Baba Mertcan: 216-3884688, Şaban Mertcan: 212-2498127, 544-6297861, 533-4219394, 435+havaalanı 103=538$



Yüklə 3,83 Mb.
səhifə173/185
tarix04.01.2019
ölçüsü3,83 Mb.
#90520
1   ...   169   170   171   172   173   174   175   176   ...   185

MUHTELİF YAZILAR

Ey sevgili (1)


Reşit Haylamaz, Zaman, 01/06/2001

Cennet vatan–ı aslin idi. Yed–i kudretle şekillenen çamurdan bedenin, İlahi nefha ile tanışınca insanlık ağacı seninle start almıştı. İnsanlığı sümbül verecek bir tohumu dünya meydanına dikmiştin.

Sen, seleflerine hayru’l–halef olarak yaratıldın. Halifeydin. Ancak belli ki, yeniden ana yurduna dönebilmek için oradan ayrılman gerekiyordu. Önüne, ufkuna denk imtihanlar konuldu. İnsanlık soy ağacını netice verecek meyveye el uzatınca da asli yurdundan geçici bir firkat yaşamıştın. Aslında bu bir kaderdi ve daha sana olan ilk hitapta, ‘Sen ve zevcen cennette iskan et’ denilirken bu belliydi. Zira iskan, kelime olarak kalıcılığı ifade etmiyordu. Yani daha başlangıçta oradan ayrılacağın fısıldanmıştı. Bir gün karşılaştığın bir başka çileli nebi, sana konuyu açtığında sözü eline alman ve daha yaratılmadan önce bir kader olarak tespit edilen bu gidişe mani olmanın imkansızlığından bahsetmen de bunu te’yid ediyordu. Zira O’nun elindeki Tevrat da aynı şeyleri söylemiyor muydu?

Neslini gerçek vatanına kavuşturmaya vesile vatan–ı ikamede iskan da seninle başladı. Bunun için, kurbet çerçevesinde evlatlarına model olabilecek imbiklerden geçtin ve sarsılsa da bir mü’minin yıkılmayacağını dünyalara gösterdin. Gerçek adresi çok iyi biliyordun. Ellerini açtın ve; ‘Rabbimiz! (Havva ve Ben) Nefislerimize zulmettik. Eğer mağfiret edip affınla muamele etmezsen şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz’ dedin. Yol buydu. Sen de onu salık verdin, ardından gelenlere.

Emre itaatteki inceliği kavramış ve yeniden kendin olmuştun. Muştun ise, insanlık ağacının münteha meyvesini semere vermesiydi.

Neslinin bütününe sahip çıkmak da kabil değildi. Öz oğlunun kanına yine öz evladın girmişti ve sen, bu ilk kanla iki büklüm olmuştun. İnsanlık kardeş kanını ilk defa senin evlatlarında tanıdı. O, öyle kötü bir çığırdı ki, hâlâ bizler, sırtlanlara rahmet okuturcasına kardeşlerimize kastediyor ve kargaları güldürürcesine gariplikler yaşıyoruz.

Sana kin ve gayızla oradan kovulan İblis ise, hâlâ kibir ve gurur ateşinde kibritlikte inat ediyor ve kendi karakterinin gereğini konuşturuyordu. ‘Ateş topraktan daha hayırlı’ kuruntularında kuru aklının kurbanı olurken kalble bütünleşmiş bir kafayla kurtulmayı akıl edememişti. Yolu sarptı ve bu yol, asla asli vatana uğramayacaktı.

Allah’ı çok iyi biliyordu. Ancak kuru bilginin, sahibine fayda vermediğini de bize fiilen gösteren oydu. Bugün de benlik, gurur ve kibir, nice hayırlı işlere mani olmuyor mu? Varlığındaki mayaya takılıp kalanların hışmına uğramıştın bir kere. Ok yaydan çıkmıştı.

Seninle başlayan bu yolda insanlığın elinden İdris tuttu; alaya alındı. İnsanlığın ikinci atası Nuh (as), onları bu çamurdan kurtarmak istedi, çoğu bataklığı tercih ettiler. Sanki o gün akıllarına gelmişçesine atalarının dinlerini gündeme getirdiler ve 950 yıllık gayret kulak ardı edildi. Nihayet, vahyin ışığında gemi tamam olunca ona binen kurtuldu, evlat dahi olsa fırsatı kaçıran, ebedi mahrumiyetin kollarında can verdi. Seninle başlayan süreçte start alan davan, tufanda gemiye bindi, Cudi’de karar kılıp yeniden hayata döndü. İbrahim’le ateşe girdi; berd ü selam yaşandı. İsmail’le bıçak altına yattı; canları kurban olmaktan kurtardı. Yakub’un gözlerinde yaş oldu; çocuklar arası imtihanla kendini gösterdi ve evlat acısının ne demek olduğunu yaşattı. Yusuf’la kuyuya indi, çarşı–pazarda köle olarak satıldı. Bir sarayda hizmetçi olarak istihdam edildi. Ardından bir iftiraya kurban gitti. Zindanın karanlık dehlizlerinde ömür tüketti ve ardından Mısır’a melik oldu.

Eyyub’la sabır imtihanını geçti. Musa ile Tur’a çıktı. Sina’da çile çekti ve asa ile gelen lütufla denizleri yardı, sahil–i selamete ulaştı.

Davud’la inilti oldu, Zebur okudu. Süleyman’la rüzgara bindi, mesafeler aldı. Zaman ve mekana hükmetti. Yunus’la balığın karnına girdi; münacatla sahil–i selamete ulaştı. İlyas’la bereket oldu, Hızır’la tanıştı.

Ve derken, binlercesinin çile imbiğinden geçip İsa ile yeni bir renge boyandı. Tahammül edemediler; çarmıha germek istediler. Yine davanın sahibi sahip çıktı; bir başka boyutta huzuruna aldı.

Her gelen, son gelecekten bahsederek gitti. Her sıkıntılı dönemde ayrı bir ümit, çaresizlere de umut olmuştun. Günler gelip şafağın aydınlığında demirlediğinde zihinler de tuluuna hazırdı. İnsan bu ya, çiğ süt emmişti; bizden değil dedi ve yolda, yöntemde değişiklik olmadığını gösterdiler.

O gün seninle aktif bir mücadele başladı. Bugün aynı mücadele, hızını artırarak daha da aktif hale geldi ve devrin imkanlarını da kullanarak olanca hızıyla devam ediyor.


MUHTELİF YAZILAR

Ey sevgili (2)


Reşit Haylamaz, Zaman, 02/06/2001

Sana gelinceye kadar gelip geçen her Nebi, geleceğinin müjdesini verdi. Zira varlık ağacının münteha meyvesi sendin. Kainat senin için yaratılmış ve sen de onun zimamını tutmaya gelmiştin.

Müverrihler, senin doğumuna tarih atıp not düşse de aslında sen, ilk yaratılandın. Nurunun eşyaya sebkati vardı. Ruhunun bedenle buluşması bir döneme rastlasa da özde sen vardın, sözde sen vardın. Ve nihayet bir gün, zahiren aramızdan ayrılmış gözüksen de yine dilde sen, gözde sen, gönülde sen varsın, gecede sen, gündüzde sen varsın.

Bir kutlu doğumun arefesi de olsa, bugün sana ‘hoş geldin’ demekten hacalet duyuyorum. Zira hiç gitmedin ki! Ufkumuzdan hiç kaybolmadın ki! Kusur, hakkı göremeyen gözlerimizde, seni davete muktedir olamayan sözlerimizdeydi. Yadı cemilinin terennüm edildiği yere otağını kurdun; filizlerin salınıp boy atmasını, asırların yüzüne çalınan mayaların tutmasını bekledin. Adının duyulmadığı yerlerde baharı müjdeleyen kardelenlere gözün takıldı; bağban aradın. Cemre düşmüştü bir kere toprağın bağrına ve sen hep ümitle ırgatlarında şevk bekledin, aşk aradın.

Bugün seninle o kadar içli dışlı olduk ki, düşüncen adına adım attığımız her yerde seni gördük; sırtımızı sıvazlayıp azmimizi kamçıladın. Gecelerimizi şereflendirdin; sa’ye şevkimizi artırdın, geleceğimize ümit oldun. Senin için yollara düştüğümüzde yolumuz birleşti; mübarek ellerini öpmek istedik; ‘yolunuza devam’ dedin.

Gündüzlerimize konuk oldun; kendimiz olma adına umut, zeminin yeşermesini müjdeleyen yağmur yüklü bir buluttun. Kapı kapı dolaşıp adını duyuralım dedik; odalarımızı şenlendirdin, ‘yol bu, yöntem bu’ mesajını verdin, yaptıklarını yapanların, sürekli yanında olduğunu gösterdin.

Aslında bidayetle nihayetin ayniyet çizgisinde buluşmasının bir neticesiydi bu. Davan garip başlamıştı, sonunu da garipler temsil edecekti ve sen, bunu beyanın ardından, ‘Ne mutlu o gariplere’ buyurmamış mıydın? Bugün gariplerin yollara dökülmüş, müjdene müjdeli haberlerle mukabele yarışında ter döküyorlar. Ve zaten sen de bu sa’yi tebrik etmiyor musun?

İnsanlığın elinden tutmak için getirdiğin İlahi beyan da bunu ifade etmiyor mu: ‘Eğer siz Allah’ın dinine destek olursanız, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar, kaydırmaz onları.’

Belki bugün zaman değişti, asır başkalaştı ama ey Nebi! İnan bir isim, bir de resimler farklı. Yaşadıklarımız, yaşadıklarının adeta bir kopyası, fark görülmüyor.

Ancak bir farkımız var; temsilde kusurluyuz ey Nebi! Anlamadık ve en kötüsü de anlamış göründük. Dolayısıyla anlatamadık kendimizi. Kendimiz olamadık. Belki birçoğumuz, ilk günlerde sana arkadaşlık edenlerden bile çok şey biliyoruz; bilmek yetmiyor ki..! Hani Mus’ab metaneti, nerede Habbab sabrı? Kaplarımız çok dar ve gerçekten bizler, aceleciliğin kurbanıyız.

Dikensiz gül bahçesinde bülbülle hoş sohbet muhal gözüküyor.

Hassasiyetimiz, Abdulmuttalib’inkine denk olsaydı bugün, Ebrehe delik deşikti, bütün ordusuyla. Hamza gibi bir irade koyabilseydik ortaya, aslanlık taslayanlar çekilecekti yuvalarına.

Arif Nihat’ın dediği gibi diller, sayfalar, satırlar Ebu Leheb öldü dese de ya Muhammed! Ebu Leheb ölmedi. Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor. Bugün nice cehalete babalık yapıp ateşe saltanat kuranlar sana olan kinlerini sel edip akıtmak istiyorlar. Şayet Ebu Bekir’lerin, Ali’lerin olup karşılarında meydan okuyan bir Ömer tavrı alabilseydik, yadına hasret dudaklar, çorak topraklar misali çatlamaktan çoktan kurtulmuş olacaklardı.

Getirdiğin hakikatlar bugün herkes için bir ümit kaynağı. İçmek istiyorlar pınarlarından, kana kana. Seni, yolundaki bir başka senle tanıyanlar yolcularına tanıklık yapıyorlar, bugün. Yoluna baş koyanların tekerine taş atmak isteseler de nadanlar, ‘bizi şahitlerden kıl’ dercesine yoluna gül döken gözü yaşlı kıssîslerin var artık.

Seninle bugün o kadar bütünleştik ki ey Nebi! Gündüzlerimizde dolaşman ümit oldu bize. Şenlenen gecelerimizle şahlandık. Ne olur, gözlerimizi açtığımızda kaybolan bir hayal olmasın bu. Dünyamızı yalnız bırakmadığın gibi livanın vüs’atinde bize de yer ayır ey Rasul!


Yüklə 3,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   169   170   171   172   173   174   175   176   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin