KIRIK TESTİ – 11-05-2003 Vefat Sonrası Sevk Ve İdare
Soru; Yanlış anlaşılmaması ümidiyle defalarca farklı kesimler tarafından bizlere sorulan bir hususu dile getirmek istiyorum; Zat-ı alinizin vefatı sonrası bugün yürütülen bu eğitim faaliyetlerinin devamında sevk ve idare yapısı adına neler düşünüyorsunuz?
Cevap; Şimdiye kadar çeşitli vesilelerle ifade etmeme rağmen tekrar tekrar gündeme getirilen bir soru üzerinde son-inşaallah son olur- sözlerimi söyleyeyim.
Birileri tarafindan ifade edilen ve bana küfür etme kadar ağır gelen bir tabirle “Fethullah Gülen Cemaati” diye isimlendirilen topluluk, bu millete ve insanlığa hizmet düşünce ve metodlarını gönüllü olarak kabullenen insanların meydana getirdiği bir gönüllülüler hareketidir. Benim bu yapi içinde yerim ise başkalari ne derse desin sıradan bir ferd olma çaba ve gayretinden ibarettir. Biliyorum, bazılari bunu mubalağalı bir ifade olarak algılayacak, kim bilir çoklari /bıyık altından gülecek ama herşeye nigehban olan Rabbim biliyor ki bütün amacım bu milletin bugünü ve yarınları adına akıllara durgunluk veren fedakarlıklara katlanan insanların içinde sıradan bir ferd olabilmek ve bu hal üzere ölmektir.
Benim 65 yıllık hayatım hemen herkesin malumu. 30 yıla yakın cami kürsülerinde vaaz etmiş, şehir şehir, kasaba kasaba dolaşarak halkla beraber olmuş, yeri gelmiş onlarla birlikte gülmüş, yeri gelmiş yine onlarla birlikte ağlamış bir insanım. Sevinçleri sevincim, kederleri kederim olmuş hayatım boyunca. Fahr için değil ama bir hakikatın vuzuhu adına söyleyeyim bu sureçte ben şahsi zevk ve lezzetleri iradi olarak bir kenara bırakarak milletimin derdiyle dertlenmişim.
Tabii hemen ilave edelim belki 55 yıl önce girdiğim ve hala yürümeye çalıştiğim bu yolda hiçbir zaman tek başıma kalmadım. Erzurum, Edirne, Edremit, Izmir, Istanbul’da aynı duygu ve düşünceyi paylaşan niceleri ile beraber oldum. Hacı Kemal Erimez gibi sahabe döneminin Ebu Bekir’lerine denk mal ve canları ile bu kervana katılan o kadar çok insan tanıdım ki,bunların toplamı gönüllüler hareketini ortaya çıkardı. Ortaya konan hizmet düşüncesine inanç ve bu uğurda gösterilen gayretlere bağlı olarak Ilahi takdir gereği bu yapıda bazıları öne çıktı, bazıları da geri planda kaldı. Sebepler planinda işin tabii seyrine tamamıyla uygun bu takdiri kabullenmek ise inancımızın gereği. Ama bu ön plana çıkmayı liderlik olarak değerlendirmek yanlış bir tesbit olsa gerek.
Günümüzde yapılan akademik çalışmalar bu yapıyı sivil toplum kuruluşu olarak adlandırıyor ki yerinde bir tesbit. Bu türlü yapılarda -illa liderlik denilecekse diyelim- liderlik (bize göre rehberlik) babadan oğula geçen bir mal değildir. Veya tarikatlarda olduğu gibi halife tayini ile şeyhlik makamı el değiştirmez. Hayatın tabii akışı içinde başkalarına faikiyet kesbeden özellikleri ile birileri ön plana çıkar, o işe gönül bağlayanlar da onları başlarına taç yapar.
Evet, bu millet tarih boyunca kendi derdi ile dertlenenlere karşı hep kadirşinas olmuştur. Maddi ve manevi hiçbir karşılık beklemeden kendi uğrunda mücadele eden insanlara vefal/i davranmıştır. Dünyevi hiç bir makamın, maddi hiç bir kuvvetin sağlayamayacağı güven ve itimad kredisini onlara sunmuştur. Mühim olan bu çizgiyi devam ettirebilmektir. Şahıslar fani ve geçiçidir. Nitekim bana gösterilen güven kredisi de benim vefatımla birlikte toprağa gömülecektir. Ama bu milletin dünü-bugünü ve yarını adına yapılacak işler daimi ve süreklidir. Işte bu ruh korunabilirse, bu ruhun etrafındaki yapılaşma da korunacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ismi ve unvanı kim ve ne olursa olsun, biri veya birileri ile bu iş devam edecektir. Dolayısıyla yarınlar adına muhtemel vakıalarla kafa yorup enerjiyi boşa harcama yerine bugüne kilitlenip yapılması gerekli şeyler üzerinde yoğunlaşmak şimdi yapılabileceklerin en iyisi ve en güzelidir.
Yalnız bir inkisarımı yeri gelmişken ifade edeyim; bu millet kendi milli sınırlarını da aşarak insanlık adına topyekün seferber olmuş hizmet ederken, bazıları bunu ısrarla cürüm olarak görmekte ve göstermektedir. Başarıdan rahatsız olan bu tipler bizzat rakam vererek “ şu kadar okul, şu kadar kurum, şu ülkede, bu ülkede vs “ demekte ve maddi açıdan yapılan işlerin sınırlarını gösteren bu rakamları sanki birer suç unsuruymuş gibi insanlara takdim etmektedirler. Halbuki işin aslı şudur ki, bir yerde açılan bir eğitim muessesesi başka yerler tarafından takdirle karşılanmakta ve model alınarak o beldede veya ülkede uygulanmaya geçilmektedir.
Ayrıca başta kendi milletimizin geleceği olmak üzere bütün insanlık adına seferber olmuş hizmet eden onca insan varken bazıları -affinıza sığınarak halk tabiriyle arz edeyim- bu gönüllüler hareketine “kafayı takmış” ve başkalarını görmemekteler. Ama inanıyorum ki bu menfi gayretler hallkın engin feraseti karşısında birşey ifade etmeyecek ve halk doğru bildiğini yapmaya devam edecektir.
Önemli bir hususu ifade ile sözlerime son vereyim; gurbet diyarlarında vatan hasreti ile yanıp duran bir gönül, onlarca hastalıkla mücadele eden bir beden ve bunlara ilaveten ağını kurmus kanlı katiller misali bir kısım insanların kurdukları tuzak ve komplolarla hayatımın son günlerini inzivada yaşarken, vefa beklediğimiz dostların gönüllüler hareketine beklenilen ölçüde –hissettiğim ve bilebildiğim kadarıyla-vefa ve sadakat göstermemeleri benim yaralı kalbimi derinden derine sızlatmaktadır. Bütün bunlara karşı bana düsen her hal u karda “LAHAVLE VE KUVVETE ILLA BILLAH” deyip sabr etmektir.
KIRIK TESTİ – 27-05-2003 DUA HAKKINDA, KISA KISA...
Allah ile münasebeti kavi tutmak lazım. Bunun en önemli yollarından birisi insanlara karşı duyulan ilgi ve alakadır. Size garip gelebilir bu tesbit ama insanlara candan ilgi ve alaka İlahi rahmetin ihtizazına vesile olacak derecede önemlidir.
* * *
Günümüzde Ümmet-i Muhammed’de sebeplere inanma meselesi çok büyütüldü. Hazreti Müsebbibü’l-Esbâbla olan münasebetimizi kırdılar, çatlattılar. Artık insanlar Allah’ın mevcudiyetini çok değil bir 50 yıl öncesine nisbetle duymuyor ve hissetmiyorlar. O’nun sevdiklerine karşı alaka da duymuyorlar. Halbuki Allah’ın mevcudiyetini vicdanında hissetmek, O’nun sevdiklerini sevmek yeri başka seylerle doldurulmayacak ölçüde önemli hususlar arasındadır.
* * *
Bir hissimi ifade edeyim; ben namazların arkasında dua ederken ellerimi sizin ellerinizin altına koymuş gibi hissediyor ve dualarımın sizin dualarınızla birlikte Arş-ı Rahman’a yukselmesini arzu ediyorum.
* * *
Kaside-i Bürde’den olan “Hüve’l-Habibullezi turcâ şefaatuhu / Likülli hevlin mine’l-ehvâli muktehimi / Mevlâye salli ve sellim dâimen ebedâ / Alâ Habibike Hayri’l-halki küllihimi” parçasını Selef-i Salihin bela ve musibetlerin yoğunlaştığı anlarda bin defa okurmuş.
* * *
“Rabbenâ lâ tuazzibnâ bi zünûbinâ. Rebbenâ lâ tusallit aleynâ bi zünûbinâ men lâ yehâfuke velâ yerhamunâ. Verzuknâ hayrayi-dünyâ vel-âhira. İnneke alâ külli şey’in kadîr.” me’surattan olmayan ama ecdadın çok yaptığı dualar arasındadır.
* * *
Keşke insanlar falana-filana lanet yağdırma yerine o vakitlerini dua ile geçirseler. Keşke şekilciliğin hakim olduğu ücret karşılığı Kur’an okuyanlar gibi değil de, herkes kendi gönlünün derinliklerinden kopan bir ses ile Allah’a yalvarsa. Keşke Cenab-ı Hakk’a emir ve komut veriyor gibi değil de, bir dilenci hava ve edasıyla O’nun kapısının tokmağına dokunulsa. Ve keşke riya ve süm’aya açık olan mekanlarda değil de, hiç kimsenin olmadığı Allah’a yürüme koyları sayılan tenha yerlerde insanlar içlerini Allah’a dökse.
* * *
Dua ederken kalbin saffetinin bozulmaması gerekir. Umumi yerlerde bu saffet balansını ayarlamak ve muhafaza etmek çok zordur. Bu balansı ayarlayamayanlar tenha yerlerde dua etmeyi tercih etmeliler. Riya ve süm’a ile o duanın kolunu kanadını kırmamalılar. Bununla beraber halk içinde insanların mevcudiyetini hissetmeksizin Rabbisine yalvaranlar da elbette vardır. O yüreğe sahip olanlara diyecek bir şeyim yok.
* * *
Dua makamında içimizden geçirdiğimiz, mülahaza ettiğimiz her şeyi mutlaka Allah bilir; ancak bunları telaffuz edersek melaike-i kiram onları yazar. O zaman bizim dualarımız kabule arzedilmiş bir dilekçe gibi olur. Sesin de, sessizliğin de yerine göre ayrı ayrı manaları vardır.
* * *
İnsan bazan Rabbisi ile başbaşa kalıp yana yakıla dua ettiği anlarda çıkarmış olduğu mırıltılar ile birlikte bambaşka alemlere dalar. Öyle an olur ki hayal dairesinin genişliği nisbetinde melekler ve melekler ötesi alemlere gider; gider ve orada Cebrail’in (as) adeta teşvikini alıyor gibi onun kendi sırtını sıvazladığını ve “duaya devam et” dediğini işitir.
* * *
Dua ederken yaşadığım bir ruh haletimi sizinle paylaşmak istiyorum; her duada İnsanlığın İftihar Tablosu’na salat u selam okuyorum. Ardından ya ismen teker teker hepsini zikrederek veya “...Ve alâ ihvânihî minen nebiyyîne vel-mürselîn ve alel-melâiketil mukarrabîn ve alâ ibâdikes salihîne min ehli’s-semâvâti ve ehli’l-aradîn..” diyerek diğer peygamberleri de duama katıyorum. Aksi halde Hazreti Adem, Hazreti Nuh ve diğerleri... sanki bana küsmüşler gibi bir ruh haletinin içine giriyorum.
Aynı ruh haleti vefatlarından sonra Cenab-ı Hakk’ın izni ve inayetiyle tasarruf sahibi olduğuna inanılan zatlar için de geçerli. Onun için Abdülkadir Geylanî, eş-Şeyh Hasan el-Harakânî, eş-Şeyhü’l-Harrânî, Akil el-Mübencî’yi anıyorum. Tabii ki Bediüzzaman, İmam Rabbanî, Muhammed Bahaeddin Nakşibendî, Hasan Şazelî, Ahmet Bedevî, Ahmet Rufâî... hepsini tek tek sayıyorum.
Biliyorum bunların hiçbirisinin benim duama ihtiyaçları yok. Ama içimden öyle geliyor ki; “Neden senin intisabın bu kadar zayıf” diyecekler. Evet, münasebeti kavi tutmak ve bunların Allah nezdinde –inşaallah- iltimaslarının ilahi rahmeti ihtizaza getireceğine inanmak lazım.
* * *
Büyük zatlara iltica edip, onları vesile kılıp Allah’tan bir şeyler isterken çok dikkatli olmak ve söylenecek sözleri çok iyi seçmek gerek. “Evliya-i kiram hakkı için, hürmeti için” türünden şeylerle asıl maksad ve meramımızı Allah’tan istemeliyiz. Aksi halde o büyük zatları rencide etmenin ötesinde -Allah korusun- farkında olmadan şirk deryalarına yelken açabiliriz.
Dostları ilə paylaş: |