Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə126/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   122   123   124   125   126   127   128   129   ...   134

Bibi. Ç. Gülersoy, Hıdiv'ler ve Çubuklu Kasrı, ist., 1985; E. Yücel, Boğaziçi Koruları, ist., ty; M. Erdoğan "Osmanlı Devrinde istanbul Bahçeleri" VD; M. Kuzguncuklu, "Tarihe

Karışan Eski İstanbul Bahçe ve Mesirelerinden", Bizim Anadolu Gazetesi (19 Haziran 1969); E. Yücel, "Çubuklu", TTOK Belleteni, ist., 1978, S. 63/342, s. 22-27; E. Çelebi, Seyahatname, II.

ERDEM YÜCEL

ÇUHACI HAN

Mahmutpaşa Yokuşu'nun başında, Kılıççılar Sokağı ve Çuhacı Han Sokağı arasında bulunan adayı kaplayan bir 18. yy ticaret yapısıdır.

Nuruosmaniye Camii ve Kapalıçarşı' nm birleştiği yerin karşısında yer alır. Kitabesi yoktur. Mimarı bilinmeyen yapı, 1718-1730 arasında Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1168/1755'te büyük Hocapaşa yangınında yanmış, bugünkü yapı eskisinin tamir edilmesi suretiyle inşa edilmiştir.

Han, yol durumuna uygun olacak şekilde inşa edildiğinden cephesi düzgün bir forma sahip değildir, cephenin kırıklığı yapıya hareketlilik kazandırmıştır. Buna karşılık, 21x28,5 nı'lik düzgün bir avluya sahiptir. İki katlı hanlar grubuna giren yapıda bodrum katı depo olarak tahsis edilmiştir. Buraya köşelerdeki merdivenlerden inilir.

Taş-tuğla malzeme karışımı kullanılarak inşa edilen yapı, tipik klasik Osmanlı hanları arasında yer alır. Avlu revak kemerleri ve üst örtü sistemi tuğla malzeme ile oluşturulmuştur. Burada örtü sistemi aynalı tonoz olarak düzenlenmiştir. Dış cephe yüzeyinde taş-tuğla malzeme birlikte, kapılarda ve kemerlerde ise, sadece taş malzeme kullanılmıştır.

Yapının girişi sade bir kemerle oluşturulmuş ve içeride girişin üst kısmına bir bindirmelik oturtulmuştur. Burada, yine taş-tuğla malzeme birlikteliği söz konusudur. Taş konsollar üzerinde oturan bindirmelikte dikdörtgen formlu iki büyük pencere yer alır; bunların üzeri sağır

Çuhacı Han'ın avlusundan bir görünüm.

Erkin Emiroğlu, 1973

tuğla kemerli alınlıkla oluşturulmuştur. Üstte birer küçük pencere daha bulunur. İç cephenin tamamı testere dişi saçakla çevrelenmiştir.

Çapraz tonozlu giriş holünün hemen sağında üst kata çıkan merdivenler yer alır. Buradan İğneci Hasan Ağa'nın yaptırdığı mescide de geçiş vardır. Hadîka-tü'l-Cevâmi'ye göre, bu mescit Çuhacı Han'dan eski tarihlidir. Han yapılırken mescidi de içine almıştır. I. Dünya Sava-şı'na kadar kullanılan mescit, daha sonra han odalarına eklenmiştir.

Bibi, Ayvansarayî, Hadika, I, 78; İSTA, VIII, 4151; Eminönü Camileri, 57; Güran, İstanbul Hanları, 117.

BANU KUTUN



ÇUHACILIK

Saf yün ipliğinden ince ve sık olarak dokunduktan ve dövülerek havı bir ölçüde kısaltıldıktan, boyandıktan sonra kullanılacak duruma getirilen çuha, eskiden "çuka" diye de adlandırılırdı.

İstanbul'da asker ve sivil giysisi yapımında kullanılan çuha genellikle ya başka şehirlerden getirtilmiş ya da belli yerlerde kurulan atölyelerde üretilmiştir. Başlangıçta çuha alınan yerler Mısır, İran ve Türkistan iken bu durum zamanla yön değiştirmiş ve İngiltere, Fransa ve Venedik' ten getirilen çuha da iç tüketim için pa-zarlanmıştır.

Genel olarak bir erkek giysisi kumaşı olarak bilinen çuhadan kışlık kadın feracesi de yapılmıştır. Erkekler için de cepken, câmedan, fermene, yelek, çakşır, potur, dolama, yağmurluk, kaput ve av-niye dikilmiş, ayrıca eskimiş çuha giysilerden terlik de yapılmıştır. Çuhadan ayrıca safra ve binek atı örtüsü yapımında da yararlanılmıştır.

Çuha Yeniçeri Ocağı'nda da kışlık giysi yapımında kullanılmıştır. Bu ocağın kapatılmasından sonra kurulan ordular-

ÇUHACIYAN, DİKRAN

536


537

ÇUKUR ÇEŞME HAMAMI

da da çuha tüketimi yüksek olduğu için devlet özel önlemler almak mecburiyetini duymuştur.

16. yy'da devlet, ordunun ihtiyacınayetmediği, herhangi bir düzensizlik vekaraborsa istemediği için yapağı ve çuhakonusunda önlemler almıştır. 1582'deİstanbul'da satılan çuha cinslerinin fiyatları özel bir hükümle saptanmıştır. Buemre göre yüksek kalitede kırmızı çuhazirai (68 cm, çarşı arşını da denir) 200akçeden, aynı kalitede olup da rengifarklı olanlar zirai 160 akçeden, birazdüşük kalitede kırmızı çuha zirai 120 akçeden, diğer renkler 110 akçeden, birazdaha düşük kalitede kırmızı çuha ise 75akçeden satılacaktı. Bu çuhaların fiyatlarının belirlenmesinde renkleri ve kaç çileyünden dokunmuş oldukları etkili olmaktaydı. Bu fiyatlar 16. yy'da kırmızıçuhanın çok rağbette olduğunu da açıkça göstermektedir.

1586'da çuha fiyatlarında görülen artış, ihtisab ağasına gönderilen bir fermanla engellenmek istenmiş, fiyatların I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) ne ise o düzeye indirilmesi buyurulmuş-tur. 1588'de Edirne kadısına gönderilen sert bir emirde İstanbul'da çuha kıtlığı çekildiği, bu yüzden Edirne'den İstanbul'a çuha gönderilmemesinin kıtlığı daha da artırdığı belirtilmiştir.

İstanbul'da iç ve dış piyasadan temin edilerek Bodrum Ham'na(->) ve Çuhacı Hanı'na(->) getirilen çuhalar, çuhacılar kethüdası, esnaf bölükbaşısı ve yiğitbaşı ile diğer ileri gelenler tarafından incelenir, kalite kontrolü sonunda âlâ (iyi), ev-sat (orta) ve ednâ (düşük) diye ayrılıp sıra hangi bölükte ise, belli bir kurala göre esnaf arasında paylaştırılırdı.

17. yy'da Osmanlı-İran savaşları Doğu ülkelerinden kumaş ithalini engellediği için Batı'dan, özellikle de İngiltere'den daha fazla ithalat yapılmaya başlanıldı. Londrine ve skarlet denilen İngiliz çuhaları da böylece Osmanlı pazarınıele geçirmeyi başardı. Bu durum 1640 tarihli Es'ar Defteri'nde yer alan çuha isimve fiyatları incelendiğinde açıkça görülmektedir. Bu kaynağa göre o tarihte enpahalı çuha olan kırmızı, erguvan vemenekşe renklerindeki "saye çuha"nınzirai 520 akçeden satılmaktadır. Bunundışında parangon, samartin, vidal pa-rangan, paris, karkaşone, londura, Cezayir londurası, İngiliz sayesi, Fılorentinsayesi, karziyye, Macar karziyyesi gibiadlarla anılan yabancı çuhalar ve bunların yedi rengi için iyi, orta, düşük kalitede olmak üzere neler ödeneceği tekerteker sıralanmıştır.

Evliya Çelebi de Seyabatname'de "Ehl-i Sanayi-i Çuhacıyan" başlığı ile bu meslek erbabından söz etmiş, 17. yy'ın ortalarında İstanbul'da 100 dükkân bulunduğunu ve buralarda 107 çuhacının iş yaptığını yazmıştır. Ayrıca bunların esnaf alayında "...araba üzre nice bin pasdar saye londrine, vejentin, karkaşone, nemse, paris, marliye, ankone, londura, iş-kerled yetmiş çile çukaları endâzeleyüb"

geçtiklerini de eklemiştir. Evliya Çelebi' nin andığı bu çuhaların adları bazı Avrupa şehir ve ülke adlarından'gelmektedir.

Bütün kapıkulu askerlerine, acemioğ-lanlarına ve bazı saray hizmetlisi meslek erbabına her yıl bir kat giysi yapımına yetecek kadar çuha verilirdi. Mavi renkli bu çuhalar daha çok Selanik'teki tezgâhlarda Yahudiler tarafından dokunurdu. II. Bayezid döneminden (1481-1512) kalan bir belgeye göre 16. yy'ın başlarında Selanikli Yahudiler yıllık 95-96.000 zira çuha dokumakla yükümlüydüler. Aynı yüzyılın sonlarında bu miktar 280.000 zira olmuştur. 19. yy'da yeni ordunun çuha ihtiyacını karşılamak için îslimye'de de (bugün Bulgaristan'da) 1252/1836'da bir çuha fabrikası kurulmuştu. Burada ü-retilen çuha kullanılacak duruma getirildikten sonra İstanbul'a gönderildi.

Yeniçeriler için başta Selanik olmak üzere belli yerlerde üretilen ve İstanbul'a getirildikten sonra Beyazıt'taki Simkeş-hane'de bulunan Mirî Çuha Ambarı'nda saklanan çuhanın dağıtımına ise her yıl ramazan ayında kadir gecesinde başlanıp üç gün süreyle devam edilirdi. Görevleri İstanbul dışında olanlara ya da İstanbul'da olup da kumaş az geldiği i-çin verilemeyenlere çuha yerine "çuha baha" adıyla belirli bir para ödenirdi.

Osmanlı dokumacılığı 18. yy'da, bazı hamleler yapmıştır. III. Ahmed döneminin (1703-1730) yenilikçi sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, 1719'da İstanbul'da bir çuha fabrikası kurulmasına öncülük etmiştir. 1805'te gene devlet eliyle Beykoz'da bir çuha fabrikası kurulmuş (1805) ancak bu girişimlerden sonuç alınamamıştır. Asâkir-i Mansure-i Mu-hammediye'nin(->) kışlık elbise ihtiyacının karşılanması için 1243/1828'de Beykoz Çuha Fabrikası yeniden canlandırılmış, ancak askerin ihtiyacım karşılayacak ölçüde üretim yapılması mümkün olamamıştır.

1244/1829'da Kadırga'da Cündî Mey-danı'nda askerlere giydirilecek fesin üretilmesi için Feshane(-0 kurulmuş, ancak sonradan Eyüp-Defterdar'a taşınan bu fabrika seri üretime 1249/1833'te geçebilmiştir. Feshane 1282/1865'te muhtelif cinste aba, şayak ve çuha üretmeye başlamıştır.

19. yy'ın sonlarından itibaren toplumda görülen giyim kuşam değişikliği çuha tüketiminin yavaş yavaş düşmesine yol açmış, yüzyıllar boyunca büyük bir beğeniyle kabul gören bu kumaş türü günümüzde yerini modern yöntemlerle dokunmuş kalın yünlü kumaşlara bırakmıştır.

Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 615, VIII, ist., 1928, s. 167; Taha, Emlâk-i Devlet, ist., 1328 (1912), s. 134-137; N. Yatman, Türk Kumaştan, Ankara, 1945, s. 28, 34, 39-41, 44, 45; E. Cenkmen, Osmanlı Sarayı ve Kıyafetleri, İst., 1948; R. E. Koçu, "Çuha", Türk Giyim, Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Ankara, 1967, s. 82-84; H. Salihoğlu, "Yeniçeri Çuhası ve II. Bayezid'in Son Yıllarında Yeniçeri Çuha Muhasebesi", Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, II-III (1973-1979), İst., s. 413-466;

M. S. Kütükoğlu, "Asâkir-i Mansûre-i Mu-hammediye Kıyafeti ve Malzemesinin Temini Meselesi", lÜEF-Doğumunun 100. Yılında Atatürk'e Armağan, ist., 1981, s. 518-605; ay, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İst., 1983, s. 110-113; (Altı-nay), Onaltıncı Asırda, 124-128, 134; (Altı-nay), Onikinci Asırda, 149-150, 208; E. Dö-len, Tekstil Tarihi, ist., 1992, s. 4, 376, 378, 393-398; Y. Yücel, Osmanlı Ekonomi-Kültür-Uygarlık-Tarihine Dair Bir Kaynak. Es'ar Deften (1640 Tarihli), Ankara, 1992, s. 41-42; "Çuha, Çuhacılar", ISTA, VIII, 4149-4150; Pakalm, Tarih Deyimleri, I, 384-387.

M. SABRİ KOZ

ÇUHACIYAN, DİKRAN

(1836, İstanbul - 25 Şubat 1898, İzmir) Ermeni asıllı besteci.

Doğum tarihi çeşitli kaynaklarda 1837 ve 1840 olarak da gösterilmiştir. Abdül-mecid'in (hd 1839-1861) saatçibaşısı Ke-vork Çuhacıyan'ın oğludur. Küçük yaşta aldığı özel derslerle musikiye başladı. 186l'de musiki öğrenimi görmesi için ailesince Milano'ya gönderildi, italya'da kaldığı 2 yıla yakın zaman içinde İtalyan opera-buffa örneklerini tanıdı. İstanbul'a dönünce Kınar adlı Ermenice bir musiki dergisi çıkardı, aynı adda bir de musiki derneği kurdu, orkestra ve korolara şeflik etti, musiki üstüne konferanslar verdi.



Dikran tsı .

Çuhacıyan

Gökhan Akçura ™>

1868'de ilk operası olan "İkinci Arsak" Beyoğlu'ndaki Naum Tiyatrosu'nda, ertesi yıl da bazı bölümleri çıkarılarak "Olympia" adıyla aynı tiyatroda sahnelendi. 1870'te Naum Tiyatrosu'nun yanması üzerine Beyazıt'taki askeri misafirhaneyi kiralayarak, Karakin Melikyan adlı varlıklı bir Ermeninin maddi desteğiyle İstanbul'da ilk operet ve komik-o-pera ürünlerini sahnelemeye başladı. 1874' te burada sahneye koyduğu "Arifin Hilesi" ilk Türk operetidir. Melikyan bu oyunun gördüğü ilgi üzerine besteciye yeni eserler ısmarladı. Bu sıralarda Ge-dikpaşa Tiyatrosu'nda temsiller sahneleyen Güllü AgopC-») da Çuhacıyan'ın eserlerine yer vermek istedi. Kadrosunda Serope Benliyan(->) gibi tanınmış o-yuncular bulunan Güllü Agop'un ekibi

çok geçmeden Çuhacıyan'ın ekibiyle birleşince operet İstanbul'da parlamaya başladı. Kışları Gedikpaşa'da, yazları Üsküdar'daki Aziziyye Tiyatrosu'nda oynayan bu güçlü kadro için Çuhacıyan 1875'te "Köse Kâhya" ile "Leblebici Horhor Ağa" operetlerini yazdı. Anadolu'dan İstanbul'a gelen saf bir köylünün başından geçen olayları neşeli şarkılarla canlandıran "Leblebici Horhor Ağa"daki "Çek Kayıkçı" ve "Biz Köroğlu Yavrusuyuz" gibi şarkılar kısa zamanda dillerde dolaşmaya başlamıştı. İlk sahnelenişinden bu yana en sevilen yerli operetlerden biri olan eser, Cumhuriyet döneminde iki kez filme alınmış, İ965'te Ankara Devlet Operası sanatçılarınca oynanmış, 1975'te TV filmi olarak çekilmiş, Türkçe dışında Ermenice, Yunanca, Almanca ve Rusça olarak da oynanmıştır. "Zemire" adlı operası 1891'de Beyoğlu'ndaki Con-cordia Tiyatrosu'nda sahnelendi; aynı eseri daha sonra Paris'te sahnelediyse de beklediği ilgiyi görmedi. Son eseri olan "Indiana" operasını sahneye koya-madan büyük bir yoksulluk içinde İzmir'de öldü. Cenaze töreninde kendi bestesi olan "Cenaze Marşı" çalındı. İzmir Ermeni Mezarlığı'ndaki mezarına 1903'te bir anıt dikildi.

Çuhacıyan 19. yy'ın ortalarından günümüze kadar İstanbul'un musiki ve eğlence hayatında önemli bir yeri olan operet türünün ilk yerli bestecisidir. İlk operet tiyatrosunu da Ermeni oyuncularla birlikte o kurmuştur. Çuhacıyan geleneksel Türk musikisi ezgilerine armoni ve Batı tekniği uygulayan ilk bestecilerdendir. Türk musikisi makamları ve motifleri üzerinde basit de olsa bir armoni oluşturması eserlerinin en belirgin yönüdür.

Yaşadığı günlerde hak ettiği ilgiyi görememiş bir sanatçıdır. Bunun başlıca nedenleri, sahne sanatlarına karşı büyük ilgi uyanan Abdülmecid döneminde henüz eser vermemiş olması, daha sonraki dönemlerde de opera ile operet merakının canlılığını koruyamaması ve bestecinin eserlerini sahnelemek için gerekli maddi desteği çok kere bulamamasıdır. Eserleri asıl II. Meşrutiyet'ten sonra ilgi görmeye başlamıştır. Sevilen musikili oyunları bu tarihten günümüze kadar birçok kez sahnelenmiş, operetlerindeki sevilen şarkılar zamanın tanınmış sanatçılarınca plaklara okunmuş, böylece geniş bir dinleyici kesiminin tanıdığı bir besteci olmuştur.

Bibi. M. R. Gazimihal, Türkiye-Avrupa Musiki Münasebetleri, İst., 1939; G. Oransay, Batı Tekniğiyle Yazan 60 Türk Bağdar, Ankara, 1965; İnal, Hoş Şada, 173; K. Pamukciyan, "Çuhacıyan, Dikran", İSTA, VIII, 4151-4156.

İSTANBUL


ÇUKUR ÇEŞMELER

Çevre zemininden aşağıda bulunan ve bu nedenle halkın çukur çeşme adım verdiği çeşmeler.

İstanbul'un çeşitli semtlerinde birçok küçük çukur çeşmenin varlığı bilinmektedir. Çukur çeşmelerin büyüklüğü ve bu-

Sultanahmet

Meydanı'ndaki

çukur çeşme.



Yavuz Çelenk:

1994

lunduğu yer bakımından en önemlilerinden biri Sultanahmet Meydam'nda Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nin biraz ilerisinde, Terzihane Sokağı'nın meydanla birleştiği yerde bulunmaktadır. Kitabesi bugün mevcut olmadığı için çeşme hakkında yeterli bilgi edinilememekte, ancak bu çeşmenin I. Süleyman (Kanuni) tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Kırk-çeşme su tesislerinin bir parçası olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Eskiden bu çukur çeşmenin üstünde, namazgahtan mescide dönüştürülen Üçler Mescidi bulunuyordu. Kırkçeşme ve Kâğıthane suyunun 976/1568'e ait İstanbul dağıtım defterinde "Çeşme-i Atîk der Meydân-ı Esb" şeklinde kaydedilen çeşme bu çeşme olmalıdır. O tarihte buraya iki lüle su tahsis edilmişti.

1930'da akar durumdaki çeşmenin üstündeki mescit ortadan kalkmıştır. Çukur çeşmeye, yandaki Terzihane Soka-ğı'ndan bir rampayla inilmektedir. Bu su tesisi bir set duvarı üzerinde yan yana dört çeşme biçiminde yapılmıştır. Klasik dönem Osmanlı mimarisinin sade ve a-henkli çizgilerine sahiptir. Taş örgü cepheyi dört sivri Osmanlı kemeri hareketlendirir. Kemerlerin üzerinde boydan boya uzanan bir silme vardır. Kemerlerin altındaki nişlerin dip duvarlarında bugün ayna taşı bulunmamaktadır. Çeşmelerin yalakları da bugün mevcut değildir. Çeşmelerin alışılmamış biçimde yan yana sıralanması, bu tesisin evvelce Atmeyda-nı'nda yapılmakta olan ve günlerce süren şenliklere gelen seyircilerin su ihtiyaçlarını karşılamayı amaçladığını düşündürmektedir.

İstanbul'un, ölçülerinin büyüklüğü bakımından ikinci çukur çeşmesi Laleli'de bulunuyordu. Çeşmeye 5 m kadar genişlikte 22 basamak merdivenle iniliyordu. Muntazam işlenmiş kesme taşlardan inşa edilmiş olan tesisteki çeşmelerin sayısı 5'ti. Bu çeşmelerden ikisi yan duvarlarda, biri ise merdivenin karşısında idi. Çeşmeler 1947'de pislik ve balçık içine gömülmüştü. 1992'de yapılan bir araştırmada ise çeşmenin üzerine bir iş-hanının yapıldığı görülmüştür. Bu çeş-

me de Sultanahmet Meydanı'ndaki gibi Mimar Sinan tarafından kurulan Kırkçeşme su tesislerinin bir parçası olmalıdır. Bu tesislerin vakıf defterindeki listesinde adı geçen sekiz masura tahsisli çeşmenin burası olması mümkündür.

Bibi. Çeçen, Kırkçeşme, 152, 196-197, 199-204, 224, 227; M. Esen, "Çukur Çeşme", ISTA, VIII, 4168-4169; S. Eyice, "Çukur Çeşmeler", DİA, VIII, 384-385.

SEMAVÎ EYİCE



ÇUKUR ÇEŞME HAMAMI

Bir zamanlar Laleli'de bulunan II. Meh-med (Fatih) dönemine ait tarihi hamam. "Laleli Hamamı" da denilir. Camcı Ali Mahallesi'nde, Zeynep Kâmil ve Ahmed Şuayb sokaklarının Fethi Bey Caddesi' ne açıldıkları yerde bulunuyordu.

Şinasi Akbatu'nun yayımlanmamış çalışmasına göre Çukur Çeşme Hamamı, II. Mehmed (Fatih) vakfiyelerinde adı geçen Kazasker Hamamı'dır. Fatih İmare-ti'nin gelirlerini gösteren 894-895/1489-90 ve 895-896/1490-91'e ait Muhasebe Defterinde hamamın Kazasker Fenârîzade Ali Çelebi'nin adıyla anıldığı anlaşılmaktadır. Eski kayıtlardan Çukur Çeşme Ha-mamı'nın iki büyük soyunma yeri (ca-mekân) kubbesine sahip bir çifte hamam olduğu ve yapının 1894 depreminden zarar gördüğü anlaşılmaktadır. Çukur Çeşme Hamamı 10 Temmuz 1327/23 Temmuz 1911'de Uzunçarşı-Mercan-Ak-saray yangınında harap olmuş ve bir daha tamir edilmeyerek, sağlam kısımları depo olarak kullanılmış, 1923-1936 arasında ise parça parça yıktırılarak tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Çukur Çeşme Hamamı'nın kadınlar kısmı, erkekler kısmından 5 m daha geride bulunuyordu. Erkekler kısmı çapı 13 m'yi bulan büyük bir kubbe ile örtülü bir soyunma yerine sahipti. Ilıklık kısmı ortada kubbeli bir bölümü olan dehliz biçimindeydi. Solda helalar bulunuyordu. Halvet kısmında göbektaşı etrafında dört eyvanlı tipte bir mekân düşünülmüş, fakat giriş tarafına eyvan yapılmadığından üç eyvanlı olarak kalmış, dolayısıyla yalnız iki halvet hücresi kubbeli



ÇUKUR HAMAM

538

539

ÇUKURCUMA HAMAMI

olarak inşa edilmişti. Eyvanların üzerleri küçük birer kubbe ile örtülmüştü.

Kadınlar kısmının soyunma yeri bir kenarı 11,60 m olan bir kare biçimindeydi. Başka hamamlarda rastlanmayan bir özelliği, duvara oyulmuş nişin içinde bir kuyu ağzının bulunmasıydı. Genellikle Osmanlı hamamlarında bulunması gereken ılıklık kısmı burada mevcut değildi. Bunun yerini küçük bir kubbe ile örtülü çok küçük bir bölüm almıştı. Halvet ise erkekler bölümünden tamamıyla farklıydı. Burada "T" biçiminde bir mekân yapılmış, bunun kollarının teşkil ettiği girintilerin üzerleri küçük çifte kubbelerle örtülmüştü. Bu çifte kubbecikler kemerler ve birer konsolla yan duvarlara bağlanmıştı. Ortadaki nişin iki yanındaki kapılar, yan yana olan bir çift halvet hücresine geçişi sağlıyordu. Bu odalar da stalak-titli, pandantifli kubbelerle örtülmüştü. Her iki bölümün arkasında üzerleri tonozlu su haznesiyle külhan bulunuyordu.

Yıkılmadan önce çekilen bir fotoğrafta hamamın itinalı bir kesme taş tekniğiyle kaplandığı, erkekler kısmının yan cephesindeki pencerelerin sivri boşaltma kemerli mermer çerçevelere sahip olduğu görülmektedir.



Bibi. BOA, Ahkâm-ı Şikâyet Defteri, no. 70, s. 406; Glück, Bâder, 96-99; T. Öz, Zwei Stif-tungsurkunden deş Sultan Mehmed II. Fatih, ist., 1935, s. 23; Fatih MehmedII. Vakfiyeleri, (yay. Vakıflar Umum Müdürlüğü), Ankara, 1938, s. 210; Ara, Hamamlar, 114-115; Ay-verdi, Fatih IV, 601; Cerîde-i Havadis, no. 549 (3 Zilkade 1207); Ö. L. Barkan, "Fatih Camii ve İmareti Tesislerinin 1489-1490 Yıllarına Ait Muhasebe Bilançoları", İÜ İktisat Fakültesi Mecmuası, XXIII/l-2 (1962-1963), s. 307; S. Eyice, "istanbul'un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri", TD, XXVII, s. 381-382; ISTA. VIII, 4169-4170.

SEMAVİ EYİCE



ÇUKUR HAMAM

İstanbul'da, bugün mevcut olmayan ve Fatih Külliyesi'nin bir parçasını teşkil e-den bu hamamın II. Bayezid döneminde (1481-1512) yapılmış suyolu haritasında, Karadeniz Başkurşunlu Medresesi' nin kuzeyinde ve 100 m kadar aşağısında bulunduğu görülmektedir. Eski bir Bizans sarnıcı içinde inşa edilmesi nedeniyle Çukur Hamam adını aldığı kabul edilir. Bu sarnıcın Modestus Sarnıcı olduğu da ileri sürülmüştür.

Evliya Çelebi'ye göre Çukur Hamam, Azebler, Vefa ve Eyüp hamamlarından sonra yapılmıştır. Evliya Çelebi bu hamamın daha önce yapılanlardan büyük olduğunu, 110 kurnası bulunduğunu yazar. "Nısfi bölünüp keçecilere tahsis olunmuştur" diye eklediğine göre daha 17. yy'in ilk yarısında hamamın bir bölümünün keçe imalathanesi ya da deposu o-larak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Çukur Hamam Fatih Camii'nin de yıkılmasına yol açan 12 Zilhicce 1179/22 Mayıs 1766 depremi sırasında büyük ölçüde zarar görmüş ve tahminlere göre bir daha tamir edilmemiştir.

19. yy'm ortalarında İstanbul'da araştırmalar yapan Fransız mimar Charles

Texier'in çizimiyle Çukur Hamam'ın planı,

kesiti ve bazı ayrıntılar.



lAM Kütüphanesi, fotoğraf Nazım Timuroğlu

Texier, 1864'te basılan kitabında Çukur Hamam'ın planını ve kesitini yayımlamıştır. J. Strzygowski 1890'larda yaptığı incelemelerde hamamın yerini bulamamıştır. Heinrich Glück ise, yarım gün süren arama çabası sonucunda Fatih Camii'nin güneydoğusunda Çukur Hamam'ı bulmuştur. Ancak hamam kalıntılarının etrafındaki kalın enkaz yığını bir plan çıkarmasına imkân vermemiştir. 1918'de-ki büyük Cibali-Fatih yangınından sonra bu bölge eski dokusunu tamamen yitirdiğinden Çukur Hamam'ın bütün izleri kaybolmuştur.

Çukur Hamam bir çifte hamam olarak inşa edilmiştir. Gilles, Çukur Hamam' m yalnızca erkekler kısmını görmüş ve binanın ölçülerini tespit etmiştir. Ortasında bir şadırvan bulunan camekân mermer döşelidir ve sıcaklık kısmında ikinci bir şadırvan vardır. Texier'in planına göre kadın ve erkek kısımları ölçüleri bakımından hemen hemen eşit olmakla birlikte planları farklıdır. Sol kanatta yer alan kadınlar kısmının bitişiğinde su haznesiyle külhan bulunduğu için sıcaklık bölümü daha küçük ölçülerde kalmıştır. Planda, Osmanlı hamamlarından değişik olarak, kadın ve erkek girişlerinin aynı sokakta olduğu görülür. Eğer Texier'in planı doğru ise camekân içten 16,5 m ölçüsündeydi ve üstünü de bu çapa yakın bir kubbe örtüyordu. Kubbeye geçiş tromplarla sağlanmıştı. Hamamın erkekler bölümünün ılıklık ve halvet kısımları, 871/1466'da yapılan Mah-mud Paşa Hamamı'nın halen mevcut kısmına şaşılacak derecede benzemekteydi. Camekâm geniş bir ılıklık takip ediyor, bunun ortasında da büyük kubbeli kare biçimli bir mekân bulunuyordu. Köşelerde biri helalara ait olmak ü-zere küçük kubbeler vardı.

Erkekler kısmı halvetinin orta mekânı, kaplıca mimarisinde rastlanan bir orta bölüme açılan yıldız şeklinde nişlerden oluşuyordu. Bunun iki yan nişi kubbeli eyvanlar halindeydi. Köşelerde ise kubbeli halvet hücreleri vardı.

Texier'in planına göre kadınlar kısmında çok dar bir ılıklığın olmasına karşılık birbirini takip eden iki halvet vardı. Başka hamamlarda rastlanmayan bu ö-zellik, iki göbektaşı olan dört eyvanlı Osmanlı mimarisinin klasik şemasına uygundur.

Texier'in plan ve kesitinde, Mahmud Paşa Hamamı'nın aksine, Çukur Hamam' in kubbelerinin tezyin edilmemiş olduğu görülmektedir. Yalnız Texier ve Pullan'a ait kitapta bazı duvarların çinilerle kaplı olduğuna dair bir cümleye rastlanır.



Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 330, 333; Gylli-us, De Constatinopoleos Topographia, Lyon, 1632, IV/2, 274; Hammer, Constantinopolis-Bosporus, I, 534-535; (Konstantios), Constan-tiniade ou Description de Constinople Anci-enne et Modeme, ist., 1846, 51, 65; Ch. Texi-er-P. Pullan, Byzantine Architecture Illustra-ted by Examples of Edifices erected in tbe East, Londra, 1864, s. 162-164, levha LV1I; Glück, Bâder, 61-66, 170; Fatih Mehmed II. Vakfiyeleri, (yay. Vakıflar Umum Müdürlüğü), Ankara, 1938, s. 213, vr 94; A. S. Ünver, Fatih'in Oğlu Bayezid'in Su Yolu Haritası, ist., 1945, 17; Anı, Hamamlar, 59, 61; ISTA, VIII, 4171-4173; ÎSTA, X, 5555; Ayverdi, Fatih TV, 596; S. Eyice, "Çukur Hamam", DlA, VIII, 385-386.

SEMAVİ EYİCE



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   122   123   124   125   126   127   128   129   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin