Kelime-i Tevhid kitabımızın, Tevhid-i Esmâ, bölümünde de bu mevzu ile ilgili bilgiler vardır oraya da bakılabilir.
**************
“Allah size bir bakare boğazlamanızı emrediyor,”
Bu mertebede bir hayli çalışma neticesinde varlıklardaki “İzafî Kim”likler düşer ve onların yerini “Celâl ve İkram sahibi” (55/27) olan Allah’ın güzel isimleri, “Esmâ’ül Hüsnâ” alır. Diye yukarıda ifade edilmişti.
Bilindiği ve yukarıda da bahsedildiği gibi bir mertebede “ineğin” dünya olduğunu ve bu dünya yı nefs-i emmâre kendi istikametinde kullandığı için onun ortadan kaldırılması gerektiğinin emri İlâh-î ile bildirilmesi mutlak sûrette kesilmesi lâzım geldiğidir.
Diğer taraftan, bakara-inek, Genelde “tabiat-dünya”dır, özelde ise sâlik’in nefs-i levvâme mertebesinde olan nefsidir, ve onu, yani nefs-i levvâme anlayışını kesmesi-üzerinden-ahlâkından kaldırması gerekmektedir. Mülhime nefse geçip, levm ederek bu bakarayı ne kadar çok beslemişim diye pişman olup “zebh-boğazladıktan-Hakk’a kûrb’ân ettikten sonra” her parçasını başkalarına fayda sağlamak üzere dağıtmasıdır. Aslında boğazlanması, sesinin kesilmesi dolayısı ile ahlâkının hükümsüz hâle getirilmesidir. Ayrıca hikâyede ki, inektir. O devirde Mûsâ (a.s.) ın kavminin bu hâdise ile daha henüz Emmâre, levvâme ve bâzılarının da mülhime mertebesinde olduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıda bahsedildiği gibi şimdi isterseniz bu hâli izâfi olarak yaşamak için ister siz, o günlere gidin isterseniz o halleri bu günlere getirin, getirin ki, ne denmek istendiği daha iyi müşahedeli anlaşılmış olsun.
149
Mûsâ (a.s.) ise onlara zâhiren, hem kavminin mertebesinden ve hemde talepleri üzerine kendi mertebesinden haber vermektedir. Fakat onlar hâdiseyi ancak ve sadece kendi izâfî mertebelerinden anlamaya çalıştılar, gerçek “Mûseviyyet” mertebesini anlayamadılar. Gerçek “Mûseviyyet” mertebesini ise Hakkikat-i Muhammed-î mensubu olan irfan ehli anlamıştır, diyebiliriz. Çünkü onlar hakikat-i Muhammediyye üzere olan ilm-i İlâhiyyenin câmi ismiyle cem olmuş varisleridir.
Diğer taraftan hakikat-i Muhammed-î mertebesi itibariyle izafî mânâ da aynı zamanda (Esmâ-ul Hüsnâ) isimler mertebesidir. Ayrıca (Nûr’u İlâh-î) mertebesidir. Varlıklar burada bir bütün olarak lâtif varlıklarıyla mevcutturlar ve ef’âl âleminin bütün zuhura gelecek varlıkları son zuhur kaynaklarını buradan almaktadırlar. “Şef’iyyet-ikilik” buradan başlamaktadır. Bu mertebe de bir hayli çalışma neticesinde varlıklardaki “İzafî Kim”likler düşer ve onların yerini “Celâl ve İkram sahibi” (55/27) olan Allah’ın güzel isimleri, “Esmâ’ül Hüsnâ” alır. Diye yukarıda ifade edilmişti.
Bilindiği gibi “Esmâ’ül Hüsnâ” mütekâbil-karşılıklı-zıt isimlerden meydana gelmiştir, Celâl-î ve cemâl-î isimler olarak ikiye ayrılırlar. Celâl-î isimler fâil-etken, tesir-müessir olanlar. Cemâl-î isimler ise mef’ûl-etilgen-tesir alan isimlerdir. İşte bu yüzden İlâh-î rahmet ve ikram (Celâl) kaynaklı olan Cemâlinden gelmektedir. Ve bu hakikat hakikat-i câmia olarak bütün âlemi kaplamıştır.
Hakkikat-i İlâhiyye de Ulûhiyyet mertebesi fâil, sıfat-hakikat-i Muhammed-î mertebesi mef’ûl’dür.
Bir sonraki tecelli ve nüzülde, Hakkikat-i Muhammed-î sıfat-ceberût mertebesi fâil, esmâ-melekût mertebesi mef’ûl dür.
Daha sonraki tecelli ve nüzülde de, esmâ mertebesi fâil, şehadet mertebesi ise mef’ûl-etilgen tesir edilen ve esmâül hüsnâ’nın özünde bulunan bütün hakikat ve zuhurlarının bu yolla meydana çıktığı-zuhur ettiği ef’âl-şehadet âlemidir.
150
Bütün bu tecellî ve zuhurlar Ulûhiyyetin zâtında bulunan İlmi İlâhiyyenin silsileten bir sistemler manzûmesi olarak âlemde, âlem ismini alarak zuhura çıkmasıdır. Seyrimizi bu idrakle yaptığımız zaman bu âlemde, görebileceğimiz ancak Âyet-i Kerîmelerdeki gerçek hakikatlerle bu anlayışlar olur.
“Velillâhil meşriku vel mağribu fe eynema tüvellu fesemme vechullah, innellahe vasiun aliym.”
Meâlen: (2/115. Doğu da, batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın vechi oradadır, şüphe yok ki Allah Teâlâ'nın rahmeti geniştir, o herşeyi bilendir.
“Küllü men aleyhe fe’nin ve yebka vechü Rabbike zülcelâli vel ikram”
Meâlen: (55/27) “Varlık âleminde bulunan her KİM’lik fanidir, ancak yüce-Celâl ve ikram sahibi Rabb’ının VECHİ, varlığı bakidir.”
Yer yüzünde de aslında hayat bu iki hâl ile devam etmektedir, herhangi bir varlık bir mertebede fâil-etken-er- Akl-ı kül hükmünde iken, diğer bir mertebe de mef’ûl etilgen üretken-dişi-Nefs-i kül olmaktadır. Ve hayat-ı dünyeviyye ve tabiat dediğimiz beşer olarak içinde yaşadımız bu sistemin aslı da bu dönüşümlerdir. Yukarıda kısaca bahsettiğimiz gibi bu dünya tabiat âlemi bu yüzden izâfî-teşbih-î mânâ da Cemâlî etilgen “bakara-ineğe” benzetilmiştir. Eğer Âyet-i kerîme devam ederek birde bu hakikatleri daha geniş mânâ da fail-etken yönünden de belirtmek isteseydi belki de Ben-î İsrâîl’den (Bakara-ineğin) karşılığı- fâil ve etkeni olan (sevr-öküz) ü de kestirmek isteyecekti. İşte işin hakikat-i olarak iş’âri yönde bu bölümde bunlarda vardır, ve daha da neler vardır. Biz yine yolumuza devam edelim.
“ay dediler: Bizi eğlence yerine mi koyuyorsun?”
Yani bizlerle alaymı ediyorsun? Çünkü taleb ettikleri şey hakkında kendilerine iletilen şeyle bir bağlantı
151
kuramadılar, ayrıca bir hikmete dayanır diye de düşünemediler. Çünkü gerçek mânâ da peygamberlik ve “Kelîmullah” mertebesinden haberleri yok idi. Kendilerine söylenenin Hakk’ın sözü değil beşer Mûsân’ın sözü olduğunu ve onlarla eğlendiğini zannederek işin ciddiyyetinin farkında olamadılar. Ayrıca Mısır adetlerinden kendilerinde kalma bakara-ineğin nefislerinde ki kutsallığı idi. Ve bu yüzden Peygamberlerini kavmiyle eğlenen bir kişi zannettiler. Bu hal ise tam îmân etmeyen sûreta îmân etmiş gibi görünen kişinin hâlidir. İşte dervişlikte de bu haller geçerlidir gerçek derviş ile sadece merak ve sûret, dervişi olanların arsında ki fark ta budur.
“ Dedi: öyle câhillerden olmamdan Allaha sığınırım.”
Bilindiği gibi (cehl-cehâlet) iki türlüdür biri, Âriflerin yanında-indinde olan kendinde ve bütün âlemde hâzır olan Hakk’ı (ilmî ve irfân-î) olarak müşahede ederek. Kişinin kendi nefsinden câhil olmasıdır.
Diğeri ise, gafillerin yanında-indinde olan (âvam-î ve beşeri) olanıdır.
İrfân-î olanı medih edilir, beşer-î olanı zemmedilir-kötülenir.
Aralarında ki fark ise. İrfân-î olanı ve Hakk’ın indin de medih edileni. kendinde ve bütün âlemde hâzır olan Hakk’ı (ilmî ve irfân-î) olarak müşahede etmesi kişinin kendi nefsinden câhil olmasıdır. Yani kendi varlığını kaybedip Hakk’ta bâki olmasıyla nefsinin câhil’i olmasıdır. Zât-ı mutlak emânetini işte bu (cehûlâ) (33/72) câhil’lere yani nefsinin câhili, Hakk’ın Ârifi olan Rahmân sûret-i üzere zuhur eden evliyasına yüklemiştir.
Diğeri ise gafillerin yanında-indinde olan (âvam-î ve beşeri) olanıdır. Bu ise kendinde ve bütün âlemde hâzır olan Hakk’tan (cehl-cehâlet) tir. İşte bu kimseler gerçek câhiller’dir.
İşte Mûsâ (a.s.) tenzîh mertebesi üzere olan nefsinin câhili ve Hakk’ın Ârifi idi. Kavmi onu kendileri gibi Hakk’ın
152
câhili zannettiler ve “bizimle eğleniyormusun?” dediler. Bunun üzerine, “öyle câhillerden olmamdan Allaha sığınırım.” Dedi yâni ben câhilim amma nefsimin câhiliyim sizin düşündüğünüz gibi Hakk’ın câhili değilim, diye açık olarak kavmini ikaz etmiştir. Ve bu yüzden “Allaha sığınırım.” ismi Câmî olan “Allah” ismine sığınmıştır. Çünkü sadece Allah ismi kapsamına girenler nefislerinden tam câhil olabilirler, diğer esmâların kapsamı altında olanlar ise o esmânın ihatası-kapsamı kadar nefislerinden câhildirler.
(2/68) (Dediler; bizim için rabbine dua et nedir o? Bize beyan etsin, dedi: Rabbim şöyle buyuruyor: Bir bakare ki ne yaşlı ne genç, ikisi ortası bir dinç, haydi emrolunduğunuz işi yapın.)
“Dediler; bizim için rabbine dua et nedir o? Bize beyan etsin,”
Bu talep üzerine büyük bir şaşkınlığa düşen kavm kendilerinden istenen şey hakkında ayrıca büyük bir tereddüte düştüler. Bir taraftan hadisenin açığa çıkmasını isterken diğer taraftan adeta hiç ilgisi olmayan ve tatbiki de kendi nefs-î anlayışlarına göre mümkün olamayacak bir emirle karşılaştılar. Ve bu yüzden nefisleri yönünden acze düştüler. Tekrar vahyi İlâhiyye ye rücû-döndüler ve oradan yardım istediler.
Bilindiği gibi Ben-î İsrâîl’in (Rabb’ı) "yhv" (Yahve) “yahova” dır. Buradaki ifadeye göre Mûsânın kavmi Rabb’larıyla irtibat kuramamışlar veya bir çokları inanmamışlardır ki; Mûsâ (a.s.) a “rabbine dua et” talebinde bulunmuşlardır.
NOT= Aşağıda (Yahve) hakkında internetten alınan küçük özet bir bilgiyi de faydalı olur düşüncesiyle ilâve etmeyi uygun buldum.
Dostları ilə paylaş: |