Yıllar geçtikçe insanın nefsi daha da kuvvetleniyor mu?
Nefis zamanla kuvvet kazanabilir. Zira, seneler geçtikçe insanda bazı arzular, cismâniyete ait bir kısım istekler belirir.. tûl-i emel, bedenî istekler, servet düşüncesi ve mal-mülk hırsı başgösterir. Bütün bunlar bir de ülfetle kuvvetlenir ve desteklenirse insan yenilebilir, kayıp düşebilir.
Bu hisler belirdikçe insan bir yönüyle yerinde daha sıkı durmaya çalışmalı. Dine ve millete hizmet gayesine daha bir bağlanmalı. Cenâb-ı Hak, insanı hususi mahiyette nerede sıyanet edecekse, o nokta aranmalı. Kur’an-ı Kerim’de “Fezkürûnî ezkürküm-Siz Beni anın, Ben de sizi anayım”, “İn tensuru’llâhe yensurküm-Allah’a yardım eder, dinine arka çıkarsanız, O da size yardım eder.” buyruluyor ve bir manada sıyanet-i ilâhiyeye mazhar olma yolu gösteriliyor. O zaman insan duracağı tabyaları çok iyi belirlemelidir. Yani, bu ilâhî ahdi görmeli ve “Demek ki, ben O’nu anlatma konumunda olmalıyım. O konumun hakkını vermeliyim. Duruşumu sık sık gözden geçirmeli, kendimi sağlama almalıyım.” demelidir. Bir taraftan insan benliğinde bazı hisler gelişirken ve düşmanın taaruz yollarını çoğaltması söz konusu iken, o olduğu yerde kalırsa elbette yenik düşer. İnsanın da o istikamette gelişmesi lazımdır. İmanı sırf delillere dayalı zihnî bir mefhum olarak algıladığı dönemlerde insana sadece “inandım” demesi yetebilir. Fakat, daha sonra bu itirafı ve bilgiyi kalbe maletme, tabiatının bir yanı haline getirme, yani yeme-içme, yatma ve istirahat etme gibi tabiatının bir buudu haline getirme şarttır. İnsan, yemek yemediğinde rahatsızlandığı gibi ibadet etmediğinde de huzursuzluk duyacak kadar bunları tabiat haline getirmezse, daha sonraki “ülfet dönemi”nde ayakta duramaz, devrilir.
Bu açıdan -her fırsatta arzediyorum- dünkü inancımız Şah-ı Geylânî’nin imanı seviyesinde olsa da, o bugün yetmeyebilir. Bugün yeni baştan, bir kere daha ilim, idrak ve anlayış ufkumuza göre Allah’a olan imanımızı yenilememiz gerekir. Her gün âyât-ı tekvîniye ve teşrîiyeyi sürekli gözden geçirerek imanımızı yenileme mecburiyetindeyiz. Sürekli araştırmalı; aklımızın ermediği şeyler üzerinde “Burada bir hikmet vardır.” mülâhazasıyla ısrarla durmalıyız. Bediüzzaman’ın haline bakın, diyor ki; “Rahîm-i Zülcemâlin bağıstan-ı kereminden, mucizâtının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm, iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım. Yüz elli beş çıktı. Bir salkımın danesini saydım, yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, daim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurup tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifayet edecek. Halbuki, bazen az bir rutubet ancak eline geçer. İşte, bu işi yapanın, herşeye kâdir olması lâzım gelir.”
Bu düşünceler, ilme’l-yakînin bir mertebesidir. Bir noktada bu bize yetmeyebilir. Daha ileriye götürürüz bunu, ilmî tahlillerin yapıldığı ortamda bunu tekrar gözden geçiririz; bir de oradan yürürüz; orayı da bir pist yapar bir de oradan yükseliriz. İlme’l-yakînin âlî mertebesinde yeni bir açılım daha yaparız.. sonra bir fırsatını bulunca bir kere daha.. bir kere daha.. sürekli yeniler dururuz kendimizi. Yoksa içinde bulunduğumuz çevrede yenilenmeler yaşanıyor, düşünceler değişiyor, ilim mantığı ve ilim felsefesi başkalaşıyorsa, ve biz buna rağmen olduğumuz yerde kalıyorsak, şeytan o yeni malzemeyi kullanır ve biz yenik düşeriz, -Allah muhafaza- devriliriz.
Sürekli kendimizi yenileme, bu yenilemeyi yaparken de kalbimizle beraber yürüme mecburiyetindeyiz. Kalbimizin, aklımızdan bir adım geri kalmaması, hayatiyetini koruması lâzım. Unutmamak icab eder ki; mantığı çok ileriye gitmiş, muğalata ve diyalektik adamı olmuş bir insanın, kalbi o ölçüde inkişaf etmemişse onun kuru mantık ve diyalektiği kalbini yutmuş demektir.. kalbî hayatını öldürmüş ve onu latîfe-i Rabbaniye’den mahrum etmiş demektir...
Evet, insan düşünce ufku ne seviyede olursa olsun, kalbini nazardan dûr etmemeli.. başını yere koyup sabahlara kadar dua dua yalvarmalı. Çünkü ebedî mutlu olacağı bir alem için ayağına zincir vursalar ve deseler ki, “Başını yerden kaldırmadan ömür boyu secde edeceksin ama neticede ebedî mutlu olacağın bir dünyayı kazanacaksın.” Aklı varsa insan secde eder.. eder zira, önünde bir ebedî saadet vardır. Altmış-yetmiş sene, altıyüz-yediyüz sene veya altı milyon-yedi milyon sene değil sonsuz bir hayat.. İşte bizim önümüzde de o ebedî hayat var. Onun için ne verilse değer. Bundan dolayı akıllı mü’minler anlatılırken mallarını, canlarını, herşeylerini Allah’a satarlar, verirler denilmektedir.
Biz de ebedî saadeti yakalamak için kulluk vazifemizi kusursuz olarak yapmaya çalışmalı ve Allah’ın merhametine sığınmalıyız. Sürekli O’nun karşısında el açıp bel bükmeli ve çok dua etmeliyiz. Meselâ, mümkün olduğu kadar çok “Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh - Ey bizim Kerîm Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalblerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla.” demeliyiz.. “Allahümme Yâ Mukallibe’l-kulûb! Sebbit kulûbena alâ dînik - Ey kalbleri evirip çeviren Allahım! Kalblerimizi dinin üzere sabit eyle..” imanla perçinle!. sökülmesin.. kurşunla çivile oraya... diye yakarmalıyız.. hemen ardından “Sarrif kulûbenâ ilâ tâatik - Kalbimizi Sana itaate çevir, Sana kulluğa meylettir.” ifadesini eklemeliyiz.. bunları on defa değil, bin defa söylesek yine de az demiş oluruz. Kaldı ki, Allah Rasulü bunları sabah ve akşam dualarında üçer kere söylüyor ve bizlere de tavsiye buyuruyor. O bir Nebi’dir; hem mâsum, hem de masûndur ve teminat altındadır... Bize gelince, bizim ne mâsumiyetimiz, ne masûniyetimiz var. Yani ne günahsızız, ne de Allah tarafından korunma ve sıyanet altına alınmışız.. yok öyle bir teminatımız. O bile böyle diyorsa, bizim titrememiz, çırpınmamız lâzımdır. Hiç kimse demesin “İçime şu geliyor, bu geliyor.. şöyle bir kalbî problemim var..” İçine o geliyor da sen üstüste kırk gece kalkıp o iş için ağladın mı? Başını yere koydun, alnını yaşlar içinde buldun mu? Neden mazeret beyan ediyorsun? Yüreğinle Allah’a teveccüh et, yalvar yakar! “Tut elimden Allahım, tut ki edemem Sensiz” de.
Alvar İmamı ne güzel söyler:
Sen Mevlâ’yı sevende
Mevlâ seni sevmez mi?
Rızasına iven de
Hak rızasın vermez mi?
Sen Hakk’ın kapısında
Canlar feda eylesen
Emrince hizmet etsen
Allah ecrin vermez mi?
Sular gibi çağlasan
Eyyub gibi ağlasan
Ciğergâhı dağlasan
Ahvalini sormaz mı?
Rica ederim, O’nun uğrunda yüreğinizi parçalamadan yüreği parçalanmış insanlara lûtfedilen şeyleri beklemeyin. O bazen ekstradan da lütfedebilir; ama umumiyetle aldığınız risk kadar, gösterdiğiniz gayret ve cehd kadar mükafat vardır. Hele siz bir gecenize gündüz boyası çalın, O da sizin gecenizi gündüz yapsın. Siz dünya gecelerinizi gündüz yapın O da ahiret karanlıklarını aydınlığa tebdîl eylesin..
Allah, eşiğine baş koyan yüzleri çiğnetmez ve mahcup etmez; yeter ki siz yürekten O’na yönelin ve “edemem, Sensiz asla edemem..” deyin.
Dostları ilə paylaş: |