Baba Mertcan: 216-3884688, Şaban Mertcan: 212-2498127, 544-6297861, 533-4219394, 435+havaalanı 103=538$


HERKÜL – TOMURCUK YAĞMUR RAHMETTİR



Yüklə 3,83 Mb.
səhifə181/185
tarix04.01.2019
ölçüsü3,83 Mb.
#90520
1   ...   177   178   179   180   181   182   183   184   185

HERKÜL – TOMURCUK

YAĞMUR RAHMETTİR


Zeynep babası ile konuşurken hapşırığı konuşmasını bölüyordu.

- Baba, bugün ne kadar çok yağmur yağdı. Tam okulun dağılma saatinde öyle bir bastırdı ki, bütün arkadaşlar sırılsıklam olduk. Çok üşütmüş olmalıyım ki, şimdi bütün vücudum titriyor.

Annesi de oradaydı:

- Ah yavrucuğum! Merak etme, ben şimdi sana nane ile limon kaynatırım, bir de ilaç alırsan sabaha bir şeyin kalmaz. Bu arada odanda iyice dinlenmelisin. Haydi bakalım hemen odana. Eğer dinlemezsen bir haftada kendine gelemezsin.

Babası:

- Annen doğru söylüyor kızım. İyice dinlenmelisin. Odana beraber gidelim, konuşmamıza orada devam ederiz.



Anne ve babası, Zeynep’in yatağı başında otururlarken yağmur şiddetle yağmaya devam ediyordu. Gök gürültüsü her tarafı inletiyordu. Sanki ses odanın içinden geliyordu. Sık sık çakan şimşeğin ışıkları pencereden girip odayı aydınlatıyordu. Babası hem dua ediyor hem de okuduğu duaları Zeynep’in de duyabileceği bir sesle tekrar ediyordu:

- Allahım! Bu yağmuru bize rahmet ve bereketli yap...

Ömer odaya girerken babası bu kelimeleri tekrar ediyordu. Bu sözler onun çok ilgisini çekmiştı:

- Baba ! Bunlar ne güzel dualar. Bunları defterime yazmak ve ezberlemek istiyorum. dedi.

Babası:

- Tabii ki, kağıt, kalem getirirsen, bunları senin için yazarım. dedi. Ömer’in annesi eşinin okuduğu duaların Peygamber Efendimiz’in yağmur yağarken okuduğu dualar olduğunu biliyordu:



- Peygamber Efendimiz’in duaları ne kadar içten ve samimi ve ne kadar çok mana içeriyor öyle değil mi?

Baba:


- Evet, aynen dediğin gibi. Peygamberimiz’in en büyük özelliklerinden birisi sayfalar dolusu anlamı kısacık bir özlü söz ile ifade etmesidir.

- Bir de Sevgili Peygamberimiz’in en çok yaptığı işlerden biri de sürekli dua etmesiydi. Hele yağmur yağdığı, şimşek çaktığı, gök gürlediği zamanlarda sürekli dua ederlerdi. Benim de biraz önce okuduğum dua O’nun yağmur fazla yağdığı zamanlarda etmiş olduğu duadır. Bunun ile alâkalı güzel bir olay anlatılır, isterseniz size anlatayım. Ama önce Zeynep bunu ister mi bir soralım, çünkü onun dinlenmesi gerekiyor. Kızım eğer şimdi dinlenmek istiyorsan, hikayeyi başka bir zaman da anlatabilirim.

Zeynep:

- Babacığım kendimi iyi hissediyorum ve anlatacağın şeyi sabırsızlıkla bekliyorum. dedi.



- Öyle ise başlayabiliriz. diyerek baba anlatmaya başladı:

- Peygamber Efendimiz döneminde Medine ahalisi çiftçilikle geçinirdi. O yıl Medine’ye sene boyunca hiç yağmur yağmamıştı. Aslında Medine oldukça fazla yağmur alırdı. Ama nedense bu sene kurak geçiyordu. Toprak yağmursuzluktan çatlamıştı. Bir çok ürün kurumuş, kuyuların suları çekilmişti. İnsanlar, hayvanların ve kendilerinin susuzluktan kırılacakları endişesine kapılmışlardı.

Bir Cuma günü, Peygamberimiz hutbe okumak üzere minberde bulunuyorlardı. İnsanlara, ahireti anlatıyordu. O esnada mescide uzun bir yoldan geldiği anlaşılan birisi girdi. Yüksek sesle konuşuyordu:

- Ey Allah’ın Sevgili Peygamberi, ürünler kurudu, çocuklar ve aileler perişan! Bizim için dua buyursanız da yağmur yağsa...

Allah Rasülü tebessüm etti. Ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti:

- Bütün övgü ve şükürler bütün varlığın Rabbi Olan Allah’a mahsustur. O’ndan başka ilah yoktur. O, din gününün de sahibidir. Allah dilediğini yapar, bu hususta kimse O’na hiçbir şekilde müdahale edemez. Ey Allah’ım Sen hiçbir şeye muhtaç değilsin, ama biz senin rahmetine muhtacız. Ya Rabbi bize rahmet getirecek yağmurlar indir. dedi. Bu olaya şahit olan ve bize kadar gelmesini sağlayan sahabi şunları ekliyor:

- Allah Rasülü ellerini dua için kaldırmadan önce gökyüzü açıktı. Bir tane bile bulut yoktu. Allah Rasülü ellerini indirdiğinde, size yeminle söylüyorum ki, Medine’nin üzerinde dağ gibi yağmur bulutları toplandı. Şiddetle rüzgar esmeye başladı. İnsanlar yağmurdan korunmak için bir şeyin altına girmeye fırsat bulamamışlardı. Allah Rasülü de hâlâ minberden inmemişti. Mübarek saçlarından yağmur suları damlıyordu.

Ömer merakını yenemeyip hemen atıldı:

- Baba o zamanlarda caminin üzeri örtülü değil miydi.?

- Elbette örtülüydü. Ancak o gün elde bulunan malzeme ile ancak güneşten koruyabilecek kadar örtülebilmişti. Yağmur yağdığı zamanlarda içeriye yağmur suları dolardı.

Olayı bize nakleden şahıs şöyle devam ediyor:

- Yağmur başladığı şiddette tam bir hafta devam etti. Yani bir hafta sonraki Cuma namazı için toplanıldığında yağmur daha dinmemişti. Vadilerde seller aktı. Bütün kuyular ve derin çukurlar su ile doldu. Yağmur suları zayıf ağaçları alıp sürükledi. Peygamber Efendimiz yine minberde idi ve insanlara Allah’ın dinini anlatıyordu. Bir önceki hafta tam bu esnada giren şahıs yine aniden mescide daldı. Yine yüksek bir sesle:

- Ey Allah’ın Rasülü, binalar yıkıldı, vadilerde bir şey kalmadı her şey aktı. Yollar yürünmez halde, hayvanlar da telef olmak üzere. Allah’a dua buyurun da bize merhamet etsin, yağmuru hafifletsin.

Allah Rasülü ellerini kaldırdı. Yağmurun hafifletilmesi için ve bunun da rahmet olması için dua etti. Yağmur bulutları hızla Medine’yi terk etti ve dağlara doğru sürüklenmeye başladılar. Bir haftadır bulutlarla kaplı olan gökyüzü bir anda pırıl pırıl bir cam gibi açılmıştı. Bütün şehir bir hafta boyunca yağmur suları ile tertemiz oldu. Sonraki günlerde vadilerden bir ay boyunca sular durmaksızın aktı. Her tarafta bereketin olduğu gözleniyordu. Ürünler bir kat daha büyümüş, hayvanlar iyi beslendiği için o güne kadar verdiklerinden kat kat fazlası ile süt vermişlerdi.Bir senedir Medine’yi korkutan kuraklık Allah’ın sevgili Peygamberinin duası ile sona ermiş bereket ve bolluk her taraftan hissedilmişti.

Baba son sözlerini söylerken, Zeynep tatlı tatlı esnemeye başlamıştı:

- Baba sen konuşurken kendimi sanki Medine’deymiş gibi hissettim. Yorgunluğum azaldı sanki! Anlattıkların o kadar güzeldi ki rahatsızlığım iyice hafifledi.

Baba, hastalığının hafif ateşi yüzüne vuran kızının yüzüne bir öpücük kondurdu:

- İnşallah! Sabaha çok daha iyi olursun. Allah rahatlık versin.


BÖYLE BIR DOSTUNUZ OLDU MU?

Daima düşünceli idi.

Susması konuşmasından uzun sürerdi;

Lüzumsuz yere konuşmaz, konuştuğunda ne fazla, ne de eksik söz

kullanırdı.

Dünya işleri için kızmazdı. Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.

Kötü söz söylemezdi.

Affediciliği tabii idi. İntikam almazdı.

Düşmanlarını sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.

Kendisini üç şeyden alıkoymuştu; Kimseyle çekişmezdi, çok konuşmazdı, faydasız bos şeylerle uğraşmazdı.

Umanı, umutsuzluğa düşürmezdi; hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı.

Hiç kimseyi ne yüzüne karşi, ne de arkasından kınamaz, ayıplamazdı, kimsenin kusurunu araştırmazdı.

Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.

Yanında en son konusanı, ilk önce konuşan gibi dikkatli dinlerdi.

Bir toplulukta bulunduğu zaman bir şeye gülerlerse O da güler, bir şeye hayret ederlerse O da onlara uyarak hayret ederdi.

Gerçeğe aykırı övmeyi kabul etmezdi.

Her zaman ağırbaşlıydı. Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı.

Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı.

Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü, ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımların geniş atar, yüksek bir

yerden iner gibi öne doğru eğilir vakar ve sükunetle rahatça yürürdü.

Kapısına yardim için gelen kimseyi geri çevirmezdi.

Bir gün kendisinden yasça küçük bir dostunun omuzlarından tutarak şöyle demişti “Sen dünyada garip bir kimse yahut bir yolcu gibi yaşa!”

Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir haletle dururdu, yüzünde daima ışıldayan bir parlaklık olurdu.

Adet üzere sarf edilen hiçbir kötü söz ağzına almadı.

Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.

Fakirlerle birlikte yerdi, öyle ki onlardan ayırt edilmezdi.

Önüne ne konulursa yerdi. Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.

Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmez, bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.

Sabahları evinden çıkarken söyle söylerdi: “İlahi doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa maruz kalmaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlığa

uğramaktan sana sığınırım.”

Sıradan değildi; sıradan insanlar gibi yasadı.

İŞTE O, PEYGAMBER EFENDİMİZ



SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM İDİ.
Efendim

Varlığımın Sebepler Ötesi sebebi, Gönlümün Sultanı Efendim,

Merhamet dilendiğim kelimelerin gölgesinde içimin yankısını Sana yollamak istiyorum.

Yüreğimde çağlayanlar var, dinmeyen göz yaşlarım var Efendim. Gözyaşı ırmağına bıraktığım hasretlerim var. Ve bir damla gözyaşının sıcaklığında Sana yolluyorum tüm hasretlerimi, aşarak yüreğimin çöl kumlarını. Demet demet yıldızların kutlu rehberlerimdir, kapına yöneldiğim gecenin şu ıssız saatlerinde.

Gönül heybemde göz yaşlarım, geçtiğim yollara serpiyorum sadakam diye. Yürek tezgahında dokuduğum sancılarım var sadağımda, kuşandığım acılar var. İşte geldim kapına Efendim. Dilimde Senden dilendiğim şefaatin var.

Ey Nebi, inan ki Sensiz gündüzlerimiz bile geceye döndü. Alnımızı üfül üfül okşayan rahmet yüklü soluğundan mahrumuz yıllardır. Senin yokluğun, ölü ruhlara can veren nefesinin yokluğu, bizi ağyar ateşinde yaktı. Deden Hazreti İbrahim’e yakılan ateşten daha acımasızdı yandığımız ateşler.

Medet Sultanım! Hicranınla yanan ruhumuza parmaklarından yine boşaltmaz mısın kevserlerini oluk oluk?

Utancımız büyük. Adını bir bayrak gibi dalgalandıramadık gönül semalarında. Giremedik kalplere, adını sunamadık sana muhtaç sinelere.

Büyük utançlara kundaklandık; ama Sen Sultansın Efendim, ne olur himmetini esirgeme boynu bükük, yüreği yaralı ümmetinden. Yaralı yüreğimizi, Hazareti Eyyub’a bahşedilen ab-ı hayat gibi çağlayanlarla yıkayacağın günü bekliyoruz.

Bir gün gözlerimizden perdelerin kalkacağı ümidiyle yaşadık hep. Temessülünle şeref-kudum buyurduğun Ahmet Rufai Hazretlerine imrenir olduk. Biz de, günahkar dudaklarımızı Senin o pak ellerine dokunduracağımız günün hasretiyle bekliyoruz Efendim.

Seni, çiçek çiçek donanmış vefalarla kucaklayan Uhud’un bağrındaydın hani... En has şühedanın vefa kokan cennet mekanlarını ziyaret etmiştin... Ve orda demiştin ya “Kardeşlerime selam olsun!” diye... Ey Nebiler Sultanı Efendim! Bizleri, işaret buyurduğun o garip devirde gelen kardeşlerin sayıp ziyaret etmeyecek misin? Ayağı ve alnı beyaz sekili atların say bizi, aldığımız abdestlerimiz var günde beş vakit.

Ne olur Efendim, Mekke’den Medine’ye hicret eder gibi gel. Sen gel ki, güneşin bizi terk ettiği karanlık gecelerimize dolunaylar doğsun. Yeniden bestelensin “Tale’al-Bedru”lar. Hiç günahı olmayan çocuklarımız seslendirsin yine o yanık nağmeleri. Ellerinde demet demet güllerle bekleyen kadınlarımız, gözyaşı çağlayanlarıyla yıkasın yollarını...

“Ey Sevgili, En sevgili” Efendim! Seni anlayamayan nazarlara keşke, sana perdedar olan bir örümcek kadar vefalı olabilseydik. Anlayabilseydik kıymetini... Seni anlatabilseydik...

Keşke bir güvercin olabilseydik, dünyanın dört bir tarafına nur dağıtan ellerinden uçurduğun. Senin çağları aşan o kutsal çağrılarını taşıyabilseydik çağlardan çağlara ve deniz aşırı diyarlara.

“Ne olur gel Efendim! Çağın yetimleri var Seni bekleyen. Sana kasideler yazan bağrı yanık aşıkların var, ağıt yakanların var. Ağıdı dindirilecek öksüzlerin var.

Ve talihsiz devrin Asiye yüzlü, Meryem iffetli yetimleri var. Gözyaşlarına sünger olacağın sürmeli ceylanların var.

Sakat vicdanlarda çarmıha gerilmek istenen Mesih soluklu yiğitlerini ne olur daha fazla bekletme Efendim.

Ateşe atılmak istenen İbrahim’lerimiz var, Senin gül bitiren yağmurlarını bekliyorlar.

Bıçak altında tevekkülle bekleyen İsmail’lerimiz var; yoluna kurban olmayı bekleyen koç yiğitlerimiz var.

Biliyoruz, aşkına pervane olamadık. Yanlış ateşlerde yandı ruhumuz. Yanlış pazarlara sürüldük. Yalancı şafaklarla kandırıldık yıllar yılı. Sensizliğin girdabında zehrini yudumladık hayatın.

Onca günahlarımıza, bize yakışmayan kusurlarımıza rağmen, Senin büyüklüğün kadar büyüttük umutlarımızı. Dağlar kadar günahlarımız olsa da Sen kadar umutlarımız var. Hani diyorsun ya Efendim, “Benim şefaatim, ümmetimden günah-ı kebâir işleyenleredir.” Kim bilir kaç günah kirinin içinde büyüttük bembeyaz umutlarımızı. Tutunduk verdiğin söze. Müjdenin ipekten çehresine sarındık.

Ey Nebi, kendisine yollanan salat-u selamları işiten vefalı dost. Sana yolladığımız salatu selamların sımsıcak gölgesinde beyaz dualarımızın aydınlığıyla yöneldik kapına. Temüssülünle, Sana meftunlarını sevindireceğin zamanı bekliyoruz.

Sireten şekil değiştirecek kadar büyük günahı olanların imdadına, sırf Sana yolladıkları salat-u selamlar hatırına yetişmiştim Efendim. Ve biz ahir zamanın garip insanları bir kere daha temessül edip imdadımıza yetişeceğin günün hasretini cekmekteyiz.

Yetiş imdada ya Resulallah, ne olur imdadımıza yetiş!

Gönül Kâbe’sinde, günahlarımıza rağmen yine de bir yer var Efendim teşrif buyuracağın. Yüreğimizin yanıklığıyla tütsülediğimiz gözyaşı dolu mahzenlerimiz var. Uyku nedir bilmeyen kirpiklerimiz var Seni bekleyen. Ne olur gel, gel ki:

“Kadem bastın gönül tahtına

A Sultanım safa geldin.” diyelim bağrı yanık aşıkların gibi.

Ey, “Levlake...” hitabının nazlı Sultanı, naz makamının Efendisi! Yıldızların, yoluna kaldırım taşları gibi dizildiği yüreği bulut bulut olan Sevgili!

“Yağarsın, taşlar bile yemyeşil filizlenir.”

Sen olmasaydın eğer, taşlardan daha katı yüreğimizde hiç yeşerir miydi yepyeni umutlarımız! İmanın gökkuşağı renkleri belirir miydi yağmur sonrası gibi! Yüreğimizin yamaçlarında boy verir miydi hiç, Sen kokan güller, olmasaydın Efendim!

Ve bir de Efendim, “Damar damar Seninle, hep seninle dolsaydık” koruyabilseydik “vefa”mızı... Açsaydı daim bizim de gönlümüzde vefa çiçekleri... Bir Molla Camii de biz olsaydık, ashabına kıtmir olmayı can-ı gönülden dileyen...

Kıtmirin olabilseydik ey şah-ı Rüsul ! Sana sadık olabilseydik... Adına ve ashabına sahip çıkabilseydik ta haşre kadar...

Ashabı-ı Kehf’in kıtmiri gibi olsaydık... Onca günahlarımıza rağmen, “Senin ashabın cennete giderken ben nasıl cehenneme giderim?” diye inleseydik... İniltilerimizde bestelenseydi ümitlerimiz...

Kabul eder misin bizi Efendim, ashabının kıtmiri olarak?

Zira Efendim, “Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım” diyerek başımızı koyduğumuz olmuştur yastığa, tutunduğumuz an olmuştur düşlere.

Ne olur;

“Gel ey Muhammed (s.a.) bahardır

Dudaklar ardında saklı

Aminlerimiz vardır

Hac’dan döner gibi gel

Mirac’dan iner gibi gel

Bekliyoruz yıllardır”

Bir demet gül var elimizde, titreyen yüreğimiz var. Güllerimiz solmadan, gül kurusu ağlamadan yüreğimiz, ne olur gel Efendim!

GARCIA’YA MEKTUP


Amerika Birlesik Devletleri ve Ispanya arasindaki savasin bir asamasinda

ABD Baskani, çok acele olarak Küba’daki isyancilarin önderi Garcia’ya bir

haber göndermek istedi.

Garcia, hangisinde oldugu bilinmeyen Küba daglarindan birinde ve nerede

oldugu bilinmeyen onlarca siginaktan birinde saklaniyordu. Kendisine posta

yada telegraf yoluyla ulasabilmek olanaksizdi. ABD Baskani’nin ona, ne

dedenli önemli bir haber göndermek istedigini bilen çevresindekiler,

Garcia’ya bir haberin, ancak ‘elden götürülebilecek’ bir mektupla

ulastirilabilecegini bildirmek zorunda kaldilar.

Baskan’in çaresiz bakislari karsisinda yanit, çevresindeki subaylardan

birinden geldi.

“benim birligimde, Rowan adinda bir çavus vardir dedi. Kimsenin nerede

oldugu bilmedigi Garcia’yi o bulabilir ve mektubunuzu kendisine

ulastirabilir”

Bu yanita Baskan’in akli pek yatmamisti ama, ortada yapilabilecek baska

bir sey yoktu.

Rowan çagrildi. Kendisine, Garcia’ya gönderilecek mektup uzatildi ve…

“Bunu Garcia’ya teslim edeceksin’ denildi. Rowan mektubu aldi,

üniformasinin yanindaki deri kesenin içine koydu, kesenin agzini sikica

büzdükten sonra, gögsünün üzerine kayisla bagladi. Önce Baskan’a selam

verdi, sonra komutanlara, en sonra da kendi komutanina verdi, disari

çikti.


Rowan, yola çiktiktan tam dört gün sonra, gecenin karanligindan

yararlanarak, üstü açik bir kayikla Küba sahillerine vardi.

Küba’nin balta girmemis ormanlarina dalip, gözden kayboldutan üç hafta

sonra, adanin öteki yakasinda ortaya çikti.

Ülkesinin düsmani bir ülkeyi yürüyerek bir uçtan öteki uça geçti ve

Garcia’ya mektubunu teslim etti.

Burada size Rowan’in Garcia’ya mektubu götürebilmek için ne zorluklar

atlattigi, ne tehlikeler geçirdigni anlatacak degilim. Onun nedenli

kahraman bir askeroldugunu da anlatacak degilim. Yalnizca bir nokatayi,

hemde çok gereksinim duydugumuz bir noktayi, iyice belirtmek için

yaziyorum size tüm bunlari.

ABD Baskani’nin makam odasindaki olayi, ana çizgileriyle bir kez daha

gözden geçirelim: ABD Baskani Mckinley, Garcia’ya teslim edilmek üzere

Rowan’ a bir mektup verdi. Ona yalnizca, “Bu mektubu Garcia’ya teslim

ediniz dedi. Rowan mektubu aldi, gögsüne bagladi, selamini verdi ve odadan

çikti.


Lütfen dikkat ediniz: Rowan Garcia’ya nerede? Diye bir soru

sormadi. Garcia’ya kim? diye bir soru’da sormadi. Yaptigi tek sey,

kendisine verilen görevi almak oldu. Zaten kendisinden beklenen, onun da

yapmasi gereken buydu.

Rowan, ülkesinde her okula heykeli dikilebilecek ve yetisen tüm kusaklara

örnek olarak tanitilabilecek bir ölümsüz kahramandir. Fakat bugünün

gençleri onun kahramanligindan çok, baska bir özeligini verilen görevi

sadakatle kabulenmek, o görevi yerine getirebilmek için hemen harekete

geçmek geçmek ve görevi eksiksiz tamamlayabilmek için tüm enerjilerini bir

noktaya toplamak disiplinidir.

Özetle, Garcia’ya mektubu almak, hemen götürmek için yola çikmak ve

mektubu Garcia7ya teslim ederek görevi kendinden beklendigi güven ve

düzeyinde tamamlamak sorumlulugu ve terbiyesidir.

General Garcia simdi yasamiyor, fakat yeryüzünde baska Garcia’lar var..Ve o

Garcia’lara gönderilecek baska mektuplar var.

Çevremize baktigimizda ise, genelikle güçsüz, isteksiz, gönülsüz ve

umarsamaz kisilerle karsilasiyoruz. Yönetici olarak görev yaptiginiz is

yerinde, varsayin ki alti yardimciniz var. Bunlardan birini çagirin ve

kendisinden söyle bir istekte bulunun: “Lütfen benim için ansiklopediye

bakip, CORREGIO’nun yasamina iliskin özet bir bilgi hazirlayin” deyin.

Yardimciniz size, peki, efendim deyip, bu görevi yapmaya hemen gidecek mi?

Bos yere umutlanmayin. Büyük bir olasilikla böyle birsey yapmayacak.. Donuk

bir ifadeyle yüzünüze bakacak ve size, su sorulardan bir kaçani

soracaktir:

· O kimdir?

· Hangi ansiklopediden bakayim?

· Fakat bu görev benem sorumluluk alanina girmiyor ki, efendim…..

· Bismarck’in yasam öyküsünü istemiyorsunuz, degilmi?

· Bunu benden daha kidemli bir arkadas yapsa daha iyi olmaz mi efendim?

· Yasami hakkinda bilgi istediginiz bu kisi halen yasiyormu, yoksa ölmüs

mü efendim?

· Acelesi var mi, yoksa elimdeki isi bitirdikten sonra yapsam olurmu?

· Ben asiklopediye bulup getirsem olurmu, yoksa oradaki bilgiyi aynen

kopya çekmemi istermisiniz?

· Bu kisinin yasamini niçin ögrenmek istiyorsunuz efendim?

· Onun yasam öyküsünde neyi vurgulamami istersiniz?

Siz tüm bu sorulari büyük bir sabirla yanitlayip, kendisinden bu bilgiyi

niçin istediginizi, onun bu bilgiyi nereden bulacagini tane tane

açikladiktan sonra bile çalisma arkadasiniz, hiç kuskum yok, kendi

bölümüne gidecek ve kendi yardimcilari arasinda Garcia’ya Mektup’u

götürecek bir kisiyi aramaya çalisacaktir.

Benim yüregim, evde oldugu zaman da isten uzakta oldugu zaman da isini

yapan adamdan yanadir.

GARCIA’ya götürmesi için kendisine verilen mektubu alip, cebine koyan,

fakat aptalca sorular sormayan adamdan yanadir. Uygarlik iste bu çaptaki

kisiler için uzun ve biraz sikintili bir sorusturma dönemidir.

O her kentte, kasabada, köyde ve her büroda, magazada ve fabrikada

vardir. Dünya, iste bu çaptaki kisilerin sorumluluk ve is terbiyeleriyle

ayakta duduryor.

Tüm Insanlik, evriminin biraz daha, biraz daha hizlandirabilmek için, tüm

gücüyle, iste bu bilinç ve bu terbiyediki, bu çaptaki kisiler için

haykiriyor;

……Garcia’ya mektup götürecek kisilere gereksinimiz var…Hemde en kisa

sürede, her yerde ve her zaman……..

“ Bütün Dünya Dergisi 2000 Mayis sayisi


Yüklə 3,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   177   178   179   180   181   182   183   184   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin