Bibi. Cezar. Yangınlar, E. Dölen, "Darülfünun", TCTA, II, 476-477; Ergin, Maarif Tarihi; S. Eyice, "İstanbul", M, V/2, s. 1214/34; ay, "Fossati, Gaspare Trajano", ISTA, XI, 5818-5823; ay, "Mimar Gaspare Fossati ve İstanbul", Arredamento Dekorasyon, (Aralık 1992); T. Lacchia, / Fossati Architetti del Sultana di Turchia, Roma, 1943; A. Mori, Gli
Italiani a Constantinopoli, Modena, 1906; A. Nasır, "Türk Mimarlığında Yabancı Mimarlar Üzerine Bir Deneme", (İTÜ yayımlanmamış doktora tezi), 1991.
AFİFE BATUR
DARÜLFÜNUN GREVİ
Mütareke döneminde İstanbul yükseköğretim gençliğinin ulusal duygularla 10 Nisan-29 Temmuz 1922 arasında gerçekleştirdikleri 110 günlük grev. Tatil-i tedrisat da denmiştir.
1918-1922 işgal yılları, İstanbul'daki yabancıların ve işgal kuvvetlerinin Türklüğü aşağılayıcı davranışları, Darülfünun' da ve yüksekokullarda okuyan öğrencilerde tepkiler uyandırmaktaydı. 1920'de Anadolu'da Kuva-yi Milliye hareketinin başlaması ise Darülfünun hocaları ile öğrencilerini ikiye ayırdı. Büyük çoğunluk ulusal hareketi desteklerken Maarif Nazırı ve Darülfünun öğretim üyesi Ali Kemal'in önderlik ettiği küçük bir grup bunun aleyhindeydi. Gerginlik giderek arttı. Ali Kemal'in Peyam-ı Sabah'taki yazılarının ardından 29 Mart 1922'de Rıza Tev-fik'in (Bölükbaşı) Darülfünun'daki bir konferansı bu gerginliği doruğa çıkarttı. Edebiyat Medresesi (fakülte) öğrencileri 30 Mart günü bir toplantı yapıp Dekan İsmail Hakkı Bey'e (Baltacıoğlu) bir bildiri verdiler. Gençliğin, özgürlük ve bağımsızlık hareketinin yanında olduğunu, ulusal duygulardan yoksun kişilerin Da-rülfünun'dan istifalarının gerektiğini vurguladılar. Bildiriyi kentin her yanında ağaçlara, tramvay direklerine de astılar. Önderliklerini Reşad Şemseddin (Sirer), Halil Vedat (Fıratlı), Necmeddin Halil (Onan) adlı gençlerin yaptığı öğrenciler, "Beşler" adım verdikleri Ali Kemal, Hüseyin Dâniş, Cenab Şahabeddin, Rıza Tev-fik ve Barsamıyan'ı istememekteydiler. Bunlar için bir ithamname hazırlayarak 3-4 Nisan günlerinde basına dağıttılar. İşgal Kuvvetleri bu ithamnamenin bir bölümüne sansür uyguladı. Ali Kemal ve arkadaşları ise Peyam-ı Sabab'taki yazılarıyla kendilerini savundular. Darülfünun kurulları, adı geçenler hakkında yetkisizlik gerekçesiyle bir karar almaya yanaşmadı.
10 Nisan günü Darülfünun'dan ve diğer okullardan gelen öğrenci temsilcileri Haydarpaşa'daki Tıbbiye Mektebi'nde toplanarak tatil-i tedrisat (grev) kararı aldılar. Bunu yeni bir bildiriyle Darülfünun yöneticilerine duyurdular. Ali Kemal ise gazetedeki yazısında gençliğe "baldırı çıplaklar" diyerek suçlamalar yöneltti. Greve Tıp, Fen, Hukuk medreseleri, Baytar, Orman Mekteb-i Âlileri, Eczacı ve Dişçi mektepleri, Mekteb-i Mülkiye, Ti-caret-i Bahriye, Çarkçı ve Kaptan mektepleri ile tüm öğrenci örgütleri katıldılar. Ertesi gün (11 Nisan) Vezneciler'de Zeyneb Hanım Konağı'nda toplanan gençler örgütlenme çalışmalarını başlattılar. 12 Nisan günü Darülfünun ve Mekatib-i Âliye Cemiyet-i Merkeziyesi adını verdikleri grev yönetimini oluşturdular. Grev sürecince bu cemiyet bildiriler yayımla-
dı. Temsilciler Emin (rektör) Besim Ömer Paşa (Akalın), Maarif Nazırı Said Bey ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Emin Bey (Eriş-gil) ile görüştüler. Hemen her gün de Sultanahmet'teki "akademi" adını verdikleri bahçeli kahvelerde toplanarak forumlar yaptılar. Haydarpaşa'daki Tıbbiye binasının "hangar palas" denen çatı katında da pansiyonları kapanan öğrenciler barındırıldı.
Maarif Nezareti bir karşı hareket olarak 12 Nisan 1922'de geçici olarak Da-rülfünun'da derslerin tatil edildiğini duyurdu.
19 Nisan günü gazetelerde, Ankara' daki bazı milletvekillerinin grevi desteklediklerine ilişkin telgrafları yayımlandı. 20 Mayıs'a gelindiğinde, öğrencilerin pek çoğunda öğretim yılını ya da okuma hakkım yitirme kaygısı başlamıştı. Maarif Nezareti de aynı kaygı ile o günden itibaren tüm okullarda öğretimin yeniden başladığını duyurdu. Derslere girmemekte direnenler ve başkalarına engel olanlar hakkında disiplin işlemi yapılacağı da ilan edildi. Gençler, Kadırga'da Cinci Meydanı'nda toplandılar. Grev yanlısı ve karşıtı gruplar arasında taşlı, sopalı kavga çıktı. Olaya askeri birlikler müdahale etti. Buradan yürüyüşe geçen gençler, kollar halinde Beyazıt'a geldiler. Tartışma ve kavgalar burada da yinelendi. Sirkeci'ye doğru yürüyenler, Ali Kemal'i yumurta yağmuruna tuttular. Diğer yandan, Darülfünun Divanı ve medrese yönetimleri, aralarındaki yetki konusunu ancak temmuz ayında bir karara bağlayabildiler. Darülfünun Divanı, istenmeyen beş hocayı "süresiz izinli" sayarak okuldan uzaklaştırdı. Edebiyat Medresesi de 29 Temmuz 1922'de yeni bir öğretim kadrosu hazırlayarak onaya sundu. Öğrenciler grevi kaldırdılar. Telafi dersleri ağustos ayında, o yılın sınavları da eylül ayında yapıldı.
Bibi. K. İ. Gürkan, Darülfünun Grevi, İst., 1971; Y. Aktar, "Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Gençlik", TCTA, II, 528-530.
NECDET SAKAOĞLU
DARÜLHADlSLER
Osmanlı döneminde hadis öğretimi yapılan yüksek düzeyli medreseler. Darül-hadis-i Süleymaniye ise bütün Osmanlı medreselerinin en yükseği ve saygını konumundaydı.
Aşağıdan yukarıya "iptida" medresesinden "sahn" medresesine kadar 11 aşamalı olan eski eğitim kurumları sıralamasında darülhadisler bir bakıma sahn üstü uzmanlık sınıfıydı. Bu kurumlarda ders okutma ayrıcalığım elde eden müderrislere de darülhadis müderrisi denir ve bunlar, ilmiye sınıfı içinde "kibar-ı müderrisin" denen üst düzey öğretim ü-yelerinin en önünde yer alırlardı.
İstanbul'da ilk darülhadis, Süleymaniye Külliyesi kapsamında 1557'de faaliyete geçti. Sonraki dönemlerde yeni darülhadisler açılmakla birlikte Darülhadis-i Süleymaniye en büyük medrese sayıldı.
Süleymaniye Camii'nin kıble tarafında ve Tiryaki Çarşısı içindeki bu kurumun 19 hücresi vardı. Külliyenin vakfiyesinde burada "ehadis-i nebeviye" (peygamberin hadisleri) okutulması koşuluna yer verilmişti. Ayrıca usul-i hadis dersi de o-kutuluyordu. Burada ve diğer darülha-dislerde haftanın dört günü öğretim yapılmakta, öğrenciler her bir hücrede ikişer kişi olarak barınmaktaydılar.
17. ve 18. yy'larda İstanbul'da yeni darülhadisler açıldı veya bazı alt düzey medereseler darülhadise çevirildi. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1721'de Şeh-zadebaşı'ndaki külliyesinde yeni bir darülhadis daha yaptırdı (bak. Damat İbrahim Paşa Külliyesi). Hacı Beşir Ağa(->) da Eyüp'te bir başka darülhadis tesis etti.
1882'deki bir sayımda İstanbul'daki faal darülhadisler, Darülhadis-i Süleymaniye, Tabhane (Süleymaniye Külliyesi' nin tabhanesi iken sonradan darülhadis yapılmıştır), Hasan Ağa (Kalenderhane' de) Damat İbrahim Paşa (Şehzadebaşı'n-da), Papazzade (Koska'da), Baba Mah-mud Bekir Ağa (Şehzadebaşı'nda), Bos-navi (Horhor'da), Hulusi Efendi (Otluk-çu Yokuşu'nda), İzzet Efendi (Yavuzse-lim'de), Hacı Beşir Ağa (Eyüp'te), olarak saptanmıştır. Fakat 20. yy'ın başında bunlardan bazıları bakımsızlıktan ve vakıflarının işlevini yitirmesinden kapandı. Darülhadis-i Süleymaniye ise göçmenlere bırakıldı. 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilince, 1914'ten beri Darü'l-Hilafetü'l-Aliyye Medresesi(->) kapsamında yer alan darülhadisler de kapandı. (Ayrıca bak. medreseler.)
NECDET SAKAOĞLU
DARÜ'L-HAYR-I ÂLİ
Darü'1-Hayr da denmiştir, l Eylül 1903-21 Ağustos 1909 arasında Zeyneb Hanım Kpnağı'nda hizmet veren ilk Müslüman yetimhanesi ve sanat okuludur. Mezun vermeden kapanmıştır.
Söylentiye göre 6 yaşındaki bir çocuk 1899'da bir cuma selamlığı sırasında II. Abdülhamid'e dilekçe vererek kimsesiz olduğunu, okumak, adam olmak istediğini bildirdi. Bundan duygulanan II. Ab-dülhamid, Babıâli'ye bir irade yazarak bu gibi çocukların barındmlacağı ve sanat sahibi yapılacağı bir yetimhane-okul açılmasını istedi. Padişahın bu hayırlı ve yüce buyruğu nedeniyle açılması öngörülen kuruma Darü'1-Hayr-ı Âli adı verildi. Bu amaçla Çapa'da arsa alınması tasarlandı. Bu sağlanamayınca 1902'de Acı-badem'de Eyüb Paşa arazisinden 99 dönümlük bir bölüm satın alındı. Fakat ödenek yokluğundan, 4.000 çocuk alacak kapasitede planlanan kurumun yapımına başlanamadı. Diğer yandan Da-rü'1-Hayr-ı Âli için rüştiye düzeyinde eği-tim-öğretim programı ile meslek dersleri programı hazırlandı. Buna göre kurum biri hazırlık olmak üzere altı sınıflı olacaktı. Kazandırılacak beceriler arasında marangozluk, mürettiplik, hakkâklık, mücellitlik, saraçlık, döşemecilik, kundura-
DARÜ'L-HİKMETÜ'L-İSLAMlYE 564
565
DARÜLKURRALAR
alık, aşçılık, tatlıcılık, şekerlemecilik, pastacılık, bahçıvanlık, oymacılık, oyuncakçılık, telgrafçılık yer alıyordu. Bina yapımı gerçekleşmediğinden 1902'de, Vezneciler'deki Zeyneb Hanım Konağı, Hazine-i Hassa tarafından bu kuruma bırakıldı. Binada gerekli hazırlıklara girişildi ve İstanbul'daki kimsesiz, öksüz, bakıma muhtaç Müslüman çocuklarının saptanmasına başlandı. Heyet-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) tarafından alınan bir kararla da zebhiye (hayvan kesimi) vergisine bir kat zam yapılarak Darü'1-Hayr-ı Ali için sürekli ve düzenli bir gelir kaynağı öngörüldü.
19 Ağustos 1903'te resmi açılış töreni yapıldı. Kayıtlardan sonra l EylüPde eğitime başlandı. Ancak, kurumda, hizmete uygun donanım olmadığı gibi atölyeler de henüz yapılmamıştı. Oluşturulan eği-tim-öğretim kadrosu ise sarıklı hocalardan ibaretti. Konak bahçesine iğreti bir atölye inşa edildi. 1908'deki hizmet kadrosunda bir sanayihaneler memurunun ve bir tabip binbaşının bulunması ise burada barınan ve okuyan çocukların kamusal ve askeri sanayi kuruluşlarında çıraklık ettiklerini düşündürmektedir. 1321/ 1903-04'e ait Maarif^ Nezareti Salname-si'nde Darü'1-Hayr-ı Âli için sayısal bilgiler yoktur. Yalnız Yüksekkaldırım'da bir bostanın, Haydarpaşa civarında bir arsanın bu kuruma bırakıldığı, Zeyneb Hanım Konağı'nın onarımı için de 810.100 kuruş harcandığı yazılıdır.
II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra, bu padişahın adını taşıyan ya da onun isteğiyle kurulmuş bulunan birçok kurum gibi Darü'1-Hayr-ı Âli de 8 Ağustos 1909 tarihinde çıkartılan yasa gereği, 21 Ağustos 1909'da kapatıldı. Zeyneb Hanım Konağı ile araç gereçler ve Darü'1-Hayr-ı Âli'ye ayrılan ö-denek Darülfünun'a bırakıldı. Bibi. Salnâme-i Nezâret-i Maarif-i Umumiye, (6. Sene) ist., 1321, s. 274; Ergin, Maarif Tarihi, III, 1042-1046; F. R. Unat, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 80d, 80f; N. Sakaoğlu, Os-manlı Eğitim Tarihi, ist, 1991, s. 122.
NECDET SAKAOĞLU
DARÜ'L-HİKMETÜ'L-İSLAMİYE
25 Ağustos 1918'de istanbul'da kurulan, İslam diniyle ilgili sorunları incelemekle görevli akademik kurul. Darü'l-Hikme de denmiştir. Çalışmaları 18 Kasım 1922'de sona ermiştir.
1916-1918 arasında görevde bulunan Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi, Şeyhülislamlık kurumu için yenileşmeler öngördü ve bu amaçla Darü'1-Hikmetü'l-İs-lamiye adıyla bir İslam düşünceleri akademisi oluşturulmasını gündeme getirdi. Hazırlanan yasa tasarısı Meclis-i Mebusan' da uzun tartışmalara konu oldu (3 Şu-bat-10 Mart 1918).
Hazırlanan nizamname ve talimatname ile örgütün kadrosu l reis ile sayıları 9-21 arasında değişen aza, l başkâtip, 3 kâtip ve 3 hademe olarak belirlendi. Kurulun akaid, fıkıh ve ahlak olarak üç en-
cümene (komisyon) ayrılması benimsendi. Dönemin basını ve siyasi çevreleri kurula kuşkuyla baktılar. Kimileri de bu yeni kurumun Hıristiyan misyonerlerinin çalışmalarını hatırlatacak faaliyetlerde bulunacağım ileri sürmekteydiler. Gelenekçi kesim ise, Şeyhülislamlık'ın işlevinin ve etkinliğinin gittikçe azaldığını, ilkin okulların ayrıldığını, bu girişimle de dini karar ve yorum yetkisinin bu kurumlara devredildiğini iddia ettiler. Nizamname gereği İstanbul dışında da müftülerin başkanlığı altında müderris ve din bilginlerinden oluşan birer fahrî (onursal) encümen oluşturulması öngörülmüştü. Bunun için ayrıca bir de "Taşra Encümenleri Talimatnamesi" çıkartıldı.
Darü'l-Hikmetü'l-îslamiye 25 Ağustos 1918'de Şeyhülislamlık binasında düzenlenen bir törenle çalışmalarına başladı. O gün bir de beyanname yayımlandı. Başkanlığa ilkin Fetva Emini Muğlalı Ali Rıza Efendi getirildi. Bir ay sonra bu göreve Süleymaniye Medresesi müderrislerinden İsmail Hakkı (İzmirli) seçildi. Azalar arasında İstanbul müderrislerinden Arapgirli Hüseyin Avni, Bergamalı Cevdet, Şevketî, Mehmed Hamdi, Şeyh Be-şir, Şeyh Bedreddin, Müftü Mustafa Tevfik, Haydarîzade İbrahim efendilerle Bediüzzaman Said Efendi de (Said-i Nur-sî) vardı.
Darü'l-Hikme düzenli oturumlarını 1922'ye değin sürdürdü. Son kurul toplantısı 18 Kasım 1922'de yapıldıktan sonra kendiliğinden dağıldı. Bu dört yıllık sürede alınan kararlar defterlere yazılmıştır. Bunlar arasında ilgi çekenleri, eski mektep ve medrese yapılarının başka amaçlar için kullanılmasının ve işgallerinin önlenmesi, İslam dinini küçük düşürücü yayınlara yasak konması, kadınların şarkı söylemeleri, dergilerin müstehcen resimleri, halkın İtalyan ve Yunan işgallerine karşı uyarılmaları, çocuk düşürme, kamu görevlilerinin yolsuzlukları, ramazanda operet oynatılması, Müslüman kızlara tecavüz, gençlik vb konulardır. Bunlara ilişkin uzun beyannameler de kaleme alınmış ve dönemin basınında yayımlanmıştır. Kurul üyeleri ise Ceride-i îlmiye'de dini makaleler yazmışlar, Ayasofya'da ve diğer büyük camilerde halka dinsel ve sosyal konulu vaazlar vermişlerdir.
Bibi. S. Albayrak, Son Devrin İslâm Akademisi Dârü'l-Hikmeti'l-lslâmiye, Teşkilât ve Azalar, ist, 1973.
NECDET SAKAOĞLU
DARÜ'L-HİLAFETÜ'L-ALİYYE MEDRESESİ
Darü'l-Aliyye Medreseleri, Darü'l-Aliyye Medarisi de denmiştir. İstanbul medreselerinin 29 Eylül 1914-3 Mart 1924 arasındaki adlandır. Bu dönemde İstanbul'a halifelik merkezi anlamında "Darü'l-Hilafe" de dendiğinden başkent medreseleri, bu ad altında yenilenmeye çalışılmıştır. 18 Eylül 1914'te yürürlüğe giren "İs-
lah-ı Medaris Nizamnamesi" ile Osmanlı medreselerinin olumsuz koşullardan kurtarılması ve çağdaşlaştırılması gündeme geldi. Öncülüğünü Şeyhülislam Hayri Efendi'nin yaptığı bu girişimde ilkin İstanbul medreseleri ele alındı. Ancak bu öncelik, taşra medreselerinin büsbütün yüzüstü bırakılması olarak yorumlandı. İstanbul'daki medreselerde ise köklü yeniliklere gidilemedi. Muallimhane-i Nüv-vab, Medresetü'l-Kuzat vb yeni medreseler açılırken, Darü'l-Hilafetü'l-Aliyye a-dı altında toplanan eski medreselere de ortak programlar kondu. Deneme çalışmaları 1914-1915 döneminde yapıldı. Tüm İstanbul medreselerine rüştiye veya 6 yıllık iptidaiye mezunlarının alınması kabul edildi.
Nizamnamenin gerektirdiği medrese kadrolarının ve yönetimlerinin oluşturulması, savaş döneminin koşulları nedeniyle olanaksızdı. Bununla birlikte yeni medrese düzeni "tâli kısm-ı evvel", "tâli kısm-ı sâni" ve "âli" olarak 4'er yıllık 3 aşamaya ayrıldı. İstanbul'daki her bir medresenin hangi düzeyde öğretim ve eğitim verebileceği belirlendi. Kimi medreselere de l yıllık ihzarî (hazırlık) sınıfı eklendi. "
Tâli" ve "sâni" aşamalı medreseleri bitirenlere şahadetname, "âli" aşamayı bitirenlere de icazetname verilmesi kuralı getirildi. Tâli ve sâni medreselerinde önceden olduğu gibi, eski medrese programlarının uygulanması sürmekle birlikte ek olarak mantık, belagat, va'z, adâb, mükaleme, tatbikat ve kitâbet-i Arabiye, Farisî, kelam, felsefe, niyaziye, tabiiye, fizik, kimya, maadin, ilm-i iktisat, siyer-i Nebî, İslam tarihi, tarih-i Os-mani, tarih-i edyan, coğrafya-yı Osmanî, hıfzussıhha, yazı, hitabet, malumat-ı fenniye ve ahlakiye, malumat-ı içtimaiye ve kanuniye dersleri konmuştu.
Bazı medreselerin bu ek programlarında jimnastik, çizgi resmi, ekonomi ve maliye, psikoloji, hukuk ve kavanin, hattâ Batı yabancı dilleri gibi seçmeli dersler de vardı. Bu derslerle medreselerin, çağdaş okullar karşısında çekici konuma getirilmesi amaçlanmıştı. Âli kısımda ise yine klasik medrese derslerinin yanında hilafiyat, ilm-i kelam, tarih-i ilm-i kelam, metafizik, tarih-i felsefe, felsefe-i İslami-ye, edebiyat-ı Arabiye, hukuk ve kavanin, ilm-i terbiye gibi, çoğu daha önce medrese çevrelerince şiddetle reddedilen derslere yer verilmişti. Âli kısmı bitirenler, Darülfünun'a eşit düzeyde bir öğrenim yapmış sayılmaktaydılar. Aynca bunlara İstanbul rüusu almak, müderris ya da kadılık mesleğini seçmek hakkı da tanınmıştı.
Âli kısmın üstünde birer uzmanlık şubesi olarak tefsir ve hadis, fıkıh, kelam, felsefe ve tasavvuf bölümlerini kapsayan bir de Medresetü'l-Mütehassisin oluşturuldu. Bunun süresi 2 yıldı.
İstanbul'da Darü'l-Hilafetü'l-Aliyye medresesi kapsamına alınan eski medreselerle bunlar için öngörülen öğrenci kontenjanları şöyleydi:
Şemsi Paşa (25), Ahmediye (Üsküdar) (35), Mihrimah (60), Atik Valide (45), Çinili (20), Sultan Ahmed (100), Ayasofya (80), Vanî Efendi (30), Hacı Beşir Ağa (20), Köprülü (30), Nur-ı Osmaniye (35), Mahmud Paşa (40), Mehmed Ağa (25), Küçük Ayasofya (60), Dizdariye (20), Hadım Hasan Paşa (20), Atik Ali (45), Sinan Paşa (45), Çorlulu Ali Paşa (75), Merzifonî Mustafa Paşa (25), Kemankeş Mustafa Paşa (40), Şahkulu (30), Darü'l-Hadis-i Bosnavî (20), Gazenfer Ağa (30), Darü'1-Hadis-i Hasan Ağa (20), Süleyman Subaşı (40), İbrahim Kethüda (10), Molla Güranî (10), Papazzade (40), Ankaravî İsmail Efendi (30), Mimar Kasım Ağa (20), Kalenderhane (40), Esmihan Sultan (45), Valide Sultan (35), Karagümrük (13), Cedid Ali Paşa (35), Hüseyniye (35), Üçbaş (26), Cedid Abdürrahim Efendi (16), Kaba Halil Efendi (25), Papazzade Ahmed Paşa (20), Küçük Medrese (10), Hâmid Efendi (35), Pirî Mehmed Paşa (15), Haydar Paşa (40), Damat Mehmed Efendi (15), Çayırlı (40), Muid Ahmed Efendi (35), Hüseyniye (Ula) (25), Tûti Abdüllatif Efendi (15), Tabhane Darülha-disi (Süleymaniye) (80), Mislî Ali Efendi (20), Kıbrıslı Abdullah Efendi (15), Baye-zid (40), Şehzade (40), Kuyucu Murad Paşa (30), Damat Cedid İbrahim Paşa (30), Ekmekçizade (40), Süleymaniye Medreseleri (170), Darülhadis (Süleymaniye) (30), Medaris-i Semaniye (Fatih) (320), Tetimmeler (190).
2.733 medrese öğrencisinin devam e-debileceği bu 65 medrese, 1915'te Islah-ı Medaris Nizamnamesi'nde yapılan bir değişiklikle eskiden olduğu gibi "ibtida-i hariç", "ibtida-i dahil" ve "sahn" aşamalarına ayrıldı, "tâli", "sâni", "âli" adları kaldırıldı.
Medresetü'l-Mütehassisin'e de önceden olduğu gibi Medrese-i Süleymaniye dendi. Buraya bir de edebiyat şubesi eklendi. Öğrenim süresi ise 3 yıla çıkartıldı. Diğer medreselerde ise aşamaların süreleri ihzari (2), "hariç" (3), "dahil" (3), sahn (3) yıl oldu. 1917'de yeni bir nizamname yayımlandı. 1923'te ise, İstanbul ve taşra Darü'l-Hilafe medreselerinin ıslahıyla görevli bir komisyon çalışmalarını sürdürmekteydi. Burada belirlenen konular, Ankara'da toplanan Birinci Heyet-i İlmiye' de ele alındı. Bu medreseler için 15 yıllık öğretim süresi öngören bir program kabul edildi. Bunun uygulamasına geçilmeden, 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kabul edilmesiyle medreseler kapandı.
Bibi. S. Kütükoğlu, "Darü'l-Hilafetfl-Aliyye Medresesi ve Kuruluşu Arafesinde istanbul Medreseleri", islam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, VII, cüz 1-2, (1978), Ceride-i ttmiyye, Nüsha-i Fevkalâde, ist., 1330, s. 243 vd; Da-rü'l- Hilaf e Medreseleri Ders Cetvelleri ve Müfredat Programı, Ankara, 1339; Ergin, Maarif Tarihi, I, 140 vd; Uzunçarşılı, ilmiye, 263 vd; Nafi Atuf (Kansu), Türkiye Maarif Tarihi, ikinci kitap, ist, 1932, s. 105-110; F. R. Unat, Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 80 vd.
NECDET SAKAOĞLU
DARÜLKURRALAR
İslam tarihinin ilk yıllarından itibaren, Kuran'ın, belirli kurallara uyularak doğru biçimde okunmasını sağlamak üzere "ilm-i kıraat" denilen bir bilim, eğitim dalı ortaya çıkmıştır. Hz Muhammed'in sağlığında Kabe'de başlayan, daha sonra bazı sahabilerin evlerinde ve ilk camilerde sürdürülen bu eğitim zamanla kurumlaşmış ve "dârü'l-Kur'an" "dârü'l-huffaz" veya "dârü'l-kurrâ" olarak adlandırılan, özellikle bu amaç için inşa edilmiş olan birtakım binalarda yapılagel-miştir. İslam dünyasında bu yapı türünün hangi dönemde ve nerede doğduğu yeterince araştırılmamış, erken tarihli örnekler de tarihe karışmıştır.
Osmanlı mimarisi tarihinde, Orhan Gazi döneminin başlarından 15. yy'ın sonlarına kadar geçen süre içinde inşa ettirilen darülkurraların hepsi ortadan kalkmış olup bu yapıların mimari özellikleri hakkında hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Bu yüzden Anadolu Türk mimarisinde günümüze intikal edebilmiş ve İstanbul'daki örneklere öncülük etmiş olan en erken darülkurralar Konya'da Kara-manoğulları tarafından 15. yy'da yaptırılan ve darülhuffaz olarak adlandırılan yapılardır. 13. yy'a ait Selçuklu mescitlerinin tasarımını sürdüren Karamanoğlu darül-huffazları kare planlı ve kubbeyle örtülü bir birimden meydana gelmektedir.
İstanbul'da bugüne gelebilmiş en eski tarihli darülkurralar 16. yy'ın ikinci yarısına aittir. Hepsi de Koca Sinan'ın e-seri olan bu yapılarda Karamanoğlu da-rülhuffazlarında görülen tasarımın, en parlak çağını yaşayan Osmanlı mimarisine özgü malzeme seçimi, inşaat teknikleri, oranlar ve ayrıntılarla geliştirilerek sürdürüldüğü dikkati çekmektedir.
İstanbul'daki bu örneklerin en eskisi ve en başarılısı olan Süleymaniye Külli-yesi'ndeki(->) darülkurra (1557'den önce) bazı araştırmacılar tarafından, yanlış teşhisler sonucunda türbedar odası veya darülhadis dershanesi olarak değerlendirilmiştir. Bu yapı, külliye içindeki yerleşimi ve oranları açısından kendi türü i-çinde ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Cami ve Kanuni Türbesi ile birlikte, külliyenin yerleşim düzenini yönlendiren ve kıble ekseni ile çakışan çizgi üzerinde, caminin kıble tarafındaki avlunun sınırında yer almaktadır. Avlu yönüne doğru taşkınlık yapan kitlesi, bir sarnıcın üzerinde yükselmekte, bu sebepten ötürü, olduğundan daha büyük ve heybetli durmaktadır. Duvarlar kesme küfeki taşı ile örülmüş, kapı ve pencere sövelerin-de beyaz mermer kullanılmıştır. Kıble yönüne açılan basık kemerli kapı, sivri kemerli sığ bir niş ve dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış, önünde bulunan sahanlık iki yandan merdivenlerle kuşatılmıştır. Cephelerde, altta ve üstte ikişer pencere yer almakta, alttakilerin dikdörtgen açıklıkları sövelerle çerçevelenmiş ve sivri hafifletme kemerleri ile taçlandırılmış bulunmaktadır. Hafifletme
kemerlerinin aynaları düz küfeki levhaları ile kapatılmış, sivri kemerli tepe pencereleri çift cidarlı alçı revzenlerle donatılmıştır. Kurşun kaplı kubbe on iki köşeli basık bir kasnağın üzerinde yükselir.
Vefa'da, II. Mehmed (Fatih) dönemine ait (vakfiye tarihi 1465) Molla Hüsrev Mescidi'nin yanında yer alan 1565 tarihli Hüsrev Kethüda Darülkurrası'nda da aynı duvar örgüsü ve pencere ayrıntıları görülür. Ancak Süleymaniye Darülkurra-sı'ndan farklı olarak bu yapıda cephelerin eksenine birer adet filgözü tepe penceresi yerleştirilmiş, gerek bunlar gerekse de hafifletme kemerlerinin aynaları beyaz mermerden mamul geometrik şebekelerle doldurulmuştur. Dikdörtgen bir çökertme içinde bulunan girişin basık kemeri, alternatif olarak beyaz mermer ve somaki taşlan ile örülmüş, kubbeye geçişte yivli tromplar kullanılmıştır.
Eyüp'te Sokollu Mehmed Paşa'nın (ö. 1579) eşi İsmihan Sultan (ö. 1585) ile birlikte inşa ettirdikleri küçük külliyenin bünyesinde yer alan darülkurrada ilk göze çarpan özellik, girişin önünde yükselen tek kubbeli revaktır. Yaklaşık 150 yıl önce Konya'da Karamanoğlu döneminde inşa ettirilen Hacı Ali Darülhuffa-zı'ndaki bir mimari çözümle burada tekrar karşılaşılması, Koca Sinan'ın Anadolu Türk mimarisi mirasından ne denli yararlandığının kanıtlarından sadece birisidir. Zemindeki aşırı nem hesaba katılarak darülkurramn kotu çevreye göre yüksek tutulmuş, revağın örttüğü giriş sahanlığı çift kollu bir merdivenle donatılmıştır. Revak kubbesini taşıyan sivri kemerler baklavalı başlıkları olan sütunlara oturur. Kesme küfeki taşı ve tuğla ile meydana getirilmiş almaşık örgünün görüldüğü cephelerin üçünde (giriş cephesi ile yan cephelerde) mermer söveli, sivri hafifletme kemerli, dikdörtgen açıklıklı ikişer pencere ile eksenlerde sivri kemerli birer tepe penceresi açılmıştır. Kubbeyi, içeriden stalaktik dolgulu trompla dışarıdan on iki köşeli bir kasnak takviye etmektedir. Almaşık örgülü hafifletme kemerlerinin aynaları geometrik mermer şebekelerle kapatılmıştır. Günümüzde çocuk kitaplığı olarak kullanılan darülkur-ranın revak kubbesi ile ana kubbesinde, ayrıca tromplarında döneminden kalma kalem işleri seçilmektedir.
Bağlı bulunduğu külliye içindeki konumu hakkında farklı görüşlerin ileri sürüldüğü Atik Valide Darülkurrası'mn (l 578' den önce), cami-medrese ikilisinin batısında, birbirine bitişik darüşşifa, imaret ve darülhadis bölümlerinin oluşturduğu yapı adasının güneydoğu köşesinde yer aldığı anlaşılmaktadır. Darülkurra da dahil olmak üzere, söz konusu bölümler 18. yy'ın sonundan itibaren özgün kullanımlarını yitirerek birtakım yeni faaliyetlere tahsis edilmiş, bu arada, mimari nitelikleri dikkate alınmaksızın tadil edilmişlerdir. Yakın zamana kadar Toplası Ce-zaevi'nin hamamı olarak kullanılan da-rülkurranın almaşık örgülü duvarları dışarıdan görülebilmektedir.
Koca Sinan'ın eserleri arasında adları geçen, ancak günümüze ulaşamamış o-lan Babıâli'de, Beylerbeyi Sofu Mehmed Paşa (ö. 1551) tarafından darülhadisle birlikte 1544'ten önce inşa ettirildiği tahmin edilen darülkurra ile Fatih'te 1577-1580 arasına tarihlenebilen Kadızade Efendi ..(Çırçır) Darülkurrası'mn da aynı mimari özelliklere sahip oldukları tahmin
Hüsrev
Kethüda
Darülkurrası'mn
bir cephe
çizimi.
Ali Sami Ülgen,
1945
edilebilir. İstanbul'daki darülkurraların ortak bir özelliği de büyük ya da ufak kapsamlı bir külliyenin programı içinde yer almaları, en azından bir cami veya mescidin yanında inşa edilmiş olmalarıdır.
16. yy'ın sonundan itibaren, genel o-larak Osmanlı mimarisinde gözlendiği gibi, İstanbul'da darülkurraların sayısında belirgin bir düşüş tespit edilmekte, bu yapı tipi âdeta mimarinin repertuva-rından dışlanmaktadır. Bu gerileyiş, devletin mali gücünün zayıflamasına paralel olarak külliyelerin mimari programlarının daralması, ayrıcı darülkurraların varlığına rağmen kıraat eğitiminin camilerde ve "kurraların" evlerinde yaygın biçimde devam etmesi ile açıklanabilir.
Dostları ilə paylaş: |