70- Kaza ve kader, insanların iradelerine, kudretlerine ve çalışıp kazandıkları şeylerden sorumlu olmalarına engel ve aykırı değildir.
Şöyle ki: Yüce Allah insanlara bir güç ve irade (ihtiyar) vermiştir. Bir insan kendi gücünü ve iradesini bir işe harcarsa, buna Kesb (Kazanç) denir. Yüce Allah da dilerse, o işi insanın isteğine göre yaratır. Bu da bir kaza, bir yaratıştır. Onun için insanın bu kazancı, kendi cüz’i irade ve isteği ile olduğundan, o işin değerine göre sorumlu olması gerekir. Yoksa: “Ne yapayım, kader böyle imiş!” diyerek kendisini sorumluluktan kurtaramaz.
Bununla beraber bir insan bir işi yapacağı zaman, kaderin ne olduğunu bilemez, kendi düşünce ve arzusuna göre hareket eder. İşin nasıl sonuçlanacağını önceden bilmediği bir kadere işini dayayarak kendisini işin sorumluluğundan beri görmeye hakkı yoktur.
71- Bir insanın kendisini her türlü kudretten ve iradeden yoksun görmesi bir Cebr (Zorakilik) inancıdır ki, bu doğru değildir. Bizim işlerimizden bir kısmı, arzu ve irademize bağlıdır. Mesela: Ellerimiz bazan bir hastalık sebebiyle titrer, bazan da bunları kendimiz titretiriz. Şimdi bu iki titreme arasında fark yok mudur? Elbette vardır; birinci titreyiş cebrîdir (ihtiyarımızla değildir). İkinci titreyiş ise ihtiyarımızla, kendi istek ve irademizledir.
Cebri savunanlar, çok kere bu iddialarını kendileri bozarlar. Mesela; Onlardan birine bir kimse bir tokat vursa, hemen kızarlar ve karşılık vermeye kalkışırlar. Oysa kendi iddialarına göre, o kimseyi suçlu görmemek gerekirdi. Çünkü onun bir tokat vurması, onların inançlarına göre bir kader gereğidir. Tokat vuran bu işi yapmaya mecburdu. Onun için sorumlu olmaktan beridir.
Bir de cebir iddiasına kalkışanların, kendi inanışlarına göre, yaptıkları iyi işlerden dolayı Yüce Allah’dan bir mükafat beklememeleri gerekir. Çünkü o işler de bir kader neticesidir, onlara göre kulun bu işlerde bir tesiri yoktur, yaratan Allah’dır. Kötü işlerinin sorumluluğunu kabul etmedikleri halde, iyi işlerinden nasıl mükafat bekleyebilirler?
Aksine olarak insanın her işi yapmakta tamamen kudret ve iradeye sahip olduğuna, her şeyi başardığına inanmak da “Kaderiye” mezhebine sapmaktır. Bu da doğru değildir. Bu durumda insan kendisini bir nevi yaratıcı sanmış ve Allah’a has olan bir sıfatı takınma cesaretini göstermiş olur.
Sonuç: İnsan kasibdir (iradesi ile işi kazanır). Yüce Allah da işi yaratır. Bu dünya bir imtihan alemidir. Yüce Allah hikmeti gereği olarak insanlara güç ve kudret vermiştir. Bu sebeble de kulu sorumlu ve yükümlü tutmuştur. İnsan yaratıcısının bu ihsanını hayırlı işlere harcarsa hayır (mükafat) görür. Kötülüğe harcarsa azaba düşer.
Bunun için insanların görevleri kendi hayatlarını kurtarıp parlak bir hayata kavuşmak için hem dünyaya, hem de ahirite ait işlerini güzelce yapmaya çalışmaktır. Yoksa: “Kaza ve Kader ne ise, o meydana gelir” deyip bu çalışmayı terk etmek asla caiz olamaz. İslam dini tembelliğe ve gevşekliğe cevaz vermez.
“İnsana ancak çalıştığı vardır.” (Necm: 39)
72- Kendilerine Ehl-i Sünnet ve Cemaat (Peygamberin ve onun eshabının yolunda bulunanlar) ve Fırka-i Naciye (selamete kavuşanlar) adı verilen müslümanlann inançları, şu yukardan beri yazdığımız gibidir.
Bilindiği üzere, peygamber efendimiz ile görüşüp ona iman edenlere “Ashab-ı Kiram ve Ashab-ı Güzin” denir. Ashabı görüp de onlardan feyiz alan müslümanlara “Tabiîn” adı verilmiş-tir.
Ashab-ı güzin ile Tabiîne “Selef-i Salihin” denir. Bunlar ehl-i sünnetin öncüleridir. Bunlar peygamberimizin yolunu gereği üzere izlemişler ve İslamiyeti her tarafa yaymışlardır. İslam birliğini ve topluluğunu kuvvetlendirmişlerdir. Din adına uydurmalardan uzak kalmışlardır.
73- Ehl-i Sünnet’in İtikat (inanç ve iman) ile ilgili konularda yetkili büyük alimleri ve imamları vardır. Bunlardan her biri, Selef-i Salihin dediğimiz Ashab ve Tabiîn’in yolunda yürümüşlerdir. İslam aleminde yüz gösteren değişik görüşlere, felsefî nazariyelere karşı gerçeği savunmaya çalışmışlardır. İslam inancının ne kadar saf ve ne kadar doğru olduğunu genişlemesine incelemiş ve çeşitli delillerle isbatlamışlardır.
İşte bu büyük mücahid alimlerden biri İmam Matüridî, diğeri de İmam Eş’ari’dir.
74- İmam Ebû Mansur Muhammed Matüridî, hicretin (280) yılında doğmuş ve (333) yılında Semerkand’da vefat etmiştir. Memleketi olan Matürid Buhara ilçelerinden biridir. Kendisi Hanefî mezhebinde idi. Çok kıymetli tefsiri ve başka eserleri vardır. Bizim itikatta (inançta) imamımızdır. Hanefî mezhebinde bulunan müslümanlann büyük çoğunluğu inanç ve itikatta bu Ebü Mansur Matüridî’ye bağlıdır.
75- İmam Ebu’l-Hasan Aliyyü’l-Eş’arî, hicretin (260) yılında Basra’da doğmuş, (324) yılında Bağdad’da vefat etmiştir. Büyük dedesi Ashab-ı Güzin’den Ebû Musa El-Eş’arî’dir.
Ebu’l-Hasan El-Eş’arî Şafiî mezhebine bağlı idi. Ehl-i Sünnet itikatına pek çok hizmet etmiştir. Çok değerli eserleri vardır. Malikîlerle Şafiîlerin hemen hepsi, Hanefîlerin bir kısmı ile Hanbelî mezhebinde olan Müslümanların bazı ileri gelenleri itikat konularında Ebu’l-Hasan El-Eş’arî’ye uyarlar.
76- İmam Matüridî ile İmam Eş’arî arasında esas bakımından ayrılık yoktur. Her ikisi de Ashab ve Tabiîn’in yolunda gitmişlerdir. İkisi de hak üzeredir. Ancak ikinci derecede bulunan bazı konularda ayrı görüşleri vardır. Fakat bunların başlıcaları da, görünüşteki ifade değişikliğinden başka birşey değildir.
Bugün müslümanların büyük çoğunluğu itikat bakımından ya İmam Matüridî’ye veya İmam Eş’arî’ye bağlı bulunmaktadır.
Yüce Allah hepsinden razı olsun, amîn...
“Akıbet takva sahipleri içindir.” (Kasas: 83)
BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET) Başlangıç: Müctehidlerimiz 22
Dünyanın her tarafına yayılmış olan milyonlarca müslüman, İslam tarihinin ilk asırlarından zamanımıza kadar ibadet ve hukuk meseleleri hususunda dört büyük müctehidden birine bağlana gelmişlerdir. Bu dört müctehid şu zatlardır:
1- İmam-ı Azam Ebu Hanife: Adı Numan’dır. Babasının adı da Sabit’dir. Hicretin 80. yılında Kûfe’de doğmuş ve 150 tarihinde Bağdad’da vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun...
Sabit, İmam Hazret-i Ali’nin hizmetinde bulunmuş ve kendi nesli için onun duasını almıştır.
İmam-ı Azam’ın annesi, babası Sabit öldükten sonra, İmam Caferi Sadık ile evlenmişti. İmam-ı Azam bu muhterem zatın yanında yetişmişti. Ashab-ı Kiram’dan birkaç zatı görmüş olmak şerefini kazanmıştır.
İmam-ı Azam’a uyanlardan her birine Hanefî veya Hanefiyyü’l Mezheb denir. Biz Türkler ve diğer ırklara bağlı olan birçok müslümanlar bu büyük müctehidin mezhebine uymuş bulunmaktayız. Onun için amel bakımından imamımız, İmam-ı Azam’dır.
İmam Ebu Hanife Hazretleri bütün Ehl-i Sünnet tarafından saygı duyulan dört büyük müctehidin birincisidir. İmam-ı Azam denilince yalnız bu hatıra gelir. İlmi, zekası, zühd ve takvası çok yüksekti. İçtihadındaki yükseklik, mezhebindeki kolaylık ve mükemmellik bütün müslümanlar tarafından benimsenmiştir.
İmam-ı Azam’ın yetiştirdiği alimler arasında güçlü müctehidler vardır; fakat hepsi de esas bakımından hocalarına uymuş, hepsi de Hanefî mezhebinin fıkıh alimlerinden sayılmışlardır. Bunların en ünlüleri İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer’dir.
İmam Ebû Yusuf’un adı Yakub İbni İbrahim El-Ensarî’dir. Dedesi Sa’d ashab-ı Kiram’dandır. Hicretin 113 yılında Kûfe’de doğmuştur. 182 veya 192 tarihinde Bağdad’da vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun... Harunürreşid’in Kadılar Kadısı (Kadı’l-Kudat’ı) olarak görev yapmıştı.
İmam Muhammed, Hasan Şeybanî’nin oğludur. Babası Şamlıdır. Hicretin 135. yılında Vasıt’da doğmuş olup Kûfe’de yetişmiştir. 189 tarihinde Rey şehrinde vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun... Din ilimleri üzerinde doksan dokuz kitab yazdığı rivayet ediliyor. El-Mebsut, El-Ziyadat, El-Camiu’s-Sağır, El-Siyeru’l-Kebir, El-Siyeru’l-Sağir adlı kitablar bunlardan bazılarıdır. Bu kitablardaki meselelere “Zahirü’r-Rivaye” denir. Kitablara da “Zahirü’r-Rivaye Kitabları” denir.
Hanifî mezhebinde en geçerli rivayetler de bunlardır. İmam Muhammed, İmam Malik’den ders okumuştur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e İmameyn (İki imam) denir.
İmam Züfer İsfahan’da ve Basra’da valilik etmiş olan Hüzeyl adında bir zatın oğludur. İmam-ı Azam’ın Züfer’e verdiği değer büyüktü. Hicretin 110 yılında doğmuş ve 158 tarihinde Basra’da vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun...
İlmihalimizin ibadetlere dair kapsadığı meseleler bütünüyle İmam-ı Azam’ın mezhebine göre yazılmıştır. Bununla beraber bazı önemli meselelerde diğer müctehidlerin mezheblerine de işaret edilmiştir.
Hanefî mezhebinin ihtilaflı meselelerinde önce İmam-ı Azam’ın sonra İmam Ebû Yusuf’un, sonra İmam Muhammed’in, sonra İmam Züfer’in görüşü ile işlem yapılır. Bu bir esastır. Bunlardan yalnız bazı meseleler ayrı tutulur ki, sırası gelince açıklanacaktır.
2- İmam Malik İbni Enes: Hicretin 93. yılında Medine-i Münevvere’de doğmuş ve 179 tarihinde Medine’de vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. İmam Malik, müslümanların haklı olarak kendileriyle övündükleri dört büyük müctehidin ikincisidir. Çok yüksek bir ilme, üstün bir zekaya, büyük bir zühd ve takvaya sahib idi. Mezhebi önceleri Endülüs’e, bütün Mağrib’e (Fas’a) yayılmıştı. Bugün de Fas, Sudan, Trablusgarb, Cezayir ve Yemen taraflarında benimsenmiş bulunmaktadır.
3- İmam Muhammed İbni İdris El-Şafiî: Hicretin 150. yılında Askalan’da veya Şam beldelerinden Gazze’de doğmuş, 240 tarihinde Mısır’da vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun...
İmam Şafiî soyca Kureyş kabilesindendir. Büyük dedesi Şafiî gençliğinde Resül-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize kavuşma şerefine ermişti. Onun babası Sabit de, Bedir Savaşı’nda İslamiyeti kabul etmişti. Saygıdeğer bir sahabî idi.
İmam Şafiî, dört büyük müctehidin üçüncüsüdür. Büyük bir alimdir. Çok büyük bir tefsir ve hadis alimidir. Tıb ilminde şiir ve edebiyatta da ehliyeti vardı. Mezhebi doğu ve batı yönlerine yayılmıştır.
4- İmam Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbelî: Şeyban kabilesidendir. Aslen Mervez’lidir. Hicretin 164 yılında Bağdad’da doğmuş ve 241 tarihinde yine Bağdad’da vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
İmam Ahmed de pek büyük bir alimdir ve dört büyük müctehidin dördüncüsüdür. Hadîs ilminde üstün bir yetkiye sahibdi. Ezberinde bir milyon hadisi şerif bulunduğu rivayet edilir. “Müsned” adındaki kitabında otuz bin hadis vardır. Büyük alim Kuhistanî’nin sözüne göre, hadislerin sayısı elli bin yedi yüzdür. Zühd ve takvası, yüksek ahlakı her türlü övgünün üstünde idi. Mezhebi, Necd ülkesine ve İslam aleminin diğer bazı yerlerine yayılmıştır.
(Buradan sonrası ayrı bir oturum...)
Dostları ilə paylaş: |