Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə119/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   115   116   117   118   119   120   121   122   ...   134

ÇIRPICI ÇAYIRI

ni yineleyerek tekdüze olmayan, tersine son derece incelikli bir formülasyona u-laşmak, planda gözlenen açıklık ve sadelikle bağıntılıdır. S. H. Eldem'in de işaret ettiği gibi Avrupa örneklerine üstünlük buradadır: Geleneksel şemanın klasik disiplinle uyumlulaştırılmasındadır.

Cephede, klasik yapı ve barok vurgular arasındaki gerilimi adeta nötralize eden bir dekoratif örgü vardır. Bu örgü, eğrisel çizgilerin son derece az olduğu cephede pencere kemerlerinin üstüne veya içine yerleşen bir veya iki sıralı taş oyma neogotik motiflerdir. Taş işçiliğinin özenli örneklerini sergileyen dilimli rozetler ve nervürlerden oluşan dantel görünümlü bu motifler, aslında yapının strüktüründen ayrı ve âdeta bezeme niteliği belirtilerek her öğede kullanılan hafif bir dekorasyon örgüsüdür veya bir tür perdedir. Bu neogotik perdeleri, kornişlerin gotik nervür motifli tablaları ve zar biçimli kolon başlıkları tamamlar. Kolonların zar başlıkları üzerine ters kalp biçiminde ve uçları rumîye dönüşen bir motif işlenmiştir.

Sarayın içi, fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla bütün yazarların kendilerini alamadıkları abartılı övgülerine hak verdiren bir görkem sergilemektedir. Bir kere zülvecheyn sofaların 40x22x14 m gibi boyutlarda oluşu ve hem bahçelere hem de denize bakışımı, simetrik ve aksiyal merdiven düzenleri etkileyici mekânsal verilerdir. Buna artistik düzeyinin yüksek olduğu fotoğraflarında da görülebilen pırıltılı dekorasyonu eklenmektedir.

Sarayın içinde kimi Osmanlı motiflerinin de yer aldığı oryantalist bir iç mekân düzenlemesi ve dekorasyonu gerçekleştirilmişti. Avrupa mimarlığının eklek-tisist repertuvarına Çin, Hindistan veya Mısır'dan sonra İslam kökenli bir oryantalizmin girdiği ve 19. yy'ın ikinci yansında gözde bir eğilim olarak yaygınlaştığı bilinir. Türkiye'ye diğer eklektisist üsluplar gibi gelen bu konsept, kısa sürede benimsenir ve Osmanlı motiflerinin eklenmesi ile yerlileşmeye başlar. Beylerbeyi Sarayı'ndaki uygulamadan sonra Çırağan'da Islami geleneğin ve Osmanlı mimarlığının olanca birikiminin sergilendiği olağanüstü bir yapıta dönüşür.

Çırağan Sarayı, düzenleme ve dekorasyon tasarımı açısından Almanya'daki Wilhelma Sarayı ile yakın bir benzerlik gösterir. Kral I. Wilhelm von Württem-berg için, mimar Ludwig Zanth (1796-1857) tarafından tasarlanıp gerçekleştirilen Wilhelma Sarayı (1842-1846), yalnız dekorasyonu ile değil haçvari planlı salonları, kolon, kemer vb mimari öğelerin kullanımı açısından da Balyanlara örneklik etmiş görünmektedir. Özellikle bu nedenle Balyanların Wilhelma'ya gitmese-ler bile resimlerini gördüklerine kesin gözüyle bakılabilir.

Hemen tüm yazarlar, Çırağan'ın üslubu konusunda sultanın istek ve ısrarı olduğunda birleşiyorlar. Sultanın bu isteğinde kuşkusuz en büyük pay, Beylerbeyi Sarayı deneyimi olmuş olmalıdır.

Nisan 1863'te Mısır'a yaptığı yolculuk sırasında Kahire'de muhtemelen görmüş olduğu El Cezire'deki yapımı henüz bitmiş köşkün etkisi buna eklenmiş olabilir. Abdülaziz, tanınmış bir mimar olan Cari W. V. von Diebitsch'ın (1819-1869) hıdiv için gerçekleştirdiği oryantalist üsluplu diğer yapıları ve bu sonuncusunu tüm şatafatı içinde görmüş olmalıdır.

Balyanların da Beylerbeyi deneyimine ek olarak o yıllardaki oryantalist uygulamalarla yakından ilgilendikleri ve pek çok yapıda bunu uyguladıkları bilinmektedir.

Çırağan Sarayı'nın oryantalist iç mekân düzenlemelerinde kolon kullanımının özel bir biçimi vardır. Sarayın karadan ana girişi, Dolmabahçe Sarayı'nda olduğu gibi kitlenin dar kenarmdadır. Sarayın hükümdara ait olan kuzey kesimindeki bu girişte, önde dört basamak-lık bir seki düzeni yapılmıştır, iki yanına odalar konan ve uzunlamasına kullanılan giriş holünde dört sıra halinde dizilen kolonlar, anıtsal merdivene doğru derinlemesine bir perspektif verirler. Üst kattaki Hünkâr Sofası'nda ise, emperyal bir divanhane düzeni kurulmuştur. Salona girişin dışındaki üç eyvanda, dörder basamakla çıkılan mekânlar vardır. Divanhane düzeninin merkezi, ortada kare bir mekân belirleyen dörder kolonluk demetlerle işaret edilmiştir. Doğu ve batı eyvanlarında basamak başlarında birer çift kolon vardır. Hünkâra ait olan eyvana ise ayrıca iki kolon sırası daha eklenmiş ve bir tür hükümdar sergilemesi yapılmıştır. Hünkâr Sofası'nda, tek, çift veya dörtlü kolonların gerçekten de simgesel (neredeyse ikonografik) bir yerleş-tirimi gözlenir.

Kolonlar, yükseltilmiş tabanlar üzerindedir ve zar biçimli başlıkları vardır. Kolon, başlıktan sonra gelen bir üst parçayla daha da yükseltilmiştir; görsel olarak başlıkla bitse de kolonu daha yüksek ve dolayısıyla daha narin gösteren ve Elhamra örneklerine referans veren üslup öğeleridir. Zemin kat kolonları, beyaz mermerdendi. Üst katlardakiler (tek, ikili veya dörtlü) daha narin ve renkli taşlardan yapılmış görünüyor.

Sofalarda evyanların merkeze açılışında ve diğer tüm bağlantılarda kolonlar birbirine düz atkılı sistemde bağlanmıştır. Kolonların kirişlerle birleşmesinde köşebent çiftleri kullanılmıştır. Yükseltilmiş kolon ve köşebent kullanımı Wil-helma Sarayı'ndakilere benzer.

İçeride, mevcut fotoğraflarda görüldüğü kadarıyla kapılar at nalı kemerlidir. Beyaz ve renkli mermerle almaşık geçmeli örülmüş ve kemer merkezine göre ışınsal demetler halinde yerleştirilmiştir.

Buraya kadar betimlenen iç düzenlemede, Wilhelma'da ve daha pek çok Avrupa örneğinde olduğu gibi Elhamra referansı açıktır. Buna Osmanlı mimarisinin kullanımına alışık olduğu mukarnaslı nişler, bezemelerdeki geometrik kadraj, sekilerin ajurlu korkulukları ve bezemenin ayrıca analiz edilmesi gereken Os-

manlı-İslam programı, rumîler, hatailer katılmakta ve sonuçta etkileyiciliği su götürmez ama fotoğraflarla kavranması zor gerçekdışı bir dekor ortaya çıkmaktadır. Tam da oryantalist imgelemin öngördüğü gibi zaman dışı, tarih dışı, masalsı bir saray biçimlenmiştir. Tek defalık ve kendine özgü.

Balyanların başarısının birincil nedeni, Avrupalı mimarın yorumladığı Doğu' nün içinden olmalarıdır. Sonucu karmaşaya değil zenginliğe dönüştüren ikinci etken ise eğitimlerinden ve aile geleneğinden gelen klasik disipline bağlılıklarıdır.

Saray yapım tekniği açısından tamamen kagir malzeme ile: a) Bodrumda kesme taşla kaplı moloz taş, b) katlarda masif kesme taş, c) iç bölmelerde kalın tuğla ile inşa edilmişti. Kat döşemelerinde kare kesitli kalın demir gergi ve bağlamalar kullanılmıştı. İnşaatın demir-çe-lik işlerini Antranik ve Agop ustalar yapmıştı.

Sarayın arkasında Yıldız Parkı'mn caddeye bakan seti üzerinde "Billur Köşk" olarak anılan bir limonluk vardı. Bir yabancı yazarın Londra'daki Kristal Palas'a benzettiği bu sera, kuşluk olarak da kullanılıyor olmalıydı. Abdülaziz, halkın "Cam Saray" dediği bu yapıyı güneşte fazla ısındığı gerekçesiyle yıktırdı.

Sarayın bir diğer ek yapısı, Eldem'in "Çardaklı Pavyon" olarak bir fotoğrafını da verdiği yapıdır. Abdülaziz döneminde Validebağ ve Ayazağa'da yapılan av köşklerine benzeyen ama göründüğü kadarıyla dökme demir parçalar kullanılarak yapılmış neoklasik üslupta bir pavyondu.

Saray 1871'de tamamlandı. 4.000.000 Osmanlı altınına mal olan yapımdan sonra sedefli, fildişili Şam işi eşyalarla, ipek ve atlas perde ve kanepelerle döşendi.



Bibi. T. Allom-R. Walsh, Conslanlinople and the Scenery of Ihe Seven Cburcbes of Asia Minör, I-II, Londra, 1839; Kömürciyan, istanbul Tarihi, 40, 255-256; İnciciyan, istanbul, 96, 159; N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde istanbul, ist., 1992; N. Atasoy, "Çırağan Sarayı", 10 Bülteni. Atatürk Özel Sayısı, 1/2 (1982), s. 22-29; A. Batur, "Batılılaşma Döneminde Osmanlı Mimarlığı", TCTA, IV, 1038-1090; ay, "Mimarlıkta Oryantalist Eğilimler Üzerine Bazı Gözlemler", Yapı, S. 108 (Kasım 1990), s, 50-61; ay, "İstanbul Mimarlığında Oryantalizm", Arredamen-to Dekorasyon, S. 9 (1992), s. 84-91; M. Ce-zar, "Sanatta Batıya Açılışta Saray Yapıları ve Kültürünün Yeri", Milli Saraylar Sempozyo-mu, Bildiriler, ist., 1984, s. 45-68; P. A. Det-hier, Boğaziçi ve istanbul, İst., 1993; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II; Eldem, Boğaziçi Anılan; Aslanoğlu-Evyapan, Eski Türk Bahçeleri; Evliya, Seyahatname, I; S. Eyice, "istanbul", 1A, V/2, 1214/55; S. Germaner-Z. İnankur, Orientalizm ve Türkiye, ist., 1989; Ç. Güler-soy, Çerağan Saraylan, ist., 1992; E. Işın, "istanbul'un Mistik Tarihinde Beşiktaş-Bahariye Mevlevîhanesi", istanbul, S. 6 (Temmuz 1993), s. 129-137; İSTA, VIII, 3934-3936; S. Koppekamm, Der Imaginare Orient, Berlin, 1987; Pardoe, Bosphorus; M. Sözen, Devletin Evi Saray, İst., 1990; Şehsuvaroglu,

ÇIRAK MEKTEPLERİ

"Gece mektepleri" de denmiştir. II. Meş-rutiyet'te İstanbul'da sanat ve ticarete yönelen, ancak okuma ve yazma bilmeyen gençlere gece eğitimi veren kurumlardı.

İlk kez 27 Şubat 1910'da Darüşşafaka Mezunları Cemiyeti tarafından İstanbul' da esnaf çıraklarına okuma yazma öğretmek maksadı ile "Çırak Mektebi" adı altında parasız bir halk dershanesi faaliyete geçti.

19l4'te İstanbul Şehremaneti Meclisi belediyeye bağlı çırak mekteplerinin açılması için bütçeye ödenek koydu. Amaç okuma olanağı bulamayan sanat ve ticaret mensuplarının eğitimlerine yardımcı olmaktı. O yıl, İstanbul'daki ticaret ve sanayi merkezlerine yakın üç okul açıldı. Eğitime 26 Ocak 1915'te başlandı.

1918'de çırak mekteplerinin sayısı sekize çıkmış bulunuyordu. Kayıtlı çırak ve esnaf ise 500 dolayındaydı. 1926'ya kadar toplam 1.358 genç "şahadetname" aldı.

Çırak mekteplerinde eğitim, ticaret, sanat ve diğer meslek gruplamalarına göre şubelere ayrılmıştı. Her şubenin programı, "umumi" ve "nazari" diye iki alanı kapsamaktaydı. Eğitim süresi dokuz aydı. Çırak mekteplerinde dışarıdan ders ve uygulama izleme olanağı da vardı ve isteyenler imtihanlara girerek şahadetname de alabilmekteydiler.

1915-1926 arasında bir boşluğu dolduran çırak mektepleri, 1929'da açılan Millet Mektepleri'nin temeli sayılır.

Bibi. Ergin, Maarif Tarihi, IV; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964; N. Sakaoğlu, Os-manh Eğitim Tarihi, ist., 1991.

KUTLUAY ERDOĞAN



ÇIRAKLIK EĞİTİM MERKEZLERİ

Kısaltılmış olarak CEM denir. 2089 sayılı Çırak, Kalfa ve Ustalık Kanunu ile 3308 sayılı Çıraklık ve Mesleki Eğitim Kanunu uyarınca, aday çırak, çırak, kalfa ve ustalara eğitim veren çeşitli kurs ve mesleki eğitim kurumlarıdır.

1993-1994 arasında İstanbul'daki bağımsız ÇEM'ler şunlardır: Tozkoparan, Fatih, Muhsin Ertuğrul (Zeytinburnu'n-da), Atatürk, Yalova, Ali Ülker (Topkapı' da), Ulubatlı Hasan (Ümraniye'de), Bostancı, Pendik, Doğu Sanayi (Yenibosna' da). Endüstri meslek liselerine veya halk eğitim merkezlerine (HEM) bağlı CEM' ler: Şişli (Şişli Endüstri Meslek Lisesi'ne bağlı), Kartal, (Kartal Endüstri Meslek Lisesi bünyesinde), Beyoğlu, (HEM'e bağlı), Silivri (HEM'e bağlı), Çatalca (HEM'e bağlı), Gaziosmanpaşa (HEM'e bağlı). Toplam 16 merkezdeki eğitim, bağımsız ÇEM'lerde merkez müdürlerinin, endüstri meslek liseleri bünyesindekiler bir müdür yardımcısının, halk eğitim merkezlerine bağlı olanlarda ise merkez müdürlerinin koordinesiyle sağlanmaktadır.

ÇEM'lerin en kalabalık mevcutlu olanlarından Tozkoparan Çıraklık Eğitim Mer-kezi'nde 2.000 çırak ve kalfa adayı ka-

yıtlıdır. Bu merkez ayrıca sekretarya göreviyle denklik işlemlerini de yürütmektedir. Kalfalık bonservisi olan ileri yaştaki kalfaların denklik sınavı işlemi burada yapılır.

1993-1994 öğretim yılında merkezlerde 10.000 dolayında aday eğitim görmektedir. Öğrencilere 58 dalda meslek eğitimi verilmektedir.

Bostancı Eğitim Merkezi'nde 1993-1994 döneminde 730 öğrenci, oto motor, oto elektrik, radyo-TV tamiri, elektrik tesisat, kaporta tamiri, diş protezi, pastacılık ve tatlıcılık, tornacılık, kaynakçılık, sac işleri, sıhhi tesisat kursları görmektedirler.

Çıraklık eğitim merkezlerine ilkokul mezunu ve bir işyerinde çalışmakta olan ilkokul mezunlarından 14 yaşından gün almayanlar aday çırak, 14-19 yaşları arasında olanlar çırak olarak kayıt olurlar. Aday çıraklarla çıraklar, günde 10 saat teorik ders görürler. Genel bilgi dersleri Türkçe, meslek matematiği, din kültürü ve ahlak bilgisi, sosyal bilgilerdir. Meslek dersleri ise teknik ve mesleki resim ile meslek bilgisidir. Yıllık toplam ders saatleri 896'dır. Genel bilgi dersleri bütün dallarda ortaktır.

Kalfalık dönemi eğitimi, yoğunlaştırılmış kurs şeklinde uygulanır. Bu kursa katılanlar 3 yıl sonra, katılmayanlar da 5 yıl sonra ustalık sınavına girmektedirler. Sınavlar, ekonomi, işletme bilgisi, işçi sağlığı ve iş güvenliği, beşeri ilişkiler, muhasebe, sigorta ve vergi mevzuatı, çalışma hukuku ve ileri meslek bilgisi derslerinden yapılır. Ustalık unvanı alanlar ayrıca 40 saat süreli "iş pedagojisi kurs programı"ndan geçirilirler.

Türk-Alman Çıraklık Eğitim Projesi kapsamında ise İstanbul'da 1983-1984'te 39, 1984-1985'te 81, 1985-1986'da 131, 1986-1987'de 205, 1987-1988'de 272, 1988-1989'da 357, 1989-1990'da 423, 1990-1991'de 492 ve 1991-1992'de de 560 öğrenci çıraklık eğitimi görmüştür.

İstanbul çıraklık eğitim merkezlerinde değişik dallarda 1986-1987'de 5.068, 1987-1988'de 6.176, 1988-1989'da 8.118, 1989-1990'da 7.091 ve 1991-1992'de 10.271 kız ve erkek öğrenci kurs görerek belge almıştır.

Zeytinburnu Muhsin Ertuğrul Çıraklık Eğitim Merkezi binasını İstanbul Yardım Sevenler Derneği 1991'de yaptırmıştır.



Bibi. Çırakhk Eğitim Merkezleri Yönetmeliği, Ankara, 1991; Z. Özkan, Çırakhk Eğitimi (Ülkemizdeki Tarihi Gelişimi Uygulamalar ve Bugünkü Durumu), 1992; Ü. Aykutay, Tür-kiye 'de Çırakhk Eğitimi, Ankara, 1991; Çıraklık ve Yaygın Eğitimde Gelişmeler, Ankara, 1992.

KUTLUAY ERDOĞAN



ÇIRPICI ÇAYIRI

Eski İstanbul'un ünlü mesire yerlerinden birisi.

Surların dışında, bugünkü Veliefendi Hipodromu'nun kuzeyinde, Mevlanakapı ile Silivrikapı arasında yer almaktaydı. Eski adıyla E-5, yeni adıyla D-100 Kara-yolu'nun Topkapı-Küçükçekmece arasın-

daki kesimi, 1934 Şehir Rehberi'nde Çırpıcı Caddesi diye gösterilen, halk dilinde Londra Asfaltı denilen yolun düzeltilmiş ve genişletilmiş halidir. 1954'te toprak tesviyesine başlanan bu yoldan sonra, Çırpıcı Caddesi tamamen ortadan kalkmıştır. Topkapı'dan Çırpıcı'ya eski yoldan yaya olarak yarım saatte gidilirdi.

Çayırın yakınlarındaki bir su kaynağı, Bizans İmparatoru I. Leon döneminde (457-474) Meryem Ana'ya adanan bir ayazma durumuna getirilmiş, özellikle bahar mevsimlerinde kutsal bir ziyaret ve eğlence yeri olarak büyük rağbet görmüştür. Osmanlı döneminde bu gelenek hem Hıristiyan, hem de Müslüman halklar arasında sürüp gitmiştir. Önceleri "Ayazma" denilen mesire yerinde üstün nitelikli içme suyu kaynakları, çeşmeler ve köprüler vardı.

Çevresine varlıklı kişilerin köşk ve evler yaptırmış olduğu bu çayırı, İstanbullular ağaçların hemen yapraklandığı ve çevrenin yeşillendiği Hıdrellez'den (Yeşillik Günü) başlayarak akın akın ziyaret ederlerdi. Daha sonra, yazma, tülbent, çuha, keçe, halı, kilim gibi pamuklu ve yünlü kumaş vb dokuma materyalini boyama işlerinde çalışan zanaatçıların bu mesire yerinin yakınına yoğun olarak yerleşmeleri üzerine, çayıra "Çırpıcı" adı verildi. Çırpıcı sözcüğü "çırpmak" kökünden türetilmiştir; boyanmış halı, kilim, bez malzeme özel olarak inşa edilmiş taş veya beton su havuzlarında çırpılmak suretiyle temizlenirdi.

Çırpıcı Çayırı'mn ortasından akan derenin üzerinde birkaç tarihi köprü mevcuttu. Dere kenarında I. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından açılan artezyen kuyularına daha sonra çevredeki sanayi tesisleri yenilerini eklemişlerdir.

Çırpıcı Çayırı'mn bir de geleneği vardı; her sene mayıs ve haziran aylarında İstanbul'un zencileri (Habeşîler) burada oyun gösterilerinde bulunurlardı. Önceleri Çamlıca'da senede bir gün kutlanan bu Afrikalılar bayramında haremağaları, bacılar, susamcı kadınlar Çileharie'de toplanırlar, gruplar halinde tepeye tırmanırlar, yabani çiçeklerden başlarına taçlar, çelenkler, bellerine kemerler, bileklerine bilezikler ya da kulaklarına küpeler örerler, halkalar oluşturup Habeş türküleri söylerlerdi. Daha sonra bu bayramlar Çırpıcı Çayırinda da düzenlendi, zamanla bahar aylarında her hafta yapılan bir profesyonel gösteriye dönüştü. Halk, "Arapların Düğünü" adını verdiği bu gösterileri izlemek için cumaları Çırpıcı Çayırı'm doldururdu. Örneğin, 15 Haziran 1927 tarihli Mittiyet'teki bir ilanda, "Çırpıcı mesire mahallinde bu ayın 18' inci cuma günü kadim olan araplar kabak vesaire çalgıları ile icray-ı ahenk edeceklerinden ahal-i muhteremeye ilân olunur, Araplar Kolbaşısı Said Ağa" der nilmektedir.

Bu çayırlık alan ayrıca, Rumeli seferlerine çıkan ordular için bir konak yeri olarak da kullanılmıştır. IV. Mehmed'i (hd 1648-1687) tahttan indirmeden önce

ÇİÇEK PASAJI

508

509

ÇİÇEKÇİLİK

Siyavuş Paşa askerleri ile burada konaklamıştır (1687). III. Selim'in (hd 1789-1807) öldürülmesi, IV. Mustafa'nın (hd 1807-1808) tahttan indirilmesi ve II. Mah-mud'un (hd 1808-1839) tahta çıkarılmasıyla sonuçlanan olaylar dizisi sırasında (1807-1808), Alemdar Mustafa Paşa Rusçuk'tan ordusuyla istanbul'a geldiği zaman, şehre girmeden önce ordugâhını Çırpıcı Çayırı'nda kurmuştur.

Bir mesire yeri olarak önemini özellikle 1945'ten sonra yitirmiştir. Bugün birçok fabrika ve işyerlerinin sıralandığı eski çayır, orası burası izbelik, çirkin bir sanayi bölgesine dönüşmüş, çarpık kentleşmeden nasibini almıştır. Çırpıcı Deresi ise bazı yerlerde kanala alınmış olmakla beraber, lağım gibi pis su akıtmaktadır.

Büyükşehir Belediyesi'nin isteği üzerine, İÜ Orman Fakültesi, Peyzaj Bölü-nıü'nce hazırlanan "Çırpıcı Çayırı Rekreasyon Plam"nın uygulanması halinde, yakın bölge halkı nefes alabileceği bir a-ğaçlık alana, büyükçe bir gezinti parkına kavuşmuş olacaktır.



Bibi. Ş. Akbulut, "Çırpıcı", "Çırpıcı Caddesi", "Çırpıcı Çayın", ISTA, 3949-3951.

FAİK YALTIRIK



ÇİÇEK PASAJI

Beyoğlu'nda ünlü ve tarihi bir pasaj.

1870'teki büyük Beyoğlu yangınında yok olan Hoca Naum Tiyatrosu'nun arsası üzerine banker Hristaki Zografos Efendi tarafından Cleanthe Zanno'nun mimarlığında yeni tip bir çarşı binası olarak, Çite de Pera adıyla yaptırıldı (1874-1876). Grand Rue de Pera (İstiklal Caddesi) ile Tiyatro Sokağı'nın (bugün Sahne Sokağı) bulunduğu köşede yer alan ve her ikisine de açıldığı için geçit (pasaj) niteliğinde olan yeni yapı, cadde üzerindeki dükkânları, iç dükkânları ve konut ya da muayenehane, yazıhane olarak kullanılan daireleriyle (toplam 24 dükkân, 18 daire) üç bölümden oluşuyordu. Dükkân ve dairelerin kiraya verilmesi uzun bir zamana yayıldı. Pasajın ilk 30 yılı içinde faaliyete geçen ya da el değiştiren dükkânlar arasında cadde üzerindeki Maison Parret (daha sonra ünlü Degüstasyon Lokantası) burada açılmıştı ve Vallaury'nin pastanesi, Nakuma-ra'nın Japon mağazası, Dulas'ın Natürel çiçekçisi ya da daha sonraları Pandelis' in çiçekçi dükkânı, Schumacher'in Rus börekleriyle ve küçük Viyana ekmekleriyle ünlü fırını, Narlıyan kardeşlerin bonmarşe türü mağazaları, Panayot Yor-giadis'in mobilya ve antika dükkânı, Ti-berius'un sonradan meyhaneyle genişlettiği domuz eti ürünleri dükkânı, Ke-serciyan'ın terzihanesi, Papadopulos'un mücellithanesi, Sideridis'in kürkçü, Bon-nevial'ın tuhafiyeci, Köleyan'ın kuaför, Boyacıyan'ın kunduracı, Karakatulis'le-rin zücaciyeci, Temapulos'un saatçi, Bor-deaux'nun halıcı, Levy'nin gözlükçü, Acemyan'ın tütüncü dükkânları, Teodo-ridis'in eczanesi, Yorgo'nun meyhanesi, Hristo'nun kafesi vb sayılabilir. Dairele-

Çiçek Pasajı'nın istiklal Caddesi'ndeki cephesi. Ali Hikmet Varlık, 1994

rin sakinlerinden bazıları ise Dr. Bouc-het, Dr. Toussainte, Dr. Mile. Weissent-hanner, Avukat Bennet, Dr. Pleskoff, Dr. Cilaiditis, sarraf Hacı Hristo, tüccar Ell-yakim, Mimar Zatinopulos, terzi Guisti-niani, Mme. Olga ve güzellik enstitüsü vb idi.

Başlangıçta Çite de Pera ya da Hristaki Pasajı denilen binanın mülkiyeti 1908' de Sadrazam Küçük Said Paşa'ya geçince bu adlara bir de Said Paşa Geçidi eklendi. Mütareke yıllarında bir-iki çiçekçi dükkânı daha açıldı. 1930'lu yıllarda cadde üzerindeki ünlü Degüstasyon Lokantası binanın içine bakan kapalı kapılarını yazlan açıp, oraya masalar koyarak pasajda meyhane ve birahane dönemine ilk adımı attı. Bu buluşun rağbet görmesi üzerine, cadde ile sokağın kesiştiği köşede önce Vallaury'nun pastanesi, sonra Mastoraki'nin tuhafiye mağazası olan dükkânda Nektar Birahanesi açılıp, ehven fiyatlarından dolayı büyük bir müşteri kalabalığını çekince, pasajın bugünkü niteliğine dek uzanacak süreç fiilen başlamış oldu. Dimitri burayı daha sonra kapattıysa da binada başka meyhaneler açılmıştı.

O yıllara kadar halk arasında daha çok Hristaki Pasajı diye anılan çarşı, Çiçekçilik İstihsal ve Satış Kooperatifi'nin taşınmasıyla ve çiçek mezatlarının burada yapılmasıyla kendiliğinden Çiçek Pasajı a-dım aldı. 1950'lerde çiçekçiler yandaki sokağa kaymaya, geçitte yeni yeni meyhane ve birahaneler açılmaya başladı. Pasajın eskiden kalma son sakinlerinden Rus çiçekçi Milinski ile müzik notaları satıcısı Kristidis de buradan taşındılar. 1950' li yılların sonunda pasaj tümüyle bugünkü kimliğine büründü, bir meyhane ve birahane çarşısına dönüştü.

1978 Mayıs'ında bir gece aniden çöken yaşlı ve bakımsız bina, 1988'de belediyenin ve pasajı kurtarmak için kuru-

lan derneğin girişimiyle onarılıp, gene aynı niteliğiyle hizmete sokuldu.

BEHZAT ÜSDÎKEN



Mimari

Geniş bir alan üzerine oturan yapıda ana malzeme taştır. Girişle birlikte üç katlıdır. İstiklal Caddesi üzerindeki ana girişi Sahne Sokağı'ndaki tali girişe bağlayan ve birbirini kesen iki koridordan oluşan tonoz örtülü geniş geçidin her iki yanında dükkânlar sıralanır. Yapının ön yüzünde gösterişli bir cephe mimarisi hâkimdir. Süslemenin yoğunluğu ve kullanılan heykellerin büyüklüğüyle, Beyoğ-lu'nun en süslü binalarından biridir. Cephede kullanılan karyatidler ve en üst katın orta bölümüne yerleştirilmiş saate eklenmiş olan insan başı, ilgi çekicidir. Cephedeki pencerelerde kullanılan bozulmuş korint başlıkları, meyve salkımları ve pencere alınlıklarmdaki yapraklar birlikte düşünülerek, aralarında bir uyum kurulmaya çalışılmıştır. Çiçek Pasajı'ndaki yoğun süslemeler ve mimarideki hareketli düzenleme göz önüne alındığında, binanın 19. yy eklektisizminin (seçmeciliğinin) hem mimari çizgilerde hem de süslemede aşırıya kaçarak uygulanışını gösteren tipik örneklerden biri olduğu söylenebilir.



Bibi. B. Üsdiken, "Beyoğlu'nda Yaşayan ve Kaybolan Pasaj ve Geçitler-III", 7T, S. 90 (Haziran 1991); M. Cezar, Beyoğlu.

PELİN AYKUT



ÇİÇEKÇİ CAMÜ TEKKESİ

bak. SELİMİYE TEKKESİ



ÇİÇEKÇİLİK

16. yy'dan 20. yy'a kadar İstanbul'da gelişen çiçekçilik sağlık, zevk ve sanat a-ğırlıklı bir üretim koluydu. Çiçek ve çiçekçilik, İstanbul yaşamım, mekân ve bahçe düzenlemeleri, dekoratif sanatlar,

müzik, edebiyat, halk sağlığı, eğlence yönlerinden etkilemiş, İstanbul'a özgü çiçekçiliğin etkileri Anadolu'da ve Avrupa'da da görülmüştür.

Osmanlı bahçe kültürü içinde önemli yeri olan İstanbul çiçekçiliği II. Mehmed' in (Fatih) (hd 1451-1481) yaptırdığı sarayların bahçelerindeki "cennet misal" düzenlemelerle başladı. Çinili Köşk Has-bahçesi'nin güzelliğini betimleyen 15. yy tarihçisi Tursun Bey, bu yaklaşımın İstanbul'daki eski Bizans gelenekleriyle bağlantısı ya da Edirne Sarayı'ndaki has-bahçeyle ilgisi konusunda bir bilgi vermemektedir. İstanbul'a iskân edilen Türkler ise Anadolu'ya özgü çiçek kültürü i-çin kentte çok uygun toprak ve iklim koşullan buldular ve türlü ağaçlarla birlikte çiçek yetiştirmeye de ilgi arttı. Bu yaklaşımda amaç, yalnızca estetik boyutlu değildi. Çiçek aynı zamanda ilaçtı ve her türün birkaç hastalığa iyi geldiğine inanılıyordu. Çiçek şerbetleri, suları, reçelleri her evin gereksinimiydi. İslami gelenekler ve inançlar da pek çok çiçeğe ve ağaca yarı kutsallık kazandırmıştı. Bu nedenlerle padişahtan esnafa değin herkesin, estetik açıdan ise özellikle yüksek zümrenin, din adamlarıyla tarikat mensuplarının ve aydınların çiçek üretimine ilgileri giderek arttı.

16. yy'm ikinci yarısında tarihinin en görkemli dönemini yaşayan kentte çiçekçilik başlıbaşına bir sektör durumundaydı. Arşiv belgeleri bu dönemde saray için getirtilen çiçekler konusunda bilgi vermektedir. 1570'te Kırım'dan 300.000 Kefe lalesi soğanı, 1579'da Halep'ten, İstanbul'daki hasbahçeler için 500.000 sümbül soğanı, 1587'de Edirne'den, Eski Saray için gül fidanları getirtilmesi için fermanlar çıkarılmıştır. I. Ahmed (hd 1603-1617) Haliç kıyısında tanzim edilen has-bahçelerde vezirleriyle birlikte çiçekler, süs bitkileri dikmişti. Bu dönemde rağbet gören çiçekler lale, sümbül, zerrin gibi soğanlılarla gül, menekşe ve şakayıktı. Çeşitli yerlerden getirtilen yabani çiçek soğanları ve tohumları İstanbul'da, Aksaray, Tahtakale, Ayasofya ve Üsküdar'daki çiçek pazarlarında satılıyordu.

Çiçekçilik, 18. yy'a değin altın devrini yaşadı, Lale Devri'nde (1718-1730) ise doruğa ulaştı. Laleye ve olasılıkla diğer değerli çiçeklere narh uygulanması da bu dönemdedir. "Şükûfeciyan" denen çiçekçi esnafı, ilk kez yasal denetime alındı. Mezada çıkan, alınıp satılan tüm çiçeklerin defterleri hazırlanarak narhları belirlendi. Bunun üstündeki satışların ihtikâr sayılacağı çiçekçilere duyurulmuştu. Kaynaklardaki bilgiler, bu sırada yalnızca lalenin 2.000'e yakın türünün bilindiğini göstermektedir. Eyüp, Kasımpaşa, Haliç kıyıları, Edirnekapı ve Topkâpı dışındaki geniş alanlar, Beşiktaş, Üsküdar, çiçek bahçelerinin bulunduğu yerlerdi. Kariye'deki bir çiçek üretim bahçesinde ise saray için yeni türler yetiştiriliyordu. Çevre köylerden çiçek ve gül pazarlarına her çeşit çiçek, tohum ve soğan getirildiği gibi, dışarıdan da tohum ve soğan

Mısır Çarşısı

yanındaki

çiçek

pazarından



bir köşe.

Yavuz Çelenk,

1994

getirilmekte, İstanbul'dan da soğan ve tohum ihraç edilmekteydi.

Çiçek ve çiçekçilik, başta padişahlar olmak üzere vezirlerin, ilmiye ileri gelenlerinin zevkleri arasındaydı. Örneğin III. Selim (hd 1789-1807) sık sık "bahçe köşklerini teşrif ile" çiçek ve lale tarhlarını seyrederek dinleniyordu. İlkbahar gelince padişahların Eyüp, Haliç, Boğaziçi ve Üsküdar saraylarına giderek çiçek bahçelerinde ve köşklerinde dinlenmeleri gelenekti. Bazı biniş köşkleri ise hanımelleri ve sarmaşıklarla donatılmıştı. Baştan başa yabani çiçeklerle bezeli Kâğıthane teferrücgâhı, bu özelliğiyle korunuyordu. Burada, esnafın çiçek mevsiminde geleneksel şölenler düzenlemeleri âdetti. Eyüp ve Bahariye bahçelerinde menekşe, lale, sümbül, Bahariye sırtlarında fulya yetiştiriliyordu. Fulyayı, tatlı ve şurup kaynatmak üzere kentin şekerci esnafı almaktaydı. Işk, gül, hüsnüyu-suf, karanfil, karagöz, yasemin, mürde-

tstanbul'da sokak

çiçekçilerine

her mevsimde

rastlamak

mümkündür.



Bünyad Dinç

gûş, leylak, anberbû, şakayık, nemnem, reyhan, mentûr, menekşe, zambak, hünkârbeğendi, nergis, süsen, erguvan, sa-def, balıkağzı, zerrinkadeh, ıtışah, şebbû (şebboy), horos, rebi'ye, kadife, hatmiye İstanbul çiçekçiliğinin başlıca ürünleriydi. Bahçeler, egemen bitki türüne göre "şükûfezâr", "lalezâr", "gülzâr", "menek-şelik" vb adlar alıyordu. Bu bahçelerin bakımlı güzelliğini yine İstanbul'a özgü karaağaç, tellikavak, kestane, çınar, at-kestanesi, ıhlamur, servi, erguvan vb a-ğaçlar tamamlıyordu. Çiçeklikler, meyve bahçelerinden tamamen ayrıydı. Cami bahçeleri de vakıf ve din görevlilerinin çabalarıyla birer şükûfezâr konumundaydı. Buralarda yetiştirilen çiçeklerle cami harimlerine hoş koku sağlanıyordu.

Hasbahçelerde (Sultaniye, Kule, Tersane, Tokat, Iskenderçelebi, Karabali vd) Bostancı Ocağı'na(->) bağlı ustaların yönetimindeki bahçıvanlar türlü çiçekler yetiştirmekte, bunları pazarlamaktaydı-


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   115   116   117   118   119   120   121   122   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin