, isim takımları. 2. tas. dünyâ ile olan bağlar, ilgiler. 3. gr. zincirleme isim takımı.

Tetâbu-i izâfât zincirleme isim takımı.

izâfe (a.i.) 1. zammetme, katma. 2. karıştırma.

izâfet (a.i.c. izâfât) 1. iki şey arasındaki bağ, ilgi. 2. gr. isim tamlaması, isim takımı.

izâfet-i beyâniyye gr. cins ve nevî gösteren izafet "çınar ağacı; Van kedisi; Ankara vâlîsi.." gibi.

izâfet-i lâmiyye gr. "bağın üzümü; elmanın kokusu; Ankara'nın valisi.." gibi.

izâfet-i teşbîhiyye gr. muzaf ve muzâfün ileyhte edat bulunmayan izafetlerdir "gümüş saat; demir kapı.." gibi. [yeni gramerlerde "gümüş saat; altın kalem; demir köprü.." ve benzeri terkiplerdeki "gümüş, altın, demir" gibi kelimeler sıfat sayılmakta, ve izafet terkibi değil, sıfat terkibi olarak gösterilmektedir].

izâfet terkîbi gr. ad tamlaması.

izâfeten (a.zf.) bir şeye ilişik olarak, bir şeye ait olarak, (bkz: bi-l-izâfe).

izâfî (a.s.) 1. izafetle ilgili. 2. bağlı bulunduğu şey ile değişen, [müen. "izâfiyye"].

Izâfî sıfr mat. özgül sıfır.

izâfiyye (a.i.) bağıntıcılık, görecilik, fr. relativisme.

izâfiyyet (a.i.) 1. bağlılık. 2. ilgi mâhiyeti.

îzâh (a.i. vuzûh'dan. c. îzâhât) açık, apaçık anlatma, açıklama.

izâha (a.i.) bir şeyin etrafını dolaşma.

îzâhât (a.i. îzâh'ın c.) açık anlatmalar, açıklamalar.

izâhe (a.i.) bir şeyi ayırma, yerinden ayırma.

îzâhen (a.zf.) açık olarak, açıklayarak.

izâh-nâme (a.f.b.i.) 1. açıklama yazısı, (bkz: tâ'rîf-nâme). 2. prospektüs.

izâka (a.i. zevk'den) tattırma, tattırılma; tat, lezzet ve zevk hissettirme.

izâle (a.i. zeval'den) giderme, giderilme; yok etme.

izâle-i bikr kızlığı bozma.

izâle-i büzak tükrüğün temizlenmesi.

izâle-i şüyû' bir mülk üzerindeki ortaklığı giderme.

izâle-i taaffün, izâle-i ufûnet kokuyu giderici, antiseptik bir madde ile mikropları, fena kokuyu yok etme.

izâle (a.i.) 1. uzun etekli esvap. 2. kadın, yaşmağını açma. 3. halsiz bırakma.

izâm (a.s. azîm'in c.) 1. büyükler, ulular. 2. (azm'in c.) kemikler.

i'zâm (a.i. azm'den) 1. büyütme, büyültülme. 2. lüzumundan fazla ehemmiyet verme.

i'zâm (a.i.) yollama; gönderme.

iz'ân (a.i.) 1. anlayış, kavrayış, akıl. 2. itaat, söz dinleme, boyun eğme. 3. terbiye, edep.

îzân (a.i.) 1. bildirme, bildirilme. 2. ezan okuma.

izâr (a.i.) belden aşağıya mahsus örtü, peştemal. (bkz: futa).

izâr (a.i.) yanak, (bkz: ruh).

Gül-izâr gül yanaklı, yanakları gül gibi kırmızı.

izâr-ı yâr sevgilinin yanağı.

izâr (f.i.) suyun dibi. (bkz: gavr).

izâre (a.i.) ziyaret ettirme.

izâre (a.i.) birini kuşkulandırma, kuruntuya sevketme.

i'zâz (a.i izz'den) 1. aziz kılma, saygı gösterme. 2. ikram etme, ağırlama.

i'zâz ve ikrâm ikram etme, saygı gösterme, ağırlama.

i'zâzât (a.i. i'zâz'ın c.) ikram etmeler, ağırlamalar.

i'zâzen (a.zf.) ikram ederek, ağırlayarak.

izbâd (a.i.) 1. köpüklenme. (bkz: zebed). 2. ağaç çiçeklenme.

izbâr (a.i.) yazma; yazı ile bildirme; yazılıp bildirilme.

izcâ' (a.i.) defetme.

izdicâr (a.i.) nasihat kabul etme, söz dinleme.

izdihâm (a.i. zaham'dan) kalabalık, yığılma, kalabalıktan sıkışma.

izdirâ' (a.i.) tahkir etme; hakir görme.

izdirâ' (a.i.) ziraat etme, ekin ekme.

izdirâd (a.i.) yutma, (bkz: bel').

izdirâm' (a.i.) lokmayı büyük büyük yutma.

izdivâc (a.i. zevc'den) evlenme, birbirine eş olma. (bkz: teehhül, tezevvüc).

izdiyâd (a.i. ziyâde'den) ziyadeleşme, artma, çoğalma.

izem (a.i.) büyüklük, ululuk.

izfâf (a.i.) gelin gönderme, gönderilme.

izhâb (a.i.) 1. giydirme, giydirilme. 2. altın kaplama, kaplatılma, yaldızlama, [ikinci mânâsı için "tezhib" kullanılır].

izhâc (a.i.) oturma, (bkz: ikamet).

izhâf (a.i.) 1. hayrette bırakma. 2. hiyânet etme. 3. yalan söyleme.

izhâk (a.i. sül. zahaka) mahvetme, yok etme.

izhâr (a.i. zuhûr'dan) 1. gösterme, meydana çıkarma. 2. yalandan gösteriş.

izhâr-ı belâgat belagat gösterme.

izhâr-ı hakk hakkı meydana çıkarma.

izhâr-ı mâ fi-l-bâl, izhâr-ı mâ fi-s-süveydâ, izhâr-ı mâ fi-z-zâmîr fikrini söyleme, gönlündekini meydana koyma.

izhâr-ı teessür teessür gösterme.

îzid (f.h.i.) 1. Allah, (bkz: Huda, Şeb-dîz, Şîzer, Yezdân). 2. Zerdüştlerin hayır tanrısı.

izîdî (f.s.) Tanrı yaraşır, tanrısal, (bkz: ilâhî).

izin-nâme (a.f.b.i.) 1. [eskiden] bir nikâhın kıyılması için kadı tarafından verilen izin kâğıdı. 2. bırakma kâğıdı, çıkarma kâğıdı, müsâade kâğıdı.

izkâm (a.i.) zükâm hastalığına uğratma, nezleye uğratma, uğratılma.

izkâr (a.i. zikr'den) hatıra getirme, getirilme.

izlâk, izlâl (a.i.) ayak kaydırma, sürçtürme.

izlâl (a.i. züll'den) hakîr görme, küçük görme, alçaltma.

izlâl (a.i. zıll'dan) gölge verme, gölgelendirme.

izlâm (a.i. zulmet'den) zulmette, karanlıkta bırakma; karanlık etme.

izmâm (a.i.) 1. birini, kötülenecek bir durumda bulma. 2. birinden söz alma.

izmihlâl (a.i.) yok olma, yok olup bitme.

izmihrâr (a.i.) 1. parıldama [yıldız]. 2. surat asma. 3. kışın, şiddetli olması.

izmîl (a.i.) 1. çekiç. 2. keskin demir. 3. deri kesecek bıçak.

izn (a.i.) 1. izin, müsâade, ruhsat. 2. günahkâr olma, günah işleme. 3. vazifesinden, işinden uzaklaştırma, kovma.

iznâb (a.i.) günahkâr olma, günah işleme.

izrâ' (a.i.) 1. aşın derecede medhetme. 2. altın arama, araştırma. 3. korkutma.

izrâ' (a.i.) arşınlama

izyân (a.i.) donanma, donatılma, süslenme.

izyyân-ı sefâin gemilerin donanması.

izz (a.i.) 1. değer, kıymet. 2. yücelik, ululuk. 3. güçlülük.

izz ü alâ (a.b.i.) yücelik ve ululuk.

izz ü şerefle uğurlar olsun, güle güle.

izzet (a.i.) 1. değer, kıymet; yücelik, ululuk. 2. kuvvet, kudret. 3. hürmet, saygı; ikram, îzâz. 4. erkek adı.

izzet-i nefs şeref, onur, haysiyet, fr. amour propre.

izzet ü ikbâl (ile) şeref ve talih; şerefle; eskiden bir kimseyi uğurlarken söylenen söz.

izzet-mend (a.f.b.s.) değer, kıymet, yücelik, ululuk sahibi, (bkz: muazzez, mükerrem).

izzet-yâb (a.f.b.s.) şeref ve saygı gören, îzaz ve ikrama ulaşan.

izzî (a.s.) sabırlı, tahammüllü [adam].

izzü-d-devle (a.b.i.) Müslüman hükümdarlar tarafından sık sık kullanılan ve devlete değer veren, devletin değeri mânâsına gelen bir unvan.

izz-üd-dîn (a.it.) dilimizde "izzettin" şeklinde erkek adı olarak kullanılan bu kelime "dînin kıymeti, kudret ve ulviyeti" manasınadır.

j (f.ha.) Osmanlı alfabesinin on dördüncü harfi olup, "ebced" hesabında, "z" gibi, yedi sayısının karşılığıdır.

jâj, jâje (f.i.) 1. saçma, mânâsız boş söz. (bkz. yâve). 2. deve dikeni.

jâj-hâ (f.b.s.c. jâj-hâyân) saçma sapan, mânâsız söyleyen, (bkz. hâ, jâj-hôr, yâve-gû).

jâj-hâyân (f.b.s. jâjhâ'nın c.) saçma sapan, mânâsız söz söyleyenler, (bkz: yâve-gûyân).

jâj-hâyî (f.b.i.) mânâsız söyleyicilik.

jâj-hôr (f.b.s.) saçma sapan konuşan. (bkz: jâj-hâ).

jâl, jâle (f.i.) 1. kırağı, çiğ. (bkz: şeb-nem). 2. [ikincisi] kadın adı.

jâle-i eşk gözyaşı çiği; çiğ tanesine benzeyen gözyaşı.

jâle-dâr (f.b.s.) üzerine kırağı düşmüş, kırağılanmış.

jâle-rîz (f.b.s.) çiğ saçan.

jegale ("ga" uzun okunur, f.i.) 1. darı ekmeği. 2. allık. 3. nâra, çığlık, (bkz. jegar, jegare).

jegand (f.i.) 1. yırtıcı hayvanların korkunç sesi. 2. sağlamlık, (bkz: metânet, rasânet).

jegar ("ga" uzun okunur, f.i.) 1. pas, küf. 2. nâra, yüksek ses.

jegare ("ga" uzun okunur, f.i.). (bkz: jegale).

jeh (f.i.) siğil.

jend, jende (f.i.) eski, yırtık, yamalı hırka.

jende-pûş (f.b.s.) eski püskü, yamalı şey, hırka giyen.

jeng (f.i.) pas, küf, kir. ["âjeng" sözünden bozma].

jeng-âlûd (f.b.s.) paslı.

jeng-âlûde (a.f.b.s.) (bkz: jeng-âlûd).

jengâr (f.i.) 1. pas, kir. 2. bakır pası.

jengârî (f.s.) bakır yeşili, bakır pası renginde boya.

jeng-bâr (f.b.s.) pas saçan.

jeng-beste (f.b.s.) paslı, küflü, pas tutmuş, kirli, (bkz: jeng-dâr, jeng-pezîr).

jengdân (f.i.) çan; çıngırak.

jeng-dâr (f.b.s.) paslı, küflü, kirli. (bkz: jeng-beste, jeng-pezîr).

jengele (f.i.) 1. hayvanda çatal tırnak. 2. çatal tırnaklı hayvan.

jeng-pezîr (f.b.s.) paslı, küflü, kirli, (bkz: jeng-beste, jeng-dâr).

jeng-yâb (f.b.s.) paslı.

jerd (f.s.) çok yiyen, (bkz: ekûl).

jerf, jerfâ (f.s.) 1. derin.

Deryâ-yi jerf derin deniz, (bkz: amîk). 2. çok. (bkz. bisyâr, kesîr).

jerf-bîn (f.b.s.) dikkat sahibi.

jerf-bînî (f.b.i.) ince, dikkatli düşünme.

jerfî (f.i.) 1. derinlik, (bkz: umk). 2. erkek adı.

jerfîn (f.i.) kapı sürmesi; kapı ardına konulan dayak.

jey (f.i.) göl, ırmak.

jîk (f.i.) 1. yağmur damlası. 2. kirpi. (bkz. jîkâse).

jîkâse (f.i.) kirpi, (bkz: jik2).

jîr (f.i.) göl; havuz.

jîve (f.i.) cıva. (bkz: zîbak).

jiyân (f.s.) kızgın, hışımlı, kükremiş, [çok zaman "arslan" ın sıfatı olarak kullanılır].

Pil-i jiyân kızmış fil.

Şîr-i jiyân kükremiş arslan.

jûn (f.i.) put. (bkz: çelîpâ, sanem).

jügal ("ga" uzun okunur, f.i.) kömür; mâden kömürü.

jül (f.i.) büklüm, kıvrım.

jülîde (f.s.) 1. karmakarışık, dağınık [saç], [çok zaman "saç" hakkında kullanılır]. 2. i. kadın adı.

kaân (a.i.) Hakan, hükümdar.

kaân-i Çîn Çin hakanı.

kaâret (a.i.) Derinlik, (bkz: umk).

kaâret-i derya Denizin derinliği.

kab (a.i.) Uzaklık, mesafe.

kâ‘b (a.i.) 1. Topuk kemiği; aşık kemiği. 2. tavla zan. 3. sekiz köşeli, sekiz yüzlü cisim. 4. küb. (bkz: mik'ab, müka'ab). S. genç kız memesinin arşaklanması. kâ'bına varamamak (topuğuna yetişememek) birinin derecesine, üstünlüğüne erişemez olmak.

kaba’ (a.i.c. akbiye) Üste giyilen elbise, cübbe, kaftan.

kabâ-yi âhenîn Demirden elbise, zırh.

kabâçe (f.i.) Hafif giyecek, entari.

kabâhat (a.i.c. kabahat) Çirkin hareket, uygunsuz iş, kusur, suç. [Arapçadaki mânâsı; “çirkinlik” demektir].

kabâhat (a.i. kabâhat'in c.) Çirkin hareketler, kusurlar, suçlar.

kabâih (a.i. kabîha'nın c.) Yakışıksız, çirkin şeyler, ["kabâyih" şeklinde de kullanılmıştır].

kabâil (a.i. kabîle'nin c.) Kabileler, boylar.

kabâil-i Arab Arap kabileleri.

kabâle (a.i.) 1. Kadı’nın verdiği hüccet. 2. Yahudilerin, kendi cemaatleri için verdikleri vergi. 3. s. toptan, götürü yapılan [iş veya satış], kabala.

kabâtî (a.i. kıbtî'nin c.) Çingeneler.

kabbân (a.i.) En çok postahânelerde, tren idarelerinde ağır eşyayı tartmaya yarar büyük terazi, baskül, kapan. [Farsça "kepan" dan alınmıştır].

Kâ‘be (a.h.i.) 1. Hicaz'da, Mekke-i Mükerreme'de Harem-i Şerifin hemen hemen ortasında bulunan kutsal bina. [aslında Hz. Adem yapısı iken, Tufanda yıkılmış; Hz. ibrahim ve ismail tarafından ihya olunup bütün Müslümanlar için mukaddes sayılmıştır]. 2. Müslümanların namaza başlarken yöneldikleri taraf, (bkz: kıble-gâh). 3. Müslümanların hacı olmak üzere muayyen zamanda gidip ziyaret ettikleri yer. (bkz: Beyt-Ullah, Makam-ı ibrahim).

kâ‘betü’l-âmâl Emellerin, isteklerin yönelmiş olduğu yer.

kâ‘betü’l-uşşâk (Âşıkların kâ‘besi) Mevlânâ’nın türbesi.

kâ'be-i cihân-gerd Güneş.

kâ'be-i ikbâl hoşa giden, beğenilen, göze güzel görünen yer.

Kâ'be-i muazzama, Kâ'be-i mükerreme Büyük, yüce, ulu Kâ'be.

Kâ'betullâh Kâ'be'nin bir başka adı.

Kabe kavseyn Hz. Muhammed'in göğe ağmasından sonra Allah'a iki yay boyu yaklaşması.

Kâ'be-rev (a.f.b.i.) Kâ'be'ye giden, Kâ'be'yi ziyarette bulunan kimse.

kabes (a.i.) parlak ateş közü.

kâbet (a.i.) ıztıraplı ve kederli olma.

Kâ'beteyn (a.i.c.) (İki Kabe) Mekke'deki Kabe ile Kudüs'teki Mescid-i Aksa.

kabız ("ka" uzun okunur, a.s. kabz'dan) 1. Kabzeden, alan, tutan.

kabız-ı mâl 1) vakıf gelirlerini tahsîl eden; 2) tahsildar; 3) Meyva ve sebze yetiştiricileri ile manavlar arasında aracılık eden kimse, kabzımal.

kabız-ı ervah Ruhları kabzeden, Azrail. 2. hek. kabızlık veren, peklik veren. 3. anat. Sıkan, çeken.

kabıza ("ka" uzun okunur, a.s.) anat. Büken.

Kâ'b-ibn-i Züheyr (a.h.i.) Kasîde-i Bürde'nin sahibi.

kabîh, kabîha (a.s.c. kıbâh) Çirkin, yakışıksız, fena, ayıp [şey].

Fi'l-i kabîh Ayıp iş.

Ta'birât-ı kabîha Ayıp sözler.

Vech-i kabîh Çirkin yüz.

Kabîhü’l-vech Çirkin yüzlü.

kabîha (a.i.c. kabâih) yakışıksız, çirkin şey, çirkin davranış, ayıp şey.

Ef'âl-i kabîha Çirkin, yakışıksız işler.

Kabil (a.h.i.) Afganistan'ın hükümet merkezi, başkenti, [aslı "Kabül" dür].

kabîl (a.i. kabl'den) 1. Soy, nevi, sınıf. 2. zf. türlü, gibi. 3. biraz evvel, az önce.

kabil ("ka" uzun okunur, a.s. kabûl'den) 1. Kabul eden, kabul edici. 2. olan, olabilir. (bkz: mümkin).

kabil-i afv Bağışlanabilir, bağışlanır.

kabil-i aks fiz. *Evrinir, tersinir, fr. reversible.

kabil-i ekl Yenir, yenebilir.

kabil-i emânet İnsan (emânet kabul eden-). [âyet-i kerîmeye telmîhan].

kabil-i feyz-i safa Neşenin feyzini kabul eden.

kabil-i haml mant. Yüklemleşir, fr. predicable.

kabil-i hitâb Kendisiyle konuşulabilir, söz anlar.

kabil-i hazf Kaldırılır.

kabil-i icra İcra olunabilir, yapılabilir.

kabil-i idrâk psik. Algılanır, alınır, fr. perceptible.

kabil-i inhilâl Erir, eriyebilir.

kabil-i inhina Bükülür.

kabil-i inkısam Bölünebilir, (bkz: kabil-i taksîm).

kabil-i inkisar Kırılabilir, kolaylıkla kırılması mümkün olan şeyler.

kabil-i inkişâf geo. bir yanından kesilip bir düz üzerine tatbîk olunduğu zaman, yırtılmadan, bükülmeden bir satıhları (düzeyleri) bir düz hâline gelebilen şekiller, cisimler.

kabil-i intikal Devrolunabilir, aktarılabilir.

kabil-i ircâ kim. İndirgenir, fr. reductible.

kabil-i istifâde Faydalanılabilir, yararlanılabilir; elinden işgelir kimse.

kabil-i istinaf huk. Bidayet mahkemelerinden verilip de, başka bir mahkeme tarafından görülen ve muhakemesi kanunen caiz ve mümkün olan (dâvalar).

kabil-i i‘tirâz Söz götürür.

kabil-i izâle Giderilebilir.

kabil-i kabul Kabul edilebilir.

kabil-i kısmet l) Taksim edilebilir, bölünebilir; 2) huk. [eskiden] Kendisinden maksut olan menfaat zail olmayacak veçhile takdime sâlih olan müşterek mal.

kabil-i nüfuz bot., coğr. Geçirimli, fr. permeable.

kabil-i rücû' mant. Tersinlenir, fr. reversible.

kabil-i süknâ Oturmaya elverişli, oturulabilir.

kabil-i tahakkuk * gere. Eklenebilir.

kabil-i tahalini kim. Ayrışabilir, fr. de-composable.

kabil-i tahammuz kim. Oksitlenir, fr. oxydable.

kabil-i tahammül Katlanılabilir, dayamla-bilir.

kabil-i tahayyül Hatıra gelebilir, düşünülebilir.

kabil-i tahkik Araştırılabilir.

kabil-i tatbîk Uygulanabilir, yapılabilir.

kabil-i tecviz Cevaz verilebilir, izin verilebilir, uygun görülebilir.

kabil-i te'lif Bağdaşır, uyuşur.

kabil-i telkin fels. Telkinlenebilir, fr. suggestible.

kabil-i temyiz huk. 1.Temyiz mahkemesince görülebilecek olan [dâvalar]. 2. Yetişebilir, istidatlı. 3. i. Erkek ebe.

kabil-i tenbîh biy. Uyarılır, fr. excitable.

Kabil ("ka" uzun okunur, a.h.i.) Hz. Âdemin büyük oğlu olup kardeşi Hâbîl'i öldürmüştür.

kabile (a.i.c. kabâil) İptidâi ve göçebe insanlarda, aynı soydan sayılan ve bir başa itaat eden insan topluluğu, boy.

kabile ("ka" uzun okunur, a.i.) Kadın ebe.

kabiliyyât ("ka" uzun okunur, a.i. kabiliyyet'in c.), (bkz. kabiliyyet).

kabiliyyât-ı zihniyye Zihne ait kabiliyetler.

kabiliyyet ("ka" uzun okunur, a.i.c. kabiliyyât) l . Anlama, anlayış, kabul edebilirlik, alabilirlik. (bkz: isti'dâd, iz'ân).

kabiliyyet-i ahz Alma yeteneği, fels. fr. receptivite.

kabiliyyet-i aksiyye fiz. Tersinirlik, fr. reversibilite.

kabiliyyet-i harbiyye aşk. Savaş gücü.

kabiliyyet-i hayât biy. Yaşarlık.

kabiliyyet-i icrâiyye Tatbik etme, uygulama olanağı.

kabiliyyet-i incirâr fiz. Bâzı mâdenlerin haddeden geçip ince tel hâlini alabilmesi hassası.

kabiliyyet-i inhilâl Eriyebilirlik.

kabiliyyet-i inhilâliyye kim. Erirlik, fr. solubilite.

kabiliyyet-i inhina fiz. Eğilebilme, bükülebilme.

kabiliyyet-i inkısam fiz. Kısımlara ayrılabilme, bölünebilme hâli.

kabiliyyet-i intikal 1) Kavrama, anlama yeteneği. 2) Aktarılma, devredilme olanağı.

kabiliyyet-i istiâbiyye Kapasite.

kabiliyyet i taksîm mat. Bölünebilme.

kabiliyyet-i tatarruk fiz. Mâdenlerin çekiçle dövülerek veya başka bir tazyik ile ezilip yayılarak safiha, yassı hâle gelebilmesi. 2. beceriklilik, eli işe yatkınlık; kapasite.

kabiliyyet-i teheyyüciyye Heyecanhlık.

kabiliyyet-i telkin psik. Telkin anıklığı, fr. suggestibilite.

kabiliyyet-i tenebbüh psik. Uyanganlık, fr. excitabilite.

kabin, kabin (f.i.) Güveğinin geline verdiği ağırlık, para, eşya, kalın, (bkz. mehr-i müeccel).

kabir (a.s.) Büyük, ulu. (bkz: kebîr).

kâbiren an kabir Büyükten büyüğe (intikal etme).

kabkaba (a.i.) Kükreme, haykırma [arslan, deve].

kabkaba-i ibil Devenin bağırması.

kabkaba-i şîr Arslamn kiikremesi.

kabl (a.zf.) Ön, önce, öndeki, evvel, evvelki.

kable’l-feth meknuz huk. [eskiden] Bir yere dâr-i İslâm olmadan konan define.

kable’l-hicre Hicretten önce.

kable’l-İslâm İslâm öncesi, Müslümanlıktan evvel.

kable’l-mantık mant. Mantıkötesi.

kable’l-mevt Ölüm öncesi, ölmeden evvel.

kable’l-miâd Süresinden önce; ölmeden önce.

kable’l-mîlâd Milâd'dan önce, İsa'dan önce.

kable’l-vuku‘ Olmadan önce.

kable’l-vücud Gelmeden önce.

kable’l-vürûd Gelmeden önce.

kable’ş-şürû' Başlamadan önce.

kable’t-taâm Yemekten önce.

kable’t-târîh Târihten önce, târih öncesi, prehistorya.

kable’t-tecribe Tecrübeden önce, tecrübe öncesi.

kable’t-telâkî Buluşmadan önce

kable’t-tûfân Tufan’dan önce.

kable’t-tulû‘ Tulûdan önce, Güneşin doğmasından önce.

kable’z-zevâl Ögleden önce [Zıddı “ba‘d”dır].

kabl-ez-zuhr Öğleden önce.

kablî (a.s.) fels. Önsel, hiç bir tecrübeye dayanmadan, yalnız akıl yordamıyla, apriori, fr. a priori.

kabr-i hâmûş Susmuş, sessiz mezar.

kabr-gâh (a.f.b.i.) Mezarlık.

kabrî (a.s.) Kabire, mezara ait, mezarla ilgili.

kabristân (a.f.b.i.) Mezarlık, (bkz: vâdî-i hâmûşân).

kâbûk (f.i.) 1. Kuş yuvası, (bkz: iane, vekr). 2. Ev güvercini yuvası; güvercinlik.

kabûl-i âmme Herkesçe, oybirliğiyle kabul edilen.

kabûl-gâh (a.f.b.i.) Kabul yeri.

kâbus (a.i.) Uykuda basan ağırlık, karabasan.

Kabûs-nâme ("ka" uzun okunur, f.b.i.) Mercimek Ahmet tarafından Farsçadan tercüme edilen bu mensur eser, Kabûs'un torunu Kûhistan hükümdarı Keykâvus'un Gey-lan Şah adındaki oğluna verdiği öğütleri bildiren kitap. [44 babdan ibaret olan bu kitabın her babında ayrı bir konuya ait öğütler vardır].

Kâbül (a.h.i.). (bkz. Kâbil).

kabz-ı mâl Kabzımal, meyve, sebze ve benzeri şeyleri yetiştirenlerden satıcılara devredilmesini sağlayan komisyoncu.

kabz ü bast Kapanıp açılma, daralıp genişleme.

kabza (a.i.) 1. Tutacak, tutamak yeri, sap.

kabza-i tîg Kılıcın sapı. 2. Bir tutam, bir avuç, bir el dolusu şey. 3. Pençe.

kâc (f.i.) bot. Bir çeşit küçük çam.

kâd (a.i.) Mahzun olma.

kâd-ı Hindi Sind ağacından çıkarılan kabız verici bir madde.

kâd (f.i.) Hırs.

kadâhet (a.i.) Kadehçilik sanatı.

kadar (a.e.) 1. Miktarında, ölçüsünde, derecesinde. 2. ... dek, ... değin. 3. Denli. 4. gibi.

kadd (a.i.) Boy.

Serv-kadd Servi boylu, (bkz. kamet).

kadd-i bâlâ Uzun boy.

kadd-i bülend Yüksek, uzun boy.

kadd-i dü-tâ beli bükülmüş, iki kat olmuş kimse [daha çok yaşlılıktan].

kadd-i lâm Çarpık çurpuk, eğri büğrü.

kadd-i mevzun Mevzun, biçimli boy.

kadd-i müstesna Müstesna boy; güzellikte emsalsiz endam.

kadd-i ra‘nâ Gül endâmlı.

kadd-i yâr Sevgilinin boyu.

kadd ü kamet Boybos.

kaddâh (a.i.) 1. Kadeh yapan, yapıcı. 2. (s. kadh'den) Zemmeden, yeren, (bkz: zemmâm). [zıddı "meddah"].

kaddâhe (a.i.) Çakmak taşı.

kaddese (a. söz) Kutlu ve mutlu olsun.

kaddes-Allah Allah, mukaddes ve mübarek eylesin.

kadd-keşîde (a.f.b.s.) Boyatmış, büyüyüp gelişmiş.

ka'de (a.i.) bir kere oturma, oturuş.

ka'de-i ahîre iki ve daha fazla rekâtta namazların son oturuşları.

ka'de-i ûlâ İkiden fazla rekâtlı namazların ikinci rekâtından sonraki oturuş.

kadeh (a.i.c. akdâh) 1. bardak; küçük bardak, içki bardağı. 2. bot. kadeh.

kadeh-i lâciverdi gökyüzü.

kadeh-i Meryem bot. saksı güzeli denilen bir çiçek.

kadeh-bâz (a.f.b.s.) tar. kadehle oynayan, kadehleri düşürmeden gösteriler yapan oyuncu.

kadehçe (a.f.b.i.) küçük kadeh.

kadeh-kâr (a.f.b.s.) içki dağıtan kimse.

kadeh-keş (a.f.b.s.) içki içen, kafayı çeken, sarhoş.

kadeh-peymâ (a.f.b.s.) şarap içen.

kadeh-şiken (a.f.b.s.) 1. kadeh kıran. 2. sarhoş.

kadem (a.i.c. akdâm) 1. ayak. (bkz: pâ). 2. adım. (bkz: hatve). 3. yarım arşın uzunluğunda bir ölçü. 4. uğur.

kadem kadem adım adım, yavaş yavaş.

kadem-bûs (a.f.b.s.) ayak öpen.

kadem-bûsî (a.f.b.i.) ayak öpme merasimi.

kademe o (a.i.c. kademât) 1. basamak. 2. merdiven basamağı, ayağı. 3. derece, sıra. kademe-i ûlâ'da (ilk basamakta) başlangıçta.

kademe kademe derece derece, basamak basamak.

kadem-hâne (a.f.b.i.) hela, ayakyolu.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin