Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə33/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   134

BELEDİYE ZABITASI

146

147

BELEDİYE ZABITASI

bilinen uzun bir sürece girmişti. Kentsel yaşam normlarının benimsenmesi, kent yaşamının zorunlu kıldığı kentliler arasındaki etkileşim ve bu etkileşimin sonuçlan, çağdaş kentli ya da kelimenin etimolojik anlamıyla "burjuva"laşma, son yüz elli yıllık istanbul tarihinin ana zihniyet sorunsalını oluşturmuştu.

Diğer bir deyişle paylaşılan bir mekâna uyum sağlayan, ortak normları benimseyen, yasaklar ve yaptırımlarla sınırlı bir yaşam biçimi İstanbul sekenesinin günlük yaşamını belirlemişti. Kent mevzuatı, bir tür "vazife-i temdin", aydınlatma, uygarlaştırma görevi görmüştü. İnsanları kent yaşamına uyumlu kılmak için onlardan yapmaları ya da kaçınmaları gereken hareket, tavır ve davranışlar, esnafın, tüccarın, zanaatkarın uyması gereken normlar, belediyecilikle birlikte yeni bir insan türünü oluşturmaya yönelik mevzuattı. Tüm bu önlemler sağlıklı, güven içerisinde yaşayan, uyumlu bir kentli zümresi oluşturmayı amaçlamaktaydı. Dükkânların camekân bulundurmalarından, kıyılmış hazır kıyma satılamayacağına kadar, son derece ay-rıntılandırılmış düzenlemeler kentliyi oluşturmaya ve gözetmeye yönelikti.

Bu nedenle beledi yasaklar kent yaşamının ayrılmaz parçasıydı. Düzen, yasaklan zorunlu kılıyordu. Kentleşme beraberinde uyulması gereken normları ve ihlali durumunda yaptırımları getiriyordu.

1913 tarihli "Umumi Bahçeler Hakkında Talimatname" şehremanetinin bu kentlileştirme ya da uygarlaştırma misyonunun ilginç bir örneğiydi. Bu talimatnameyle önce İstanbul sekenesine zaman kavramı telkin ediliyordu. Umumi bahçelerin açılıp kapanma gün ve saatleri şehremanetince belirleniyordu. Ardından halka bahçe adabı öğretiliyordu: Bahçelerde gezecek olanlar daima yolun sağını takip edeceklerdi. Talimatnameye göre "umumi bahçelere matbu-gayri matbu levha, ilan vesaire asılması; bu gibi şeylerin bahçelerde satılması ve dağıtılması; bahçelere müskirat sokulması; seyyar çalgı, cambaz, hokkabaz, kundura boyacılarının girmeleri; bahçelerde eşya teşhiri ve satılması; seyyar satıcıların dolaşmaları; dilenme, bahçelere şehremanetince konan masa, bank vesaireden başka eşya getirilip konması, mevcutların yerlerinin değiştirilmesi; araba, hayvan, bisiklet, otomobille bahçelerde gezilmesi; halkı rahatsız edecek hareketlerde bulunulması; bahçelerin kirletilmesi, duvarlarına, parmaklıklarına tırmanma, zarar verme; çiçekleri koparma, ağaçlara zarar verme; bahçelerde hayvan dolaştırma; fener direklerini, gazlan, lambaları bozma, söndürme" yasaktı.

Uygarlaştıncı misyon ya da görevin bir diğer örneği 1925 tarihli Zabıta-i Belediye Talimatnamesi'ydi. Bu talimatnameye göre sokaklarda ayı ve maymun oynatmak yasaktı. Seyyar satıcıların vapurlarda dolaşmaları yasaktı. Hamalların hiçbir yerde imtiyaz ve gedik iddiasına hakları yoktu. Satıcılar Türkçeden

başka herhangi bir dille bağırarak mal satamazlardı.

Aynı talimatnameye göre cenazeler cenaze otomobil ve arabalarıyla taşınacaktı. Cami etrafındaki mezarlıklarla kilise ve evlerin içine ve meskûn yerler yakınında bulunan kabristanlara ölü gö-mülemezdi.

Belediyenin fotoğraflı ehliyetnamesini haiz olmayanlar otomobil ve araba süremezlerdi. Sürü ile hayvan nakline ancak gece yarısından sonra ve gün doğuşundan bir saat sonraya kadar müsaade olunacaktı. Tramvay arabalarına, dururken ve daima hareket istikametinin sağ cihetinden, arka kapıdan binilip ön kapıdan inilecekti. Kireç, alçı gibi toz kaldıran malzeme nakleden arabaların üstü muşamba veya yelken bezi ile örtülecekti. Tezkeresiz inşaat ve tamirat yapılması yasaktı. Sokaklarda inşaat nedeniyle açılmış çukurlara gündüzün işaret, geceleyin ışık konacaktı. Herhangi bir yerde 300 kilodan fazla benzin bulundurulmayacaktı.

Otellerde akar su bulunacağı; otel yatak odaları hacminin, yatacak her a-dam için 12 metreküp üzerinden hesaplanacağı; otele gelen hastaların belediye hekimine haber verileceği; binaların bodrum katlarında geceleyin yatmanın yasak olduğu talimatnamede yer alan maddeler arasındaydı.

Belediye hizmetleri arasında fiyat denetimi önde gelen uğraşlardan biriydi. Bu çaba Tanzimat sonrasında şehremanetinin de görevleri arasında yer aldı. II. Meşrutiyetle birlikte esnaf kethüda-lıklarının kaldırılması ve esnafa cemiyetler aracılığıyla yeni bir görünüm kazandırılması, pazar göstergelerine duyarlı yeni bir ekonomik model arayışının ürünüydü. Bir yandan ekonomide üretimi ve hizmetleri sınırlayan narh uygulamalarına son verilirken öte yandan tüketiciyi korumaya yönelik fiyat denetimine gidilmişti.

Tanzimat dönemi narhlarının ayrıntılı dökümleri dönemin gazetelerinde yer aldı. Şehremanetince verilen bu fiyat listeleri bakkal esnafı, şekerci esnafı, helvacı esnafı, sebzeci esnafı vb hemen hemen tüm esnaf taifesinin pazarladıkları malları kapsıyordu.

Narh usulü giderek terk edildi. 4 Mart 1856'da etten ve bazı maddelerden, 20 Haziran 1864'te sebze ve diğer birçok maddeden narh kaldırıldı. Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Mahsus-ı Vükela'nın kararı üzerine 29 Temmuz 1865 günlü bir ira-de-i seniye ile ekmekten başka bütün ihtiyaç maddeleri üzerinden narh kalktı.

Narhtan piyasa göstergelerine geçiş, esnaf gedikleri ve bağlı kurum ve düzenlemeleri gereksiz kılmıştı. Eskiden, ulaşım ve haberleşme olanaklarının çok sınırlı olduğu bir dönemde, narh geleneksel ahlak normları doğrultusunda fiyat artışını önleyen bir mekanizma iken zamanla bu işlevini kaybetmişti. Hattâ üretimi sınırlayarak fiyat artışlarına neden olmuştu. Nitekim narhın kal-

kışıyla birlikte ihtiyaç maddelerinin fiyatlarında düşme gözlendi.

Narh usulü kaldırılmakla beraber, belediyelerin, fiyat farklılaşmasını denetlemek, kalite ve tartı kontrolü yapmak gibi alışverişi düzenleyen görevleri, daha belirgin bir nitelik kazandı. Eskiden lonca disiplininin gördüğü işlevi Tanzimat'tan sonra belediyeler üstlendi. Ölçülerde üniter yapıya geçiş bunu daha da zorunlu kılmıştı. Genel standartlar kentin her köşesinde geçerli kılınmaya çalışılıyordu.

Osmanlı gibi sanayileşme sürecine girememiş, ancak Batı ile olan yakın ilişkisi sonucu sanayi toplumunun bazı normlarını, bu arada kentsel yaşam biçimini benimsemiş bir ülke başkentinde, ikilikler belediye hizmetlerinin etkinliğini bir ölçüde sınırlamıştı.

Şirket-i Hayriye vapuruyla kayığın, Rıhtım Şirketi'nin römorkörü ile mavnanın, kamyonla sırık hamalının, büyük mağazalarla ayak satıcısının bir arada oluşu farklı teknolojilerin birlikteliği anlamına geliyordu. Değişik teknolojilere ortak normların uygulanması ise o denli güçtü.

Böyle bir durumda belediye hizmetlerinin geniş bir çevreye ulaştırılması ve etkili bir belediye denetimi yapılması zordu. Yine de Tanzimat belediyeciliği, başlangıçta, fiyat farklılaşması oldukça, değişik standartlar oluşturarak narh geleneğini sürdürmeye çalışmıştı. Sebzeci esnafının baş, orta ve ufak karnabaharı sırasıyla 50, 35 ve 25 paraya, sebzecinin 5 paraya sattığı ıspanağı yanaşmaların 4 paraya, kayık ve bahçelerden alınacak 14 paralık balkabağmın sebzecilerde 18 paraya satıldığı, gazetelerde sık sık ilan ediliyordu.

Geleneksel "payitaht" ile çağdaş "kent" in farklı yapılanmaları İstanbul örneğinde çarpıcı bir biçimde gözlemlenebilir. Ekonominin durağan, geçimlik, zanaat ağırlıklı yapısının çözülerek dinamik bir yapıya yönlendirilmesi, gediklerin ve loncaların kalkması, pazar göstergelerinin belirlediği ve tüketiciyi koruma ağırlıklı bir ekonomik örüntü Tanzimat sonrası İstanbul'un ana gelişim özelliklerini oluşturmuştu.

Ancak bu geçiş süreci eski yapılarla yeni yapılanmaların birlikteliğini gerektirmiş, kurumsal dönüşümler kimi kez eski yapıların çağdaş kent yaşamına u-yumlu kılınması anlamına gelmişti. Kent içi taşımacılığı bunun ilginç örneklerinden biriydi.

Hamal esnafının lonca yapısı çözülürken yerine şehremaneti gözetiminde bir hizmet sektörünün oluşturulması amaçlanmıştı. Meslek zümresinin lonca bünyesinde kethüda ile sınırlı yönetim yapısı bundan böyle şehremanetince üstlenilmiş ve hamallığa özgü dışa kapalı yapı çözülerek pazar göstergeleri doğrultusunda yeni bir yapılanmaya gidilmişti.

II. Meşrutiyet'in getirdiği ticaret ser-bestiyeti kaygısı, bu tür dönüşümlerin oluşmasında ana etmen olmuştu. Nite-

kim 5 Eylül 1909 tarihli talimatla hamallar kethüdalığı kaldırılmış, kethüdalığa ait hak ve yetkiler belediye ve zabıta idarelerine verilmişti.

Kentte hızlı değişim ve nüfus yoğunluğu hijyenin giderek önem kazanmasına ve halk sağlığının belediyelerin ana uğraş eksenlerinden birini oluşturmasına neden olmuştu. Sağlıklı bir kentin oluşması, Tanzimat'tan bugüne kent yönetimlerinin ana kaygılarından birini oluşturdu.

Tanzimat sonrası yayımlanan ve İstanbul belediye zabıta işlerini ilgilendiren nizamname ve talimatnamelerden hijyenle bağlantılı "Altıncı Daire-i Belediye dahilinde bulunan bazı hususi hanelerin hidemat-ı sıhhiyesine dair talimatname" halk sağlığıyla ilgili düzenlemelerin ilginç bir örneğiydi.

Bu talimatname ile Altıncı Daire bölgesindeki genelev kadınlarının daire-i belediyece kontrol edilmeleri öngörülmüştü. Bölge dahilindeki genelevler bu talimatname gereğince belediye memur, hekim ve çavuşları tarafından teftiş edilmeye başlanmış; genel kadınların muayene ve tedavileri için gerekli olan para, genelevler dört sınıfa ayrılarak buralardaki kadınlardan genelevlerin sınıflarına göre ayda sırasıyla 3 mecidiye, l lira, 1,5 lira, 2 lira tahsil edilmek suretiyle sağlanmıştı. Genel kadınların muayene ve tedavisi için Altıncı Daire mıntıkasında kurulmuş olan zührevi hastalıklar hastanesi 1909'da Sıhhiye Müdüriyeti'ne devredildi (bak. Beyoğlu Nisa Hastanesi).

Bu tür kent hizmetlerinin ancak bölgesel olarak yerine getirilebilmesi, diğer bir deyişle Altıncı Daire'ye hasredilmesi, beklenen sonucu elde etmekte sorunlar yaratmıştı. Diğer dairelerdeki genel kadınların hiçbir kayıt ve kontrole tabi tutulmaması yüzünden bu denetim iyi bir sonuç vermemiş, birçok genel kadın diğer belediye dairelerine yerleşerek serbestçe fuhuş yapma imkânı bulmuşlardı. Her ne kadar vakanüvis Ahmed Lut-fî, Tarib-i Lutft'de "Hamdolsun devair-i saire ehalisinde o kadar malumat olmadığından, daireleri dahilinde alenen fu-huşhaneler ve kumar mahalleri gibi mem-nuat itiyadile, altıncı daireden örnek almadılar" diyorsa da gerçek bu doğrultuda değildi.

Nihayet, Dersaadet Teşkilatı Belediyesi hakkındaki 30 Aralık 1910 tarihli Muvakkat Kanun'un 6. maddesi ile İstanbul belediye zabıtasına ait vazifelerin önemli bir kısmı polise devredilmiş, genelevlerin murakabesi de doğrudan doğruya polisçe yapılmaya başlanmıştı.

Öte yandan çağdaş kentin temel göstergelerinden biri olan kitle ulaşımı, diğer bir deyişle kent nüfusunun günlük akışkanlığının artışı ve bu doğrultuda kitle ulaşımının önem kazanması, İstanbul örneğinde Batı'daki gelişmeleri çok yakından izlemişti. Kitle ulaşımının düzenlenmesi; Şirket-i Hayriye, Seyrüsefa-in, Anadolu ve Rumeli banliyö hatları, Dersaadet Tramvay Kumpanyası, Tünel

Şirketi toplutaşımacılık alanında kentlileşme göstergeleriydi.

Kent yaşamı yasakların yanısıra düzenlemeleri de gerekli kılıyordu. Özellikle kitle ulaşımı trafik kavramının kentin ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermişti. II. Meşrutiyet yıllarında şehremanetinin temel düzenlemelerinden biri trafikle ilgiliydi. 1912'de "Dersaadet ve Bilad-ı Selasede Mürur u Uburun Te-min-i Selametine Dair" bir talimat kabul edildi. Bu talimat Türkiye'nin ilk trafik mevzuatıydı.

Talimata göre "nakil vasıtaları" daima yolun sağ tarafını takip edeceklerdi. Bunlar küçük sokaklardan büyük caddelere çıkacakları vakit daima büyük caddedeki vasıtalara yol verecek; duralayacağı zaman arabacılar kamçılarını kaldırarak, otomobil "çarkçıları", yani şoförleri ellerim yan tarafa çıkararak ve üç defa düdük çalarak arkadan gelen vasıtaları uyaracaklardı. Öndeki vasıta geçilmek istendiği zaman bu vasıtanın solundan geçilecekti. Vasıtalar bir sokaktan diğer bir sokağa geçerken düdük çalmak mecburi-yetindeydiler. Nakil vasıtaları kalabalık yerlerde, virajlarda, yol kavşaklarında süratlerini azaltacaklardı. Tramvay arabaları yakınlaştığı sırada bir mecburiyet olmadıkça araba ve diğer vasıtalar rayları işgal etmeyeceklerdi.

Yayaların, hayvanlıların, araba ve o-tomobillerin cenaze alaylarının önünü kesmesi veya asker kıtaları ve sair toplulukları yararak geçmesi yasaktı. Araba ve otomobiller önlerinde giden yaya, hayvan, süvari vesaireyi seslenerek veya boru çalarak uyaracaklardı. Araba ve hayvanları süratle koşturmak yasaktı.

Otomobillerin sürat limiti şehir dışında 30 kilometreydi.

Otomobiller şehir dahilinde vasati olarak 12 kilometreden fazla süratle gidemeyecekler, sarsıntıdan zarar görecek köprü, lağım ve sair inşaat yanından ağır geçeceklerdi.

Şehir içi sürat limiti günün teknolojisi doğrultusunda Cumhuriyet'in ilk yıllarında yayımlanan "Zabıta-i Belediye Talimatnamesi" ile artırılmış, geniş ve tenha yollarda 36 kilometreye, kalabalık sokaklardan ve köprüler üzerinden geçerken 12 kilometreye çıkarılmıştı.

Otomobil, otobüs, bisiklet, arabalar gün battıktan sonra fener yakmak mec-buriyetindeydiler. Bunların içinde müşteri olup olmadığı gösterilmek üzere, fenerleri kırmızı veya beyaz renkte yanacaktı. Araba ve otomobillerde şehremanetince tespit edilen ücret tarife levhaları asılı bulundurulacaktı. Otomobillerde ayrıca taksimetre bulunacaktı. Tarifede yazılı olandan fazla ücret alan araba ve otomobiller ücret fazlasını müşteriye iade etmek zorundaydılar. Polis işaret ettiği zaman nakil vasıtaları derhal duracaktı. Polisin emrine aykırı harekette bulunan nakil vasıtaları sahipleri (veya sürücüleri) sanat icrasından men olunacaklardı.

Geleneksel yapının çözülmediği bir

ortama çağdaş kent hizmetleri getirilirken yasaklayıcı olmaktan çok çözümleyici olmaya özen gösteriliyordu. Yine aynı "seyrüsefer" talimatına göre "şehir dahilinde salhaneler yapılıncaya kadar koyunların geçeceği sokak ve saatler belediye dairesi tarafından tespit edile-cek"ti. "Şehir içinde sürü ile kümes hayvanları gezdirmek; yaya kaldırımlarına, han, ev, dükkân önlerine koyun, keçi vb hayvan bağlamak, tavuk kümesi koymak; sokakta tavuk, köpek ve sair hayvanları başıboş bırakmak yasak"tı.

Bir dizi geleneksel hizmet güncelleş-tirilirken, kent sakinlerine çağdaş dokunun gerektirdiği yeni hizmetler de sunuluyordu. 25 Mart 1875'te yürürlüğe giren "Umumi Deniz Hamamları Nizamnamesi" bu tür hizmetlerden biriydi.

Bu nizamnameye göre umumi deniz hamamları inşa ve idareleri bir ya da en fazla iki seneye mahsus olmak üzere şehremaneti tarafından müzayede ile ihale olunuyordu.

Hususi deniz hamamları da şehremaneti tarafından verilecek ruhsat üzerine inşa edilecekti. Kadınların denize girmeleri ihtimali bulunan yerlerdeki umumi hamamlar çift olarak yapılacak ve bunlar ses işitilmeyecek derecede birbirinden uzak olacaktı. Deniz hamamları dışında, deniz kıyısında ya da açıklarda denize girmek yasaktı. Bu tür ihlallerde zabıta ve liman idaresi müdahale edecekti.

Hamamlarda, müşteriler tarafından kullanılmak üzere şehremanetince verilecek örneğe uygun kısa donlar ve lüzumu kadar havlu, çıkma ve peştemal-ler bulundurulacağı gibi yüzme bilmeyenlere yüzme öğretmek üzere bir muallim bulunacaktı.

"Hamamlardaki hususi localarda denize girecekler ister takımı hamamdan alsınlar ister almasınlar, bakır akçe olarak üçer, umuma mahsus olan havuza takımı hamamlardan alıp girenler ikişer ve kendi takımı ile yıkananlardan birer kuruş alınacak ve fakat zabitan-ı askeriye ve zaptiyeden mülazım ve yüzbaşılar ile küçük çocuklardan mezkur ücretin nısfı (yarısı), çavuşa kadar neferat-ı askeriyeden onar para alınacak"tı.

Belediye zabıtası bünyesinde yer alan tüm bu görevler önceleri ihtisap ağası, çöplük subaşılan, ayak naipleri, mimar-başılar gibi görevlilerce, sonraları şehremaneti ve belediyenin değişik birimlerince yerine getirilmişti. Belediye zabıtası, ayrı bir birim olarak ancak İstanbul Belediye Zabıtası Müdürlüğü adı altında 1956'da kuruldu, l Şubat 1957 günü fiilen hizmete başladı. Belediye zabıtası örgütü için açılan ilk kurstan 12'si merkez memuru, 33'ü başkomiser, 24'ü komiser ve komiser muavini olmak üzere 159 kişi mezun oldu.

Belediye Kanunu'na göre belediye zabıtası belediyenin icra organıydı: Beldenin temizliğini, intizamını, sağlığını, huzur ve sükûnunu, emniyet ve selametini, iktisadi nizamım sağlamakla yükümlüydü. Belediye zabıtası, görevini

BELGESELLER

148

149

BELGRAD ORMAM

belediye şube müdürlükleri emrindeki yerel örgüt ve zabıta müdürlüğü emrindeki merkez örgütü aracılığıyla yapacaktı. Bu görevler Belediye Zabıtası Talimatnamesi ile ayrıntılandırılmıştı.

Bugün belediye zabıtası hâlâ 1580 sayılı Belediye Yasası ve 3030 sayılı Bü-yükşehir Belediyeleri Yasası ile oluşturulan zabıta müdürlüğü bünyesinde yer almaktadır. Seyyar satıcılarla mücadele, ana arter yol ve meydan işgallerinin önlenmesi zabıtanın ana hizmetlerini oluşturmaktadır.

Topkapı Meydanı, Eminönü Meydanı, Yeni Cami arkası ile Yenicami Caddesi, Karaköy Meydanı, Taksim Meydanı ve istiklal Caddesi, Aksaray Meydanı, Beyazıt ve Yenikapı meydanı ile ana arterlerde nizam ve intizamı bozan, çevreyi kirleten, gidiş gelişi engelleyen, sağlığa aykırı yiyecek satan seyyar satıcılarla mücadele edilmektedir. II Trafik Komisyonu kararı uyarınca ana arterlerle, Eminönü Yeni Cami arkası, Topkapı Meyda-nı'nda yaya ve motorlu araç trafiğini engelleyen el arabası ve tezgâh faaliyeti önlenmektedir. Doğu Avrupa ülkeleri vatandaşlarınca pazar yeri haline getirilen Beyazıt Meydanı ve Yenikapı'daki işgallerle mücadele edilmektedir. Seyyar satıcı faaliyetine mani olunmak üzere motorlu özel ekipler oluşturulmuştur.

Dilencilerle mücadele, pazar yerlerinin denetimi, trafik çalışmaları ve toplu-taşıma araçlarının denetimi, gayri sıhhi müesseselerin denetimi, kaçak et denetimi, ana arterlerde kazı denetimi zabıtanın ilgilendiği diğer hususlardır. Kentin değişik semtlerinde belediyece hazırlanan projelere göre istimlak edilip devri yapılan yapılar izlenmektedir.

Zabıta ekipleri ayrıca Çevre Koruma Müdürlüğü emrinde denizde görevlendirilmekte ve denizi kirleten gemilerle mücadele edilmektedir. Sağlık İşleri Müdürlüğü tabipleri ile birlikte işyerlerini denetlenmekte, belediye emir ve yasaklarına uymayan, noksanlıkları görülen işyerlerine "denetim raporu" tanzim edilmektedir. Hal zabıta amirliği ekiplerince sebze ve meyve hali ve su ürünleri hali denetlenmektedir.

Boğaziçi Zabıta Amirliği ekipleri Boğaziçi imar Müdürlüğü teknik elemanları ile ortak denetimlerinde kaçak yapıların tespit edip yıkımım sağlamaktadır.

Yurt genelinde tüm belediye zabıtalarının eğitimine yönelik olarak Zabıta Eğitim Merkezi'nde eğitim çalışmaları sürmektedir.

1993'te yeni bir belediye zabıtası görev yetki yasa tasarısı taslağı, zabıta müdürlüğü ve Marmara ve Boğazları Belediyeler Birliği ile uyumlu olarak hazırlanmıştır. Bu yasa ile belediye zabıtasının çeşitli konularda uzmanlaşması çalışma güvencesi ve yeni yetkilerle donatılması sağlanmaktadır. Uzmanlık grupları başında turizm zabıtası, çevre ve sağlık zabıtası, trafik zabıtası, imar zabıtası, nizam ve intizam zabıtası gibi birimler yer almaktadır.

istanbul'da 1987'de anakent belediyesinde 463 olmak üzere ilçe belediyelerine bağlı çalışanlarla 'birlikte 2.429 zabıta personeli bulunmaktaydı. Anakent belediyesinden sonra en fazla zabıta personeli çalıştıran ilçeler Bakırköy,

Kartal ve Eminönü'ydü.

ZAFER TOPRAK



BELGESELLER

İstanbul'u konu alan ilk belgesel filmler sinemanın ortaya çıkışıyla eşzamanlıdır. Lumiere Kardeşler 28 Aralık 1895'te Paris'teki Grahd Cafe'de halka açık yaptıkları ilk sinema gösterisinden bir yıl sonra, gerek "cinematographe"ı yaymak ve gerekse ellerinde bulunan aygıtlara yeni pazarlar bulmak amacıyla tüm operatörlerini (kameraman) dünyanın dört bir yanına görderdiler. Bu operatörlerden Alexandre Promio da İstanbul'a gelerek bir dizi belgesel film çekti. Bu filmlerden biri, sinema tarihi açısından da bir hayli önemli oldu: Alıcısını Haliç üzerinde bir kayığa yerleştiren Promio, bir yandan Halic'in panoramik ve hareketli görüntüsünü tespit ederken öbür yandan da sinema tarihinin ilk kaydırma (travelling) tekniğini kullandı. Promio' nün yanısıra Feli Mesguich, Francis Do-ublier, Charles Moisson da 1896-1899 arasında Rusya'ya giderken İstanbul'a uğrayarak o günün teknik olanaklarının elverdiği uzunlukta, birer dakikalık belgesel filmler çektiler. Lumiere operatörlerinin çektikleri bu filmlerden günümüze dek ulaşan olmadı.

Sinema tarihimizin ilk filmi, aynı zamanda İstanbul'la ilgili ilk belgeseldir. Fuat Bey (Uzkınay) 14 Kasım 19l4'te Ayastefanos'taki Rus Abîdesi'nin Yıkıh-şt'm 150 m'lik bir filmle belgelerken İstanbul'un yok olan bir anıtını da tespit etmiş oldu. Fuat Bey ayrıca bağlı bulunduğu Merkez Ordu Sinema Dairesi adına Abdülhamid'in Cenaze Merasimi (1918) ile Vahideddin'in Biat Merasimini (1918), Malûl Gaziler Cemiyeti adına ise Sultanahmet'te İzmir için Mitingi (1919) çekerek İstanbul'un kimi tarihi olaylarını kamerasıyla tespit eden ilk Türk yönetmeni oldu.

İstanbul kentini tümüyle tanıtmayı amaçlayan gerçek anlamda ilk belgesel film ise İlhan G. Arakon tarafından 1954' te Bir Şehrin Hikâyesi adıyla çekildi. İstanbul'u Bizans'tan son dönemine dek tarihi bir yelpaze içinde ele alan film aynı zamanda bu kenti renkli olarak tanıtan ilk belgeseldi. Türk Film Dostları Derneği'nin ikinci festivalinde ödül kazanan bu film, ayrıca Berlin Festiva-li'nde de gösterildi (1954).

Bu filmden yıllar sonra Lütfi Ömer Akad, TRT adına, İstanbul'u konu alan dört bölümlük bir belgesel yaptı (1992). Günümüz İstanbul'unun kozmopolit yapısına farklı bir yorum getiren Dört Mevsim istanbul belgeseli, özellikle simgesel görüntüleriyle olumsuz yönde gelişen değişim ve dönüşümün altını çiziyordu.

Ülkemizde belgesel sinema, ticari bir amaç içermemesi, yayılıra ve gösterim alanının dar olması nedeniyle pek rağbet görmedi. Bu nedenle profesyonel sinemacıların bu türde film üretmeleri kendiliğinden kısıtlanmış oldu. İstanbul kenti de bu kısırlıktan nasibini aldı. İstanbul'u konu eden filmler daha çok amatör ya da ticari amaç gütmeyen kişi ve kurumlar tarafından çekildi. Bu filmlerin büyük bir kısmı kenti bütünüyle değil de yalnızca bir yanıyla tanıtmayı amaçlıyordu. Süha Arın İstanbul suyunu istanbul'un Çağırdığı Su, Kapalıçarşı'yı ise Kapalı-çarşı'da Yüz Adım belgesellerinde işledi. Kısa film alanında amatör çalışmalar yapan Mehmet Gürel'in Vapurlar (1986), Şeyda Pehlivan'ın Kazhçeşme (1991), Bahadır Karataş'ın yine aynı adlı çalışması Kazhçeşme (1991). Canan Evcimen İçöz'ün Çarşı Pazar istanbul (1990), Tomris Giritlioğlu'nun TRT adına çektiği üç bölümlük işte Beyoğlu, Enis Rıza Sa-kızlı'nın İstanbul'a Dair (1988), Hilmi Etikan'ın Tarlabaşı (1988) çalışmaları İstanbul'un belirli bir semtini ya da özelliğini ortaya koyan başlıca amatör çalışmalar arasında yer aldı. Ayrıca TRT, Jak Deleon, Burçak Evren ve Çelik Gülersoy ile birlikte Galata Köprüsü, istanbul'un Eski Sinemaları, Bedesten, Tarihte Kadıköy, Tünel, Çamlıca ve Fenerbahçe belgesellerini yaptı.

BURÇAK EVREN

BELGRAD BENDİ

bak. BÜYÜK BENT



BELGRAD KAPISI

bak. SURLAR



BELGRAD ORMANI

Belgrad Ormanı, İstanbul'un Trakya kesiminde, Isıranca Dağları'mn güneydoğu yönünde alçalarak İstanbul Boğazı'nda sonuçlanan ve ortalama yüksekliği 135 m olan bir peneplen üzerinde yer alır. Bu hafif dalgalı arazi eski bir erozyon sahasıdır. En yüksek noktası kuzeyde Kartaltepe (230 m), en alçak noktası güneyde Kurudere'dir (40 m). Arazinin yüzde 50'si 120 m'den daha yüksektir. Tüm orman alanındaki düz ve düze yakın yerlerin oranı yüzde 9, hafif eğilimli yerlerin yüzde 21, orta eğimli yerlerin yüzde 45, çok eğimli yerlerin oranı yüzde 25'tir. Bugünkü toplam orman alanı 5.442 hektar olup bunun sadece 475 hektarı açık alandır.

Belgrad Ormanı İstanbul'dan yaklaşık 20 km mesafededir; doğu sınırı Bo-ğaz'dan 5 km içeridedir; kuzey sınırı ise Karadeniz'e 5-6 km yaklaşmaktadır.

Bizanslılar zamanından beri şehre su sağlamak için yararlanılan ve kente çeşitli suyollarıyla bağlanmış bulunan Belgrad Ormanı'nın tarihçesinin çok eskilere uzandığı bilinmektedir. Osmanlı döneminde ormanın önem kazanması 16. yy ortalarına rastlar. İstanbul kentinin artan su gereksinimleri karşısında, ilk kez 1554-1564 arasında mevcut suyollarının

büyük çapta onarımları yapılmış ve birçok yeni kemer inşa edilmiştir. Yine bu yüzyılın sonlarına doğru, 1575'te ilk kez "su nazırının" emrinde belirli bir koruma örgütü kurularak, orman özel korumaya alınmıştır. Belgrad Ormanı, 1719' da Büyük Bent, 1722'de de Topuzlu Bent'in inşasıyla daha fazla önem kazanmıştır. Bu tarihlerde orman oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır; doğuda Kabataş Tepesi, batıda Göktürk (Petnahor), kuzeyde Gü-müşdere (Domuzdere) ve güneyde Aya-zağa'ya kadar uzanan bir orman parçası durumunda olduğu ve 13.000 hektarlık bir alanı kapladığı bilinmektedir. Ormanın alanı 1840'larda 12.000 hektara, 1870'lerde ise 7.500 hektara kadar düşmüştür.

Orman, adını I. Süleyman (Kanuni) zamanında (1520-1566) kurulan "Belgrad Köyü"nden almıştır. Kanuni Sultan Süleyman'ın Sırbistan seferinden (1521) sonra, Bizanslılar zamanından kalan köylerin canlandırılması ve yeni köyler kurulması girişimlerine paralel olarak Sırbistan'dan getirilen esirler, bugünkü Büyük Bent'in kuzeybatı kesiminde, eski Ayvat Köyü yakınına, ormanın içine iskân edilmişler, yerleşmelerine "Belgrad Köyü" adı verilmiştir. Bu köy, uzun yıllar kentin değerli sayfiye mıntıkaları arasında yer almıştır.

Boğaz kadar güzel bir görünümü yoksa da, özellikle yaz sıcakları bastırıp Beyoğlu (Pera) bulaşıcı hastalıklarla kasıp kavrulurken, elçiliklere bağlı yabancılar, özellikle Fransızlarla Ermeni azınlıklar bu bol ağaçlı, sulak, üstelik Karadeniz rüzgârlarına açık sayfiyeye rağbet etmişlerdir. Türkler için Kâğıthane ne ise, Belgrad Köyü de yabancılar için aynı şey olmuştur. Lady Montagu, Mr. Pope'a yazdığı mektupta, Belgrad Köyü'nü "Çoğunlukla meyve ağaçlarından meydana gelen ve sularının güzelliği ile tanınan, çok sayıda çeşmelerle sulanan, gölgeli patikalarla donanmış, Karadeniz'den gelen rüzgârlarla serinleyen bir ormanın içindeyim. Köyde yalnızca en varlıklı Hıristiyanlar oturuyor; her gece bir çeşme, bir havuz başında toplanıp şarkılar söyleyerek dans ediyorlar" diye anlatır. Ancak yerleşmenin yarattığı çevre kirlenmesinin doğurduğu sorunlar üzerine önce çevreyi kirletenlere çeşitli cezalar uygulanmış, kirliliğin yine de önlenememesi yüzünden 1894'te çıkarılan bir "ira-de-i seniye" ile Belgrad Köyü kaldırılmış ve ormanda her türlü kesim yasaklanarak çok sıkı koruma önlemleri alınmıştır. Belgrad Ormanı'nın topraklarını oluşturan anakaya, karbonifer ve neojen tabakalarına dayanmaktadır. Neojen depoları alttaki karbonifer şistleri üzerinde yatmakta ve kumlu killi balçık, kumlu balçık ya da balçık hamuru içinde çakıllı tabakaları oluşturmaktadır. Çoğunlukla, "Belgrad çakılları" da denilen bu neojen tortullarına, hemen hemen bütün sırtlarda rastlanmaktadır. Karbonifer şistleri ise, neojen tortullarının aşındığı orta, dik ve çok dik Yamaçlarda ortaya çıkmakta; ge-

nellikle taşlı, sığ ve orta derinlikte, geçirimsiz topraklar oluşturmaktadır. Hâkim toprak türü killi balçık ve balçıklı kildir.

Belgrad Ormanı'nda topraklar kireç yönünden fakirdir. Buna karşılık organik maddeler, iklimin elverişliliği nedeniyle normal bir hızla ayrışmakta, özellikle topraktaki biyolojik aktivitenin yüksekliği sayesinde oluşan humus, toprağın derinliklerine kolayca inebilmektedir.

Belgrad Ormanı, denizden fazla yüksek olmamasına karşın oldukça yüksek miktarda, metrekareye 1.000 mm'nin üstünde yıllık yağış alır. Bahçeköy Meteoroloji İstasyonu'nun 37 yıllık değerlerine göre yıllık ortalama yağış 1.069,4 mm, yıllık sıcaklık ortalaması 12,8 °C, maksimum sıcaklık ortalaması 17,5 °C ve minimum sıcaklık ortalaması 8,9 °C'dir. En sıcak aylar, 26,9 °C sıcaklık ortalaması ile temmuz ve 27,3 °C sıcaklık ortalaması ile ağustostur. En soğuk ay şubattır (1,5 °C). Mutlak maksimum sıcaklık (1958 Ağustos'u) 39,7 °C, mutlak minimum sıcaklık (1985 Mart'ı) -15,4 °C dir. En sıcak ve en soğuk ayların sıcaklık ortalamaları arasındaki fark 25,8 °C gibi oldukça önemli bir miktara ulaşmaktadır. Genel olarak ilkbahar serin, yaz sıcak, sonbahar kısmen ılıman, kış oldukça soğuktur. Don en fazla ocak, şubat, mart ile aralık aylarında meydana gelmektedir. Belgrad Ormanı, Akdeniz ve Orta Avrupa iklimleri arasında bir geçiş iklimine sahiptir. Haziran ayı ortasından eylül ayı sonuna kadar devam eden oldukça uzun bir yaz kuraklığının varlığı bilinmektedir. Bu süre içerisinde, kökleri 10-15 cm derinlikte bulunan bütün bir yıllık bitkiler ile bazı çok yıllık otsu bitkiler sararıp kurumaktadır. Yaz kuraklığının belirtileri olan sararma ve kurumalar eylül ayı sonlarında başlayan yağmurlardan sonra kaybolmaktadır.

Belgrad Ormanı, bitki coğrafyası ve iklim bölgeleri sınıflandırmasına göre, "Castanetum-Fagetum" ara zonunda yer alır. Kışın yaprağını döken çok sayıdaki ağaç ve çalı türlerinin oluşturduğu bir "yapraklı orman"dır. Orman alanının yüzde 75'ini sapsız meşe (Quercus pet-raed), Macar meşesi (Quercus frainettö) ve saplı meşe (Quercus robuf) gibi üç önemli meşe türü kaplar. Bunları sırasıyla doğu kayını (Fagus orientalis), adi gürgen (Carpinus betulus), Anadolu kestanesi (Castanea vezcd) izler. 30-40 yıl öncesine kadar, ormanda kestane ağaçları meşe türlerinden sonra ikinci yeri işgal etmekteydi; ancak, "phytopht-hore cambivora" adındaki bir mantarın sebep olduğu "mürekkep hastalığı" büyük ölçüde kurumalara neden olmuş, yaşlı kestane ağaçları bugün yok denecek kadar azalmıştır. Belgrad Ormanı'nda, doğal olarak yetişen çok sayıda ağaç ve çalı türleriyle 400'den fazla tek ve çok yıllık otsu bitki türü (toprak florası) bir araya gelerek zengin ve oldukça karışık bir mozaik meydana getirir. Odunsu türlerden önemli olanlar: Yukarıda belirtilen meşe türlerinden başka mazı

meşesi (Quercus infectorid), Türk meşesi (_Quercus cerris) ve kermes meşesi (Quercus cocciferd); dere içlerinde, taban suyu yüksek rutubetli yerlerde adi kızılağaç (Alnus glutinosd), titrek kavak (Populus tremuld), aksöğüt (_Salix albd), gümüşi ıhlamur (Tilia tomentosa), akça-ağaçlar (Acer campestre, Acer trautvet-teı), ova karaağacı (Utmuş minör), de-mircik (Cornus australis), yabani kirazdır (Prunus aviuni). Karayemiş (Lauro-cerasus officinalis) ve çobanpüskülü (Ilex colchicuni) rutubetli ve koyu gölgeli kayın ormanı altında yer alırlar. Bol ışıklı, kurakça yamaçlarda ise kuşüvezi (Sorbus torminalis), muşmula (Mespûus germanica), geyikdikeni (Crataegus monogynd), çakaleriği (Prunus spino-sd), boylu süpürgeçalısı (Erica arbored), bodur süpürgeçalısı {Erica verticillatd), funda (Calluna vulgaris), kocayemiş (Arbutus unedö), akçakesme (Phittyrea latifolid), ateşdikeni (Pyracantha cocci-nea), abdestbozan (Sarcopoterium spi-nosuni), İspanyol katırtırnağı (Spartium junceum), boyacı katırtırnağı (Genista tictorid) ve katranardıcı (Juneperus oxy-cedrus) gibi türler görülür.

Mevcut doğal bitki örtüsü dışında, çeşitli araştırmalar için deneme alanlarının kurulması ya da ekonomik amaçlar gözetilerek yapılan ağaçlandırmalar yoluyla, orman alanına, karaçam (Pinus nig-ra), sarıçam (Pinus sylvestris), sahilçamı (Pinus pinaster), fıstıkçamı (Pinus pi-ned), duglaz göknarı (Pseudotsuga men-ziesiî) ve Toros sediri (Cednıs Hbanİ) gibi iğneyapraklı türler de getirilmiş bulunmaktadır.

Belgrad Ormanı oldukça zengin sayılabilecek bir hayvan varlığına sahiptir. Özellikle av hayvanları bakımından, tüm yörede olduğu gibi, bu ormanda da büyük bir çeşitlilik göze çarpmaktadır. Üstelik avlanma yasağının getirdiği koruyucu önlemler, mevcut yaban hayatının daha sağlıklı ölçülerde gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Ayrıca, 103 hektar büyüklüğündeki av üretme sahasında doğal koşullarda sürdürülen geyik yetiştirme faaliyetleri de bu katkıyı büyük ölçüde güçlendirmektedir. Ormanda 71 kuş, 18 de memeli hayvan türü mevcuttur. Kuşlardan bazıları, yeşilbaş, bıldırcın, çulluk, tahtalı, üveyik, karabatak, ağaçkakan, bülbül, karatavuk, ispinoz, saka ve saksağandır. Memelilerden ise gelincik, ağaçsansarı, tilki, karaca, kurt, yabandomuzu, çakal, tavşan, sincap ve kirpi en çok görülen türlerdir.

Belgrad Ormanı'nın su varlığını dereler, bunların bir kısmı üzerinde inşa edilmiş olan bentler ve çeşitli kaynak suları oluşturmaktadır. Derelerin büyük bir bölümü yazın oldukça az su taşır. Halen ormanda, Kapaklıbent ve Izgara-bendi gibi çok küçük iki bent hariç tutulacak olursa, toplam yüzölçümleri 36,88 hektarı bulan ve 13,5 m ile 17 m arasında değişen set yüksekliklerine sahip 7 adet önemli bent vardır. Bunlardan ilk üçü Valide Bendi, II. Mahmud Bendi


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin