(HAVF ve RECA) (korku ve ümit) arasında yaşar.
Bu mertebeden kurtulup yükselmenin anahtarı, (yâ ALLAH) ( c.c.) ismi Celâli dir. Mürşidinin sâlik’e yapmış olduğu bu telkinle zikre başlar, nûrunu, sırrını ve halini müşahede edinceye kadar çalışmalarına devam eder.
Rengi: Kızıldır. Mürşidinin himmeti irşadıdır.
Şeriat mertebesidir.
Bu hususta kısa bilgi sunmağa çalışalım.
Bu dünya âleminde bulûğa eren ve (nefs-i aali) tesirinde olan kimse, yukarı da bahsedilen biçimde çalışmalarını sürdürdükçe yavaş, yavaş manen güçlenmeğe başlar.
Nefs-i emmâre’de kendine hakim olamayan yapmış olduğu her işte, “oh olsun, ne iyi yaptım,” diyen ve pişmanlık duymayan kişi, (nefs-i levvâme) ye ulaşınca,
188
az da olsa şuurlanmaya ve pişmanlık duymaya başlar.
Yaptığı düşük işleri her ne kadar henüz daha durduramaz ise de, ancak yanlışlıklarının farkına varır. Kendi kendine pişman olur.
Bir daha yapmamaya gayret eder. Böyle böyle irâdi güç toplamaya başlar. Eski hareketler firenlendikçe kötülükler azalır ve artık yapılmaz hale gelir.
Kişi yavaş yavaş üzerindeki (emmâre nefs-in) hakimiyetinden kurtulmaya başlar. Ancak burada yine tehlike vardır. Çünkü (nefs-i levvâme) bir yüzden içeriye, yani (nefs-i mülhime) mertebesine bakıyor ise de bir yüzden de eski mertebesi olan dışa dönük (nefs-i emmâre) ye bakar. Himmetini yüceltirse içeriye doğru ilerler. Eğer eksiltirse dışarıya doğru gidip eski haline döner.
Her ne kadar bu mertebe dıştan ikinci daire ise de aslında çok mühim bir mertebedir. Balığın karnında karanlıklar içinde kalan ve oradan çıkmağa çalışan Yunus (a.s.) gibi niyaz eder ve içinde bulunduğu (nefs) mertebesinin karanlığından kurtulup, zikr’in nûru ve sohbetin feyzi ile aydınlanmağa çalışır.
Âyet’te; “Kıyâmet gününe ve pişmanlık çeken nefs’e yemin ederim,” diye buyuran Cenâb-ı Hakk, acaba kıyâmet ile nefs-i levvâme yi niçin birlikte zikretmiştir? Demek ki; Hakk Teâlâ Hz. “nefs-i levvâme”ye o kadar çok değer veriyor ve bizim dikkatimizi çok açık olarak bu istikamete çekmek istiyordur.
Birimsel kişiliğinin gelişmesi için bu mertebe de yüzünü (nefs-i mülhime)ye çeviren kimsenin oraya ulaştığında, (nefs-i levvâme) si nin kıyâmeti kopmuş olur. Böylece onun ahlâkından kurtulur, kendine ve Hakk’a doğru bir daire daha yaklaşmış olur.
Yukarıda bahsedilen Âyet-i Kerîme de, Yunus (a.s.) hayatından bir bölüm kısaca anlatılmaktadır.
Lâkabı Zünnun (Nun sahibi) olan Yunus peygamber,
189
uzun nasihatler ve vaazlar neticesinde ıslah olmayan kavminden ümidini keserek bireysel akl-ı ile hareket ederek bulunduğu kasabasından hicret etmeğe karar vererek yola çıkar. NihÂyet bir suyun başına geldiğinde, karşıya geçmek üzere bir gemiye biner, fakat bütün şartlar yerinde olduğu halde gemi hareket etmez.
Bunun üzerine kaptan gemide bir günahkâr olduğuna ve bu yüzden geminin hareket edemediğine karar vererek, bunu ilân ettirir. Bu hadise üzerine, gemiden suya atlayan Yunus (a.s.) mı yutan yunus balığı, onu midesinde bir müddet dolaştırdıktan sonra sahilde bir kenara çıkarır.
Balığın midesinde; karanlıklar içerisinden, (lâ ilâhe illâ ente sübhaneke inni küntü minezzâlimiyn.) Duasını okuyarak, Rabb’ı nın affına nail olur.
Bu hadise bizlere Hakk yolunda çok büyük tecrübeler kazandırmaktadır. Evvelâ bir kimsenin aldığı görevini kendi aklına göre karar vererek bırakmaması gerektiğini.
Dara düştüğünde Rabb’na sığınmayı.
Her zaman Rabb’ı ndan ümit var olmayı.
Başına gelen hadiselerden ibret almayı.
Kendini eleştirmeyi ve varsa, yapılan yanlışlıklardan pişmanlık (levm) duymayı. Ahdine vefayı ve daha bir çok ibretleri bildirmektedir.
Yunus (a.s.) balığın midesinde iken üç karanlık içerisinde idi.
Biri kendi varlığında mevcud!
Dostları ilə paylaş: |