Baba Mertcan: 216-3884688, Şaban Mertcan: 212-2498127, 544-6297861, 533-4219394, 435+havaalanı 103=538$



Yüklə 3,83 Mb.
səhifə174/185
tarix04.01.2019
ölçüsü3,83 Mb.
#90520
1   ...   170   171   172   173   174   175   176   177   ...   185

MUHTELİF YAZILAR

Ey sevgili (3)


Reşit Haylamaz, Zaman, 03/06/2001

Bütün olumsuzluklara rağmen seni engin hoşgörünle tanıdık ey Nebi! Senelerce Mekke’de didindin; inananların sayısı daha binleri bulmamıştı.

Yıllar sonra Bedr’e giderken yanında üç yüz, Uhud’a çıkarken de bunun üç katıydı sana gönül verenler.

Kula kulluğa kurban gidenleri, içine düştükleri çıkmazdan kurtarma adına öyle bir gayretin vardı ki, kendini unutmuştun. İlahi ikaz geldi; ‘İnanmıyorlar diye kendini helak edeceksin.’

Her defasında sana hakareti vazife edinmiş Ebu Cehil’in elinden tutma adına neredeyse kapısından ayrılmıyor, bu da yetmiyormuş gibi ellerini açıp dualarına alıyordun; ‘Allah’ım! Ne olur iki Ömer’den biri...’ Kimsenin üzerini çizmemiştin ki!.. Sonrasında Ömer İbnu’l-Hattab geldi yanına.

Karşılığında ne mi gördün? Beklentin yoktu ki! Vazife bilmiştin. Nadanlar kadrini bilmese de sa’yinin semeresini görecektin. Dişini kırdılar; tebessümünü eksik etmedin. Başını yardılar; gönlünü ortaya koydun, sineni açtın bütün enginliğiyle. Sokakta taşa tuttular; müvekkel melek haklarından gelmek üzereyken, nesilleri gözünde tüllendi ve ellerini açtın; ‘Gelecek nesilleri arasından, yüz sene sonra da olsa biri Hakk’a ulaşacaksa, hayır Rabbim!’

Önünü kestiler; dişini sıktın. Adını sildiler, yadına tahammülsüzlük gösterdiler; sinene gömdün, gelecekte filiz versin diye. Köyünü ziyaret edecektin; yol vermediler. Tahammülsüzlük ve tahrik had safhadaydı; yanındakilerin heyecanına rağmen sükuneti temsil ettin; sema konuştu ve attığın imzaya fetih dedi. Ve yıllar sonra, sana o gün Hudeybiye’yi zehir etmek isteyen Süheyl yanındaydı kurbanını keserken. Saçının telleri düşmüştü yere ve onları topluyordu, yüzüne-gözüne sürmek için!.. Hep zoru tercih ettin, zorluğa talip oldun; semeresini nice zorlar dize geldiğinde anladık.

Ve, yıllar sonra bir gün, vaat edildiği gibi emniyet ve güven içinde girerken Mekke’ye, vakurdun. Endişeye kapıldılar; eman verdin. Kardeşin Yusuf gibi âlicenaplık gösterdin ve hoşgörünün enginliğinde erittin onları. Bir tarafta, olgun başaklar gibi hasat beklerken, hürriyete giden yolları gösterdin onlara. ‘Bu kadarı da olamaz’ dediler; zira kendileri aynı konumda olsalardı, oksijenden dahi mahrum etme yarışına girerlerdi. Fevc fevc geldiler yanına.

Sana hayatı zehir edenler vardı o gün. Kaçmışlardı. Onları da gemine almak için arkalarından elçiler gönderdin, ebedi yok oluşla tükenmemeleri adına. Buna da inanmadılar; pes etmedin. Zira sen yaşatmaya gelmiştin insanları, insanca. İnsanlıktan nasipsiz kalanlar bunu anlamadılar, anlayamazlardı.

Çağdaşlarımız farklı mı sanki? Senin yolunda, yaşatma arzusuyla kendini unutup Hakk’a adanmışlara da aynı kuşkuyla bakmıyorlar mı, bugün de?..

Öyle bir hayat yaşadın ki, hayatına kastetme niyetiyle yanına sokulanlar sende hayat bularak geri döndüler ve gittikleri yerlerde de o hayatın bestesini yapıp güftesini terennüme başladılar.

Bütün bunlarla sen, aslında bize yol gösteriyordun. Toplum bir kova süt ise, sen ona çalınan bir kaşık yoğurt olmuştun. Hiç şansı yoktu sütün, şayet tabiatı bozuk değilse zamanı gelince mutlaka yoğurt kıvamına gelecekti.

Ashabını yıldızlara benzetirken de maksadın oydu. Senin yoluna kurban bir başka bağbanın da dediği gibi, ‘bir yerde arkadaşının olması, oranın hak adına senin boyanla şenlenmesi anlamına geliyordu.’

Mi’racdaki seyr u sülukunu hatırlıyorum; hayat boyu kusursuz vazifesini yapmasına rağmen yanında hiç ümmeti olmayan, etrafında sadece bir ferdi bulunan, üç-beş sevdalıyla hemhal olan peygamberlerden bahsediyorsun. Kalpler taşlaşmış ve nebinin mesajına kulak tıkamışlardı. Kaya gibi, taş gibi akılsız başları vardı, bulutlar sağnak olmuş boşaltmıştı rahmetini ama onu özümseyecek toprak kalmamıştı yeryüzünde.

Bir de bugünler ey Nebi! Risaletin mührü sensin. O yol, seninle nihayet buldu. Bak bugün, senin izinde kurtuluş arayan gariplerinin etrafındaki onlar, yüzler, binler halkalanmış sana, dört bir yandan derlenmiş gülden buketler takdim ediyorlar ve bizler bunu görünce heyecanlanıyor ve zeminin bu kadar müsait hale geldiği dönemde hâlâ silkinip üzerimizden atamadığımız ataletimizden hicap duyuyoruz.

Çoğu zaman üzsek de seni, bir inayet eliyle hep meltemlerle serinledik, sağanaklar rahmet oldu, indi üzerimize ve biz, bütün kusurumuza rağmen hep yoklukta varlığın tecellilerine mazhariyet yaşadık.

Çektiğini çekmedik; ancak yine de lütuflar dünyasında gül deriyoruz. Elimize batan dikenler mi? Seninkiler yanında ne ki? Bunlar da, yarın yem olmamak için atmacaya serçenin önüne konulmuş birer cebrî lütuf değil mi? Getirdiğin mesaj, çektiklerini çekmeden cennetin kolay olmadığını haykırıyor. Evet, ne cennet ucuz ne de cehennem lüzumsuz. Seni, sevgini ve sevenlerini aleme haykırırken ne dişimiz kırıldı ne de başımız. Yoksa cenneti biz burada mı yaşıyoruz?

MUHTELİF YAZILAR

Her şey seni hatırlatıyor


Reşit Haylamaz, Zaman,

Zaman oluyor ki, elinizde olmadan belli tedailerle dünyayı dolaşıyor, hatıralarınız gününüze takılarak bir duygu seli oluşturup nice hisler yeşeriyor ve bütün bunlar göz pınarlarını harekete geçirip, bir bahar yağmuru gibi yanakları ıslatıyor.

Her gönülde bir aslan vardır ya, kulaktan girip gönülde yerleşerek dilde terennüm edilmeye başlanan bir güfte ve çağrıştırdıklarını gönlünde aynı aslanı taşıyanlarla paylaşmak istedim;

‘Hatıralar sarmış dört bir yanımı

Baktığım her yerde izin duruyor

Ben seni düşünmek istemesem de

Bana her şey seni hatırlatıyor’

Yağmurun kesilip toprağın çatladığı, alınların secdeye küstüğü ve ortalığın kıtlıktan kırıldığı bir dönemde neşet etmiştin. Ümitsizliği silmiştin defterinden. Hep ümit oldun susuzluktan dudağı çatlamışlara. Kollarını sıvamış ve bizzat işin içindeydin. Elbette dökülen terler boşa gitmeyecekti ve öyle de oldu. Bütün olumsuzluğa inat bugün etrafta bir bahar muştusu ve her tarafta yeşeren toprak, güllere dâyelik yapıyor. Ancak boyunları bükük, sütten kesilmişler ve vuslatla sürur duasındalar. Ufkumuza her gün doğan güneş, seherin yapraklarındaki rüşeym, bahçemizde açılan güller, duaya kalkmış eller hep seni hatırlatıyor.

Birileri insanları birbirine kırdırmak istiyor, medeniyetleri vuruşturmanın plan ve programlarını yapıyordu. Tehlikeyi erken sezdin. Gelecek bütün tepkileri göğüsleme pahasına ‘diyalog’ dedin yollara düştün. Hoşgörünün atmosferinde nice olumsuzluklar eridi, yerlerini sulha, sükuna bıraktılar. ‘Çatışma’ değil ‘diyalog’ diye ısrar ediyordun. Yol oldun, yöntem oldun arkandan geleceklere. Zaman, her geçen gün haklılığını ortaya koyma yarışına girdi. Bugün ise hoşgörü ve diyalog, yıkılan binaların toz–dumanları altında gizlenmiş yeniden şaha kalkmayı bekliyor.

Akrepler yola dizilmiş, yılanlar kıvrım kıvrım, kartallar da avda bugün. Süngüler çıkmış, kılıçlar kuşanılmış ve kin kusuyor savaşlar... Yuvasız kalan civcivler, korkudan titreyen güvercinler; anasına hasret yavrular, yavrusuna ağlayan analar, bakışlardaki manalar, gözden süzülen damlalar hep seni hatırlatıyor.

‘Gülen’din ama gülmedin, gülemedin. Gülmeye fırsat bulamadın ki! Güldüremedik seni. Göz yaşlarınla kin ve nefreti eritip geleceğe huzur taşımayı hedeflemiştin. Sefiller’in Jean’ı gibi peşine düştük. Evet, kimseden bir beklentin yoktu; ama kadir bilmezlerin arasında kalmıştın. Asrımızı aydınlatacak güneştin, gel gör ki, yıllardır güneşe hasret bir kulübede geçti günlerin...

Gelinen noktaya bakıyorum; kinden, intikamdan, nefretten bahsediliyor. Halbuki sen, hayatını bunların kökünü kazıyıp ortadan kaldırmaya adamıştın. Düşmanlığa düşmandın. Dostluğun ne demek olduğundan habersiz nadanlar peşine düştü, başlarına taç yapmaları gerekirken seni düşman ilan ettiler. Şeytanca çelmeler karşısında Âdem, firavunca takipler yanında çöllerde Musa, nemrutça mihnetler neticesi mancınıkla ateş arasında İbrahim, çarmıhta çivili İsa seni hatırlatıyor.

‘Dos dosttan ayrılmayınca dost kadrini bilmez imiş. Ezel bahar olmayınca kırmızı gül bitmez imiş. Kırmızı gül bitmeyince, sefil bülbül ötmez imiş.’

Meğer atmosferimizde hava, bulutumuzda su imişsin. Bugün yine rahmet kesik. Yine toprağımız kuru. Çatlayan dudaklarda adın, kuruyan topraklarda yâdın var. Her yeni gelişmede gözler seni arayıp düşüncelerin akıllarda şimşek çaktırıyor. Bestelerde sen güftelerde sen varsın. Gecelerimizi aydınlatan nur, hecelerimizdeki sürursun.

Bugün biz, dört bir yanımızı saran hatıralarla yenileniyor, baktığımız her yerde izini görüp iftiharla seni yad ediyoruz. Gecemizde sen, gündüzümüzde sen varsın. Velhasıl güftenin dediği gibi, ‘Şimdi dinlediğim tüm şarkılarda, bana her şey seni hatırlatıyor.’


Yüklə 3,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   170   171   172   173   174   175   176   177   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin