-Yâ Gavs-ı Â`zâm, ben mekânın mekânıyım!.. Benim mekânım olmaz!.. Ben insânın sırrıyım!.."
Bunlar yani Allah’a mekân isnat etmek fiil mertebesi yoluyladır, Zat-ı Mutlak yönünden Allah’ın mekânı olmaz çünkü orası tenzih mertebesidir ve orada tenzih edilir işte, fakat Zat-ı Mukayyed yönünden bu âlemler Allah’ın mekânıdır ve bu mekânı vareden yine Allah’tır. Dışarıdan Rahmâniyyeti ile lâtif haliyle sarmıştır, cismaniyyete yani Zâhir esmâsına dönüştürmüş onun hayatiyeti de yine Hakk’a ait olduğundan oradan da Kürsi yapmış bütün âlemi ve onun içerisinde de kendisi mevcuttur ve ef’al mertebesi itibarıyla zuhurdadır yani bütün bu âlemde
387
Allah’ın zâtını müşahede ediyoruz ama Zât-ı Mukayyed yönüyledir, yoksa Allah’ın Mutlak Zâtını bu beynimizle idrak etmemiz mümkün değildir ve buna bizim ihtiyacımızda yoktur, olsaydı zaten kendi şefaatinden lütfundan dolayı onu da anlatırdı. Öbür âlemde İlâhi-î daha genişliyecektir.
Zât-ı mukayyed belirli bir program içerisinde kayda girmesi demektir, herbirerlerimiz kayıtlıyız, ahirette bu kayıt biraz daha genişleyecek ve biz İlâh-î tecellinin genişine tabi olacağız, yani bu âlemler çervesi içerisinde daha genişini bileceğiz orada daha lâtif tecelileri göreceğiz.
Herbirerlerimiz Zât-ı Mutlaktan meydana gelmiş kayıtlı zatlarız, herbir ayn kendinde mukayyed olduğu halde aslında Hakk’ın varlığından var olduğundan o da Mutlak Zattır, ne kadar kayıtlı olduğunu ifade gereği söylesekte yinede Hakk’ın mutlak zatındandır, Cenâb-ı Hakkk’ın insânın sırrıyım demesi bu özellikler içerisinde en geniş manada beşer ismini verdiğimiz o süliette kayıtlı olarak zuhura çıkmasıdır.