(156-) Elleziyne iza esabethüm müsıybetün kalu inna Lillahi ve inna ileyhi raciun;
Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.
O kimseler ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman, “mutlak biz Allah içiniz ve yine biz mutlak O’na döneceğiz” derler.
269
Tasavvuf hakikatlerinden önemli bir hakikat daha ortaya gelmekte, “muhakkak biz Allah içiniz”, bütün insânlar böyle der demiyor, bazı insânlar var ki bir zorlukla karşılaştıklarında bunu kolaylaştırmak için, “biz Allah içiniz”, yani Allah’ın zuhur mahalliyiz demek istiyor ve “yine biz O’na döneceğiz”, yani bu dünyaya geldik bir beşeriyet elbisesi giydik ama bizim aslımız ruhen Hakk’tır ve O’na döneceğiz, kısa bir süre sonra bu beşeriyetimizden çıkacağız, derler.
Bu kimseler aynı zamanda ibadet ehli olup hep kıbleye Kâbe’ye dönüktürler, işte sadece şekil olarak dönmek yeterli değildir onun bireysel varlıkta da inkılâbı, zuhuru gerekiyor.
Burada evvelâ bir gruptan bahsediyor, genel olarak mü’minler ya da müslümanlar demiyor, musibetten zâhiri olarak sıkıntı veren şeyler anlaşılıyor fakat hakikat mânâsıyla Hakk’tan gayrı ne isabet etmişse irfan ehline o musibettir, isterse zarar verici hadise olmasa da, gerek sözle gerek fiille Hakk’ın dışında ne ulaşmışsa hepsi musibettir. Yâni isabet etmiştir.
Sonra dediler ki biz Allah’ın zuhurlarıyız, çünkü bir kimsenin kendi kendine bir kimliği yoktur, kendi kendine yaşam imkânı da yoktur, hiç birşeyi yoktur, işte insânda devam ede gelen bir tecelliler manzumesi vardır ve bu da İlâh-î tecelliyattan başka bir şey değil, biz insânları böyle ayakta tutan da bu İlâh-î tecellilerin devamlılık üzere olmasıdır, bu tecelliler kesildiği anda buna ölüm denilen hadise oluşmaktadır.
Bütün insânlara olan tecelliler ile irfan ehline olan bu tecelliler arasındaki fark şöyledir; irfan ehli bunları bilerek müşahede eder, yani gelen hayat akışının Allah’ın Hayy esmâsından geldiğini bilerek yaşar, diğerleri ise bunun farkında olmadan gaflette bir yaşam içerisinde oldukları halde, irfan ehli kendilerinde oluşan hayatın ve diğer oluşumların Allah’ın Esmâ-i İlâhiyelerinin zuhuru olduğunu bilerek düşünerek bu sözü söylerler, ve irfaniyetleri yönünden “muhakkak biz Allah içiniz, yani Allah’ın zuhur
270
yerleriyiz” derler.
İnsân denilen varlık olmamış olsaydı Allah’ın İlâh-î kemâlâtı zuhura çıkmazdı, âlemlerde madeniyat mertebesinden, bitkilerde nebatat mertebesinden çıktı, hayvanlarda hayvanat mertebesinden çıktı ve insânlar’ın meydana gelmesi bu İlâh-î tecellilerin zuhura çıkmasıydı.
İnsân olmasaydı Cenâb-ı Hakk’ın ne Zâtını tanımak mümkün olacakt,ı ne de müşahede etmek, işte bir takım kimseler dediğimiz irfan ehli bildiler ki, muhakkak ki; biz yine O’na döneceğiz, yani Zat âleminden geldik, ef’al, esmâ, sıfat mertebelerini yaşadık, Vahidil Kahhar hükmüyle bizdeki bütün bu Esmâ-i İlâhiyye kahrolacak Vahid ve Kahhar olan Allah kalacak yani “ileyhi” dediği hüviyet-i mutlaka’dır, O’nun hüviyetine döneceğiz, yani Allah’a döneceğiz, çünkü oradan geldik , burada bir sûret gösterdik, O’na döneceğiz, ölümle, işte bu ölümü zaruri ölümle yapmadan evvel ihtiyari ölümle yapmamız bize çok şeyler kazandıracaktır, eğer zaruri ölümle buradan gidersek kendimizi ve bu hakikatleri bilememiş olacağız ama ihtiyari ölümle ölüp bugünden O’na dönebilirsek,o zaman hiçbir sorunumuz kalmamış olacaktır, “ölmeden önce ölünüz” Hâdis-i Şerif’inde de belirtildiği gibi ölürsek işte bugünden ona dönüşmüş oluyoruz, çünkü artık fizik bedenimiz diye bir şey kalmamış oluyor, kalmamış derken bu fizik bedenin var yine yaşıyor ama artık onu da Allah’ın tecellisi olarak görüyorsun kendine ait bir varlık olmadığını anlıyorsun çünkü Hâdis-i Şerifte “vücudike zenbike” vücudunu sen vücut olarak bildiğin sürece sana ait bir şey olarak bildiğin sürece bu senin en büyük günahındır, bundan daha büyük günahın olamaz diyor.
أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ 271
Dostları ilə paylaş: |