Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə41/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   134

Bibi. K. Akyüz, Batı Te'sîrinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara, 1953; H. Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Yahya Kemal, ist., 1953; N. S. Banarlı, Yahya Kemal Yaşarken, İst., 1959; H. Eralp, Yahya Kemal için, ist., 1959; A. Ş. Hisar, Yahya Kemal'e Veda, İst., 1959; A. H. Tanpmar, Yahya Kemal, ist., 1962; N. Tam-türk, Açıklamalı Yahya Kemal Antolojisi, İst., 1972; S. S. Uysal, işte Gerçek Yahya Kemal, ist., 1980; A. S. Ünver, Yahya Kemal'in Dünyası, İst., 1980; Ş. Elçin-M. Tevfikoğlu-S. K. Tural (haz.), Ölümünün Yinnibeşinci Yılında Yahya Kemal Beyatlı, Ankara 1983; C. Tan-yol, Türk Edebiyatında Yahya Kemal-İncele-meler-Amlar, İst., 1985.

ERAY CANBERK



BEYAZ RUSLAR

Rusya'da 1917 Ekim Devrimi ve devrimi izleyen iç savaş yıllarında, ülkelerinden kaçarak dünyanın çeşitli yerlerine dağılan Rus mültecilere Türkiye'de verilen ad.

Devrimden sonra Türkiye'ye iltica eden Ruslara "Beyaz Ruslar" denmesinin nedeni, bunların büyük çoğunluğunun iç savaş sırasında çarlık yanlısı Beyaz Ordu mensubu olmalarıydı. 1917 devriminden sonra Türkiye'ye iltica eden veya başka ülkelere gitmek üzere geçici olarak Türkiye'de kalan Ruslar üç büyük dalga halinde geldiler. 1917'den sonra, özellikle 1919'da iltica edenlerin çoğunluğunu Rus aristokratları ve zengin burjuvalar meydana getiriyordu. 1920 ilkbaharında, Kızıl Ordu karşısında yenilgiye uğrayan Beyaz Ordu subayları dalgası geldi. Aynı yılın sonbaharında ise Beyaz Ordu'dan geriye kalanların kurduğu Gönüllüler Ordusu veya Vran-gel kuvvetlerinin Kırım'da kesin yenilgiye uğramalarından sonra, aralarında General Vrangel'in de bulunduğu her katman ve kesimden asker ve sivillerin gemiler dolusu, kaçıp Türkiye'ye geldikleri görüldü.

Beyaz Rusların Türkiye'ye ulaşmaları uzun ve zorlu serüvenler sonucunda gerçekleşti. Bu göçün yoğunlaştığı dönemde, İstanbul'u işgal altında tutan İtilaf devletleri Beyaz Rusların Türkiye'ye ulaşmasını sağlamakta önemli ve aktif



BEYAZ RUSLAR

178

179

BEYAZ RUSLAR

Beyaz Rusların açtığı Turkuaz Lokantası'nda bir yemek, 1930'lar. Salâhaddin Giz

Rejans'ta bir balalayka orkestrası, 1934. Jak Deleon koleksiyonu

rol oynadılar. 41 parçalık filosunu tüm mürettebatıyla birlikte getirip İtilaf devletlerine teslim eden Amiral Petrospesi-oti (daha sonra Şirket-i Hayriye gemilerinde kaptanlık yapmış ve 1950'de istanbul'da ölmüştür) gibileri yanında, İtilaf devletlerinin özel olarak gönderdikleri gemilerle de çok sayıda Rus Türkiye'ye kaçtı. Akdeniz'deki Fransız Deniz Kuvvetleri'nin komutanı Amiral Dumes-nil, Kasım 1920'de Waldeck-Rousseau adlı bayrak gemisiyle ve tüm filosuyla Sivastopol açıklarına demirledi ve Kızıl Ordu önlerinden kaçan binlerce insanı İstanbul'a getirdi.

Ruslara gemi gönderen yalnız Fransızlar değildi. İngilizler ve İtalyanlar da filo göndermişler, Amerikalılar da bu girişime savaş gemileriyle katılmışlardı. Daha sonra İstanbul'daki Amerikan Has-tanesi'ne adını verecek olan Amiral Mark L. Bristol, 1919'da başlayan göçlere yardımcı olmak üzere "Nahma" adlı gemisiyle Odessa kıyılarına demirlemişti. 7 Nisan 1919'da Sivastopol'a yanaşan "Nah-ma"ya Bristol'un emriyle yüzlerce Rus alınmış ve gemi İstanbul'a doğru yola çıkmıştı. Amiral Bristol İstanbul'a birçok sefer yapmıştı. Filosuna bağlı olan destroyerler, aynı zamanda Novorossisk ve Batum'daki göçmenleri alıyordu.

Beyaz Rusları Türkiye'ye getiren İngiliz gemileri arasında "Hannover", "Em-peror of India", "Calypso", "Steadfast" destroyerleri sayılabilir. Amiral Seymour' un komutasındaki bu filo, Mart 1920'de yaklaşık 2.000 Beyaz Ordu subayını ve ailesini İstanbul'a taşımıştı.

1917 devriminde ve iç savaşta kaçanlara kapılarım açan Türkiye, kimi kaynaklara göre 40.000, kimilerine göre 150.000 ya da 200.000 göçmenin hayatını kurtarmış, ev ve iş bulmuştur.

Kayıtlara göre 14 Aralık 1920'ye kadar 7.802'si yaralı ve hasta olan tam

118.973 göçmen İstanbul kıyılarına ayak basmıştı. Akdeniz'deki tüm Fransız deniz kuvvetlerinin komutanı Amiral Du-mesnil, Moda'da bir kurtarma üssü oluşturmuştu. Beyaz Ordu'nun büyük bölümü Gelibolu Yarımadası'na, Don Kazakları Hadımköy'e, Kuban Kazakları Mudanya'ya, yaralı subaylar Yunanistan'ın Pire Limanı'na, sivillerin bir bölümü de Selanik'e yerleştirilmişti.

1921 başlarında yalnız İstanbul'daki Beyaz Rusların sayısı 150.000'e yakındı. 1920 ilkbaharında ve sonbaharında göçmenleri Türkiye'ye tam 138 gemi taşımıştı. Mart 1921'de yine Amiral Dumes-nil'in gemileri Güney Kafkasya kıyılarından 60.000 kadar Beyaz Rus'u alarak İstanbul'a getirmişlerdi. Bu göçmen grubunun büyük bölümünü Hıristiyan ve Musevi Gürcüler oluşturuyordu.

Amiral Dumesnil, İstanbul'daki Jean-ne d'Arc Fransız Hastanesi'nde yaralı ve hastalar için yerler ayırtmıştı. Başhekim Dr. de Cumon ve Başhemşire Bernard' in girişimleriyle de 300 kadar Rus kadını aynı hastanede hemşire olarak işe alınmıştı. Tüm İstanbul hastanelerinde toplam 8.000 yatak Beyaz Ruslara ayrılmıştı. Bu arada Amerikan Hastanesi'nde, hamile olan Beyaz Rus kadınlar için bir doğum kliğini açılıyordu.

Rus Beyazhaç'ı Gelibolu'da 120 ran-zalı, Yeşilköy'de 200 ranzalı revirler açmıştı. Gelibolu'da ayrıca bir mağazayla steril üniteli büyük bir hamam kurulmuştu. Yeşilköy'de bir doğumevi ve bir kreş, ayrıca 2-16 yaşları arasındaki çocuklar için bir beslenme merkezi açılmıştı. Bu beslenme merkezi günde 200 kişiye yiyecek sağlıyordu. Yine Yeşilköy'de 1.000 kişilik bir "Rus Harp Malulleri Evi"nin temeli atılmış, burası kısa süre içinde faaliyete geçerek Beyaz Ordu askerlerine besin ve barınak sağlamıştı. Beyazhaç biri İstanbul, diğeri Be-

yoğlu yakasında olmak üzere iki büyük yurt da açmıştı. Beyazhaç'ın girişimleri arasında pasta fırınları, kiliseler, sanatoryumlar da vardı. Bu girişimlerin bir bölümü sonuçlanmış, diğer bölümüyse parasal olanaksızlıklar nedeniyle tasarı aşamasında kalmıştır. Beyazhaç'ın Kızılhaç ve Kızılay'dan geniş ölçüde maddi destek gördüğü bilinir.

Beyaz Ruslara destek olan diğer sağlık kuruluşları ve kişiler arasında, Türk hastanelerinden başka Balat Musevi Or-Ahayim Hastanesi ve bu hastanenin doktorları ile Yedikule Rum Hastanesi sayılabilir. Türkiye Hahambaşısı Hayim Becerano da Musevi cemaati içinde bir komisyon kurarak Beyaz Rusların sağlık sorunları ile ilgilenmiştir. Yugoslav sefareti 250 Beyaz Rus göçmene barınak ve yiyecek sağlamış, sefir Shaghinovich ve eşi Harbiye'deki Nikolaievski Rus Hasta-nesi'ne de erzak ve malzeme yardımı yapmıştır. Şişli'deki Bulgar Hastanesi'nde 1919-1924 arasında yüzlerce göçmen ücretsiz tedavi olmuştur. Başhekim Dr. Lazaroff'un kapıları açmasıyla da konut sorunu olan birçok Beyaz Rus bu hastanenin koğuşlarında barınabilmiştir.

İstanbul'daki Kızılhaç, Amiral Bristol ve Amerikan sefareti kâtiplerinden Fos-ter Stearns'ın girişimleriyle Beyaz Ruslara yardımda bulunmuştur. Stearns'ın yerini daha sonra Kızılhaç yöneticilerinden Binbaşı Davis almıştır.

Kızılhaç'ın ilk girişimi Sirkeci'de dev bir "açıkhava kantini" kurmak olmuş, ayrıca İstanbul'un değişik noktalarında 9 beslenme merkezi oluşturmuştur. Be-yoğlu'ndaki Tokatlıyan Oteli'nin sahibinin damadı Medovich'in de Beyaz Ruslara erzak yardımı yaptığı yazılır. Rus Başkonsolosu Yarov'un eşinin girişimleriyle gerçekleştirilen bu yardımın sonucunda, günde 200 göçmene yiyecek sağlanıyordu.

Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) on binlerce göçmen için Ocak 1921-Nisan 1922 arasında "halk çorbası" kampanyasını başlatmış; merkezi Paris'te bulunan Fransız Kadınlar Birliği'nden ve Cenevre Kızılhaç'ından aldığı destekle günde 600-700 kâse çorba dağıtmıştır. Öncelik doğal olarak çocuklara, yaşlılara ve hastalara tanınmıştı. Çorba dağıtımı Fransız Kadınlar Birliği'nin İstanbul Şubesi Başkam Madame Picard denetiminde, Sain-te Pulcherie Okulu'nun bahçesinde yapılıyordu. Kızılay aynı zamanda (başkanı Hamit Bey'in girişimiyle) bir hastane kurmak isteyen Rus Beyazhaç'ına destek vermiş ve parasal katkıda bulunmuştur. Ayrıca bir "battaniye kampanyası" başlatarak, 1921 kışında binlerce Beyaz Rus'a yün battaniye sağlamıştır.

Beyaz Rusların bir bölümü Büyüka-da'ya, Heybeliada'ya, Burgazadası'na ve Kınalıada'ya yerleştirilmişlerdi. Amerikalılar, İtalyanlar, Fransızlar ve İngilizler ortak komiteler oluşturarak adalardaki Rusların konut problemlerini çözmek için uğraşıyorlardı. Bu arada. Amiral Bristol (yaveri Teğmen Julian Wheeler'

in yardımlarıyla) Heybeliada'da dev mutfaklar ve aşevleri oluşturarak yüz binlerce Beyaz Rus'un beslenme sorununa çözüm getirmeye çalışıyordu. Yarım kavis şeklindeki oluklu sacdan damları ve duvarları olan bu mutfakların kapıları branda bezindendi. Ağustos 1921' de, Heybeliada rıhtımına bağlı bir Amerikan zırhlısında, yine Bristol'un girişimiyle, Rus çocukları için büyük bir dershane açılmış, kamaralar sınıfa çevrilmişti. 6-12 yaş arasındaki 30 çocuğa eğitim veren dershane daha sonra "Rus Çocuklarını Koruma ve Eğitme Komitesi" yöneticilerinden Grand Düşes Gaga-rina'nın desteğiyle İstanbul'a (Büyükde-re'ye) taşınmış ve Nisan 1922' den Eylül 1923'e kadar etkinlik göstermişti. Gaga-rina aynı zamanda Fransızca dersleri veriyordu.

Kızılhaç'ın parasal yardımlarıyla Aralık 1920'de Heybeliada'da bir doğumevi kurulmuştu. 1922 sonbaharında kapanan bu doğumevini yine Grand Düşes Gaga-rina yönetiyordu. Doğumevinin masraflarını önce Rus dernekleri, 1921'den başlayarak da Amerikan sefareti üstlenmişti. Harcamaları Amerikan Başkonsolosu Randall planlarken, giderlerin bir bölümünü Amerikan sefareti kâtiplerinden Poster Stearns kendi bütçesinden karşılıyordu. Doğumevinin kapanma nedeni, 1922 sonlarında Heybeliada'da neredeyse hiç Beyaz Rus kalmamasıydı.

İstanbul'daki İtalyan kolonisi, Beyaz Ruslara 88 konut ayırmıştı. Bu konutların bir bölümü Burgazadası'ndaydı. Bu, o devirde İstanbul'da bulunan Marki Camillo Garroni'nin girişimleriyle gerçekleşmişti. Prof. Vergara Galleti de İtalyan ilkokulu öğrencileri arasında para toplanmasını sağlayarak "göçmen çocuklarına süt" kampanyası başlatmıştı. Bir yardım komitesi oluşturarak Kızılhaç'la temasa geçen İtalyan kolonisi, Rus çocukları için birçok yuva ve kreş yaptırmıştı. Bu sırada Beyoğlu'nda bir de haberleşme bürosu kurulmuştu. Rusya'dan kaçanlar buraya geliyor, izini kaybettikleri akrabalarını soruyor, ev ve iş başvurularını da büroyu yapıyorlardı. Büronun adı ve adresi el ilanlarında "Rus Haberleşme Bürosu, Posta Kutusu 29, Cadde-i Kebir, İstanbul" olarak geçiyordu.

"Rus Haberleşme Bürosu" 1920-1927 arasında yaklaşık 300.000 ileti kurmuş, bu iletiler sonucunda 16.000 aile yeniden bir araya gelmiştir. Türkiye'ye gelen tüm Beyaz Rusların adlarını ve adreslerini, ayrıca diğer ülkelerdeki akrabalarının kimliklerini sistematik bir şekilde dosyalayan bu büroda yalnızca gönüllüler çalışıyordu. Türkiye'den giden Beyaz Rusların da yeni adresleri saptanıyor ve isteyene anında iletilebili-yordu. Ayrıca, Zemstvo adlı bir kuruluş da vardı. Çarlık Rusyası'nın yerel yönetim organına verilen isim olan "Zemstvo", çarlıkla birlikte yok edilen kurumlardan biriydi. Yine de İstanbul'a ulaşabilen Beyaz Ruslar, İngilizce adıyla "The

Union of Russian Zemstvos in Constan-tinople" (Çarlık Rusyası'nın İstanbul'daki Yerel Yönetim Organları Birliği) başlığı altında bir ünite kurmuşlardı. Bu birliğin yönetsel bir işlevi yoktu; amacı göçmenlere elden geldiğince yardım etmekti. Birlik, Nisan 1920-Eylül 1923 arasında birçok göçmene yiyecek ve giyecek yardımı yapmış, gerektiğinde barınak sağlamıştı.

Zemstvo Birliği'nin belirli bir kapitali olmadığından, Kızılhaç sürekli parasal destekte bulunuyordu. Kızılhaç'ın Fransa, İtalya, Amerika, Çekoslovakya, Hollanda, Norveç ve İsveç'teki merkezlerinden gelen yardımlarla Kanlıca'da bir sanatoryum açılmıştı. İstatistiklere göre "Çarlık Rusyası'nın İstanbul' daki Yerel Yönetim Organları Birliği" tarafından bu üç yıl boyunca 100.000 kişiye barınak sağlanmış, 6.000 kişiye iş bulunmuş, 8.656 kişiye de iş kurabilmeleri için kredi verilmiştir. "Zemstvo" üç yıllık süre içinde bir milyon kişiye ücretsiz olarak çay, iki milyon kişiye de yine ücretsiz olarak yiyecek sağlamıştır.

Başpiskopos Anastary'nin girişimleriyle, 24 Nisan 1922'de "Beyaz Rus Komitesi" kurulmuştu. Bu komite kilise cemaatleriyle hayır derneklerinden oluşan irili ufaklı yaklaşık 80 kuruluşu aynı çatı altında topluyordu. Komitenin başkanı Prof. Alexinsky'ydi.

Avrupa ülkeleri de Beyaz Rusların sorunlarına duyarsız kalmıyordu. Belçika Kraliçesi'nin emriyle Brüksel'de "Rus Sivillerine Yardım Komitesi" kurulmuş, komite başkanı Kardinal Mercier aracılığıyla İstanbul'a ilaç yardımı yapılmaya başlanmıştı. Belçika sefirinin eşi Michot-te de Welle, bu demlerde Beyoğlu sokaklarından Çaykovsky'nin ve Dosto-yevsky'nin adlarının sıkça geçtiğine değinir anılarında. İlaç yardımına Hollanda da katılmış, Baron da Rengels Hollanda Kızılhaç'ında "Rus Komisyonu" kurmuş, eşi Barones de Rengels, fon

oluşturma kampanyaları düzenlemiştir. İsveç Kızılhaç'ı 1920'de 17.000 frank, 1921'de 10.000 kron yardımda bulunmuştur. Bağışlar İstanbul'daki Kızılhaç ve Kızılay aracılığıyla Beyaz Ruslara ulaştırılmaktaydı. Gerek İtilaf devletlerinin, gerekse Avrupa ülkelerinin bu ilgilerinin nedenlerinin başında, kuşkusuz siyasal amaçlar geliyordu.

İstanbul'da Beyaz Rus olgusu 1918' den 1940'lara kadar yaşandı. Beyaz Rusların varlıklarını en çok duyumsattıkları yıllar 1920-1924 arasıdır. Bu yıllarda Beyoğlu (Taksim-Tünel/Tarlabaşı-Galata çeperi) Beyaz'Rus istilasına uğramıştı. Anacaddeler üzerinde kabareler, arka sokaklarda pavyonlar açılıyor, Rus lokantalarının masaları kaldırımlara taşıyor, şarkılı ve danslı gösteriler İstanbul gecelerine renk katıyordu. Beyoğlu'nun ön yakasında eski düşesler votka sunarken arka yakasında Odessa ve Kiev genelevlerinden kaçan kadınlar kokain pazarlıyordu. Görkemle rezaletin harmanlandığı bu "haraşo" fırtınası, bir süre sonra Beyaz Rusların çoğunun Fransa, Amerika ve Arjantin'e vize almasıyla duruldu. Beyaz Rusların çoğu İstanbul'u "köprü" olarak kullandılar ve sonuçta Avrupa ve Amerika ülkelerine yerleştiler. İstanbul'da kalanlar, işlerini sağlam tutarak yatırım yapanlar ya da bir Türk-le evlenenlerdi.

Beyaz Ruslar açtıkları Rus lokantaları, müzikleri, yaşam biçimleriyle İstanbul'a değişik bir hava ve bir renk getirmişlerdi. Cumhuriyet sonrasında, çoğu başka ülkelere göçtü. Ama bir bölümü kaldı. Türkiye Cumhuriyeti uyrukluğuna geçerek Türkiye'ye özellikle de İstanbul'a yerleştiler, kökleştiler. Günümüze kadar gelen Rejans(->) Beyoğlu'nun her dönem sevilen bir restoranı oldu. Rus müziği kulaklarda silinmeyen izler bıraktı ve Beyaz Ruslar İstanbul'un toplumsal yaşamının parçası haline geldi.

JAK DELEON



BEYAZIT___180___181__BEYAZIT__BEYAZIT'>BEYAZIT

180

181

BEYAZIT

BEYAZIT

Tarihi yarımadanın merkezinde, kentin ana ulaşım akslarının odağındaki meydan ve çevresindeki semt. Bizans Dönemi

Bizans döneminde büyük bir olasılıkla kentin en büyük meydanı, Türk döneminde ise bir saray meydanı olan bugünkü Beyazıt Meydanı kent imgesini oluşturan temel öğelerden biridir. Çevresinde Bayezid Camii'ni ve mahallesini de içine alan Beyazıt semti vardır. Semtin sınırlarını, Divanyolu yönünde Çarşı-kapı ve Kapalıçarşi; güneyde Soğanağa Mahallesi; batıda, Aksaray yönünde Kos-ka denilen, Hasan Paşa Hanı, Seyyid Hasan Paşa Külliyesi ve istanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi ile belirlenen bölge ve Kuyucu Murad Paşa Med-resesi'nin sınır oluşturduğu Vezneciler; kuzeyde Eski Saray yani üniversiteyi içine almak üzere Rıza Paşa ve Mercan yokuşlarının başlangıç noktalarıyla tanımlayabiliriz.

Constantinus surlarının yapımından önce Bizantion'un büyük mezarlığı, kentin agorasından batıya uzanan ve bugünkü Divanyolu ve Yeniçeriler Caddesi'ne tekabül eden Via Egnatia'nm(->) iki yanındaydı. I. Constantinus'un kenti büyütüp surları Cibali-Etyemez arasında inşa ettirmesinden sonra bu mezarlık alanı Konstantinopolis'in ağırlık merkezi oldu. Kentin Halic'e paralel kaburgası üzerinde buraya bir foram yapılması Konstantinopolis'in kurulmasından sonra, topografyanın özelliklerine bağlı olarak bu alanın yeni kent strüktüründeki işlevsel değerini gösterir. Forumun yapılmasından önce Valens'in 372-373 te buraya kentin en büyük çeşmesini (Nimfeum Maksimus) yaptırması, burada kent halkının toplandığı büyük bir meydan olduğuna işarettir. Pierre Gilles, Socrates'e at-



17. YÜZYIL

raz daha güneye inebilir. Tauri Forumu' nün çözülemeyen bir başka sorunu bugün Teodosios Kemeri diye adlandırılan, gerçekte kurucusu ve dönemi kesin olarak saptanamamış ve kalıntıları eskiden yıkılan Simkeşhane avlusunda, bugünkü Ordu Caddesi yanında bulunan üç açıklıktı büyük tak-kemerin forumla olan ilişkisidir. Bu kemer Beyazıt çevresindeki arkeolojik kalıntıların doğrultusuna paralel olduğu gibi, bugünkü yol göz önüne alınmazsa Constantinus Forumu'ndan gelen düz bir yol çizgisinin de akşındadır. Arazi kotları düşünülürse, Zafer Takı, Tauri Forumu ve çevresindeki alanın batı sınırını belirli-

BOUS VIA AMASTRlANON

4. yy sonlarında Teodosius Forumu. Doğan Kuban

fen, bu nimfeum'un çok büyük bir havuzu bulunduğunu ve adının da bu büyüklüğe uygun olarak "Teodosius Gölü" olduğunu yazmaktadır. Kent içinin en büyük sukemerinin (bak. Bozdoğan Kemeri) yapımına daha Hadrianus döneminde (117-138) başlandığını ileri sürenler vardır. Herhalde Severus döneminde (193-211) kent, o dönemin surları dışında batıya doğru gelişmeye açılmış olmalıdır. Patria Konstantinopoleogdya, Constantinus surlarının inşasından sonra burada saraylar yapıldığını, I. Constantinus'un burada yaşamaktan çok hoşlandığını, Ro-ma'dan gelen ziyaretçileri de bu saraylarda kabul ettiğini öğreniyoruz. Bunları resmi merasim binaları olarak düşünmek " doğru olur. Surlar yapılmadan önce kentin yerleşme alanlarının bugünkü Beyazıt Meydanı'nı içine alacak şekilde batıya doğru uzanmış olduğu anlaşılıyor. I. Constantinus dönemi (324-337) hakkındaki bilgileri öğrendiğimiz patriograflar onun saray yaptırdığı meydan alanının Alonitsion adını taşıdığını ve burada onun bir heykeli olduğunu, bunun kuzeydeki kemer üzerinde yükseldiğini ve büyük bir pano üzerinde Constantinus' un zaferlerini gösteren kabartmalar bulunduğunu yazarlar. Bu anıtın bir depremde yıkılmış olduğu anlaşılıyor. Kuzeydeki kemerin ne olduğu ise belli değildir. Fakat Beyazıt Meydam'mn kuzey bölümünde anıtsal yapılarla çevrili bir alan olduğu anlaşılıyor. Aynı meydanda İulianus döneminde (301-363) ölüm cezalarının yerine getirildiği biliniyor. Kısaca, I. Teodosius buraya adını verecek forumu yaptırırken bu meydanın kuzeyi, büyük nimfeum'un, sarayların, anıtların bulunduğu yerleşmiş bir kent meydanıydı.

4. yy sonlarında, I. Teodosius döneminde (379-395) bu bölgede yaptırılan, daha sonra Tauri Forumu(->) adıyla anı-

lIllpİİSSİlİIlliiiH |i3ŞMİŞ»lİ|l|tŞ|||lİlll

XİUlSRE_R

ANEMODUÜON0 ARTOPOLEİA

lan forum konusundaki bilgiler çelişik ve oldukça bulanıktır. Kedrenus'a göre bu forum Roma'daki Traian Forumu'ndan esinlenerek yapılmıştır. I. Teodosius' un yaptırdığı büyük bazilikanın da (bak. bazilikalar) Bazilika Ulpia'ya benzediği yine Kedrenus'un betimlemesinden anlaşılmaktadır. Traian Forumu denilen kompleks, tapınak alanı ile birlikte 275x195 m büyüklüğünde bir alandır ki, bugün Bayezid Külliyesi'nin (hamam dışarıda kalmak üzere) üniversite kapısı ile birlikte işgal ettiği alan da aşağı yukarı bu büyüklüktedir. Ancak Teodosius Forumu' nün bazilikasının Ulpia Bazilikası'nın yarısı kadar olduğuna ve tapınak da bulunmadığına göre, forum çok daha küçük bir alanı kaplamış olmalıdır.

Bir yapı kompleksi olarak Mese'yi(->) kesemeyeceğine göre, forumun yolun kuzeyinde olması gerekir. Çünkü güneyde, arazide büyük bir düşüş vardır. Meydanın bugüne kadar boş kalan bölgesi de bunu doğrulamaktadır (Bayezid Camii ile Medresesi arasında 130 m vardır). Eğer Teodosius Bazilikası için Kedrenus' un verdiği genellikle 28x80 m olarak kabul edilen boyutlar doğruysa Teodosius Forumu, Mese'nin kuzeyinde ve bugünkü cami ve medresenin arasındaki boşluktaydı. 407'deki büyük depremde Teodosius Forumu'ndaki binaların kiremitlerinin Kainupolis semtindeki Ayia Aga-toniku Kilisesi üzerine düştüğü belirtildiğine göre (Chronicon Pascale) bu forumun Mese'nin hemen kuzeyinde olması gerekir. Kainupolis, Mese'nin güneyinde ve fırıncıların bulunduğu bir semt olan Artopoleia yakınındaydı. Mango ve Guil-land gibi tarihçiler de bu kanıdadır. Bu yorum kabul edildiği zaman Teodosius Sütunu'nun foruma göre daha kuzeyde ve forum dışında olması gerekir. Fakat forumla hemen hemen aynı zamanda yapıldıklarına göre, yine Roma örneği temel alınırsa, Mese'nin hemen kuzeyinde foram, ona bitişik olarak ve uzun aksı Mese'ye paralel olan bazilika ve onun da kuzeyinde, büyük sütun bulunuyordu. Bunlar Constantinus Sütunu ile birlikte VII. bölgede idiler. Bu takdirde VII. ve VIII. bölgelerin sınırları Meşe üzerinde değildi.

Bugünkü Beyazıt Meydam'mn şeklini, Ordu ve Yeniçeriler caddelerinin yönlerini, üniversite girişinin yerini o döneme taşımak doğru değildir.^Fakat kentin genel topografyası düşünüldüğü zaman, Beyazıt Meydanı çevresindeki ilk sarayların hem Marmara hem de Halic'i görecek şekilde meydanın en yüksek yerinde yapılmış olmaları doğaldır. Yarımadanın su ayrımı çizgisi Mese'den geçmez. Çemberlitaş'tan gelinirken Bayezid Camii, üniversite ve Vezneciler yönüne sapar. Ancak Meşe Constantinus Forumu'ndan^) sonra en kısa çizgi üzerinde Bous Forumu'na(->) indiği için, kaynaklarda Meşe boyunca sözü edilen bütün meydanlar Mese'ye göre daha yüksek kotta, yani kuzeyde kalmışlardır. Böylece burada, şimdiki üniversite, da-

Beyazıt Meydanı ve çevresinin tarihi gelişimi. Yegân Kâhya - Doğan Kuban

ha önceki Seraskerlik ve ondan da önceki Eski Saray ve Türk öncesi Bizans sarayları meydanın en yüksek platformuna yerleşmişlerdir. Bunların önü meydan olmuş, kentin çeşmesi bu meydana su getirmiş ve Constantinus Sütunu da bu meydanın Meşe'ye yakın tarafına dikilmiştir. Bu sütun ve meydanın VII. ve VIII. bölgeler arasındaki sınırı oluşturduğu kabul edilebilir. Bu meydanın geometrik konumunun sınırını bugünkü verilere bakarak saptamak doğru değildir. Fatih'in Eski Saray'ı bu tepede yaptırması burada zaten bir saray mahallesi bulunmasından kaynaklanmış olmalıdır. Bu sarayın sınırı bugünkü meydanda bi-



18. YÜZYIL

200300 400 500 m

'g\'_ 100 ' ego soo 401

yordu. Fakat Mango'nun düşündüğü gibi bu takın Teodosius Forumu'na ait olması olası değildir. Çünkü Traian Forumu'na benzeyen bir forum Beyazıt Meydanı'na bu şekilde yerleşemez. Ancak böyle önemli bir anıtın kaynaklarda belirtilmemiş olması da kolay açıklanamaz.

Kentin Augusteion'dan başlayarak batıya doğru gelen revaklı anayolu Constantinus Forumu'ndan sonra Artopoleia' dan geçerek Tauri'ye varıyordu. Mili-on'dan buraya kadar dümdüz gelen Me-se'nin genişliği revaklarıyla birlikte yaklaşık 25 m'ye ulaşıyordu. Zafer Takı'nı geçen yol, Laleli ile Koska arasında ve

BEYAZIT

182

183

BEYAZIT

19. yy'da Beyazıt Meydanı. İstanbul Ansiklopedisi

Günümüzde Beyazıt Meydanı.

istanbul Ansiklopedisi

yolun kuzeyinde kalan diğer ünlü bir meydan olan Filadelfion'dan(->) geçerek Aksaray'a varıyordu. Filadelfion'dan önce Tauri Meydanı ile ilişkili olan ve yeri üzerinde henüz kesin bir görüş olmayan Kapitol olabilir ve buraya, Roma'da olduğu gibi, merdivenlerle çıkılabilir.



Notitia Urbis Constantinopolitanae' ye göre Tauri Forumu'nun bir parçası olan ve Teodosius Forumu'ndan önce, 386'da yaptırılan büyük anıt sütun VII. bölgedeydi. 15. yy'ın sonunda yapılmış ve Vavassore'ye atfedilen bir gravürde bu sütun Fatih'in yaptırdığı ilk sarayın duvarları içinde gösterilmiştir. Bu gravür Teodosius Sütunu'nun yukarıda anlatılan düzene göre yerleşmesi düşüncesini pekiştirmektedir. Bu anıt sütun, Roma'da Traian'm Daçya'da barbarlara karşı kazandığı zaferin hikayeleriyle süslü sütunu gibi I. Teodosius'un zafer hikâyelerini anlatan kabartmalarla süslüydü. Bu sütunun üzerinde, imparatorun gümüşten atlı heykeli vardı. Zafer Takı'nın kuzeyinde olduğu düşünülen bu sütunun yeri kesin olarak bilinmiyor. Ro-ma'daki örneğe göre forumla sütun arasında bazilika olması gerekir. Fakat heykelin kuzeyde, sütunun güneyde olduğunu söyleyen kaynaklar da vardır. Eğer Traian Forumu'nun tam bir kopyası söz konusu olmazsa, o zaman bazilikayı Mese'ye paralel, sütunu ise üniversite kapısı civarında düşünebiliriz. Teodosius Sütunu'nu süsleyen kabartmaların bir parçası Ordu Caddesi'nin açılması sırasında ortaya çıkan Bayezid Hama-

mı temellerinde bulunmuştur. Bugün açıkta görülebilmektedir.

Ordu Caddesi ve Simkeşhane'de yapılan kazılarda iki kaidesi ortaya çıkarılan Zafer Takı, esas yüzü batıya dönük ve rökonstrüksiyonu, ortadaki geniş ve yüksek, yanlardaki daha küçük üç gözlü bir kemer olarak düşünülen bir anıttır. Dörtlü sütun gruplarıyla taşınan iki kemerin varlığından söz eden kaynaklara bakılırsa (Patria Konstantinopoleos), bunun bir eşinin bulunması olasıdır. Batı-dakinin üzerinde Honorius'un, doğuda-kinin üzerinde Arkadios'un heykelleri olduğu söylentisi Tauri ve Teodosius forumları ve hattâ bazilika üzerindeki yazılı kaynaklara dayanan bilgi ve yorumların karıştırılmasından kaynaklanmışa benzemektedir. Bugün kaideleri kalan ve Teodosios'a atfedilen tak-kemerin altından geçen iki su kanalı bunun Meşe üzerinde olduğunu doğrulamaktadır.

Çok sayıda anıt ve heykelle bezenmiş olan Tauri Forumu çevresinde, fırıncılar çarşısı ile forum arasında, kentin en ilginç yapılarından biri olan, I. Teodosius tarafından yaptırılmış, büyük bir kule yüksekliğinde ve üzerinde bir rüzgârgülü bulunan Anemodulion(~>) vardı. Tauri Forumu ve çevresinin anıtsal dönemi 5. ve 6. yy'lardır. Zaman zaman kentin görünümünü değiştiren deprem ve yangın gibi olaylar nedeniyle, daha Bizans ortaçağında, bunlar büyük ölçüde tahrip olmuştu. Gerçi bazı re-vaklar, kolonlar ve heykeller yerinde duruyordu. Fakat Beyazıt'ta forum ala-

nında yapılan çalışmalar sırasında ortaya çıkan yapı kalıntılarının belirlediği gibi, erken ortaçağda alanın bir bölümü üzerine birçok inşaat yapılmıştı. Avarla-rın 626'daki kuşatması sırasında kente su getiren suyolları tahrip edildiği için, Valens Kemeri 7. yy'da bir süre iptal olmuş, bu sırada kente su sağlamak için yapılan sarnıçların sayısı artmıştı. Bu dönemden sonra Tauri Forumu çevresindeki Nimfeum Maksimus'un ayakta kaldığı da şüphelidir.

Kentin geç Romalı diyebileceğimiz döneminde, bütün büyük yapı ve anıtları tamamlanmış ve artık sadece Tauri Forumu ya da Tauros adıyla anılan büyük meydan, Bizans dönemi yaşamı içinde simgesel önemim ve kentin anayolu ü-zerindeki işlevini yitirmemiş, üzerinde ya da çevresinde Ayios Anastasios, Ayios Paulos gibi kiliseler inşa edilmiştir. 8, yy'dan bu yana anıtsal yapılarını yitiren, sıkışık ve dar sokaklarıyla tipik bir ortaçağ kenti görünümüne giren Konstanti-nopolis'te Tauri Forumu ve çevresi hayvan pazarı, saman pazarı olarak işlev görmüştür. 1204'te Haçlıların kente girmelerinden sonra forum yağmalanırken I. Teodosius'un atlı heykeli eritilmiştir. Üzerinde bir keşişin yaşadığı sütun da bu sırada batıl inançlı halk tarafından kısmen tahrip edilmiştir. Teodosius Sütunu'nun II. Bayezid döneminde bir fırtınadan sonra yıktırıldığı kabul edilir. Oysa Lady Montagu sütunun kendisinin İstanbul'a gelmesinden (1716) birkaç yıl önce yıkıldığını öğrendiğini söylemekte-

dir. Bu konuda yeterli belge yoktur. Sütunun bazı fragmanları 1517'de yapılan hamam temellerinde kullanıldığına göre Bayezid döneminde, ortadan kaldırılmamış olsa bile kısmen yıkıldığı anlaşılmaktadır. Fatih ve Bayezid dönemlerinde Beyazıt'ta inşa edilen yapılar için Tauri Forumu bir taşocağı ödevi görmüştür. Ordu Caddesi'nin genişletilmesi sırasında hamamın yakınlarında, eski taş blokları tekrar kullanmak üzere işleyen bir şantiyenin kalıntıları bulunmuştu. Osmanlı Dönemi

İstanbul'un fethinden sonra, 1454'te ilk Osmanlı sarayının burada yapılması kuşkusuz meydanın bir harabe olmadığını, ayrıca bir saray için uygun konumda bulunduğunu, belki de önemli yapılara sahip olduğunu gösterir. Burada Constantinus'un saraylar yaptırdığını ve I. Leon'un sarayının olduğunu biliyoruz. Evliya Çelebi, Halic'e bakan bu yüksek ve havadar mahalde Bizans döneminden büyük bir kilise kaldığını ve bunun dört tarafının surlar gibi kademe kademe ve sağlam bir duvar olduğunu söyler. Karakteristik abartmasıyla "Bu kilisenin dört tarafı öyle çimenlik ve ağaçlıklarla süslü idi ki Cenab-ı Hak havada uçan ve yerde gezinen bütün yabani hayvanların çeşitlerini o ağaçlık içinde toplamıştı" diye yazar. Bunun kiliseden çok bir saray kalıntısı olduğu düşünülebilir.

Fetihten sonra bu meydanda ağaçlar bulunduğu ve Fatih'in bu ağaçlan kestir-

diği söylenir. Schneider'in aksine, saray alanında Kapitol binasının olmadığını söyleyen Janin'in tezi daha tutarlı görünüyor. Bu platformun kentin kuruluşundan sonra İstanbul'un hem Halic'e, hem de Marmara'ya bakan en güzel noktalarından biri olarak saray yapılarıyla bezenmiş olması mümkündür.

Konstantinopolis'in ilk kurulduğu dönemde, yarımadanın Halic'e ve Marmara'ya inen yamaçlarının buluştuğu en yüksek plato çizgisinde, Saraçhane'ye kadar, iki tarafı da seyretmeye olanak verecek bir alan vardı. Nitekim 4. yy saraylarının birçoğu bu bölgede inşa edilmiştir. Beyazıt Meydanı'ndan, herhalde teraslar halinde Küçükpazar'a, başka bir anlatımla Süleymaniye Külliyesi'nin, kuzeybatı sınırındaki yüksek platforma kadar uzanması olası görünen ilk .Fatih Sarayı üzerine bilgimiz, bugüne kadar çok kısıtlı kalmıştır (bak. Eski Saray). Çeşitli köşkler, mutfak, hamam gibi hizmet binalarından oluşan saray hakkında en eski görsel belge, Valvassore'nin 15. yy sonundan kaldığı tahmin edilen bir gravürüdür. Bu gravürde sarayın iç ve dış iki suru vardır. İç surun içinde Edirne' deki Cihannüma Kasrı'na benzeyen büyük üç katlı bir yapı, başka bağımsız yapılar ve büyük bir olasılıkla, Topkapı Sarayı'mn iç kapısı gibi iki kule ile korunan bir kapı vardı. İki sur arasında ise yine Edirne'deki sarayda olduğu gibi kubbeli hacimlerden oluşan mutfaklar, başka yapılar ve o sırada henüz yıkılmamış olan Teodosius Sütunu görülmekte-

dir. Evliya Çelebi, Kanuni'nin, Fatih'in yaptırdığı eski kalenin çevresine yeni bir sur çevirerek buna üç kapı koyduğunu yazıyor. Bunun ne kadar doğru olduğu anlaşılmıyor, eğer Valvassore'nin orijinal gravürü 15. yy'dan kalma ise Kanuni' den önce dış duvarlar var demektir. Özellikle iki sur arasının ağaçlıklı büyük bir bahçe niteliği taşıdığı anlaşıyor. Valvassore'nin gravüründe Eski Saray içinde Teodosius Sütunu dışında Roma döneminden kalan bir yapı görülmemektedir. Matrakî'nin Bayezid Külliyesi'ni de gösteren minyatüründe ise Eski Saray yine iki sur içinde gösterilmiştir. Burada dış duvarlar bir dikdörtgen olarak gösterilirken, iç duvarlar poligonal planlı bir alam çevrelemektedir. İç kalenin ortasında çevresinden yüksek ve geniş bir sivri çatı ile örtülü olan yapı Cihannüma Kasrı fikrini destekler niteliktedir. Evliya Çelebi döneminde saray surları, "Sultan Bayezid Kazancılar köşesinden Misk Sabunu Kapısı'na kadar gider, bir köşesi Tellak Mustafa Paşa kapısında son bulurdu. Bir tarafı da Küçükpazar Şeddi ve sarnıcı üzere bitmişti. Halen Yeniçeri Ağası Sarayı ve Siyavuş Paşa Sarayı'mn yeri mezkur Eski Saray'ın yerinde idi. Bir köşesi de Taht el-kal'a üzerindeki şedden geçip yine kazancı tüccarları köşesine" geliyordu. Evliya Çelebi'nin bu tanımı, saray surlarının Küçükpazar ve Tahtaka-le tarafında sürekli olduğunu, önceleri Yeniçeri Ağası Sarayı'mn (sonradan Bâb-ı Meşihat ya da Bâb-ı Fetva olan Şeyhülislam Kapısı'nın) Süleymaniye



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin