Hakkı Yılmaz'ın meal'indeki dipnotundaki bilgiye göre Cibril; "Allah'ın onarması, tamir etmesi" anlamındadır. Mikal ise; "Koruyan, gözeten büyük şef" anlamında İbranice kökenli bir kelimedir. Bu imgesel anlamlarla Allah'ın insanı onarmayacağına, Allah'ın mesajının iktidar olamayacağına, Allah'ın elçi göndermeyeceğine inanmak ve bu doğrultudaki oluşumlara düşmanlık etmek olarak bu iki ayette yerilen hususları anlayabiliriz, kanaatimce.
99 Andolsun sana apaçık ayetler indirdik. Onu sınırı aşanlardan/fasıklardan başkası örtüp inkâr etmez.
100 Onlar ne zaman bir sözleşme yapsalar/söz verseler, onlardan bir gurup sözlerini arkalarına atmadılar mı/bozmadılar mı? (nebezehû) Bilakis onlardan çoğu inanıp güvenmezler.
101 Ne zaman Allah’ın katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir elçi gelse kitap verilenlerden bir gurup Allah’ın kitabına, bilmiyorlarmış gibi sırtlarını döndüler (verâezuhûrihim).
102 Süleyman’ın mülkü/yönetimi hakkında şeytanların söyledikleri şeye uydular. Süleyman örtüp inkâr etmedi velâkin şeytanlar, Babil’de iki meleğe/melike; Harut ve Marut’a indirilen o sihri 21 insanlara öğretmek suretiyle örtüp inkâr ettiler. O ikisi hiçbir kimseye “biz bir fitneyiz/sınavız, sakın örtüp inkâr etmeyin” demeden öğretmezlerdi. Onlar bu ikisinden karı kocanın arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Onlar, onunla Allah’ın izni olmaksızın kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine zarar veren şeyi öğreniyorlardı, yarar vereni değil. Andolsun onu satın alan kimsenin ahirette/sonrasında nasibinin (halâq) olmadığını bildiler. Kendilerini/egolarını sattıkları şey ne kötüdür, keşke bilselerdi.
103 Kuşkusuz onlar inanıp güvenseler ve Allah katında bir kredi için (lemesûbeten) 22 O'nun koruması altına girselerdi onlar için hayırlı/üstün olurdu, keşke bilselerdi.
104 Ey inanıp güvenenler! "Bizi güt!" demeyin, "bizi gözet!" deyin ve dinleyin. Elim azap/mahrumiyet örten inkârcılar içindir.
105 Kitap ehlinden örtüp inkâr edenler ve ortak koşanlar Rabbinizden size hayırdan/üstünlükten bir şey indirilmesini arzu etmezler. Andolsun Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf sahibidir.
106 Biz bir ayeti ondan daha hayırlısını/üstününü veya benzerini vermeden neshetmez/hükmünü kaldırmaz veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah her şeye gücü yetendir?
107 Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü/yönetimi kuşkusuz Allah'ındır? Ve Allah'tan aşağı (dûn) dost/veli ve yardımcı yoktur.
108 Yoksa elçinize daha önce Musa'ya sorduğunuz gibi sorular sormak/istekte bulunduğunuz gibi istekte bulunmak mı istiyorsunuz? Kim örtüp inkâr etmeyi inanıp güvenmekle değiştirirse andolsun yolun denge noktasından sapmış olur.
109 Kitap ehlinden çoğu gerçek onlar için apaçık olduktan sonra içlerindeki/egolarındaki kıskançlık/hasetten dolayı sizi inanıp güvendikten sonra örtüp inkâra döndürmeyi arzu eder. Allah'ın emri gelinceye kadar bağışlayın ve aldırmayın/hoş görün (vesfahû). Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir.
110 Salâtı ayağa kaldırın, zekâtı verin. Hayırdan/iyilikten kendiniz/egonuz için önden ne göndermişseniz Allah katında onu bulursunuz. Allah yaptıklarınızı görücüdür.
111 “Yahudi ve Hıristiyan olanlardan başkası asla cennete giremez” dediler. İşte bu onların temennileri/kuruntularıdır. De ki; “Doğru sözlüler iseniz delilinizi getirin” (hâtû burhâneküm). 23
112 Kesinlikle! Kim ki yüzünü Allah’a teslim eder ve güzel iş yapanlardan (muhsinun) olursa onun mükâfatı Rabbinin katındadır ve onlara korku olmadığı gibi onlar hüzünlenmeyeceklerdir de.
113 Yahudiler; “Hıristiyanlar bir şey üzere değiller” dediler. Hıristiyanlar da; “Yahudiler bir şey üzere değiller” dediler. Ve onlar kitabı okuyorlar. Böylece bilmeyenler de onların sözlerinin benzerini söylediler. Allah, kıyamet/diriliş gününde aralarında ihtilaf ettikleri şeyle ilgili hükmünü verecektir.
114 İçinde Allah’ın isminin anıldığı Allah’ın mescitlerini engelleyen/içinde kendi ismi anılsın diye Allah’ın mescitlerini engelleyen 24 ve onun harap olması için gayret edenden daha zalim kim olabilir. Hâlbuki oraya korkarak girmeleri gerekirdi. Onlar için dünya hayatında rezillik, ahiret/sonrasında da büyük bir azap/mahrumiyet vardır.
115 Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah genişleten/kuşatıp güç yetiren (vâsi’) ve bilendir.
116 “Allah çocuk edindi” dediler. Hâşâ/O münezzehtir. Bilakis göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Hepsi O’na boyun eğdiler.
117 O, göklerin ve yerin yoktan var edenidir (bedî'). 25 Bir işe karar verdiğinde şüphesiz ona "ol" der ve derhal olur.
118 Bilmeyenler; "Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet/delil/gösterge verilmeli değil miydi?" dediler. İşte bu sözleri öncekilerin sözleri gibidir. Kalpleri birbirine benzedi. İşte biz ayetlerimizi mukni olan/kesinlikle inanan toplum için açıklıyoruz.
119 Şüphesiz biz seni hak/gerçek ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik (erselnâke). Sen cehennem yaranından sorumlu değilsin.
120 Yahudiler ve Hıristiyanlar sen onların milletine 26 tabi olmadıkça senden razı olmazlar. De ki; "Asıl kılavuzlama Allah'ın kılavuzlamasıdır". Eğer sana ilimden gelenin ardından onların hevalarına/boş arzularına uyarsan senin için Allah'tan bir veli/dost ve yardımcı yoktur.
121 Kendilerine verilen kitabı hakiki bir okuyuşla okuyanlar, işte onlar, ona inanıp güvenenlerdir. Kim onu örtüp inkâr ederse işte onlar hüsrana uğrayanlardır.
Kitaba iman etmenin salt o kitabın Allah’tan olduğunu kabul etmek anlamına gelmediği bu ayet ile açıktır. Kitaba iman ettiğinizi söylüyorsanız o kitabı “hakiki bir okuyuşla okumalısınız” aksi takdirde bu iddianızın dinlenilir bir tarafı yoktur. Bu bağlamda Allah’ın indirdiği bütün kitaplara iman etmemiz gerektiği hususundaki emri de bu bağlamda değerlendirmemiz gerekmektedir.
122 Ey İsrailoğulları! Sizi nimetlendirdiğim nimetimi ve sizi âlemlere fazlalıklı/üstün kıldığımı hatırlayın.
123 Bir nefsin/egonun, başka bir nefsin/egonun herhangi bir şeyi ile karşılıklandırılmayacağı, kendisinden fidyenin kabul edilmeyeceği, hiç bir iltimasın/şefaatin fayda vermeyeceği ve yardımcılarının da olmayacağı o günden Allah'ın koruması altına girin.
Surenin en başından beri neredeyse konsept aynı; tarihsel olarak bu ayetler ve spesifik olarak 89, 90 ve 91. Ayetler bağlamı içerisinde incelendiğinde Medine'de Allah'ın elçisine indirdiği/indirmekte olduğu vahiy doğrultusunda kurgu kurup yürünmekte iken en büyük felsefi saldırıyı kitap ehli olan Medine sakini Yahudilerden aldığını görüyoruz. Doğal olarak ellerinde olan kitabı tasdik edici olarak gönderildiği ifade edilen vahye karşı kitap ehlinin ellerinde mevcut metne bakarak onaylamalarını beklemekte, yeni vahyin mensupları. Velâkin onlardan tam tersine inkâr ve saldırı görmeye başladıklarında hem şaşırıyor ve hem de durdukları yer ile ilgili sıkıntı çekmeye başlıyorlar, yaralanıyorlar. Allah Teâlâ’nın bu ve benzeri ayetler ile vahyin müntesiplerini onardığını görüyoruz. Tabiidir ki bu süreç de boşuna yaşanmıyor. Bu süreci bütünsel olarak kavramak ve evrensel yani her dönemde devam eden sonuçlarını ve her daim dikkat edilmesi gereken ilkeleri bu tarihsellik içerisinden çıkıp zamanımıza yönelik de okumak tabidir ki, elzem.
Ayetlerin açıkça bize anlattığı husus şu ki; Yahudiler ellerindeki kitabı kendilerine göre yorumlamışlar ve bu kitabı, kendilerinin diğer toplumlardan üstünlükleri için bir araç olarak algılamışlar. Kitabı kendileri için bir kılavuz/yol gösterici olarak değil de onlara verilmiş bir özellik olarak görmüşler. Allah'ın kitaptaki mesajı çok sade ve net olmasına, Allah Teâlâ "dinleştirme" konusunda kendilerine müsaade etmemiş olmasına rağmen mesajı dinleştirmişler ve kendilerine tahsis etmişler. Kitapta kendilerine yapılan uyarı ve geleceğe ilişkin haberleri kişisel toplumsal üstünlükleri algısıyla kavramışlar ve mesajın dinleştirme konusunda ileri gidenlere tahsis edileceği zannına kapılmışlar. Aksine, ellerinde bulunan kitapta haber verilen, kendilerine özellik ve üstünlük sağlayacağı zannında oldukları yeni mesajın gayet açık delillerle kendi toplumlarından olmayan ve kitaptan haberdar olmayan gayet sıradan bir insan olan “ümmi nebi resul Abdullah'ın yetimi Muhammed'e” indirilmesi bütün beklentilerini boşa çıkarmıştı. Kitabı kendisine tahsis eden profesyonel din adamları bu gerçeği yani yanıldıklarını ifade ettikleri taktirde bütün güç ve otoritelerini kaybedecek ve hatta ekstradan kendilerine tahsis ettikleri otoritenin yanında diğer insanlarla eşitlenme şanslarını dahi kaybedeceklerdi. Tabii ki böyle bir durum karşısında elleriyle oluşturdukları bu durumu korumak için ellerinden geleni yapacaklardı yani muhafazakârlaşacaklardı. Ellerindeki kitabın açık seçik mesajlarını bir kısım rivayetleri, kendilerinden önce gelip geçmiş din âlimlerinin sulandırılmış yorumlarını, elçilerine atfettikleri ve din kaynağı olarak kendi maksatları için kullandıkları, doğruluğu kendinden menkul uydurma söz ve uygulamalarını araç olarak kullanmak suretiyle örtecek ve "ne münasebet, getirdiğiniz bu türedi ayetler bizim elimizdekini tasdik etmiyor ki" diyeceklerdi. Dinleştirdikleri bu açık ve sade mesajı, oluşturdukları dini kast sistemi/hiyerarşi ile korumaya almışlar ve doğal olarak sade insana yönelik mesajı dinleştirerek şirket dini haline getirmişlerdi. Buradaki temel maksat kendilerinin ve kendileri ile beraber doğal olarak kendilerine tabi olan toplumların "kazanması" idi. Allah'ın mesajının muhatabı değil de ortağı gibi davranmayı tercih etmişlerdi. Bu durumun doğal sonucu olarak da kalplerine "buzağı" yani dünya hayatının süs ve nimetleri içirilecekti. Bu Allah'ın onlara, yaptıklarının tam bir karşılığı olarak verdiğiydi. (92 ve 93. Ayetler)
Allah Teâlâ ise tüm görünür görünmez orduları ile bu alt edilemez zannedilen sistemi sade bir insana tahsis ettiği lütfu ve vahiy ile hurdahaş etmek suretiyle sade insanı bu manipülasyonlardan kurtararak "cibril" ile onarmaktaydı. Mesajını değersizleştirenlerin hesaplarını başlarına geçirip melekleri ve "mikal" ile bu mesajın her zaman iktidar olduğunu, geri kalanın bir seraptan ibaret olduğunu yeniden ve yeniden ortaya koymaktaydı. (97, 98 ve 99. Ayetler) Hâlbuki onlardan istenen kendilerine verilen kitabı kuvvetle tutmaları ve mesajı dinlemeleriydi yani mesajın ortağı değil muhatabı olmalarıydı ama onlar "işittik ve sıkıca tuttuk" demek suretiyle mesajın ortağı olmayı seçmişlerdi. (93. Ayet) Böylece kendilerine bu sade mesajı getiren nebilerini öldürdüler/etkisizleştirdiler, bu mesajı onlara hatırlatan elçilerine kitabın mesajını bilmelerine rağmen sırtlarını döndüler. (91 ve 101. Ayetler) Profesyonellerin bu yaklaşımını da kitaptan haberdar olmayanlar doğal olarak takip edip sürdürdüler. (113. Ayet)
Bu gün yaşananlar bu apaçık mesaj sulandırılmadan anlaşılmaya çalışıldığında ne kadar da o gün yaşananlar ile benzeşiyor, farkında mısınız? Kuran'da geleceğe ilişkin verilen haberlerin nasıl sulandırıldığına ilişkin muhteşem bir örnek görmek istiyorsanız 72. Surenin son ayetlerinde verilen haberin Kuran'a tabi olduğunu iddia eden "kitap ehli" profesyonel din adamları tarafından nasıl manipüle edildiğini kendiniz araştırarak görebilirsiniz. Kuran'da apaçık haber verilen elçilerin mesajlarına nasıl sırtlarını döndüklerini ve böylece nebilerini etkisizleştirerek öldürdüklerini görebilirsiniz. Allah'ın onarıcılığına nasıl düşman olduklarını, mesajın asla sade insan tarafından anlaşılıp algılanamayacağını iddia ettiklerini, kast sistemleri oluşturduklarını görebilirsiniz. Artık mızrağın çuvala sığmadığı bu günlerde uydurulan din ile ilgili oluşan boşluğun birileri tarafından nasıl doldurulma gayretinde olunduğunu, kavganın sadece dünyada itibar ve güç kazanmak olduğunu, kimsenin Allah'ın mesajına kendisinin muhatap olduğunu kabul etmeyip mesajın ortağı gibi hareket ettiklerini, Allah'ın bu sade mesajının asla iktidar olamayacağına dair derin inançlarını nasıl pompaladıklarını görebilirsiniz. Allah ne diyorsa o! diyerek Allah'ın sade mesajını kavramaya çalışırsanız bunların hepsini apaçık görebilirsiniz. Ama bir sebeple kuruntularınızı merkezinize alırsanız, Allah'ın mesajının ancak profesyoneller tarafından anlaşılabileceğini düşünürseniz, merak etmeyin bu söylediklerimi asla anlayamayacaksınız. Tabii ki tercih sizindir. 109. Ayette emredildiği gibi Allah'ın emri gelinceye kadar bütün bu karmaşayı affedip hoş görmek gerekmektedir.
124 Rabbi İbrahim'i kelimelerle sınadığında (ibtelâ) o da onları tamamlamıştı. "Seni insanlara önder yaptım" dedi. "Soyumdan da" dedi. "Benim sözüm/ahdim zalimlere yönelmez" dedi.
125 Hani biz o evi insanlar için kredi kazanma yeri (mesâbeten) ve güven/emniyet yeri kılmıştık. İbrahim'in makamını siz de salât yeri edinin. Tavaf edenler (littâifîn), ibadete kapananlar/dinginleşenler (H.Atay) (vel'âkifîn) rükû edenler/Allah'ı birleyenler ve secde edenler/boyun eğip teslimiyet gösterenler için evimi temiz tutmaları konusunda İbrahim ve İsmail'den söz almıştık.
126 Hani bir zamanlar İbrahim; "Rabbim! Bu beldeyi güvenli kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe inanıp güvenen kimseleri ürünlerden rızıklandır" dedi. "Örtüp inkâr edeni de az bir süre metalandırırım sonra onu ateş azabına mahkûm ederim (sümmezdtarruhû). O, ne kötü bir dönüştür" dedi.
127 İbrahim ve İsmail o evin ana duvarlarını/temellerini (elqavâ'ide) yükseltiyorlardı. "Rabbimiz! Bizden kabul et! Şüphesiz sen işiten ve bilensin"
128 "Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan kıl, soyumuzdan da sana teslim olan bir topluluk (ümmeten) kıl! Bize ibadet yöntemlerimizi/ritüellerimizi (menâsikenâ) göster! Bize yönel/tevbemizi kabul et! (ve tüb 'aleynâ) Şüphesiz sen yönelişlere karşılık veren (tevvâb) ve merhametlisin (rahîm)".
129 "Rabbimiz! Onlara içlerinden senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti onlara öğretecek ve onları arındıracak bir elçi gönder. Şüphesiz sen aziz/güçlü ve üstün ve hakimsin/hüküm ve hikmet sahibisin".
130 Kendini/egosunu kandırandan (sefihe) başkası İbrahim'in milletine/dinine/inanç sistemine/yaşam tarzına rağbet eder. Biz dünyada onu seçmiştik. Şüphesiz o, ahirette de salihlerden/iyilerdendir.
131 Rabbi ona; "Teslim ol!" demişti de o; "Âlemlerin Rabbine teslim oldum!" demişti.
Kuran bütününde İbrahim peygamberin örnekliği sıklıkla vurgulanan ve hiç bir zaman göz ardı edilemeyecek bir örnekliktir. Bu örnekliğin sade bir okuyuşla okunarak algılanması hayati önemdedir. (130. Ayet) İbrahim, Rabbinden aldığı kelimeleri tamamlamıştı. (124. Ayet) Hepimiz Rabbimizden kelimeler almaktayız. Âdem’in cennetten indirilmesi sonrasında Rabbinden kelimeler alarak Rabbine yöneldiğini daha önceki ayetlerden biliyoruz. İnsanın şeytanın yolundan ayrılması Rabbinden aldığı bu kelimelerle mümkündür. Ancak bu kelimelerin alınması ve kullanılması tek başına yeterli değildir. Rabbimizden aldığımız bu kelimeler aynı zamanda bizim sınavımızdır. Anlaşılan o ki bu kelimelerin tamamlanması yani gereklerinin yerine getirilmesi İbrahim'in örnekliği bağlamında bir gerekliliktir. Kelimeleri tamamlayan İbrahim'in karşı karşıya kaldığı bir sonraki durum; önderliktir. Tamamladığımız bu kelimeleri gerçekleştirme konusunda kurgu kurmamız ve bu kurguya önderlik etmemiz gerekmektedir. Bütün bu kurgunuzu tabidir ki en güzel şekilde kendi yakınlarınızın sürdürebileceğini düşünürsünüz. Ama Allah Teâlâ’nın sünneti anlaşılan odur ki bu şekilde değildir. Allah'ın sözü zalim olanlara yönelmez, kimin yakını olursanız olun. Artık İbrahim, Allah'ın sevki ile bir beldeyi bu kurgu için seçmiş ve kurgusunu mücessemleştirerek temellerini atmış ve duvarlarını yükseltmeye başlamıştı. (125. Ayet) Bin bir emekle kurduğu bu kurguyu her aşamasında Rabbinin sevki ile ve O'na tam bir yöneliş ve teslimiyetle gerçekleştirmekte idi. (131. Ayet) Bu kadar emekle gerçekleştirdiği kurguyu tabidir ki korumak isteyecekti ve Rabbinden bu beldeyi güvenli kılmasını ve bu kurgunun amaçlarını paylaşmayanları oraya yaklaştırmamasını istedi. Hak Teâlâ’nın bu isteğe şerhi "Hayır!" oldu. Dileyen bu kurguya hangi maksatla olursa olsun gelebilir, orada bulunabilir ve gözlemleyebilir yani bu kurguyu tavaf edebilirdi. Bu kurgunun gözlemciler ve bu kurgunun amacını çeşitli düzeylerde paylaşanlar için temiz tutulması yani bu kurgunun korunması ve geliştirilmesi için gerekli tedbirlerin alınması da Allah'ın İbrahim ve İsmail'den aldığı söz idi. Tüm bu kurgunun sürdürülmesi ve amaçları yönünden temiz tutulması yani korunması ve geliştirilmesi başlı başına İbrahim'in Allah'a olan kulluğu idi. Bu kurguyu sürdürebilmek için gerekli olan kural ve uygulamaları yani kulluk ritüellerini öğretmesini Rabbinden dilemişti. (128. Ayet) Bu ritüellerin sebebinin ve maksadının anılan kurgunun korunması ve sürdürülmesi olduğunu anlıyoruz. 129. Ayet üzerinden ise bu kurgunun korunarak geliştirilmesinin en önemli koşulunun kurguyu sürdürenlerin içinden çıkacak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek ve onları arındıracak elçi/önder olduğunu da net bir şekilde görmekteyiz. Kurgu somutlaşana kadar bütün bu ritüellere ve önderlere karşı kötü örnekler üzerinden tepki duyarak "tatlı su demokratlığı" yapsanız bile kurguyu kurduktan sonra bu "iktidar karşıtlığı" ve "ritüelleri küçümseme" semptomlarının anlamsızlığını da açıkça görürsünüz. Hiç bir kurgu öndersiz yürütülemez. Üç kişi bir araya gelip bir amaç için hareket etse bile muhakkak aralarından bir başkan seçmek zorundadır. Bu ayette asıl dikkat edilmesi gereken mesaj bir önderin olmasından ziyade -ki bu mutlak gerekliliktir- bu önderin özellikleridir. Asıl talep edilen de budur, kanaatimce.
Bütün bu kurgunun merkezinde yükselen binanın "Ev" olarak nitelendirilmesi çok dikkat çekicidir. Musa Peygambere toplumunun zulüm altında olduğu durumda Allah Teâlâ’nın "evlerinizi kıble edinin!" emrini verdiğini hatırlıyorum. "Evlere kapılarından gir!" emri de malumumuz. Ev, özel alandır, mahremdir. Bu alana izin alınmadan, kapı çalınmadan girilmediği gibi girildikten sonra da o evin kurallarına riayet edilmesi zaten evrensel bir kuraldır. "Beyt" kavramı ile ilgili çalışmamızda da ortaya konulduğu gibi bu kurgu "evden başlayıp evde biter". Evlerimiz bizim çekirdek kurgumuzdur. Evlerimizi "salât" mekânı yani Allah'a yönelerek üretme merkezi haline getirmemiz gerekmektedir. Toplumsal olarak da kurgumuz bu mahrem/sınırlandırılmış evi inşa ederek medeniyetimizin merkezi haline getirme yani tüm insanların ve müminlerin ortak hedefi/karargâhı/stratejisi haline getirmek gerekir.
132 İbrahim ve daha sonra da Yakup bunu oğullarına vasiyet etti; "Ey oğullarım! Allah sizin için bu dini/yolu/istikameti seçti. Sizler sakın ha teslim olanlar olmadan ölmeyin!".
133 Yoksa siz Yakup'a ölüm hali geldiğinde orada mıydınız? O, oğullarına; "Benden sonra neye kulluk/hizmet edeceksiniz" demişti de onlar; "Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan o tek ilaha kulluk/hizmet edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" demişlerdi.
134 Onlar bir ümmetti gelip geçtiler. Onların kazandıkları kendileri için, sizin kazandıklarınız da sizin içindir. Onların yaptıklarından sorulmayacaksınız.
135 "Yahudi ya da Hıristiyan olun ki en güzele kılavuzlanasınız" dediler. De ki; "Bilakis! Hanif/Yaratılışa uygun 27 olan İbrahim'in milletine/dinine/yaşam tarzına... O, müşriklerden/ortak koşanlardan olmadı".
136 "Biz Allah'a ve bize indirilene ve İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına/oymaklara (H.Atay) (el esbât) indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilene ve Rablerinden o nebilere verilene inanıp güvendik. Onların hiç birini arasında bir fark gözetmeyiz. Biz O'na teslim olanlarız" deyiniz.
137 O'na sizin inanıp güvendiğiniz gibi inanıp güvenirlerse işte o zaman hidayet/kılavuzlanma üzere olurlar. Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz onlar şikak/parçalanma içindedirler. Onlara karşı Allah sana yetecektir. O, işiten ve bilendir.
138 Allah'ın boyası! (sıbğaten) 28 Boyası Allah'tan daha güzel olan kimdir? Biz O'na kulluk/hizmet ederiz.
139 Bizimle Allah hakkında tartışıyor musunuz? O, sizin ve bizim Rabbimizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız sizedir. Biz O'na tahsisliyiz, gönülden bağlıyız. (muhlisûn)
140 Yoksa siz İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakup ve torunlarının Yahudi ya da Hıristiyan olduğunu mu söylüyorsunuz? De ki; "Siz mi yoksa Allah mı daha iyi bilir?" Allah'tan katındaki tanıklığı gizleyenden daha zalim kimdir? Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir.
141 Onlar bir ümmetti gelip geçtiler. Onların kazandıkları kendileri için, sizin kazandıklarınız da sizin içindir. Onların yaptıklarından sorulmayacaksınız.
Onlar doğru yolda olmanın "Yahudi" ya da "Hıristiyan" olmakla mümkün olabileceğini söylüyorlar. Yani Allah'ın saf, duru, sade mesajını dinleştirerek kurguladıkları dine tabi olunmasının bir ön koşul olduğu zannındalar. Hâlbuki mesajın bir ismi yok. Mesaj "Allah'a teslimiyet" mesajıdır. Bu teslimiyet kavramını "İslamlaştırarak" yeni bir din oluşturmak suretiyle insanlara "Müslüman" olmadan doğru yolu bulamayacaklarını söylemek de bu ayetin eleştirdiği bağlamın ortasına düşmek demektir. Evet, biz elçiler arasında ayrım yapmayız. Onlar da yapmıyorlar. Kendi dinlerini getirdiğini düşündükleri elçiden önceki elçiler arasında bir ayrım yapmıyorlar. Ama sonra gelen elçileri kabul etmiyorlar. Asıl fark bizim Muhammet Peygamberden önceki elçiler arasında bir ayrım yapmamamız değildir, hem felsefi ve hem de pratik anlamda sonra gelen elçilere nasıl muamele ettiğimiz hususu asıl ayrım noktasıdır. Allah'ın saf, duru, sade mesajını dinleştirip dinleştirmediğimiz asıl ayrım noktası olacak. Kitabın mesajını bilerek ya da kafamızı kuma gömmek suretiyle bilmeyerek gizleyip gizlemememiz asıl ayrım noktası olacak. Anlaşılan o ki biz de o sade mesaja bu şekilde inanalar gibi inanmadığımız sürece bireysel ve toplumsal olarak parçalanmadan kurtulamayacağız.
Önemli olan Allah'ın boyasına boyanmaktır. Yoksa siz İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın ve torunlarının Yahudi, Hıristiyan ya da bütün bu haber verilenlerle beraber Muhammed'in Müslüman olduklarını mı söylüyorsunuz? Siz mi yoksa Allah mı daha iyi bilir? Bildiklerinizi neden gizliyorsunuz? Herkesin ve her toplumun kazandıkları kendilerinedir.
142 İnsanlardan beyinsiz olanlar; "Üzerinde oldukları kıbleden/hedeften onları çeviren nedir?" diyecekler. De ki; "Doğu da batı da Allah'ındır. O, dilediğini/dileyeni dosdoğru yola kılavuzlar".
143 Böylece sizi orta bir ümmet (ümmeten vesatâ) kıldık ki insanlar üzerine tanıklar olasınız ve elçi de sizin üzerinize tanıktır. Kim elçiye tabi oluyor ve kim de ökçeleri üzerinde geri dönüyor bilmemiz için üzerinde olduğunuz kıbleyi/hedefi değiştirdik (ve mâ ce'alnâ). Kuşkusuz bu Allah'ın kılavuzlamasına tabi olandan başkasına ağır gelir. Allah, sizin inanıp güvenmenizi zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara şefkatli ve merhametlidir.
144 Elbette yüzünü gökyüzüne çevirip durduğunu görüyoruz. Derhal seni hoşnut olacağın bir kıbleye/hedefe çevireceğiz; Yüzünü Mescid-i Haram/Sınırlanmış Mescid tarafına çevir! Nerede olursanız olun yüzünüzü o yöne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler elbette bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir.
145 Kendisine kitap verilenlere her türlü ayeti/delili/göstergeyi getirsen de senin kıblene/hedefine tabi olacak değiller. Sen de onların kıblesine/hedefine tabi olacak değilsin. Onlardan bir kısmı diğer bir kısmının/birbirlerinin kıblesine/hedefine de uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların hevalarına uyarsan şüphesiz sen de zalimlerden olursun.
146 Kendilerine kitap verdiklerimiz onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Şüphesiz içlerinden bir grup bilmelerine rağmen gerçeği gizliyorlar.
Bu ayette belirtilen kitap ehlinin oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları Muhammet Peygamber olabileceği gibi bağlamı içinde değerlendirildiğinde gelecek elçinin kıbleyi değiştirmesine dair bilgi de olabilir.
147 Gerçek Rabbindendir, kuşkulananlardan olma!
148 Herkesin yöneldiği bir yönü vardır, o halde hayırlara koşun/hayırlarda yarışın/hayırları öne çıkarın (festebiqûlhayrât) Nerede olursanız olun Allah sizi toplar. Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir/ölçü koyandır.
149 Nereden çıkarsa çık yüzünü Mescid-i Haram/Sınırlanmış Mescid tarafına çevir. Şüphesiz bu Rabbinden bir gerçektir. Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir.
150 Nereden çıkarsa çık yüzünü Mescid-i Haram/Sınırlanmış Mescid tarafına çevir. Nerede olursanız olun yüzlerinizi o yöne çevirin. Onlardan zalim olanları dışında insanların elinde aleyhinize bir delil olmasın. Onlardan ürpermeyin/korkmayın, benden ürperin/korkun. Ben de sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki en güzele kılavuzlanırsınız.
151 İçinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, kitabı ve hikmeti öğreten ve bilmiyor olduklarınızı size öğreten bir elçi gönderdiğimiz gibi...
152 Öyleyse beni anın/öğüdümü dinleyin ki ben de sizi anayım ve bana teşekkür edin, örtüp inkâr/nankörlük etmeyin.
153 Ey inanıp güvenenler! Sabır ve salât ile benden yardım isteyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.
154 Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler velâkin siz farkında değilsiniz.
155 Sizi korku, mallardan, canlardan/egolardan ve ürünlerden eksiltme ile sınayacağız. Sabredenlere müjdele.
156 Onlara isabet eden şey isabet ettiğinde/başlarına her ne gelirse; "Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler.
157 İşte Rablerinden destekler (salevât) ve merhamet onların üzerinedir ve işte onlar en güzele kılavuzlananlardır.
158 Şüphesiz safa/sükûnet ve merve/mertlik Allah'ın alametlerindendir. Kim o evi hacceder veya umre/kısa süreli ziyaret ederse o ikisi arasında tavaf etmesinde/dolaşmasında bir sakınca yoktur. Kim gönülden bir hayır/iyilik işlerse Allah teşekkür eden ve bilendir.
159 Biz insanlara kitapta onu açıkladıktan sonra indirdiğimiz apaçık kanıtları ve kılavuzu gizlerse işte onlara Allah ve bütün lanet edenler lanet eder/dışlar.
160 Ancak yönelir/tevbe eder ve ıslah olur/düzelir, düzeltir ve açıklarlarsa işte onların yönelişine karşılık verir/tevbelerini kabul ederim. Ben yönelişlere karşılık veren/tevbeleri kabul eden ve merhametliyim.
161 Şüphesiz örtüp inkâr edenler ve örten inkârcılar olarak ölenler, işte Allah'ın, meleklerinin ve tüm insanların laneti/dışlaması onların üzerinedir.
162 Orada ebedi kalıcıdırlar. Onların üzerinden azap/mahrumiyet hafifletilmez ve onların yüzüne bakan/gözeten olmaz.
163 İlahınız tek bir ilahtır. O Rahman ve Rahim olandan başka ilah yoktur.
164 Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışı, gece ve gündüzün ihtilafı/birbirinin peşinden gitmesi, insanlara faydalı olan şeylerle denizde akıp giden gemi, gökyüzünden indirilen su ile ölümünden sonra yeryüzünün canlandırılması ve onda bütün canlıları yayılması, rüzgârların tasarruf edilmesi, yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutlar (essihâb) aklını kullanan bir toplum için ayetlerdir/işaretlerdir/göstergelerdir.
165 İnsanlardan Allah'tan aşağı eşler edinenler onları Allah'ı sever gibi severler. İnanıp güvenenler ise en çok Allah'ı severler. Zulmedenler o azabı/mahrumiyeti gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'ın olduğunu, Allah'ın azabının/mahrumiyetinin şiddetli olduğunu keşke görselerdi.
166 O zaman tabi olunanlar tabi olanlardan uzak dururlar (tebarrea). Azabı/mahrumiyeti görürler ve onların bütün bağları (elesbâb) kesilir.
167 Tabi olanlar; "Bizim için bir kere daha olsaydı da bizden yüz çevirdikleri gibi biz de onlardan yüz çevirseydik". Böylece Allah onlara kendilerine pişmanlık (haserât) olan eylemlerini gösterir.
168 Ey İnsanlar! Yeryüzündeki helal ve hoş şeylerden yeyin! Şeytanın adımlarına tabi olmayın/izlemeyin! Kuşkusuz o, sizin apaçık düşmanınızdır.
169 Şüphesiz o, size kötülüğü, fuhşiyatı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
170 Onlara; "Allah'ın indirdiğine uyun!" denildiğinde onlar; "Bilakis biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. O ataları hiç bir şeyi akletmeyen ve doğru yola kılavuzlanmayanlar oldularsa da mı?
171 Örten inkârcıların örneği; bağırıp çağırmaktan başkasını duymadığı halde haykıran/anlamadan tekrar eden (yen'iqu) gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler ve onlar akıllarını kullanmazlar.
172 Ey inanıp güvenenler! Eğer yalnızca O'na kulluk/hizmet ediyorsanız size verdiğimiz rızıkların hoş olanlarından yeyin ve Allah'a şükredin!
Dostları ilə paylaş: |