Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə86/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   82   83   84   85   86   87   88   89   ...   189

lâtîfe-gûyî (a.f.b.i.) lâtîfecilik, şakacılık, (bkz: lâtîfe-perdâzî).

lâtîfe-perdâz (a.f.b.s.c. lâtife-perdâzân) lâtifeci, şakacı, (bkz: lâtîfe-gû).

lâtîfe-perdazân (a.f.b.s.) lâtîfe-perdâz'ın c.) lâtifeciler, şakacılar.

lâtîfe-perdâzâne (a.f.zf.) lâtifecilikle, şakacılıkla.

lâtîfe-perdâzî (a.f.b.i.) (bkz: lâtîfe-gûyî).

Lâtifi (a.h.i.) XVI. asırda yaşamış bir Türk tezkirecisidir; Katamonulu'dur, şâir ve ediptir, 896 (1491) de doğmuştur; 1582 de denizde boğularak ölmüştür.

lâtîme (a.i.) misk.

lâtm (a.i.) tokat atma.

lâtma (a.i.) tokat, şamar.

latma-ha (a.f.b.s.) tokat yiyen.

lâtma-zen (a.f.b.s.) tokat atan.

lâûk (a.i.) yalanacak, yenilecek, macun. ["luûk" şekli yaygındır].

laubali (a.s.zf.) ilişiksiz, kayıtsız, saygısız, senli benli [şey, kimse], (aslında, Arapça "aldırış etmem" demektir).

lâübâliyâne (a.zf.) lâubalilikle, kayıtsız, ilgisiz, saygısız bir tarzda, senli benli olarak.

lâ-v’Allâhi (a.n.) vallahi, hayır.

la ve naam (a.cü.) hayır ve evet [çok zaman, hiçbir fikir söylenmediğini bildirme makamında kullanılır].

lâ-vücûd (a.s.) fels. bendeğil, fr. non-etre.

lay (f.i.) 1. çamur. 2. tortu. 3. kül.

lay (f.s.) "lâyîden" mastarından söyleyen, söyleyici.

Herze-lây herze söyleyen, saçmalayan, (bkz: herze-gû).

lâ-ya'kıl (a.b.s.) dalgın, bihoş.

Mesti lâ-ya'kıl sızmış, sarhoş.

lâ-ya'kılâne (a.b.zf.) akıl erdirilmeyerek, düşüncesizlikle, dalgınlıkla.

lâ-ya'lem (a.s.) bir şey bilmeyen, bilmez.

lâ-ya'lemü’l-gaybe İll'Allâh kaybolanı Allah'tan başkası bilmez.

lâ-ya'nî (a.b.s.) mânâsız.

Mâ lâ-ya'nî mânâsız, saçmasapan.

lâ-yecûz (a.s.) caiz değil.

lâ-yefhem (a.s.) anlayışsız.

lâ-yefnâ (a.s.) fena bulmaz, yok olmaz, tükenmez.

El-kanaatü kenzün lâyefnâ kanaat, tükenmez bir hazînedir.

lâ-yemût (a.b.s.) ölmez, fr. immor-tel. (bkz: câvidânî).

lâ-yemûtâne (a.zf.) ölmezlikle, fr. i m m ör t el içmen t. (bkz: câvidâne).

lâ-yemûtiyyet (a.b.i.) ölmezlik, fr. immortalite.

lâ-yen-azl (a.b.s.) azlolunmaz, azlolunamaz.

lâ-yenbagî (a.b.s.) yakışmaz, uygun düşmez, uymaz.

lâ-yenfekk (a.s.) ayrılamaz, bölü-nemttz.

Iâ-yeırkati' (a.zf.) ardı kesilmeksi-zin, durmadan, hep.

lâ-yen-kesîr (a.s.) kınlmaz, kesilmez.

lâ-yetebeddel (a.s.) değişmez.

lâ-yetecezzâ (a.b.s.) fiz. parçalanmaz, bölünmez, paralanmaz, bütün.

lâ-yetegayyer (a.b.s.) değişmez, bozulmaz, (bkz: sabit).

lâ-yetehammel (a.s.) tahammül edilmez, dayanılmaz.

lâ-yetenâh (a.s.) sonsuz, sonu bulunmaz.

lâ-yetenâhiyyet (a.i.) sonsuzluk.

lâ-yetezelzel (a.s.) 1. sarsılmaz. 2. güvenilir, devamlı, sürekli.

lâ-yezâl (a.b.s.) zevalsiz, bitimsiz.

lâ-yezâlî (a.b.s.) lâyezal'e mensûbolan.

lây-hâr (f.b.s.) tortu içen; şarap tortusunu içecek kadar ayyaş.

Külhânî-i lâyhâr meşhur hakîm Senâî'nin mürşidi.

lâyıh (a.s. levh'den) 1. parlak, parlayan. 2. aşikâr, meydanda, (bkz: hüveydâ). 3. hatıra gelen. [Arapçada "lâih" dir]. 4. içine doğan.

lâyiha (a.i.) 1. düşünülen bir şeyin yazı hâline getirilmesi. 2. huk. tasan. [Arapçada "lâiha" dır].

lâyiha-i kanûniyye huk. henüz tasdîk olunmamış kanun tasarısı.

lâyık (a.s. liyâkat'den) yakışan, yaraşır, yakışık, (bkz: bercâ, çespân, şayan, şâyeste).

lâyık-âne (a.f.zf.) yaraşır, yakışır yolda.

lâ-yuadd (a.b.s.) sayılmaz, sayılamaz, pek çok.

lâ-yuadd velâ yuhsâ (a. b.s.) sayısız, hesapsız, pek çok.

lâ-yugleb (a.s.) mağlûp olmaz, yenilmez.

lâ-yuhsâ (a.s.) sayılmaz, hesaba gelemez.

lâ-yuhtî (a.s.) hatâ işlemez, yanlış yapmaz, fr. impeccable.

lâ-yukal (a.b.i.) tenasül âleti, (bkz: kadîb, kîr, merz-gûn).

la-yu'kal (a.b.s.) akıl ermez, anlaşılmaz.

lâ-yu'lâ (a.zf.) üzerine çıkılmaz, üstüne çıkmak mümkün değil.

lâ-yu'lem (a.s.) bilinmez, bilinemez.

lâ-yu'ref (a.s.) bilinemez.

lâ-yutâk (a.s.) takat yetmez, çekilmez, dayanılmaz.

Teklîf-i mâ lâ-yutâk dayanılmaz ve kabul olunamaz teklif.

lâ-yüfhem (a.s.) anlaşılmaz.

lâ-yüfnâ (a.s.) fena bulmaz, yok olmaz, tükenmez.

lâ-yüs'el (a.s.) mes'ûl olmaz, sorulmaz.

lâ-yü'selü amma yef'al yaptığından dolayı sorguya, suâle uğramayan; Allah, (bkz: bi--çûn u çirâ).

lâ-yüzâl (a.s.) izale edilmez, tükenmez.

lazâ (a.i.) 1. ateş, alev. 2. cehennem'in bir adı.

lâ-zâle, lâ-zâlet (a.zf.) 1. zail olmasın, zeval bulmasın. 2. olsun!

lâ-zâle âliyen yüce olsun!

lâzebeliyye (a.i.) bot. horozibiğigiller, fr. amarantacees.

lâ-zevâl (a.s.) zevalsiz.

lâ-zevâle-leh (a.s.) asla zeval bulmaz.

lâzık (a.s.) yapışıcı, yapışkan; yapışmış olan. (bkz: lâsık, lâzib1).

lâzım (a.i.) 1. gerek. 2. gr. geçişsiz.

lâzım-ı gayr-i müfârık terki caiz olmayan, onsuz olmayan, çok gerekli.

lâzım ve kâfi şart mat. gerek ve yeter şart.

lâzım ve melzûm biri olunca öbürünün de olması şan olan.

lâzım, lâzıme (a.i.) 1. gerekli şey. 2. mat. gerekçe.

lâzî (a.i.) 1. ateş. 2. cehennemin altıncı tabakası [puta, ateşe tapanlarla büyücülerin yeri burası olacaktır].

lâzib (a.s.) 1. yapışıcı, yapışkan. 2. sabit. 3. lâzım, gerekli, (bkz. lâzık).

leâl (a.i. lü'lü'ün c.) inciler, (bkz: dürer, leâli).

leâlî (a.i. lü'lü'ün c.) inciler, (bkz: dürer, leâl).

leâlî-feşân (a.f.b.s.) inciler saçan.

leâmet (a.i.) içimlik, alçaklık, bayağılık. (bkz. denâet).

leb (f.i.) 1. dudak.

Şeker-leb şeker dudaklı.

Gonce-leb gonca gibi dudağı olan.

leb-i âftâb gölge.

leb-i canan sevgilinin dudağı.

leb-i derya (deniz dudağı) meç. deniz kenarı.

leb-i dilber 1) dilber dudağı; 2) dilber dudağı denilen hamur tatlısı.

leb-i handan gülen dudak.

leb-i şefkat şefkat dudağı. 2. uç, kenar.

leb-i cû ırmak kenarı.

leb-i cûy-bâr su kenarı.

leb-i hadrâ ufuk.

leb-i keştî-gâh nehirlerin geçit yeri, boğaz, liman ağzı.

leb-i sağar kadeh ağzı.

lebâ' (a.i.) ağız, doğumdan sonra gelen süt.

lebâbet (a.i.) zeyreklik, akıllılık, (bkz:

lebâd, lebâde (f.i.) yağmurluk

lebâçe (f.i.) önü açık elbise, hırka, cübbe; ferace.

leb-â-leb (f.zf.) ağızına kadar dolu.

leb-be-leb (f.zf.) dudak dudağa. (bkz: leb-ber-leb.

lebân (a.i.) göğüs.

lebbân (a.i.) sütçü.

leb-ber-leb (f.zf.) Dudak dudağa. (bkz.leb-be-leb).

leb-beste (f.b.s.) 1.dudağı, ağzı bağlı. 2. susan.

lebbeyk (a.n.) "buyurunuz, emir sizindir efendim!" mânâsına kullanılan bir kelime. [hac farizasının icrası esnasında bu kelime ile başlayan muayyen dualar söylenir ki buna "telbiye" denir], (bkz. telbiye).

lebbeyk-zen (a.f.b.s.) evet diyen, razı olan.

lebbeyk-zen-i icabet Allah'ın emrine koşup uyan. [ölen hakkında kullanılır].

leb-cünbân (f.b.s.) "dudağını oynatan" söz söyleyen, konuşan.

lebeb (f.i.) deriden örülmüş at başlığı.

leben (a.i.) süt.

Ademü’l-leben sütsüzlük.

Adîmetü’l-leben sütü kesik kadın.

leben-i kils kim. kireç sütü.

lebenî, lebeniyye (a.s.c. lebeniyyât) süte ait, sütle ilgili, sütlü.

Mevâd-ı lebeniyye sütlü maddeler, ürünler.

lebeniyyât (a.i. lebeniyye'nin c.) sütlü nesneler.

leb-güşâ (f.b.s.) "dudağı açık" konuşan, söyleyen.

lebî (f.i.) dilim [ekmek, kavun, karpuz].

lebîb (a.s.c. libâb) 1. akıllı, (bkz: fafln, zekî). 2. i. erkek adı.

lebîk (a.s.) 1. akıllı, zekî. 2. tatlı sözlü.

leblâb (a.i.) bot. sarmaşık.

leblâbü’l-arz bot. yer sarmaşığı.

leblâbiyye (a.i.) bot. sarmaşıkgiller, fr. hederacees.

leb-rîz (f.b.s.) taşıcı, ağzına kadar dolmuş, [maddî manevî].

lebs (a.i.) 1. giyecek şey. 2. iki şeyi bir birinden ayırt edememe, (bkz: iltibas).

leb-teşne (f.b.s.c. leb-teşnegân) susamış.

leb-teşnegân (f.b.s. leb-teşne'-nin c.) susamışlar.

lec (f.i.) tepme.

lecâc, lecâcet (a.i.) ayak direme, çekişme [düşmanlıkta], (bkz: taannüd).

lecc (a.i.) 1. dar şey. 2. inâdetme, ayak direme [düşmanlıkta].

Mekân-ı lecc dar yer.

leccâc (a.s.) 1. inatçı. 2. inatçılık.

leclâc (a.h.i.) 1. satranç oyununun îcat-çısı. 2. s. sözü tutuk söyleyen.

leclece (a.i.) kararsızlık, tereddüt [sözde].

lecûc (a.s.) çok inatçı, çok çekişken.

leç (f.i.) 1. yanak, (bkz: ruh). 2. yüz. (bkz: rûy, ruh, ruhsâr).

lede- (a.zf.) sırasında, yapıldığı zaman.

lede-1-hâce (a.b.zf.) hacet, ihtiyaç görüldüğü zaman.

lede-l-havâle (a.zf.) havale olundukta.

lede-l-ihtiyâc (a.zf.) ihtiyaç hâlinde.

lede-l-iktizâ (a.zf.) gerektiği zaman.

lede-l-mutâlaa (a.zf.) okuduktan sonra.

lede-1-müzakere (a.zf.) Müzakere sırasında.

lede-s-suâl (a.zf.) soruldukta.

lede-t-tahkîk (a.zf.) tahkik olundukta.

lede-t-teemmül (a.b.zf.) teemmül edilince, düşünülünce.

ledg (a.i.) yılan veya akrep sokması. (bkz. les').

ledîg (a.s.) yılan, akrep ve buna benzer hayvanlar tarafından sokulmuş kimse.

ledün (a.i.) Allah yanı.

ilm-i ledün Allah'ın sırlarına ait manevî bilgi, gayb ilmi.

ledünnî (a.s.) Allah bilgisine ve sırlarına ait, onunla ilgili.

Mevâhib-i ledünniyye Hz. Muhammed'e Allah'ın ihsanı olan bilgi.

ledünniyyât (a.i.c.) Allah bilgisi ve sırlan; meç. bir işin gizli tarafları, içyüzü.

ledünniyye (a.s.) ["ledünnî" nin mü-en.]. (bkz: ledünnî).

lefâ (a.i.) 1. toprak, (bkz: türâb). 2. s. hakir [şey].

lefâif (a.i. lifâfe'nin c.) sargılar; zarflar. (bkz: lifâfe).

lefc, lefce (a.i.) ikalın dudak.

leff (a.i.) sarma; durup bir zarf içine koyma; devşirip kaldırma.

leff ü neşr ed. birkaç isim yazıldıktan sonra bunların herbirine ait olan sıfat veya fiilleri ayrıca sıralama.

leff ü neşr-i müretteb ed. yazılan birkaç isimden sonra bunlara ait sıfat veya fiillerin aynı tertiple sıralanması. Meselâ "Meşk eyledi pervane vü şe'm ü gül-i sad-berg / Yanmağı, yakılmağı, yaka yırtmağı benden."

leff ü neşr-i müşevveş veya gayr-i müretteb yazılan birkaç isimden sonra bunlara ait sıfat veya fiillerin karışık olarak sıralanması. Meselâ "Zülfünle ruhun Mushaf-i hüsnünde nigârâ / Tefsirin eder âyet-i Nur ile Duhâ'nın."

leffâf (a.s.) çok lâfeden, çok söyleyen, can sıkan.

leffen (a.zf.) durulmuş, sarılmış olarak; zarf veya mektup içine koyarak.

lefif (a.s. leffden) 1. durulmuş, sarılmış. 2. a. gr. üç harfli kelimenin iki harfi "elif veya "y" olanı.

lefif-i makrûn a. gr. "fa" sı (ilk harfi) ile, "lam"ı (son harfi) birlikte harf-i illet olursa tayy "tavy"... gibi.

lefîf-i mefrûk a. gr. "fa" sı (ilk harfi) ile "lam" ı (son harfi) birlikte harf-i illet olursa vefa "vefeye" .. gibi.

leflâfe (a.i.) bot. kurt tırnağı denilen bir bitki.

leftere (f.s.) alçak, sefil.

legleg (f.i.) leylek.

leh (a.e.) 1. onun için, ona. 2. i. birinin çıkarına davranış; yana.

Mağfûrun-leh kendisine mağfiret olunmuş.

lehinde onun çıkarına uygun olarak.

lehâ (a.e.) leh ve lehu nün müennesi. (bkz. leh-lehu).

leha (a.i. lehât'ın c.) anat. küçük diller. (bkz. lehevât, lihâ, lihî, lühî).

lehât (a.i.c. lehâ, lihâ, lehevât, lihî, lühî) anat. küçük dil. ["lihât, lühât" şekilleri de vardır].

lehâz (a.i.) gözucu, göz kuyruğu.

lehçe (a.i.) 1. dil; dil kolu, bölge dili, fr. dialecte.

Fasîhü’l-lehce dili uz. 2. (Türkçede) yüz, surat.

Lehce-i Osmânî (osmanlıca lügat) Ahmet Vefık Paşa'nın iki bölümden oluşan ve 1889 da her iki cildi de bir arada basılan ünlü sözlüğü.

Lehcetü’l-hakaik Âli Bey 'in 1896 da hazırlanmış bir mizah eseri olup XIX uncu yüzyılın sonundaki Osmanlıların kusur ve hatâlarını eleştirmiştir.

leh-dâr (a.f.b.s.) 1. ...dan yana, lehte olan, bir şey veya kimseden yana olan. 2. lehine poliçe çekilen kimse.

leheb (a.i.) alev.

Ebû-leheb (alev babası) Hz. Muhammed'in amcası ve Abdü’l--Muttalib'in oğlu'dur. islâm dînini kabul etmemiş ve halkı da bu dîni kabulden uzaklaştırmayı kendisine iş edinmişti. ["Kur'ân-ı Kerîm'de Tebbet yedâ ebî lehe-bin..." diye başlayan 111 inci Tebbet sûresi bununla karısı Ummü Cümeyl hakkındadır].

lehebü’n-nâr ateş alevi.

lehebân (a.i.) ateşin alevlenmesi, (bkz: iştial).

lehef (a.i.) kaybolan bir şeyin arkasından üzülme.

lehevât (a.i. lehât'ın c.) anat. küçük diller, (bkz. lehâ, lihâ, lühî).

lehfân (a.s.) kalbi yanık, (bkz: müte-hassir).

lehhân (a.s.) ; okurken çok yanlışlık yapan [kimsej. (bkz. lâhin).

lehîb (a.i.) 1. alev. 2. ateşin sıcaklığı. 3. alevlenme [ateş], (bkz: iştial).

lehîf (a.s.). (bkz. lehfân).

lehinde (a.t.zf.) onun çıkarına uygun olarak; birinden yana. [zıddı "aleyhinde"].

lehm (a.i.) bir nesneyi hemen yutma.

lens (a.i.) dili dışarı çıkma, nefesi kesilme.

lehu (zf.) onun için, ondan yana [müen. "lehâ", tesniyesi "lehümâ" dır].

lehüm (a.e.c.) birinden yana olanlar, birinin tarafını tutanlar.

lehümâ (a.e.) birinden yana olan birinin tarafını tutan iki kişi.

lehv (a.i.) oyun, eğlence, faydasız iş.

lehviyyât (a.i.c.) oyunlar, eğlenceler.

leîm (a.s. levm'den. c. leîmân, liâm) alçak, aşağılık, cimri [kimse].

leîmân (a.s. leîm'in c.) alçak, pinti, aşağılık kimseler, (bkz: liâm).

leîmâne (a.zf.) alçakça.

Muâmele-i leîmâne alçakça muamele.

lek (a.z.) sana, senin için. l. ahmak, sersem, (bkz. ebleh). 2. yüz bin.

lek (f.s.) kırmızı boya çıkarmaya yarayan

lek (f.i.) bir mâden.

lekalik ("ka" uzun okunur, a.i. laklak'ın c.) leylekler.

lekanet ("ka" uzun okunur, a.i.) çabuk anlayışlı olma.

leke (f.i.) 1. kirliliği gösteren iz. 2. vücutta görülen siyah veya kahverengi işaretler.

leked (f.i.) tepme, çifte.

leke-dâr (f.s.) lekeli, (bkz: ma'yûb, müttehem). [kelimenin aslı "lek" dir].

leked-hâr (f.b.s.) çifte yiyen, (bkz. leked-kûb, leked-zede).

leked-kûb (f.b.s.) çifte yiyen, tepme yiyen, (bkz: leked-hâr, leked-zede).

leked-zede (f.b.s.) tepme yiyen, çifte yiyen, (bkz: leked-hâr, leked-kûb).

leked-zen (f.b.s.) tepme vuran, çifte atan, çifteli.

leken (a.i.c. elkân) leğen.

lem' (a.i.) parlama, panldama. (bkz: lemeân).

lem'a (a.i.c. lemeât) parıltı, parlayış.

lem'a-pâş (a.f.b.s.) parıldayan.

lem'a-rîz (a.f.b.s.) parlayan, parıldayan.

lemeân (a.i.) 1. parlama, parıldama. (bkz: lem'). 2. fiz. gazışı, fr. luminescence. 3. kadın adı.

lemeân-ı flüârî fiz. flüorışı, fr. fluores-cence.

lemeân-ı fosfori fiz. fosforışı.

lemeât (a.i. lem'a'nın c.) parıltılar, parlayışlar.

lemeât-ı şems Güneş'in parıltıları.

lemehât (a.i. lemha'nın c.) bir defa bakışlar, bir göz atışlar.

lemh (a.i.) 1. bakma, göz atma. 2. parıltı, parlama.

lehm-i basar çabucak bir göz atıverme.

lemha (a.i.c. lemehât) 1. bir defa bakma, bir göz atış. 2. parıltı, parlama.

lemha-i basar göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman, pek az [zaman].

lemha-i iftitâh gözün açılışındaki ilk bakışı, dünyâyı ilk görüşü.

lemha-i ûlâ ilk bakış.

lemhatü’l-basar göz açıp kapayıncaya kadar, pek az zamanda.

lems (a.i.) el ile dokunup duyma, el ile tutma; dokunma ile duyulan.

lemsî, lemsiyye (a.s.c. lemsiyyât) lems ile, dokunma ile ilgili.

İhsâsât-ı lemsiyye dokunma duyulan.

lemsiyyet (a.i.) bir cisme, bir mâdene parmakla dokunmaktan meydana gelen his.

lem-yezel (a.b.s.) zeval bulmaz, zail olmaz, bakî, kalıcı. [Allah'ın sıfatlanndandır].

lem-yezelî (a.b.i.) zeval bulmazlık, bâkîlik, kalıcılık.

lemze (a.i.) göz veya kaşla işaret etme. (bkz. lümeze).

lenc (f.i.) naz ve eda ile salınma, (bkz: hıraman).

lenf, lenfâ (a.i.) hek. beyaz kan, vücutta ince damarların içinde dolaşan, kanın esâsını teşkîl eden ve eskilerin ahlât-ı erbaa dedikleri bu dön maddeden biri.

lenfâî, lenfâiyye (a.s.i.) lenfe ait, lenfle ilgili; lenf maddesi; ağır kimse.

Cümle-i lenfâiyya lenf sistemi.

lenfâ-yi dahilî hek. içakkan, fr. endo-lymphe.

leng (f.s.) 1. topal, aksak, (bkz: a'rec). 2. tenasül âleti. 3. yolculuk sırasında kafilenin bir yerde bir iki gün kalması.

leng-âne (f.zf.) topalcasına.

lenger (f.i.) gemiyi yerinde mıhlamak için denize atılan zincir ve bu zincirin ucundaki çapa.

Fekk-i lenger geminin lenger alıp yola çıkması.

lenger-endâz (f.b.s.) 1. lenger atan, demir atan. 2. (limanda) demir atmış olan [gemi].

lenger-hâne (f.b.i.) lenger yapılan yer.

lengeri (f.i.) lenger, büyük bakır sahan.

leng-fahte (f.b.s.) 1. topal güvercin. 2. muz. Türk müziğinin küçük usullerindendir; buna "aksak fâhte", "nîm fâhte" de denilir. 10 zamanlı ve 6 darblıdır. Leng-fâhte, fâhte usûlünün yarısıdır. Şarkı gibi küçük forme'larda kullanılmaz; büyük usuller gibi peşrev, beste (bilhassa nedense nakış besteler bununla ölçülmüştür) şekillerinde kullanılır. Âyîn-i şeriflerde de görülür. Bu yüzden istisnaî olarak büyük usuller gibi muameleye tabî tutulur ve 10/16 lık değil (ki bu mertebesi henüz hiç kullanılmamıştır) 10/8 lik mertebesine "yürük leng fâhte" denir. Sırasıyla Türk aksağı, semaî ve nîm sofyan usullerinden mürekkeptir. 6 darbının kıymeti sırasıyla şöyledir nîm kavî, kavî, zaif, kavî, nim kavî ve zaif. Darbların vuruluş şekilleri ve imtidatlan ise şudur: düm (2 zaman), tek (3 zaman), düm (l zaman), tek (2 zaman), te (l zaman) ve ke (l zaman). Leng fâhte, zaman itibarıyla bir küçük usûl olduğundan, bu usûl ile ölçülmüş bir eserin notasında, ölçünün terkibine giren Türk aksağı, semaî ve nîm sofyan, noktalı çizgilerle ayrılmaz.

lengî (f.i.) topallık, aksaklık.

len terânî (a.cü.) [sen] beni görmeyeceksin.

lerzân (f.s.) titrek, titreyen, (bkz: ra'şân, ra'şe-dâr).

lerze (f.i.). (bkz. lerziş).

lerze-i istitâr ü istiğna saklanıp çekilme titreyişi.

lerze-dâr (f.b.s.) titrek, titreyici. (bkz: lerze-nâk).

lerze-bahş (f.b.s.) titreten, titreme veren.

lerze-bahş-ı dil gönül titreten.

lerze-nâk (f.b.s.) titreyen, titreyici, titrek, (bkz: lerze-dâr).

lerzende (f.s.) titreyen, titrek, (bkz: lerzân).

lerze-resân (f.b.s.) titreten, titreme veren.

lerziş (f.i.) titreme, titreyiş, (bkz: irtiâş).

leş' (a.i.) yılan, akrep ve benzeri gibi şeylerin sokması, (bkz. ledg).

lesâs (a.i.) hırsızlık etme. (bkz: lüsûsiyyet, sirkat).

lesâset (a.i.) hırsızlık.

lesme (a.i.) peçe, yüzörtüsü. (bkz: bürka', nikab, şâme).

less (a.s.) dâim olan.

lest (f.s.) güzel, iyi; kuvvetli.

lesûs, lesûsiyyet (a.i.) hırsızlık, hırsızlık etme. (bkz: sirkat).

leşker (f.i.) 1. asker. 2. meç. yiğit, kahraman, cesur.

leşker-i aramrem çok asker.

leşker-i gamnı gam askeri.

leşker-i islâm Osmanlı ordusu.

leşker-i şikeste kırılmış ordu, bozguna uğramış asker.

leşker-gâh (f.b.i.) ordu yeri.

leşker-geh (f.b.i.) ordu yeri, ordugâh, (bkz: leşker-gâh).

leşkerî (f.s.) leşkere ait, leşkerle, ordu ile ilgili.

leşkerîyân (f.i.c.) askerler, ordular.

leşkeriyye (f.s.) ["leşken" nin mü-en.]. (bkz: leşkerî).

leşker-keş (f.b.s.) asker çeken, asker idare eden.

leşker-keşân (f.b.i. ve s. leşker-keş'in c.) asker idare edenler, kumandanlar.

leşker-şikâf (f.b.s.) düşman askerini kıran, (bkz. leşker-şiken, leşker-şükûf).

leşker-şiken (f.b.s.) düşman askerini kıran, (bkz: leşker-şikâf, leşker-şükûf).

leşker-şükûf (f.b.s.) düşman askerini kıran, (bkz. leşker-şikâf, leşker-şiken).

let (f.i.) 1. dayak, kötek. 2. şiddetle çarpma, (bkz: sadme).

letafet (a.i.) 1. lâtiflik, hoşluk. 2. güzellik. 3. nezâket. 4. yumuşaklık, (bkz: mülâyemet).

letâif (a.i. lâtîfe'nin c.) latifeler, güldürecek güzel sözler ve hikâyeler.

letâif-i rivâyât (rivayetlerin, söylentilerin hikâyeleri) Ahmed Midhad Efendi'nin hikâye kitaptan.

letâif-i sünbüle astr. (bkz: semâk-i a'zel).

letâifü’l-hiyel harb oyunları ve hileleri.

letâif-gûne (a.f.b.s.) lâtife, şaka yollu.

letre (f.s.) eski, yırtık; parça parça.

lett (a.i.) 1. karıştırma, (bkz: halt). 2. bağlama. 3. yaklaşma, yanaşma. 4. dövme, vurma, (bkz. darb).

lev (a.e.) olsa bile.

lev' (a.i.) den. yısa etme, çekme.

lev' (a.i.) 1. yakma. 2. yanma.

lev'-i garâm sevgi ile, aşk ile yanma.

lev'a (a.i.c. leveât) yürek yanıklığı, gönül acısı, (bkz: sûziş-i dil).

lev'a-i kalb gönül acısı, iç yanıklığı.

levâhik (a.i. lâhika'nın c.) lahikalar, ekler, eklenen şeyler.

levâhik-i lâmise biy. dokunaç [böceklerde], fr. tentacule.

levâic (a.s. lâiç, lâice'nin c.) kalbi aşktan yananlar.

levâih, levâyih (a.i. lâyiha'nın c.) 1. lâyihalar. 2. Molla Câmi'nin meşhur eseri.

levâim (a.i. lâime'nin c.) çekiştirmeler, çekiştirilecek işler.

levâmi' (a.i. lâmia'mn c.) 1. parlamalar, parıldayan şeyler, nurlar. 2. Molla Câmi'nin meşhur eseri.

levazım (a.i. lâzime'nin c.) 1. lâzım olan şeyler, gerekli şeyler; yaşamak, geçinmek, yolculuk için lüzumlu olan nesneler. 2. aşk. askerin yiyecek, giyecek, yakacak ve savaş eşyası ve bu işlerle uğraşan dâire.

levâzımât (a.i. levâzım'ın c.), (bkz. levazım).

levc (a.i.) ağızda bir şeyi veya lokmayı öteye beriye döndürme.

leveât (a.i. lev'a'nın c.) yürekten gelen acılar, iç yanıklıkları.

levend (f.i.c. levendân) 1. yeniçeri devrinde deniz erlerine verilen bir ad. 2. vaktiyle Venediklilerin Şark memleketlerinden maaşla topladıkları bahriye askeri. 3. s. tenbel. 4. s. ayyaş, içkici. 5. s. zampara. 6. s. kabadayı. 7. hizmetçi; gündelikçi; çırak. 8. namussuz kadın. 9. ibne. [Türkçede kullandığımız mânâlar Farsçada yoktur].

levendân (f.i. levend'in c.) levendler.

levend-âne (f.zf.) leventcesine, sür'atle, hızla.

levendât ol (a.i. levend'in c.) leventler. [yapma kelimelerdendir].

levh (a.i. c. elvâh) yassı, düz, üzerine resim, yazı gibi şeyler yazılabilen nesne.

levh-i cebîn alın. (bkz: nâsiye).

levh-i dü-reng gece ile gündüz.

levh-i emles üzerine hiç bir şey yazılmamış, leke düşmemiş levh, f r. table rase.

levh-i hâmûşî (sessizlik levhası) üzerine hiç bir şey yazılmamış, boş levha, (bkz. levh-i emles).

levh-i hatır hafıza.

levh-i mahfuz Allah tarafından takdir edilen şeylerin yazılı bulunduğu manevî levha; ilm-i ilâhi.

levha (a.i.) 1. bir yere asılmak üzere yazılmış veya yapılmış yazı veya resim. 2. meç. manzara, görünüş.

Ser-levha başlık [yazılarda].

levha-i nuhuset uğursuzluk levhası.

levhaş-Allahü (a.n.) Allah, ırak etmesin, vahşet vermesin; aferin, [aslı "la evhaş-Allah" dır].

levhateyn (a.i.c.). (bkz. deffeteyn).

levîd (f.i.) kazan [kap].

levlak, levlake (a.i.) birkudsî hadîsten alınmış olup, Hz. Muhammed'e hitaptır.

levlake levlake lemâ halaktü’l-eflâke Sen olmasaydın, Sen olmasaydın yeri göğü yaratmazdım, [hadîs-i kudsî].

levm (a.i.) zemmetme, çekiştirme; paylama; başa kakma.

levm-i lâim çekiştiricinin kınaması.

levme (a.i.) çekiştirilmesini, zemmedilmesin, başa kakılmasını gerektiren iş.

levn (a.i.c. elvan) 1. renk, boya; sıfat. (bkz. fam). 2. nevi, çeşit, (bkz: gün). 3. beniz, yüzün rengi.

Mütemâsilü’l-levn iki yüzü de aynı renkte olan (yaprak).

Adem-i temyîz-i levn hek. renkkörlüğü.

levnî (a.s.) renkle ilgili, renge ait.

Levnî (a.h.i.) XVIII. yüzyılda yaşamış, Edirneli ünlü Türk minyatürcüsü.

levsi (a.i.) pislik, mundarlık, kir.

levsü’l-katl huk. [eskiden] birisini katletmekle müttehem olan şahısta katlin nişanesi yahut maktul ile aralarında zahir bir düşmanlık bulunması gibi alâmet ve karineler.

levsiyyât (a.i.c.) kirli, pis şeyler.

levvâm, levvâme (a.s. çok levm edici, çekiştirici, başa kakıcı, paylayıcı.

Nefs-i levvâme nefsin yedi mertebesinden biri. (bkz. nefs-i emmâre).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   82   83   84   85   86   87   88   89   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin