KIRIK TESTİ – 05-12-2004 YEMİNLEŞELİM Mİ?
Soru: Bazı kötü niyetli insanlar, zât-ı âlînizi Martin Luther ve Humeynî gibi dînî liderlere ve bu gönüllüler hareketini de onların devrim niteliğindeki hareketlerine benzetiyorlar. Bu tür söylenti ve iddiaları nasıl değerlendirirsiniz?
Cevap: Bu tür mülahazaların çok yaygın olacağına ihtimal vermiyorum. Fakat, herkes bazı şeyleri istediği gibi değerlendirebilir. Her değerlendirmenin mutlaka mantıkî bir mahmilinin bulunması da gerekmez; zira, çoğu zaman değerlendiren insanların durumları ve ruh haletleri akıl ve mantık dinlemeden değerlendirmelere yön verir. Mesela, bugün dünyanın büyük bir bölümünde –Türkiye’yi de bu mevzuda müstesna göremeyiz– ciddi bir paranoya yaşanıyor. Paranoya yaşayan insanlar, sokaktan geçen herkesin kendileri için üç adım ötede bir komplo hazırladığı endişesini taşırlar. Bu tür fertlerden meydana gelen bir toplumda hükümler vak’alara ve gerçeklere göre verilmez; pek çok şey ihtimallere bina edilir ve hükümler muhtemellere göre verilir. Oysa ki, hukuk vukuât üzerine müessestir, ihtimaller üzerine değil; vak’alar esas olmalıdır, muhtemeller değil. Dolayısıyla, paranoyak insanlar, bazılarının mehdîlik iddiasında olduğunu ve Mehdî gibi bir görüntü sergilediğini; bazılarının Heraklit gibi bir tavır takındığını söylerler; kimisine Humeynî, kimisine de Martin Luther taslağı olmayı layık görürler. Bazen bu söylentileri doğrulayan insanlar da zuhur edebilir. Mesela, birisine, “Sana bir Humeynî nazarıyla bakabilir miyiz?” dendiğinde o çok rahatlıkla demişti ki, “Humeynî’ye ‘ben’ nazarıyla bakabilirsiniz.”
Şahsen ben bir Mehdî, bir halaskâr, bir Heraklit ve bir Mesih olma mülahazalarını -değişik zamanlarda arz ettiğim ve geçenlerde daha derli-toplu anlatmaya çalıştığım gibi- rüyama bile misafir etmeyecek kadar bu iddialardan uzağım ve haddini bilip boynu tasmalı kulluğa rıza gösterenlerdenim. “Kullardan bir kul” olarak Allah’ın rızasını kazanmaktan başka her türlü düşüncenin ve hele fâikiyet (üstünlük) mülahazasının karşısındayım. Bu meseleye bakışım, hem benim inancımı, hem hassasiyetimi, hem de aynı zamanda Allah karşısında duruşumu aksettirir. Bu yüzden, o çok hassas bir konudur. Onlar istediklerine Humeynî diyebilirler; istediklerini de başka birine benzetebilirler. Belki bazıları hiç utanmadan, iftirayı daha da ileriye götürerek, daha başka kimselerden, günümüzdeki anarşistlerden, teröristlerden birinin adıyla bizim adımızı beraber de telaffuz edebilirler. Meselenin şakasına bile gönlüm razı olmadığından isim zikretmiyorum. Onların kullanabilecekleri türden bir sürü isim vardır ve onlar bazı dönemlerde hususiyle bazı isimleri hedeflerine uygun olarak dillerine pelesenk ederler.
Bu iddialarda bulunanlar, şâyet evhamlı kimselerse ve bir paranoya yaşıyorlarsa ya da kendileri o türlü düşüncelere sahiplerse ve bazı tarihi şahıslara benzeme, toplumların kaderine değişik yollarla ve entrikalarla hâkim olma, hatta hâkim olmanın da ötesinde hâkimiyetlerini bütün bütün tahkîm etme gibi planları varsa; kendilerini birer put yerine koyup herkesin onlara saygı duymasını arzu ediyorlarsa.. o tür insanların, kendilerine zıt gibi gördükleri alternatiflerin en küçüğüne bile tahammülleri yoktur ve alternatif gördükleri kimseleri bir an önce en azından halkın nazarında yok etmek birinci işleridir. Onlara göre, bugün olmasa da yüz sene sonra bile kendi ad ve sanları, milletin zihninden ve tarihin hafızasından silinecekse, bunu silmeye namzet gibi görünen muhtemel kimselerin kökünü kazımak lazımdır. Çünkü onlar, öldükten sonra dirilmeye inanmasalar bile, –o nasıl ve ne türlü bir şöhret tutkusu ise– cenaze merasimlerine çok insanın iştirak etmesini arzu ederler; mezarlarının başında ağıtların yakılmasını isterler; hayat boyu yaptıkları dalaverelere, o korkunç yalanlara destan tutulmasını arzularlar; bunlarınkine dense dense şöhretin şeytancasının ötesi aptalcası denebilir. İşte onlar hayatlarını bu türlü şeylere adamışlarsa şâyet; bu türlü duygu ve düşüncelerin vehim üretmesi ve onlara paranoya yaşatması normaldir. Meseleyi hep kendilerine bağlamışlarsa, hep “biz” diyorlarsa; kim bilir, belki belli bir dönemde elde ettikleri şeyleri de kendi vehimleri çizgisinde ve başkalarından endişe ettikleri yollarla elde etmişlerse herkesi de kendileri gibi görüp düşünüyorlardır.
Eğer bunlar bir de genellikle kimlik problemi olan kimselerse ve bir dönemde bazı milletlerin dem’ ve damarlarına entrikalı ve komplolu yollarla işlemişlerse, herkesi kendileri gibi entrikacı ve komplocu olarak görüyorlardır ve bu kadar evhama gömülmüş kimselere bir şey anlatmak da çok zordur. Nasıl anlatabilirsiniz ki? Belki, şöyle–böyle kendinizi ifade edebilecek durumu ihraz ettikten sonra tavrınızı ortaya koyarsanız onlarınkine benzer bir talebiniz olmadığını anlayacaklardır. Fakat, ben kendimi tam ifade edip onları inandırabileceğim durumu hiçbir zaman ihraz etmedim; böyle bir beklentim de hiç olmadı. Mesela, bir parlementer veya bir bakan olsaydım, belki istiğnamı ortaya koyabilir ve o zaman onları inandırabilirdim. Fakat, hiç öyle bir fırsatım ve o fırsata karşı bir arzum da olmadı. Hem, tefahur olur diye de çok utanıyor ve zikretmek istemiyorum ama, daha 25 yaşımdayken ayağıma kadar gelmişti o fırsat, ben elimin tersiyle ittim. Değil parlementerlik, çok küçük bir idarecilik bile istemedim; Kur’an kurslarında veya yurtlarda idarecilik gibi şeyleri bile kabul etmedim. Eğer siz, kanınızın delice aktığı o gençlik döneminizde dahi bu ölçüde bir istiğna sergiliyorsanız, aslında bu sizin karakterinizi ortaya koyma açısından yeterlidir.. neye tâlibsiniz?.. ne istiyorsunuz?.. neyin arkasındasınız?.. gibi soruların cevabı için o tavır ve tutumunuz kâfî gelir. -Meseleyi sadece bir şahsa bağlamak istemediğimden dolayı duygularımı ifade etmekte zorlanıyorum. Çünkü, “ben” demek çok çirkin bir şeydir; kendinizden bir şeyi nefyederken de, kendinizi ifade adına da “ben” demek çirkindir. Hususiyle de, hayatını mahviyet ve tevazu arayışı içinde geçiren ve sürekli mütevazi olmayı arzu eden kimseler için “ben” ile başlayan cümlelerle konuşmak yakışıksızdır. Neylersiniz ki, sorunun muhatabı “ben” olunca başka türlü ifade etmem de mümkün olmuyor.- Evet, 15 yaşımdan beri cami kürsülerinde vaaz ediyorum; ömrüm kulübelerde, cami pencerelerinde geçti. Dünümle, bugünümle tam 50 senedir insanlar fakiri tanıyorlar. Aslında, şu ana kadarki hayat çizgim o tür iddialara karşı en güzel bir cevaptır.
Dostları ilə paylaş: |