Baba Mertcan: 216-3884688, Şaban Mertcan: 212-2498127, 544-6297861, 533-4219394, 435+havaalanı 103=538$



Yüklə 3,83 Mb.
səhifə31/185
tarix04.01.2019
ölçüsü3,83 Mb.
#90520
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   185

Hz. Ömer’in Tavrı


Hadis kitaplarında nakledildiği üzere; Hz. Ömer (radiyallahü anh) bir Cuma günü minberde hutbe verirken ilk hicret eden sahabîlerden biri camiye giriyor. O içeri girince Hz. Ömer sözünü kesip “Saat kaç?!..” diyerek onun geç kaldığını ifade ediyor. O sahabînin, mazeretini söylerken “Çarşıdan eve dönerken geciktim ve abdest alır almaz da geldim.” demesi üzerine “Allah Rasûlü’nün Cuma günü gusletmeyi de emrettiğini bilmiyor musun?” diyor.

İmam Şatıbî bu hadiseyi anlatırken, herhalde Hz. Osman hakkında sûizanna sebep olmasın diye isim tasrih etmiyor. Fakat bazı hadis kitaplarında Cuma’ya geç kalan sahabinin Hz. Osman (radiyallahü anh) olduğu belirtiliyor.

Hz. Ömer Efendimiz’in bazı tavırlarında -bu hadisede olduğu gibi- çok yüksek manalar bulunduğuna; konuşurken, tavır koyarken.. söz, hal ve tavırlarına yüksek manalar yüklediğine inanıyorum. Hz. Ömer gibi bir nezaket ve firaset insanının, Hz. Osman gibi seçkin bir sahabiyi, bizzat kendisinin üçüncü halife adayları arasında ismini saydığı önemli bir dostunu mahcup edecek bir sözü o kadar insan içinde rastgele söylemesi düşünülemez. Öyleyse bu meselede Hz. Ömer’in tavrındaki inceliğe dikkat etmek gerekir.

Herşeyden önce Hz. Ömer Efendimiz Cuma namazı ve camiye erken gelme hususundaki hassasiyetini ortaya koyuyor. Ayrıca, çok önemli şu hakîkate işaret ediyor: Eğer hayırlı bir şey yapılıyorsa ve yapılan o şey de önemliyse, Allah’ın rızasını kazanma gayesiyle eda ediliyorsa.. bu işe ilk gönül vermiş olanlar, daha sonra da daima önde olmalılar.. o işte sürekli önde koşmalı, arkadan gelenlere bir hüsn-ü misal teşkil etmeliler. Anne-babanın, çocuklarına bazı meselelerde örnek olmaları gibi onlar da kendilerinden sonra gelenlere iyi örnek olmalılar. O toplum içinde Hz. Osman herkesin hürmet edip önde kabul ettiği, örnek alınacak, delil sayılacak, hüccet kabul edilebilecek bir insandır. O, hutbeye geç kalırsa başkalarının “Cuma’ya sonra gidilse de, hutbe okunurken camiye varılsa da oluyormuş...” deme ihtimali vardır. Öyleyse, Hz. Osman seviyesinde bir kimsenin herkesten önce camiye gelmesi, ön safı tutması ve bu haliyle halka örnek olması lazımdır.

Ayrıca, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) camiye en önce gelenin bir deve boğazlamış gibi, daha sonrakilerin de sırasıyle sığır, koyun, tavuk ve yumurta infak etmiş gibi; yani, ilk gelenden ezan vaktinde camiye girene kadar herkesin derece derece sevap kazanacağını belirtmesinden dolayı, o devirdeki insanların Cuma namazı için camiye geliş vakti, şafakla beraber başlıyordu. Hz. Ömer yaptığı îkazla o hadis-i şerife de telmihte bulunmuş oluyordu.

Bir diğer mesele de şudur; Rasûl-ü Ekrem Efendimiz Cuma günü gusletmenin gerekli olduğunu söylemiş; bundan dolayı, Cuma günü gusletmeye bazı mezhepler vacip, diğer bazıları da sünnet demişlerdir. O günkü şartlar; yani çok sıcak bir bölgede, çok defa yün giyen insanlar ve Mudar’dan gelen kabîlenin tavrında görüldüğü gibi o yünün terden dolayı çok kötü kokması nazara alındığında Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in, Cuma ve bayram günlerinde guslü tavsiye buyurmasının hikmeti daha iyi anlaşılacaktır. İşte Hz. Ömer, Cuma günü gusül abdesti alınması gerektiğini Hz. Osman vesilesiyle bir kere daha hatırlatmış oluyordu. Dahası, kendinden sonra işin başına geçecek insana “Sen İmamsın, Efendimizin yaptığı herşeyi sen de aynen yapmalısın ve bunu da halk böyle bilmeli!” işaretini veriyordu.

Evet, Hz. Ömer, kendisine yakın bildiği bir insanı bu şekilde hafifçe sarsmış; önde yürüyen insanların dini yaşamada hassas olmaları gerektiği için onu hemen îkaz etmiş; meselenin ehemmiyetini sözlerini kaldırabilecek bu insan aracılığıyla ifade buyurmuştur.

Aslında, Hz. Ömer Efendimiz’in benim tezkiyeme ihtiyacı yoktur. Fakat zihinlerde yanlış bir şey kalır; “Biz bile caminin içinde bunu yapmayız, Hz. Ömer nasıl yapar?” sorusuyla her yönüyle mükemmel bir insan hakkında sûizan kapıları açılır endişesiyle bu kadarcık bir açıklamayı zaruri gördüm. Böyle bir tavır, Hz. Ömer’in büyüklüğüne nisbetle küçük görülebilir; fakat Hz. Ömer’in ona yüklediği manalar açısından bakılınca o davranış çok büyüktür. Hz. Ömer Efendimiz’in bir arkadaşını, cephede aynı safta beraber mücadele verdiği bir dostunu caminin içinde mahcup etmesi, utandırması kesinlikle çok basit bir manaya matuf olamaz. Hele o tavırda bir garaz (kötü niyet) katiyen bulunamaz.


KIRIK TESTİ – 03-06-2002 4

Ufkumu tutan tek şey, biricik sevdam...


İnsan, Cenâb-ı Allah’a her zaman muhtaçtır. O’nun nimetlerine muhtaç olmasından daha çok inâyet (yardım, ihsan) ve riayetine (koruyup gözetmesine) muhtaçtır. Hava, su ve yiyecek gibi şeylere muhtaç olan insanoğlunun bu maddî nimetlerden daha fazla kalb ve ruh istikametinde beslenmeye ihtiyacı vardır. Ve samimi bir kul, Rabbinden sürekli kalb ve ruh istikameti istemelidir.

Bir kulun “Nasıl olsa çizgiyi bir kere tutturdum...” düşüncesi ve tavrı içine girmesi, sanki bir yerden sonra Allah Teâlâ’ya ihtiyacı yokmuş manasına gelir. Bu tavır hiçbir zaman içine düşülmemesi gereken bir yanlışlıktır ve neticesi de ilhaddır (inanç bozukluğudur). Oysa herşey, her zaman O’na muhtaçtır. İnsan, senelerce ibadet ü tâat yapsa da bunlar onun ruhunda istikamet sağlayıcı bir hale bürünmeyebilir. Herşeye rağmen ona düşen yine her söz, tavır ve davranışıyla Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, O’ndan ihlas ve istikâmet istemektir.

Bu konuda çok samimi ve yürekten olmak gerekir. İnsan altmış-yetmiş yaşında olsa ve o zamana kadar imrenilecek bir hayat ortaya koymuş bulunsa, yine de yanlışlıklara düşebilir, hata yapabilir. Öyleyse inanan bir gönül canını ortaya koyarcasına, gönülden Cenab-ı Hakk’a teveccüh etmeli, “Ya Rab, beni hidayetinden bir lahza ayırma.. sözüm, davranışım, konuşmam, el-ayak hareketlerim ve hatta mimiklerimle -küçük de olsa- bir yanlışlığın içine düşürme.. bir dakikalık inhirafa düşeceksem emanetini hemen al.” diyecek kadar candan olmalı. Mesela; sesli Kur’ân-ı Kerim okuyor.. samimi ve riyasız başladı.. fakat bir aralık “dışardakiler de duysalar iyi olur” düşüncesi aklından geçti.. yüreği varsa sesini hemen kesmeli, “münafık” demeli kendi kendine, başını yere koymalı ve istiğfar etmeli.. küllî bir ibadetin içine ufak bir kırıklık ve azıcık bir yön değişikliği dahi sokmamalı.. Çünkü ibadet ü tâat sadece Allah için edâ edilir. Ve elden geldiğince -hususiyle farzlar dışındaki ibadetler- hiç kimseye gösterilmez, hiç kimseye duyurulmaz. Tabii halde yaparken bazıları duyarsa, bu durum o kulu alakadar etmez. Fakat o yine “keşke duymasalardı” der.

İstikamet üzere yaşama ve yanlışlıklara düşmeme hususunda bir muztar (bütün bütün çaresiz kalmış bir insan) gibi dua etmeli ve Allah’a sığınmalıdır. İbadet ederken de muztar edasıyla ibadet etmek gerekir. Hani, Lemalar’da okuyoruz; Hz. Yunus (aleyhisselâm) denize atılıp büyük bir balık onu yutunca, fırtınalı bir deniz ortasında, karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette kalıyor. Esbab tamamen sükut ediyor. Gece, deniz ve balık O’nun aleyhine ittifak edince bu üçünü birden emrine musahhar edip, kendisini sahil-i selamete çıkarabilecek yegâne Zat’a sesleniyor. Müsebbib’ül-esbâb’dan başka bir melce’ olmadığını ayne’l-yakîn gördüğü ve O’na sığındığı an, Nur-u Tevhîd içinde Sırr-ı Ehadiyet inkişaf ediyor. İşte, aynen öyle de, samimi bir kul, etrafındaki hiçbir şeyin kendisinin derdine derman olamayacağı ve imdadına koşamayacağı duygusuyla “Allah” demeli ve O’na yönelmelidir. O hal üzereyken “Allah” demede başka hiçbir garaz yoktur. Herşeyden ümit kesen insanın, açık bulacağını ümit ettiği o tek kapıya yönelmesiyle Nur-u Tevhid içinde Ehadiyet sırrı onun için de açılacaktır.

Zaten Kur’ân-ı Kerim, bütün haşmetiyle bu hakikatı ilan ediyor: “... Muztar dua ettiği zaman, duasına icabet eden kimdir? O duayı kabul eden onun arzusunu is’af eden (yerine getiren) kimdir? Belâya dûçar olduğu zaman, o belâyı bertaraf eden kimdir?” diyor. Kendi hatıralarınıza dönüp bakar, darda kaldığınız pek çok defa “Rabbim” dediğinizde imdadınıza koşulduğunu hatırlarsanız bu soruya bütün gönlünüzle siz cevap verecek ve “Allah” diyeceksiniz.

Evet, insan sürekli kendini kontrol etmeli, eksik ve hatalarını görüp onları düzeltme hususunda kendi niyet, azim ve gayretinden öte Allah’a güvenmeli, O’na itimat etmeli.. ve katiyen unutmamalı ki; bir işin içine ne kadar başkalarının mülâhazası girerse, o kadar Allah rızası düşüncesi delinmiş ve yırtılmış olur.

Temkinli yaşamalı insan.. ayaklarının sağlam bir zemin üzerinde olduğu, kulluk yolunda rahat yürüyebildiği, şeytanın ona tesir edemeyeceği.. şeklindeki bütün düşünceleri “Hayır, bunlar öyle görünüyor olabilir; fakat her an o zemin çökebilir; her lâhza ayaklarım beni yolda koyabilir; şeytan bir yerden yolunu bulup duygularımı kirletebilir..” türünden temkin ifadeleriyle ta’dil etmeli. Meselâ, az önce de ifade ettiğim gibi, gece karanlığında, bir binada tek başına “Ya Rabbi” deyip ağladığı anda bile “Belki birazdan birisi kapıdan içeri girer de beni duyar, ‘şu adamın ihlâsına bak!’ der” gibi bir duyguya kapılmışsa insan, o an duasını, ağlamasını kesmeli; riya ile o temiz sayfayı kirleteceğine, onun bir kısmını eksik bırakmalı. Nitekim, seleflerimizin hayatına bakarsanız bu ölçüyü gösteren pek çok misal görürsünüz. Meselâ, İbrahim b. Yezid En-Nehaî, Kur’an okuduğu bir sırada kapısı çalınınca önce Kur’an-ı Kerim’i rafa kaldırıyor ve sonra kapıyı açıyor.. ev halkı neden öyle yaptığını sorunca da “Beni o halde görürlerse her zaman Kuran okuyorum zannederler.” diyor ve öyle bir görüntüyü riya kabul ediyor.

Bu kadar hassasiyetin bir vehim ve vesvese olabileceği de akla gelebilir. Fakat halis bir mü’mine yakışan, sadece Allah’ın rızasını gözeterek amel etmeyi namus meselesi bilmesidir.. Allah’a ve ahirete inanan bir insan, ibadet ü taatı Allah’a tahsis etme hususunda vesvese derecesinde hassas davranmalı, bunu bir namus meselesi olarak telakkî etmelidir. En iyi söz söylediği zaman bile, eğer içine riya ve dolayısıyla şirk ifade eden söz ve davranışlar bulaşıyorsa, konuşmasını hemen kesmesini bilmelidir. Kaleminden Hz. Davud’un mezamiri gibi enfes mısralar döküldüğü bir sırada dahi, eğer niyetinde bir kirlenme görüyorsa kalemini anında kırmalıdır.. kırmalıdır çünkü o ebediyete talip olmuştur.. ebedî bir hayata talip olanın da bu hedef uğruna ömür boyu duygu ve düşüncelerini temiz tutmaya çalışması gerekir.

Zaten şu kısacık ömrümüzde, şahsımızın bilinmesi, iyi olarak tanınması ve böylece bize hürmet edilmesi şeklinde gayeler taşımak ya da dünya nimetlerinden istifade etme türünden bazı sevdalar ardına düşmek Rabb’e karşı çok büyük bir ayıptır. O’nu anlatmak ve dinimizin i’lâsına çalışmak gibi bir kulluk vazifemiz varken dünyevî başka hedefler edinmek Allah’a karşı vefasızlıktır.

Kendi adıma da, makam-mansıp sevdasına kapılmaktan, iyi olarak bilinip tanınmaya kadar her türlü dünyevî isteği Rabbime, Efendime ve dinime karşı vefasızlık kabul ediyorum. Millet olarak, zaman içinde kendimizi yenilemek, daha parlak bir görüntü sergilemek, hususiyle de son bin senelik müktesebâtımızı, kültürümüzü tanımak, tanıtmak ve dinimizi anlatmaktan başka hiçbir sevdam olmasını istemiyorum. –Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve merhametinden ümit etmekle beraber kendimi hiç ehil görmediğim– Cennet, bütün güzellikleriyle ayaklarımın önüne serilse de ben şu anki halet-i ruhiyem itibarıyla bunu da istemiyorum. Bu sözümle –hâşâ– Cenneti küçümsediğim veya meşru dairedeki dünyevî lezzet ve nimetlerin dahi hiç istenmemesi gerektiğini kastettiğim zannedilmesin. Ben gözümü-gönlümü dolduran bir sevdayı ifade etmeye çalışıyorum. Dinime ve milletime hizmet duygusu bütün bütün ufkumu kaplıyor.. bunun dışında başka hiçbir şey düşünmüyorum. Hatta düşünmemin, istememin haram olduğunu zannediyorum.

Bugünkü gibi, hayatımın her gününü sıkıntı, acı ve ızdırap yudumlayarak; herbiri kalbimi durduracak büyüklükte üç-dört defa şok yaşayarak; bir ilâcın tesiri bitmeden bir diğerini almak zorunda kalarak geçirsem de ben dünyevî lezzetleri, hatta Cennet’i değil, herşeye rağmen dinime ve milletime hizmeti tercih ederim. Uzun yaşamak değil benim muradım. Her geceyi “Bu gece son gecemdir.” diye bekliyorum. Ama dünyaya bir “hizmet diyarı” olduğu nazarıyla bakıyor ve hayatta kaldığım müddetçe de bu bakışın gereğini yapmaya çalışıyorum.


Yüklə 3,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin