(40) Ya beniy isrâîlezküru nı'metiyelletiy en'amtü aleyküm ve evfu Biahdiy ufi Biahdiküm ve iyyaye ferhebun;
* Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun.
Bakın Kûr’ân-ı Kerîm Âdem (a.s.) dan aldı, onu yeryüzüne indirdi, hâl ehlinin hallerini anlattı yani kurtuluşa erenlerin hâlini anlattı bunların arasında da kısacık bir cümle ile bir Âyet ile cehennem ehlinin halini anlattı bundan sonra tarihi bir sürece giriyor;
Bundan 4500 sene evvel yaşamış ve halen nesilleri devam eden o kavmin ilk zamanlardaki halini anlatıyor burada, yani beni İsrâîl’in ilk zamanlardaki hâlini anlatıyor oraya hitap ederek Yahudilere sesleniyor, şimdi biz bunun sadece onları anlattığını düşünürsek eksik düşünürüz, yanlış değil eksik düşünürüz, 4500 sene evvel yaşamış Yahudi kavminin hayat hikâyesinden bize ne, eğer Kûr’ân-ı Kerîm sadece ondan bahsediyorsa bu bir tarihi bilgi olur sadece, ama Kûr’ân-ı Kerîm herbirerlerimize geldiğinden ve her an her devirde taptaze olduğundan bugün bu Âyet-i Kerîme’ler bizim hakkımızda bize ne diyorlar bize ne veriyorlar bunu bilmemiz lâzım ki ona göre bu Âyetlerde de biz amel sahibi olalım, bu Âyetlerle amel edelim, eğer bu Âyetler bize gelmemiş olsa sadece o kavme ait olmuş olsa biz bu Âyetlerle amel edemeyiz, amel edemediğimiz zaman ve bu Âyetlerin Kûr’ân-ı Kerîm’in muhtelif yerle-rinde böyle ifadeleri olduğundan oraları bizi ilgilendir-memiş, dolayısıyla onlar bizim olmamış, bizim kitabımızın dışında olmuş olur, böyle bir şey düşünemeyeceğimizden, Kûr’ân-ı Kerîm’in içindeki Âyetlerin hepsi (s.a.v.) Efendimizin şahsında bize geldiğinden Kûr’ân-ı Kerîm her birerlerimize ayrı ayrı nâzil olmakta. Kûr’ân-ı Kerîm 23 senede nâzil oldu ama kıyamete kadar bu nüzulünü sürdürüyor, şu anda dahi şu okuduğumuz Âyetlerle nâzil oluyor, Kûr’ân-ı Kerîm’in 1400 sene evvel nâzil olup duvara asılmasıyla iş bitmedi, her yeni gelen nesile bunlar
73
aktarılıyor, aktarıldıkça nüzulü devam ediyor, eğer bir şeyin nüzulü devam etmemiş olsa zâten onun hükmü geçmiş bitmiş olur yani eski kitaplar hükmüne girmiş olur, Kûr’ân-ı Kerîm kıyamete kadar bâki olduğundan dolayı her yeni gelen nesile ve halihazırda yeryüzünde bulunan nesile her an nâzil olmakta kim açarsa, günün herhangi bir vaktinde açtığı an orada nazil olmakta gerek fiili, gerek kelâmi, gerek mânâ itibarıyla kim ne kadarını nasıl idrak ediyorsa o şekilde ona nâzil oluyor, isterse mânâsını anlasın veya anlamasın okuyorsa yüzünden veya lâtin harfleriyle okuyorsa öyle nâzil oluyor, lâfzi olarak nâzil oluyor ama mânâsını anlıyorsa veya yanındaki şerhini okuyorsa kendi dilinden o şekilde nâzil oluyor demektir.
İşte Ya beni İsrâîl hükmü bize ne veriyor, bugün yani müslümanların hangi düzeyinden, hangi mertebeden bahsediyor, bunları bilmemiz gerekiyor ki ona göre amel edelim, bu Âyetlerle amel edelim aksi halde bunların hakikatini bilmediğimizden amel edemeyiz, sonra bunlar müteşabih Âyetler hükmünde kaldığından dokunmamak gerekiyor, dokunmadığın şeyde senin malın değildir, ama Kûr’ân-ı Kerîm Cenâb-ı Hakk’tan bize mutlak helâl, Peygamberimiz’den (s.a.v) hediye, ismi üstünde ikrâm, Zâtın ikramı ve Zâtın sofrası bunun tamamı sofra tamamı Mâide sofrası, sadece bir sûresi değil, işte bu Mâide sofrasını da en geniş şekilde yiyebilen, idrak eden, hazmedebilen ümmet-i Muhammed’tir, zâten Kûr’ân-ı Kerîm’de son kitap, en kemâl kitap olduğundan son ümmete yani ehli kemâl ümmete gönderilmiştir, dolayısıyla içerisinde bahsedilen herşey bizim bir mertebemizden bahsetmektedir, çünkü müslümanın gerçek hayatı, gerçek bir ehli tarik, yol ehlinin hayatı Kûr’ân-ı Kerîm’in başında bahsedildiği gibi Âdemi hakikatleri idrak ederek “ihbitu” hükmünden “es’adü” hükmüne yükselmesi demektir, yani miracını yapmaktır işte bizim sıkıntımız veya zorluğumuz diğer dinlere karşı burada, onlar sadece kendi peygamberlerinin düzeyini yaşarlar o ilmi bilirler ama bir müslümanın Kâr’ân-ı Kerîm’de belirtilen 28 peygamber arasında toplanmış olan
74
Allah’a giden yoldaki bütün mertebeleri bilmesi gereklidir, ve İslâm’ın içerisindeki fırkalaşmaların sebebi de budur, çünkü her fırka kendi bulunduğu mertebeden İslâmı anlamakta, yaşamakta ve ne yazık ki kendi dışındaki fırkayı küfrüne varıncaya kadar ileri gitmekte işte burada çok yanılmış oluyoruz, burada çok insaflı davranmamız ve çok hoş görülü davranmamız gerekiyor çünkü İslâmiyet-i bir sınır içerisinde alıpta oraya hapsetmek yani İslâmiyyet sadece bu kadardır demek İslâm-i ilimleri bilmemekten veya şartlı kayıtlı bir hayat yaşamaktan meydana gelmektedir, çünkü Cenâb-ı Hakk’ın Zât’ını belirli bir yönde belirli bir şekilde sınırlamak mümkün değildir, Esmâ-i İlâhiyye bütün mertebelerde mevcut olduğundan Cenâb-ı Hakk’ta Esmâ-i İlâhiyyesiyle, sıfatlarıyla bütün mertebe-lerde zuhurda olduğundan bu mertebelerin herhangi birini dışlamak çok gerçekçi olmaz düşüncesindeyiz.
Önce “beni İsrâîl” kelimesini bilmemiz lâzım, bu lâkab Yakub (a.s.) a ait, İbrâni lügatında Yakub’un karşılığı abdullah ve saffetullah mânâsına geliyor, Yakub (a.s) aynı batında doğduğu kardeşiyle çekişmeye girmiş, ailenin, kabilenin reisliği konusunda, kim daha evvel dünyaya geldiyse o daha büyük oluyor ve reiste o oluyormuş, fakat hangisinin önce doğduğunu unutmuşlar, aralarında bu konuda ihtilâf çıkınca kardeşi artık Yakub (as.) ın canına kasdeder hâle geliyor yani bu kadar ileriye götürüyor işi, bu nedenle Yakub (a.s.) oradan göç etmek zorunda kalıyor bir başka şehirdeki akrabalarının yanına, giderkende yakalanmamak için ve sıcaktan korunmak için gece yol almış, gece yürüyene “isr” diyorlarmış, bu durumda “ey beni İsrâîl” gece yürüyen saf ve temiz kullarımın çocukları demek oluyor, bunlar kim? tabi ki bizleriz hepimiz yani gece kalkıpta tesbihlerini, ibadetlerini, mirac namazlarını, teheccüd namazlarını, zikirleri yapıp gecenin bir bölümünü uyanık geçirenler demek, işte Âyet-i Kerîm’enin zâhiri Yahudi neslinden bahsediyor ama hakikati mânâsı özü Kûr’ân-ı Kerîm bize geldiği için Muhammedi olduğumuz için Mûsevyiyet mertebesinin hakikatini bize anlatıyor, çünkü beni İsrâîl genelde Mûsevi kavmine deniyor, işte biz
75
Mûseviyyet mertebesine ulaştığımız zaman yani gerçek tevhid-i esmâ’ya ulaştığımız zaman bu hüküm bize geçerli olmuş oluyor yaşantısı geçerli olmuş oluyor yani daha evvelcede geçerli yani baştan itibaren geçerli, kim ki, derviş oldu gece ibadetlerini yapmaya başladı bu Âyetin hükmüne girmiş oluyor hitap onlara özel olarak gelmiş oluyor, şimdi bu hitapla beraber Cenâb-ı Hakk’ın onlara verdiği lütuflar neler, burada büyük lütuf var; Ey beni İsrâîl size verdiğim nimetimi hatırlayın diyor, burada zâhiri olarak bakıldığı zaman ben-î İsrâîl’e verilen nimet onların yaşadıkları süre içerisinde dünyanın en üstün varlıkları olması peygamberlerin, kitapların onların içinden gelmesi dolayısıyla onların üstünlüğü bu, yaşadıkları devirde diğer kavimlerden olan üstünlüğü işte, onların akıl yapıları akıl seviyeleri diğer ümmetlerden daha üstün olduğu için peygamberler onlardan çıkıyor ve kitaplar onların içerisinden geliyordu,
Benim size verdiğim bu nimetlerimi hatırlayın, o nimetler öyle nimetler ki ben o nimetleri sizin üzerinize verdim, daha sonraki Âyetlerde gelecek bu “Ben sizi âlemlerin üzerine tafdil ettim” diyor, ben-î İsrâîl hükmünde olanlara, Mûseviyyet mertebesinde, kişi Mûseviyyet mertebesine ulaştığı zaman daha evvelki mertebelerin üstüne seni çıkarttım diye bir müjdede bulunuyor, şimdi bu ne demek daha evvelce İseviyyet ve Muhammediyyet mertebeleri yeryüzüne nüzul etmezden evvel yeryüzünde en üstün mertebe makam-ı Mûseviyyet, işte onlara o gün öyle hitab ediyorken, bir dervişe de seni evvelki mertebelerin üstüne çıkarttım yani Mûseviyyet metre-besine seni yükselttim demek istiyor ama bugün artık Muhammediyyet mertebesi yeryüzünde yaşandığından o günün hükmü ile bu günün hükmü daha değişik olacağın-dan, Mûseviyyet mertebesi bugün en üst mertebe değil o mertebelere giden yolda belirli bir aşama belirli bir yol hâli demektir bu durumda.
Bakın şart geldi; Benim ahdimi yerine getirin diye, yani sizden bir ahid almıştım o ahdi yerine getirin diyor,
76
yani sizi insân olarak hâlkettim bunun hakikatini yerine getirin, yani bunun gereğini yerine getirin demek, sizi belirli şekilde imtihan ettim, ediyorum bu imtihanlardan geçmek için çalışın, gayret edin, ezelde Bana vermiş olduğun bir ahid vardı bunu yeryüzünde yerine getirin, zuhura getirin “elestü bi Rabbiküm” bu ahdi yerine getirin, Esmâ-i İlâhiyyeyi sizin üzerinize verdim bu ahdi yerine getirin, abdiyyet,kulluk yönünden onun hakikatlerini meydana çıkarın Benim sizinle olan ahdim bu, o halde sizde ahdinizi ifa edin, o zaman bende ahdimi yerine getireyim, yani sizi cennetime koyayım, ama bu cennete yerleştireyim demek fiziksel mânâ da olan bir hadise değil, şeriat ehline göre madde yönüyle cennette yaşamak rahat bir hayat sürmek ama hakikat ve irfan ehline göre cennet Cenâb-ı Hakk’ın Zâtındaki yaşamdır, nasıl cennette kusursuz bir yaşam var , işte mânâ yönüyle Hakk’ın Zâtında yaşamakta böyle bir yaşamdır.
Ve benden korkun, yani bu ahdi yerine getirmezseniz benden korkun, benim size emânet ettiğim İlâh-î emanetleri yerine getirmez, zuhura çıkarmazsanız o zaman benden korkun, daha dünyadayken, hayat elinizdeyken benden korkun yoksa bir fiili yaptıktan sonra korkmak hiçbir şey ifade etmiyor, işte bunu baştan yapanlar için de yukarıda bahsettiği gibi “onlara korku yoktur” yani Cenâb-ı Hakk’tan baştan korkanlara korku yoktur, sonradan korkanlara korku vardır Allah etmesin.
Burada dikkat edelim sakının, ittika edin demiyor, korkun diyor, bir bakıma ittika da korkmak mânâsınadır.
وَآمِنُواْ بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقاً لِّمَا مَعَكُمْ وَلاَ تَكُونُواْ أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلاً وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ
Dostları ilə paylaş: |