Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə80/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   76   77   78   79   80   81   82   83   ...   189

kelk (f.i.) koltuk [insanda].

kellâ (a.zf.) hiç, asla, katiyen.

Hâşâ ve kellâ Allah korusun, katiyen.

kelle (f.i.) 1. baş, kafa. 2. baş gibi yuvarlak şey. 3. ekinlerde başak. 4. [halıcılıkta] 3x4 m2 olan halı.

kelle-pûş (f.b.i.) bir çeşit başörtüsü. (bkz: ser-pûş).

kellim kellim lâ-yenfa' söyle söyle faydası yok, kendin söyle kendin dinle.

kellimü’n-nâse âlâ kaderi ukulihim halka anlayabileceği gibi söyleyin.

kem (a.e.) soru edatı olup bir şeyin mikdânm öğrenmek üzere kullanılır: "kaç, ne kadar?" gibi.

kem (f.s.) 1. az, eksik, (bkz: kalîl, noksan). 2. fena, kötü; bozuk.

kemâ (a.e.) "gibi; misilli, olduğu üzere" gibi benzetme edatıdır.

kemâ-fi-l-evvel evvelki gibi.

kemâ-fi-s-sâbık eskisi gibi.

kemâ-hiye-hakkıhâ hakkıyla, gereği gibi.

kemâ-hüve’1-mu'tâd mûtâd üzere, alışıldığı gibi.

kemâ-hüve’r-resm âdet olduğu veçhile, yollu yolunca.

kemâ-kân eskisi gibi, evvelden olduğu gibi.

kemâ-yenbagî îcâbettiği gibi, uygun şekilde.

kemâ-bîş (f.b.s.) aşağı yukarı. (bkz. takriben).

kemâ-fi’l-evvel (a.b.zf.) evvelki gibi.

kemâ-fi-s-sâbık (a.zf.) eskisi gibi.

kemâ-hiye (a.b.zf.) olduğu gibi. (bkz: kemâ-hüve, kemâ-kân).

kemâ-hiye-hakkıhâ (a.zf.) hakkıyla, gereği gibi.

kemâ-hû, kemâ-hüve (a. zf.) olduğu gibi. (bkz: kemâ-hiye).

kemâîn (a.i. kemîn'in c.) pusuya gizlenmiş adamlar.

kemâ-kân (a.zf.) eskisi gibi, evvelden olduğu gibi.

kem-akl (f.a.b.s.) aklı kıt, ahmak.

kemâl (a.i.c. kemâlât) 1. olgunluk, yetkinlik, tamlık, eksiksizlik. 2. en yüksek değer, mükemmellik; değer, baha. 3. bilgi, fazîlet. 4. erkek adı.

Sinn-i kemâl olgunluk çağı.

kemâl-i afiyet afiyetin son derecesi.

kemâl-i asayiş asayişin son haddi.

kemâl-i bulûğ ilk ergenlik çağı devresi.

kemâl-i ciddiyyet ciddiyetin son derecesi, çok ciddî olarak.

kemâl-i dirayet dirayetin son derecesi.

kemâl-i ihtimam son derece dikkat.

kemâl-i kat'iyyet tam kesinlik.

kemâl-i lûtf lütfün büyüklüğü, noksansızlığı.

kemâl-i mehabet ve azamet azamet ve heybetin son derecesi.

kemâl-i muhabbet(le) sevgi ile dolu olarak.

kemâl-i salâhiyyet salâhiyetin son derecesi, geniş salâhiyet, geniş yetki.

kemâl-i zevk zevkin son derecesi.

kemâl-i evvel fels. entelekya, fr. inte'l-lechie.

kemâlât (a.i. kemâl'in c.) insanın, bilgi ve ahlâk güzelliği bakımından olgunluğu.

kemâlât-ı medeniyye medeniyetçe olan olgunluklar.

kemâlât-perver (a.f.b.s.) kemal sahibi, olgun kimse.

kemâliyye-i halvetiyye (a.b.i.) Halvetiyye şubesinin Bekriyye kolundan meydana gelen üçüncü kol. [kurucusu ; Şeyh

keman (f.i.) 1. yay [ok atan]. 2. kavis. 3. keman.

kemânçe (f.i.) 1. kemence, yayla -diz üzerinde- çalınan, kemana benzer küçük bir çalgı. 2. tar. resmî imzalara çekilen uzun kavis.

kemân-dân (f.b.i.) 1. yay zarfı, ok kuburu. 2. keman kutusu.

kemân-dâr (f.b.s.) yay tutan, yay tutucu.

kemane (f.i.) 1. keman veya kemence yayı, oku. 2. matkap yayı. 3. güreşte bir oyun çeşidi.

kemane çekme güreşte, elleri hasmın arkasından göğsü üzerinde kilitledikten sonra midesi ve karnı üzerinde kuvvetle sıvazlıya sıvazlıya gezdirme.

kemân-ebrû (f.b.s.) kaşları yay gibi güzel, biçimli olan, keman kaşlı.

kemân-ger (f.b.i.) yay [ok atmaya yarayan] yapan sanatkâr.

kemân-gîr (f.b.s.) usta ok atıcı.

kemani (f.i.) alaturka kemancı.

kemân-keş (f.b.s.) 1. keman, yay çeken, ok atan. 2. keman çalan.

kemân-keşî (f.b.i.) ok atıcılık.

kem-asl (a.f.b.s.) aslı nesli bozuk.

kem-ayâr (f.a.b.s.) ayan doğru olmayan, ayan bozuk, [kelimenin aslı "kem-ıyâr" dır].

kemâ-yenbagî (a.zf.) gereği gibi; lâyık olduğu gibi, uygun şekilde.

kemâ-yeşâ (a.zf.) dilediği gibi, istediği yolda.

kem-âzâr (f.b.s.) zarar vermeyen, zararsız.

kem-bahâ (f.b.s.) kıymeti az, değersiz.

kem-baht (f.b.s.) talihsiz.

kem-bidâa (f.b.s.) 1. sermayesi kıt. 2. bilgisi zayıf, az okumuş.

kem-bizâa (f.b.s.). (bkz. kem-bidâa).

kem-cevâb (f.a.b.s.) eksik veya kötü cevap veren.

kem-dil (f.b.s.) gönlü kötü, kötülük seven.

kem'e (a.i.) bot. yermantan, domalan, fr. truffe.

kemen-çe (f.i.) muz. üç telli, küçük kemana benzer diz üstünde yayla çalınan bir çalgı.

kemend (f.i.) 1. uzakta bulunan herhangi bir şeyi tutup çekmek üzere atılan ucu ilmekli uzun ip. 2. îdam için kullanılan yağlı kayış [eskiden]. 3. geyik ve benzerleri gibi hayvanların yuları. 4. güzelin saçı.

kemend-i cân-güdâz canı parçalayan, insanı öldüren kement.

kemend-i zülf saçın kemendi.

kemend-endâz (f.b.s.) atan.

kemer (f.i.) 1. bele takılan kuşak, kayış. 2. don, pantalon, şalvar gibi şeylerin bele rastlayan kısmı. 3. kapı, pencere, köprü gibi şeylerin, oyuğu aşağı bakan kavisli kubbesi, tavanı. 4. s. tümsekli, tümseği olan: "kemer burun..." gibi.

kemer-i âftâb astr. Güneş'in merkezinden geçtiği farzolunan hat.

kemer-bend (f.b.i.) 1. kemer bağı. 2. s. belinde kemer olan. 3. meç. derviş.

kemer-bend-i hizmet hizmete, işe hazır.

kemer-best (f.b.s.) kahraman, yiğit.

kemer-beste (f.b.i.) 1. kemer, kuşak bağlamış. 2. tas. bektaşilikte belini bağlamış, işe, hizmete hazır kimse.

kemer-gâh (f.b.i.) kemer yeri, bel.

kemer-güsiste (f.b.s.) belindeki kemeri açmış olan, kemersiz; çıplak.

kem-fehm (f.a.b.s.) anlayışı kıt.

kem-gû (f.b.s.) az söyleyen.

kem-gûyî (f.b.i.) fena, kötü söz söyleyicilik.

kem-güftâr (f.b.s.) az sözlü, az konuşan, az lâkırdı eden.

kemha (f.i.) ipek kumaş; havsız kadife.

kem-hâb (f.b.s.) uykusu az olan.

kemhâ-bâfân (f.b.i.) kemha dokuyucuları.

kemhâ-hâne (f.b.i.) ipekli kumaş dokunan yer.

kem-harf (f.a.b.s.) az söyleyen kimse, (bkz. kem-suhan, kem-zebân).

kem-havsala (f.a.b.s.) tahammülü az olan kimse.

kem-hired (f.b.s.) beyinsiz, ahmak.

kem-hûy (f.b.s.) kötü huylu.

kemi (a.s.c. kümât) yiğit, kahraman; savaşçı, (bkz. bahâdır).

kemin (f.s.) 1. çok az. 2. pek küçük.

kemin (a.i.c. kemâîn) 1. pusuya gizlenmiş adam. 2. pusu.

Der-kemîn pusuda.

kemîn-i ufûl yok olma pususu (Güneş'in battığı ufuk).

kemine (f.s.) 1. noksan, eksik. 2. âciz, hakir; zavallı.

kemin-gâh, kemîn-geh (a.f.b.i.) pusu yeri, pusu tutulan gizli yer.

kemân-dân (f.b.i.) 1. yay zarfı, ok kuburu. 2. keman kutusu.

kemân-dâr (f.b.s.) yay tutan, yay tutucu.

kemâne (f.i.) 1. keman veya kemence yayı, oku. 2. matkap yayı. 3. güreşte bir oyun çeşidi.

kemane çekme güreşte, elleri hasmın arkasından göğsü ürerinde kilitledikten sonra midesi ve karnı üzerinde kuvvetle sıvazlıya sıvazlıya gezdirme.

kemân-ebrû (f.b.s.) kaşları yay gibi güzel, biçimli olan, keman kaşlı.

kemân-ger (f.b.i.) yay [ok atmaya yarayan] yapan sanatkâr.

kemân-gîr (f.b.s.) usta ok atıcı.

kemânî (f.i.) alaturka kemancı.

kemân-keş (f.b.s.) 1. keman, yay çeken, ok atan. 2. keman çalan.

kemân-keşî (f.b.i.) ok atıcılık.

kem-asl (a.f.b.s.) aslı nesli bozuk.

kem-ayâr (f.a.b.s.) ayan doğru olmayan, ayan bozuk, [kelimenin aslı "kem-ıyâr" dır].

kemâ-yenbagî (a.zf.) gereği gibi; lâyık olduğu gibi, uygun şekilde.

kemâ-yeşâ (a.zf.) dilediği gibi, istediği yolda.

kem-âzâr (f.b.s.) zarar vermeyen, zararsız.

kem-bahâ (f.b.s.) kıymeti az, değersiz.

kem-baht (f.b.s.) talihsiz.

kem-bidâa (f.b.s.) 1. sermayesi kıt. 2. bilgisi zayıf, az okumuş.

kem-bizâa (f.b.s.). (bkz. kem--bidâa).

kem-cevâb tıla (f.a.b.s.) eksik veya kötü cevap veren.

kem-dil (f.b.s.) gönlü kötü, kötülük seven.

kem'e (a.i.) bot. yermantan, domalan, fr. truffe.

kemen-çe (f.i.) muz. üç telli, küçük kemana benzer diz üstünde yayla çalınan bir çalgı.

kemend (f.i.) 1. uzakta bulunan herhangi bir şeyi tutup çekmek üzere atılan ucu ilmekli uzun ip. 2. îdam için kullanılan yağlı kayış [eskiden]. 3. geyik ve benzerleri gibi hayvanlann yuları. 4. güzelin saçı.

kemend-i cân-güdâz canı parçalayan, insanı öldüren kement.

kemend-i zülf saçın kemendi.

kemend-endâz (f.b.s.) kement atan.

kemer (f.i.) 1. bele takılan kuşak, kayış. 2. don, pantalon, şalvar gibi şeylerin bele rastlayan kısmı. 3. kapı, pencere, köprü gibi şeylerin, oyuğu aşağı bakan kavisli kubbesi, tavanı. 4. s. tümsekli, tümseği olan "kemer burun..." gibi.

kemer-i âftâb astr. Güneş'in merkezinden geçtiği farzolunan hat.

kemer-best (f.b.s.) kahraman, yiğit.

kemer-beste (f.b.i.) 1. kemer, kuşak bağlamış. 2. tas. bektaşilikte belini bağlamış, işe, hizmete hazır kimse.

kemer-gâh (f.b.i.) kemer yeri, bel.

kemer-güsiste (f.b.s.) belin deki kemeri açmış olan, kemersiz; çıplak.

kem-fehm (f.a.b.s.) anlayışı kıt.

kem-gû (f.b.s.) az söyleyen.

kem-gûy (f.b.i.) fena, kötü söz söyleyicilik.

kem-güftâr (f.b.s.) az sözlü, az konuşan, az lâkırdı eden.

kemha (f.i.) ipek kumaş; havsız kadife.

kem-hâb (f.b.s.) uykusu az olan.

kemhâ-bâfân (f.b.i.) kemha dokuyuculan.

kemhâ-hâne (f.b.i.) ipekli kumaş dokunan yer.

kem-harf (f.a.b.s.) az söyleyen kimse, (bkz: kem-suhan, kem-zeban).

kem-havsala (f.a.b.s.) tahammülü az olan kimse.

kem-hired (f.b.s.) beyinsiz, ahmak.

kem-hûy (f.b.s.) kötü huylu.

kemî (a.s.c. kümât) yiğit, kahraman; savaşçı, (bkz: bahâdır).

kemin (f.s.) 1. çok az. 2. pek küçük.

kemîn (a.i.c. kemâîn) 1. pusuya gizlenmiş adam.

Der-kemîn pusuda. 2. pusu.

kemîn-i ufûl yok olma pususu (Güneş'in battığı ufuk).

kemine (f.s.) 1. noksan, eksik. 2. âciz, hakir; zavallı.

kemîn-gâh, kemin-geh (a.f.b.i.) pusu yeri, pusu tutulan gizli yer.

kemîn-güşâ (a.f.b.s.) tuzak açan, tuzak kuran.

kemîn-sâz (f.b.s.) Pusu kurmuş olan.

kem-iyâr (f.a.b.s.) ayan fena, karışık altın ve gümüş.

kem-kadr (f.a.b.s.) kadri, îtibân az, adî, değersiz.

kem-kaim (f.a.b.s.) anlayışsız.

kem-kâr (f.b.s.) 1. işi az. 2. işi bozuk, fena.

kem-kıymet (f.a.b.s.) kıymetsiz, değersiz.

kem-mâye (f.b.i.) aslı, cevheri, mayası, tıyneti bozuk.

kemini (a.s.) 1. cesur, yiğit [kimse]. 2. silâhlı [kimse].

kemmiyyât (a.i. kemmiyet'in c.) kemiyetler, 'nicelikler.

kemmîyyât-ı vaz'iyye astr.; top.; mat. her hangi bir noktanın "kemiyyât-ı vaz'iyye" mihverlerine amûdî (dikey) uzaklıklarına, ve yine her hangi bir noktanın bir hacim içinde üçlü kemiyyât-ı vaz'iyye mihverlerine olan amûdî (*dikey) uzaklığına, o noktanın "kemiyyât-ı vaz'iyye" si (coordinate'lan) adı verilir.

kemmiyyet (kemmiyyât) 1. sayı. (bkz: aded). 2. nicelik. 3. gr. müfred hâli (tekillik) veya cemi hâli (çoğulluk).

kemmûn (a.i.) kimyon.

kem-nâm (f.b.s.) namsız, şöhretsiz, adı sanı belirsiz.

kem-nazar (f.a.b.s.) kötü gözle bakan, nazarı değen.

kemne (a.i.) hek. karasu denilen bir göz hastalığı, fr. amaurose.

kem-pâye (f.b.s.) pâyesiz, rütbesi, derecesi aşağı.

kemrâ (f.i.) ağıl, mandıra.

kem-sûl (f.b.s.) sinni, yaşı az, genç.

kem-suhan (f.b.s.) az söyleyen kimse, (bkz: kem-harf, kem-zebân).

kem-şerm (f.b.s.) utanması olmayan, arsız.

kem-terâne (f.zf.) âcizce, hakirce, çok küçükçe, [kendinden bahseden kimse alçakgönüllülük gösterirken kullanırdı], (bkz: âciz-âne).

kem-terîn (f.b.s.) 1. en küçük, en aşağı; en çok eksik. 2. pek âciz, çok hakir.

kem-yâb (f.b.s.) nâdir, az bulunan.

kem-zebân (f.b.s.) az söyleyen kimse, (bkz: kem-harf, kem-suhan).

kem-zede (f.b.s.) talihsiz, (bkz: kem--zen).

kem-zen (f.b.s.) talihsiz, (bkz: kem--zede).

kem-zihn (f.a.b.s.) aklı zayıf, aptal.

-ken (f.s.) kazıcı, kazan, koparan; yıkan, söken.

Kûh-ken dağ yıkan, tünel açan.

Gûr-ken mezar kazan, mezarcı.

Sikke-ken sikke kazan.

kenâin (a.i. kinâne'nin c.) okluklar, ok kılıfları, tirkeşler, sadaklar, ok kuburları.

kenâis (a.i. kenîse'nin c.) kiliseler, (bkz: biya').

kenâk (f.i.) buruntu, kann ağrısı.

Ken'ân (a.h.i.) 1. Hz. Ya'kub'un memleketi, Filistin, Palestin. 2. erkek adı.

Mâh-ı Ken'ân Hz. Yûsuf.

Yûsuf-i Ken'ân Hz. Yûsuf.

Pîr-i Ken'ân Hz. Yâkub.

kenâne (f.s.) köhne, eski.

kenâr-bend (f.b.i.) süs olarak kitaba geçirilen kap.

kenâre (f.i.) 1. kıyı, kenar. 2. kucak. 3. kasap çengeli. 4. g.s. kenarlara serilen halı.

kenâr-gîr (f.b.i.) fıçı ve şâire çenberi.

kenbûr, kenbûre (f.i.) hîle, yalan, dolan.

kende (f.i.) 1. çukur, hendek. 2. s. kesilmiş, biçilmiş.

kende-hâye (f.b.i.) "hayası kesilmiş" hadım ağası.

kende-kâr (f.b.s.) kazıyan, oyan, nakşeden.

kende-kârân (f.i.) kalemkâr.

kendîriyye (a.i.) bot. kendirgiller.

kend-mend (f.b.s.) perişan, darmadağın, harap.

kendû (f.i.) genişçe toprak.

kendûre, kendûrî (f.i.) 1. deriden yapılmış büyük sofra. 2. peşkir.

kene (f.i.) koyun, köpek, at gibi hayvanların derisine takılan böcek, sakırga.

kenef (a.i.c. eknâf) 1. taraf, yön. 2. sığınacak yer. 3. (o.i.) tuvalet, ayakyolu.

Etraf ve eknâf yanlar ve yönler.

kenîf (a.i.) ayakyolu.

kenîn (a.s.) örtülü, gizli, (bkz: mek-nûn).

kenîsa, kenîse (a.i.c. kenâis) kilise, (bkz: bey'a).

kenîz (f.i.) 1. câriye, halayık. 2. evlenmemiş kız, bakire.

kenîz-beçe (f.b.i.) cariyenin erkek çocuğu.

kenîzek (f.i.) küçük câriye veya acındırma manâsıyla cariyeniz, (bkz: memlüke, süriyye).

kennâs (a.i.) çöpçü, süpürücü; mev-levî tekkelerinde aptesâne temizleyicisi.

kenûd (a.s.) 1. nankör, iyilik bilmez. 2. âsî, günahkâr. 3. pinti, tamahkâr. (bkz: bahîl, hasîs).

kenz (a.i.c. künûz) hazîne, define, yeraltında saklı değerli eşya.

kenz-i mahfi gizli hazîne.

El-kanâatü kenzün lâ-yüfnâ kanaat tükenmez hazînedir.

Sûre-i kenz Kur'ân'ın ilk sûresi olan Fatiha.

kenz-i câhili üzerinde câhiliyet alâmeti bulunan, yânî üzerinde put resmi veya gayrimüslim hükümdarlardan mâruf birinin ismi gibi bir alâmet bulunan gömülü meskukât ve şâire.

kepâde-keş (f.b.i.) okçuluğa yeni başlayan.

kepân (f.i.) büyük terazi, kapan. [Arapçası "kabbân"dır].

kepenek (f.i.) çobanların giydiği, kolsuz, dikişsiz, keçeden -dövülerek- yapılmış giyecek.

ker (f.s.) 1. sağır, (bkz: utrûş). 2. i. kuvvet, kudret. 3. meram ve maksat.

kerâbîs (a.i. kirbâs'ın c.) bezler; kumaşlar.

kerâd, kerâde (f.s.) eski, yırtık elbise.

kerâhaten (a.zf.) iğrenerek, tiksinerek, istemeye istemeye, zoraki.

kerahet (a.i.) 1. iğrenme, tiksinme. (bkz. kerh). 2. istemeyerek, baskı ile yapma. 3. [şer'î ıstılah olarak] bir hâlin, bir hareketin sarih ve katî şekilde değil, delâlet suretiyle men'olunması.

Ma-al-kerâhe iğrenerek, tiksinerek, istemeye istemeye.

kerâhet-i tahrîmiyye harama yakın kerahet. [Güneş'in tulü, zeval ve gurub vakitlerine yakın namaz kılmak gibi].

kerâhet-i tenzîhiyye helâla yakın kerahet, [temiz su varken kedi artığı olan su ile abdet almak gibi]. (Kerahet denildiği zaman ilk hatıra gelen kerâhet-i tahrîmiyye'dir).

kerâhiyyet (a.i.). (bkz. kerahet).

kerâih (a.i. kerîhe'nin c.) iğrenç şeyler, nefret edilecek şeyler.

kerâim (a.i. kerîme'nin c.), (bkz. kerîme).

kerâker (f.i.) 1. karga, (bkz: gurâb, zağ). 2. kuzgun.

kerâkiyy (a.i.) zool., astr. turna, fr. grue.

kerâmend (f.s.) lâyık, münâsip, uygun, (bkz: bercâ, çespân, şâyeste).

keramet (a.i.c. kerâmât) 1. kerem, bağış, (bkz: ihsan, lutf)- 2. ikram, ağırlama. 3. velîlerin lüzumu ânında gösterdikleri fevkalâde hal. 4. ermişçesine yapılan iş, hareket veya söylenen söz, fikir.

Sâhib-i keramet keramet göstermiş kimse.

kerâmet-i kevniyye kâinatın yaradılış mucizesi.

kerâmet-i ma'rifet bilgi kerametleri.

kerâmet-medâr (a.b.s.) 1. keramet gösteren kimse. 2. uysal, iyiliksever kimse.

kerân, kerâne (f.i.) kenar, uç, kıyı.

Bî-kerân kenarsız, uçsuz bucaksız kıyışız.

kerâne-gîr (f.b.s.) bir kenara çekilen, toplumdan uzak yaşayan kimse, (bkz: merdüm-girîz, münzevî).

kerân tâ kerân bir uçtan bir uca.

kerârîs (a.i. kürrâse'nin c.) elyazması kitapların sekiz sahifeden ibaret olan formaları.

kerâste (f.i.) kereste.

kerâviyâ, kerâviye (f.i.) bot. karaman kimyonu.

kerb (a.i.c. kürub) tasa, kaygı, gam, keder.

Kerbelâ (a.h.i.) Irak'da imam Hüseyn'-in şehîdedildiği ve türbesinin bulunduğu yer.

kerefs (a.i.) kereviz.

kerem (a.i.) 1. asalet, asillik, soyluluk. 2. cömertlik, elaçıkhğı, lütuf, bağış, bahşiş.

kerem-güster (a.f.b.s. kerem-güs-terân) kerem sahibi, cömert, (bkz: mükrim).

kerem-güsterân (a.f.b.s. ke-rem-güster'in c.) kerem sahipleri, cömertler, eli açık olanlar.

kerem-güsterâne (a.f.zf.) cömertlikle, elaçıklığıyla.

kerem-güsterî (a.f.b.i.) kerem-güsterlik, cömertlik, elaçıkhğı. (bkz: kerem-kârî).

kerem-kâr (a.f.b.s.) kerem eden, lütfeden, eliaçık olan, bağışlayan, cömert, verimli, (bkz: kerem-perver, sahî).

kerem-kârâne (a.f.zf.) kerem-kârcasına, kerem sahibine yakışacak surette, elaçıkhğı ile, cömertlikle, (bkz: kerem-perverâne).

kerem-kârîjü (a.f.b.i.) keremkârlık. (bkz: kerem, kerem-güsterî, kerem-perverî).

kerem-perver (a.f.b.s.) kerem eden, lütfeden, eli açık olan, bağışlayan, cömert, verimli, (bkz: kerem-kâr, sahî).

kerem-perverâne (a.f.zf.) kerem sahibine yakışacak surette, elaçıklığıyla, cömertlikle, verimlilikle, (bkz: kerem-kârâne).

kerem-perverî (a.f.b.i.) kerem-perverlik, kerem sahibi olma, elaçıkhğı, cömertlik, verimlilik, (bkz: kerem-güsterî, ke-rem-kârî).

kerem-pişe (a.f.b.s.) cömertçe davranan.

kerenây, kerre-nâ (f.i.) eskiden kullanılan bir çeşit nefesli saz.

kerev (f.i.) örümcek, (bkz: ankebût, ankût).

kerh (a.i.) 1. iğrenme, tiksinme, hoşlanmama. 2. zorlama, (bkz: kerahet).

kerhen (a.zf.) 1. iğrenerek. 2. istemeyerek, hoşlanmayarak, zorla; zoraki.

Tav'an ve kerhen ister istemez.

kerî (f.i.) 1. örümcek ağı. 2. sağırlık.

kerî (a.i.) kazma[k].

kerih (a.s. kerh'den) 1. iğrenç; çirkin. 2. pis kokan.

Savt-ı kerih çirkin ses.

kerîhü’l-manzar görünüşü çirkin ve iğrenç.

Râyiha-i kerihe pis koku.

kerîhü’n-nefes nefesi, ağzı kokan. [müen. "kerihe"].

kerihe (a.i.c. kerâih) iğrenç, nefret edilecek şey.

kerihe (a.s.) "kerîh"in müen.]. (bkz: kerih).

Râyiha-i kerihe pis koku.

kerîm (a.s. kerem'den. c. kiram, küremâ) 1. kerem sahibi, cömert, verimcil, eli açık. 2. ulu, büyük. 3. i. erkek adı. [müen. "kerîme"]

Allah kerîm Allah büyüktür, Allah kerem sahibidir, Allah verir.

Ku'ân-ı Kerîm (Ulu kitap) Kur'an.

kerîm-âne (a.zf.) kerîm olan, kerem sahibine yakışır surette, kerimce.

kerîme (a.i.c. kerâim) 1. âyet. 2. kız evlâd. ["mahdum" karşılığı]. 3. kız adı.

kerîme-i târih târihin kızı, mec. yurt.

keriş (a.i.c. kuruş) işkenbe.

kerkem (f.i.) yağmur kuşağı, eleğim-sağma. (bkz: âdyende, kavs-i kuzah).

kerkes (a.i.) zool. akbaba.

kerkes-i felek astr. Kartal takımyıldızı, Şilyak burcu.

kerkûr, kerkûz (f.i.) taşyığını, kutsal taş yığını.

kerkûz (f.i.) delil, alâmet, işaret.

kerm (a.i.c. kürüm) 1. üzUm çubuğu, asma; bağ kütüğü, (bkz: tak). 2. bağ, bostan. 3. çalılık dolayısıyla zor sürülen toprak.

kermiyye (a.i.) bot. asmagiller.

kerr (a.i.) bir şeyden vazgeçtikten sonra tekrar ona, o işe yönelme.

kerr ü fer savaşta, bir aralık geriledikten veya geriler gibi göründükten sonra tekrar saldırma.

kerrâke (o.i.) yünden veya yünlüden yapılmış hafif kumaş.

kerrâr (a.s. kerr'den) savaşta döne döne saldıran. Hayder-i kerrâr (döne döne saldıran arslan) Hz. Alî'nin lâkabı.

kerrat (a.i. kerre'nin c.) kerreler, defalar, kezler.

kerrat cedveli mat. çarpım tablosu.

kerre (a.i.c. kerrat) defa, kez.

kerretân(a.i.) sabah ve akşam.

kerrûbî (a.i.c. kerrûbiyyûn) meleklerin büyüğü, büyük melek.

kerrûbiyân (a.f. kerrûbî'nin c.). (bkz. kerrûbiyyûn).

kerrûbiyyûn (a.i. kerrûbî'nin c.) Allah'a en yakın kabul edilen meleklerin en büyükleri, (bkz. kerrûbiyân).

ke's (a.i.c. kâsât, küûs) 1. içi dolu kap, çanak. 2. kadeh, bardak. 3. şarap dolu bardak; bir bardak şarap. 4. bot. çanak, çiçeğin en dışında bulunan yeşil yaprakların topu.

ke's-i kesîrü’l-vüreykat bot. çok yapraklı çanak.

ke's-i vahîdü’l-vüreykat bot. tek yapraklı çanak.

kes (f.i.c. kesân) kimse, kişi. (bkz: şahs).

Bî-kes kimsesiz.

Hîç-kes hiç kimse.

kes-i bî-kesân kimsesizlerin yardımcısı.

kesâd (a.i.) 1. alışverişte durgunluk, sürümsüzlük. 2. yokluk, kıtlık, (bkz: fıkdan, kaht, nedret).

kesafet (a.i.) 1. bulanıklık, açık ve berrak olmayış. 2. kir, pislik.

kesafet (a.i.) 1. sıklık, tokluk. 2. fiz. kalabalık, koyuluk, kalınlık, yoğunluk, fr. densite.

kesâfet-i nüfûs nüfus kalabalığı, nüfus çokluğu.

kesâlet (a.i.) tenbellik, uyuşukluk, üşenme.

kesân (f.i. kes'in c.) kimseler, kişiler, insanlar.

kesâne (f.zf.) kese, kişiye, insana yakışır bir surette, keşçe, insanca, kişice.

kesb (a.i.) 1. çalışıp kazanma. 2. edinme, peydahlama, kazanma.

kesb-i servet para kazanma.

kesb-i fezâil fazilet, erdem sahibi olma.

kesb-i haram meşru olmayan kazanç.

kesb-i istihkak hak kazanma.

kesb-i ıttıla bilgi edinme.

kesb-i i'tidâl olgunlaşma.

kesb-i kat'iyyet kesinleşme, kesinlik kazanma.

kesb-i hayât canlanma.

kesb-i kudret kudret kazanma.

kesb-i maaş geçimini sağlama.

kesb-i mümâreset alışkanlık, yatkınlık kazanma.

kesb-i sükûnet susma, yatışma.

kesb-i şeref onur, şeref kazanma.

kesb-i takarrüb büyük payeti bir adamın yanına yaklaşabilmeye sahip olma.

kesb ü kâr kazanç.

kesbî (a.s.) sonradan edinilmiş olan.

kesel (a.i.) gevşeklik, tenbellik, uyuşukluk.

keselân (a.i.) gevşeklik, tenbellik, uyuşukluk; bitkinlik.

kesf (a.i.) 1. ışığını kesme. [Güneş, Ay]. 2. görünmez olma.

ke'sî (a.s. ke's'den) 1. kadehle, bardakla, çanakla ilgili, onlara benzer. 2. bot. çanaksı.

kesî (f.i.) 1. bir kimse. 2. insanlık, menlik.

kesîd (a.s.) geçmez, sürümsüz, aranmaz; her şeyin aşağısı, (bkz: kâsid).

kesîf (a.s. kesâfet'den) 1. sık, tok. 2. kalın, kaba, yoğun. 3. şeffaf (saydam) olmayan. 4. koyu.

kesîr (a.s kesret'den) 1. çok çok olan, bol. (bkz: kâsir). 2. sık olan, çok defa olan.

kesîr ü kalîl az ve çok.

kesîrü’l-adlâ' çokgen.

kesîrü’l-ahbâb bildikleri, tanıdıkları çok olan.

kesîrü’l-eşkâl çok şekilli.

kesîrü’l-evlâd çocukları çok olan.

kesîrü’l-ezhâr çiçekleri çok olan.

kesîrü’l-hücre bot. çok hücreli [bitki].

kesîrü’l-ıyâl aile efradı kalabalık olan.

kesîrü’l-mâl malı çok, bol olan.

kesîrü’l-vuku' çok ve sık vuku' bulan.

kesîrü’l- vücûh geo. çok yüzeyli.

kesîrü’n-nef çok kullanışlı, çok yararlı.

kesîrü’n-nevâl çok iyiliksever.

kesîrü’z-zarâr çok zararlı.

kesîr (a.s.) kırılmış.

keslân (a.s.) gevşek, tenbel, uyuşuk, yorgun.

kesr (a.i.c. küsur) 1. kırma, kırılma, paralama. 2. bozma, halel getirme. 3. a. gr. bir harfin esre i okunması. 4. mat. kesir. 5. anat. kemik kınlması.

kesr-i a'şârî-i devr-i basît mat. basit devirli ondalık kesir.

kesr-i a'şârî-i mütenâvib mat. devirli ondalık kesir.

kesr-i gayr-i vâcib mat. bileşik kesir. (bkz. kesr-i muzâf, kesr-i mürekkeb).

kesr-i hatır hatır kırma.

kesr-i muzâf mat. bileşik kesir, (bkz: kesr-i gayr-i vâcib, kesr-i mürekkeb).

kesr-i mütevâlî mat. zincirleme kesir.

kesr-i müvellid mat. ana kesir.

kesr-i şeref şeref kırma.

kesr-i adî mat. bayağı kesir.

kesr-i a'şârî mat. ondalık kesir.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   76   77   78   79   80   81   82   83   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin