Baba Mertcan: 216-3884688, Şaban Mertcan: 212-2498127, 544-6297861, 533-4219394, 435+havaalanı 103=538$



Yüklə 3,83 Mb.
səhifə121/185
tarix04.01.2019
ölçüsü3,83 Mb.
#90520
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   185

Allah’a havale ediyoruz!..


Evet, biz en zor günlerde, en amansız şekilde düşmanlık yapanlar hakkında bile tel’ine, bedduaya “âmin” demedik, kimseye lânet ve kahriye okumadık. Belki onlar hakkında en acı tercihimiz, onları Allah’a havale etme şeklinde oldu. O havaleyi de yine Efendimizi taklîden yaptık. Hiçbirimiz O’ndan daha merhametli ve daha şefkatli olamayız. Allah Rasulü, “Allahümme aleyke bi-Ebî Cehl, Allahümme aleyke bi-Utbe, Allahümme aleyke bi-Şeybe, Allahümme alyeyke bi-Velid ibni Utbe” demiş, o günün din düşmanlarını, Ebu Cehil, Utbe, Şeybe ve Velid gibilerini Allah’a havale etmiştir. Havale etme de, “Allah’ım Sen bilirsin, Sen ne dilersen onu yap” demektir. Kaldı ki, ben havale etmeyi bile Allah’tan hidayet temenni etme alternatifine bağlayarak dile getirdim hayatım boyunca. Hâlâ da aynı alternatifle beraber söylüyorum: “Allah’ım hidayetlerini murad buyurduklarını hidayet eyle, onların gözlerini de hakikate aç, kalblerini sevgiyle donat. Yok öyle murad buyurmuyorsan Sana havale ediyorum, ne istersen onu yap” diyorum. Dünyada hiçbir din mensubu, hatta hiçbir dinsizin de bu mülahazayı sert bulacağına ve buna itiraz edeceğine ihtimal vermiyorum.

Şu kadar var ki; Peygamber Efendimiz, Ebû Cehil’in ayağına defalarca gitmiş, elli defa reddedilmesine rağmen, ellibirinci defa yine gayet yumuşak bir şekilde, kavl-i leyyin üzere O’na içini dökmüştü. İşte, herhalde bizim de, bize hasım gibi davrananların ayağına aynı ısrarla gitmemiz gerekirdi. Aslında gidip görüşme talebinde bulunduklarımız olmuştu; bazıları inatla kapıları yüzümüze de kapatmıştı ama reddetmelerine ve kapıdan kovmalarına rağmen defalarca gidip kendimizi mutlaka anlatmamız lazımdı. “Bizim dünya mülahazamız yok, sizin zannettiğiniz gibi bir iddia peşinde değiliz.” dememiz ve sürekli “Ehl-i dünya dünyada, ehl-i ukbâ ukbâda, her biri bir sevdâda, bana Allah’ım gerek” diyerek en samimi hislerimizi onlarla da paylaşmamız icap ederdi. O hoşgörü ve diyalog sürecinde görüştüğümüz insanlarda belli bir ölçüde bir yumuşama meydana gelmişti. Biraraya geldiğimiz insanların çoğu, okumuş, kendini yetiştirmiş, firaset sahibi ve insanı tartmasını bilen kimselerdi ve en azından yüz yüze gelince kendilerine göre bir kısım değerlendirmelerde bulunmuşlardı.. bizi daha yakından tanımış ve daha sonra aleyhimizde koparılan fırtınaya rağmen de ağızlarını, gözlerini bozmamış, olumlu üslublarını değiştirmemişlerdi.. durdukları yerde kemâl-i dikkat ve hassasiyetle nasıl durmaları gerekliyse öyle durmuş; o hoşgörü ve diyalog çağrısına, adeta atılan tek adıma koşarak gelmek suretiyle, cevap vermişlerdi. Demek ki, biz herkese ve gerektiği ölçüde kendimizi anlatamadık, düşüncelerimizi tam ifade edemedik. Maksadımızın Allah’ın rızası olduğunu; insanları aydınlatmayı ise bu mevzuda önemli bir vesile kabul ettiğimizi güzel bir üslubla dile getiremedik. İhtimal, bir üslub problemi yaşadık ve bundan dolayı da Cenâb-ı Hakk onları bize musallat etti.

Bu arada şunu da belirtmeliyim: İlle de herkes tarafından sevilme ve takdir edilme gibi bir derdimiz yoktur ve olmamalıdır. Kur’an buyuruyor ki, “İman edip, makbul ve güzel işler yapanları Rahman (hem kendi indinde, hem de mahluklar nezdinde) sevimli kılacaktır.” (Meryem, 19/96) Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ayet münasebetiyle buyurmuştur ki: “Yüce Allah bir kulunu sevince Cebrail’e, “Ben falanı/falanları sevdim, sen de sev” der. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) da onu sever ve gökte olan meleklere, “Allah falanı sevmiştir, siz de seviniz!” diye nida eder. Artık göklerdekiler de onu sever. Sonra yeryüzünde de onun için bir sevgi yerleşmiş olur.” Evet, iman edip salih amellere yapışanlar hakkında yerde ve gökte sevgi vaz’edilir. Fakat, imana, mü’mine, İslam’a, müslime cibillî olarak düşmanlık besleyenler onları da tabii ki sevmeyeceklerdir. Bugün de dine-diyanete karşı düşmanlık yapanlar varsa, kendinizi onlara kat’iyen sevdiremezsiniz.

Kendi üslubumuzdan fedakarlıkta bulunamayız!...


Ama yine de biz, muhataplarımız kim olursa olsun, insanları ayırt etmeden herkese teveccühte bulunmalı, el sıkmalı, bağrımızı açmalıyız. “Kötülüğü iyilikle sav” hadis-i şerifi gereği, kim olursa olsun, insanlara iyilikle mukabele etmeliyiz. Nihayet insandır, insanca tavır hakiki insanı yumuşatır; vahşice tavır ise insanı bile vahşileştirir. Bizim üslubumuz her zaman bu olmalı ve başkaları ne yaparsa yapsın, biz kendi üslubumuzdan fedakarlıkta bulunmamalıyız. Bu üslubdan dolayı bize takdir edilen yer zindan ve loş hücreler olabilir. Bizi tanımayacaklarmış, ezip geçeceklermiş, presleyeceklermiş; bize işkence edecek, sürgün yaşatacak ve bulunduğumuz yerde bile rahat bırakmayacaklarmış... o zulümlere maruz kalmakla üslubumuzu korumak arasında tercih yapmak zorunda kaldığımız zaman bile biz üslubumuzu tercih etmeliyiz. Yine sevmeli, yine şefkatle bağrımızı açmalı, yine mülayim davranmalı ve yine affedici olmalıyız. Değil sadece dünyada affedici olma, o türlü mütecaviz, saldırgan ve zalim insanların ahirette göreceği cezayı düşündüğümüz zaman da “Allah’ım lûtfunla muamele et, onları da hidayete erdir, ufuklarını aç, dalalette boğma bunları, Cennete giden yolları göster” mülahazaları içimizde belirmeli; belirmeli, çünkü biz insanız ve bu bizim temel üslubumuz.

Evet, biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur bizim. Başkaları bin türlü husumet gösterseler ve husumetin bin türlüsünü bir anda çektirseler de düşmanca tavrın tekiyle bile olsa mukabelede bulunmayı düşünmeyiz. Geçeceğimiz yollara diken atan, önümüze çukurlar kazan insanlardan birini bir yerde kuyuya düşmüş görsek, yine ellerinden tutar, kaldırırız. Şahsen benim hep bir temennim olmuştur: İsimlerini tasrih etmeyeceğim, bana karşı çok kötülük yapanlar oldu. Ülkemize ihanet edenler hakkında, dıştaki hainler, zalimler, kefere ve fecere hakkında düşünmedikleri şeyleri benim hakkında düşünen insanlar gördüm. Bu kadar müsamahasız kimseler için ben ne diledim biliyor musunuz? Rabbim bana bir fırsat verse, bir zor durumda bunların ellerinden tutma imkanına sahip olsam; mesela bir yerde trafik problemi olmuş, yolda kalmış; arabama alsam, onu hâl ve tavırlarımla mahçup etmesem; ezkaza beni tanırsa “Niye böyle davranıyorsun, ben sana kötülüğün katmerlisini yapmıştım.” dese, ben de ona desem ki, “Herkes kendi karekterinin gereğini sergiler.” Dahasını söyleyeyim; ahirette kendim kurtulabilir miyim, kurtulamaz mıyım bilemiyorum. Çünkü, hiç kimse kendi ameliyle kurtulumaz; insan ancak Allah’ın rahmetiyle kurtuluşu bulur. Cennete girenler Allah’ın lûtfuyla ve rahmetiyle girerler, kendi amelleriyle ve iyilikleriyle değil. Rabbim beni de rahmet ve fazlıyla sarar sarmalarsa, belki ben de kurtulanlardan olurum. İşte, Allah lûtfeder beni de kurtarırsa ve o zaman burada kötülük yapan o insanlar karşıma çıkarlarsa, şu andaki hissiyatım itibarıyla; orada da ellerinden tutma fırsatını bana lûtfetmesini dilerim Rabbimden.

Hasılı, hakkımızda olmayacak şüphe ve isnatlar ortaya atanlar, bütün bu düşünceleri sıksalar, gönlümüzden damlayan bu niyetlerle asıl maksat ve hedefimizi çok iyi anlayabilirler. Dünya ve dünyevî beklentiler damlamaz bizim gönlümüzden.. dünya idaresi ve liderlik sevgisi damlamaz.. bütün sermayeleri müslümanlara saldırma ve diş gösterme olan marjinal bir kesimin iddia ettiği “müslüman bir diktatör” olma meyili hiç ama hiç damlamaz. Sâhi, hakiki müslüman nasıl diktatör olabilir onu da bilemiyorum. Altmışaltı yaşına giren ve çeşitli hastalıkların ağında belini doğrultamayan bir insanın diktatörlük istikametinde bir adım atma mülahazası olsaydı, o da bir çeşit liderlik düşünseydi, genç yaşlarında, arzu ve hevesâtının galeyanda olduğu bir dönemde ayağının dibine kadar gelen çok parlak tekliflerden hiç olmazsa birini kabul etmez miydi? Bu hususu da ehl-i vicdanın iz’an ve anlayışına havale ediyorum.

Fakat, her şeye rağmen, beni dinleyenlere, adını bildiğim-bilmediğim, simasını kestirdiğim-kestiremediğim, tanıdığım-tanımadığım bütün dost ve arkadaşlarıma, hatta herkese diyorum ki: Hoşgörüden geri durmayın, ama bu hususta çok büyük beklentilere de girmeyin. Herkese dostluk eli uzatın ama el uzattığınız herkesin elinizi sıkmasını da beklemeyin. Çünkü, uzattığınız ellerin boşlukta kalabileceğini de hesaba katmamışsanız inkisara ve sukut-u hayale uğrayabilirsiniz. Uzattığınız ele iğne-çuvaldız batıracak insanlar çıkabileceğini de hesaba katın. Elinize iğne batsa da kırılmayın, rahatsızlık izhar etmeyin. Muhatabınız on tane iğne batırmak suretiyle içindeki kini ve nefreti atacaksa, onun iç huzuru ve ebedi saadeti için o kadar iğnenin, çuvaldızın acısına katlanın. Onların kendi karakterlerinin gereğini sergilediklerini düşünerek siz de üslubunuzdan taviz vermeyin, kendi karakterinize göre davranın.. ve mutlaka hoşgörü deyip yürüyün, diyalog deyip yolunuza devam edin. Unutmayın ki, geleceğin huzurlu dünyasına ancak bu sayede ulaşılabilir.



Yüklə 3,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin