Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə46/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   134

BEYKOZ VAPURU

200

201

BEYLERBEYİ

rı yerleştirilmiştir. Beykoz Kasrı'mn gecelemek için düşünülmediği açık olarak bellidir; mutfak ve hamam gibi servis mekânlarına yer verilmemiştir.

Kasır zemin katında birbirini çevreleyen teraslarla kuşatılmıştır. Bunlar kat kat birbirini sararak bahçe zeminine u-laşmaktadır. Böylece kasır kademeli bir piramit şeklinde gittikçe genişleyen bir teras kaidesi üzerine oturmuş olmaktadır. Bunların üzerinde adeta bir anıt görünümünde yükselen kasır 200 dönümlük bir arazide, manolyalar, çamlar ve ıhlamur ağaçlarıyla kaplı bir koru içine yerleştirilmişti. Koru içinde yaz sıcaklarından korunmak için yapılmış bir "grot-to" yer alır. Dar ve dolambaçlı bir yol ile girilen bu yapay mağaranın kubbeli iki küçük odası vardır; duvarları istiridye kabuklan ile süslenmişti ve üst tarafından devamlı dökülmekte olan sular serin hava cereyanı oluşturmaktaydı. 18. yy Avrupa bahçe mimarisinde bu yapay mağaralara sık rastlanır.

istanbul'a resmi ziyareti sırasında Beykoz Çayırı'nda yapılan av partilerine katılan İmparatoriçe Eugenie şerefine yapılan tören sırasında burada köşk biçiminde bir pavyon kurulmuştu. Pavyon, Sarkis Balyan'ın o zamanlarda yeni açılmaya başlayan dünya sergilerinin dekor benzeri mimarisinin bir örneğidir. Günümüze birkaç fotoğrafı kalmıştır.

Yüzyıl başında harap durumda olan kasırda önce bir darüleytam, sonra trahom hastahanesi açıldı; bir süre göçmenler iskân edildi ve daha sonra ordu emrine verildi. 1953'te Sağlık Bakanlığı tarafından onarılarak bir klinik olarak kullanılmaya başlanan kasır 1963'te Beykoz Prevantoryumu'na dönüştürülmüştü. Bugün Beykoz Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak kullanılmaktadır. Bibi. İSTA, V, 2657-2661; M. Tayyip Gökbil-gin, "Boğaziçi", 1A, II, 684-685.

TÜLAY ARTAN



BEYKOZ VAPURU

Şehir Hatları İşletmesi vapuru. 1955'te, Hasköy Tersanesi'nde yapılıp denize indirildi. Hizmete konması Nisan 1959'u buldu. 450 grostonluk olup 47 m boyunda, 8,5 m genişliğindedir. 2 adet dizel Fiat motoru vardır, çift uskurludur. Tecrübelerinde 13-14 mil yol yapmaktaydı. Hasköy ile Vaniköy adlı iki de eşi vardır.

Ayrıca, Şirket-i Hayriye'nin 10 baca numaralı vapurunun da adı Beykoz'du. 1857'de İngiltere'de inşa edilmiş olup 288 grostonluktu, yandan çarklıydı.

ESER TUTEL



BEYLERBEYİ

Boğaziçi'nin Anadolu yakasında, Kuzguncuk ile Çengelköy arasında yer alan semt. Boğaziçi Köprüsü'nün Anadolu yakasındaki ayaklarının hemen dibinden başlayarak sahil boyunca ve tepelere doğru uzanır; Beylerbeyi Korusu'nun kuzey yamaçlarının sahile paralel giden Yalıboyu Caddesi'ne kavuştuğu Havuz-başı'nda sona erer. Üsküdar İlçesi'ne bağlı Çengelköy, Vaniköy, Kandilli, Burhaniye, Abdullahağa, Küplüce ve Beylerbeyi Merkez mahallelerini içeren bir bucak iken, 1960'tan sonraki idari değişiklikler sırasında bucak olmaktan çıkmış, mahalle olarak doğrudan Üsküdar îlçesi'ne bağlanmıştır. Halen Üsküdar Belediyesi sınırları içindedir. Günümüzde, semt olarak, güneyde Deniz Astsubay Hazırlama Okulu'nu(->) da içeren askeri tesislerden ve Beylerbeyi Sarayı'n-dan(-»), kuzeyde Çengelköy yönünde, Havuzbaşı'na kadar giden sahil şeridim ve bu şeridin doğusundaki yamaçlar üzerindeki yerleşmeyi içerir. Bu alan içinde kalan Abdullahağa ve Beylerbeyi Merkez mahallelerinde 1960 nüfus sayımında 5.000 civarı olan Beylerbeyi nüfusu, 1993'te 9.000'i bulmaktadır.

Beylerbeyi nüfusu, yerleşmenin gerek topografya gerekse toplumsal özellikleri yönünden fazla artmamış, ancak Beylerbeyi ile adeta bütünleşmiş olarak tepede yer alan Küplüce Mahallesi, 1960 sonrasında tam bir nüfus patlaması yaşamıştır.

Beylerbeyi adının kaynağı ve bu adın semte ne zaman verildiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, 17. yy'ın gezgin yazarları Evliya Çelebi ve Eremya Çele-bi'de de rastlanmadığına göre, bu ad 18. yy ortalarından sonra kullanılmış olmalıdır. Evliya Çelebi ve çağdaşları, bugünkü Beylerbeyi'nin bulunduğu yörede İstavroz Bahçesi ve yöre adı olarak da İstavroz'dan söz ederler. Eremya Çelebi 17. yy sonlarında İstavroz'da sadece kubbesi kalmış bir Bizans kilisesi gördüğünü ve buranın bir Türk köyü olduğunu anlatırken Beylerbeyi adını kullanmaz. İnciciyan ise 18. Asırda İs-

Beykoz Vapuru Haydarpaşa önlerinde. Eser Tutel

tanbul'da Çengelköy'den Kuzguncuk'a doğru giderken önce Türklerle meskûn Beylerbeyi Bahçesi'nden söz eder. "Bey-lerbeyi'nden sonra Türk ve Rumlarla meskûn İstavroz gelir" diyerek birbirine herhalde bitişik olan iki yerleşmeyi ayrı ayrı belirtir. İnciciyan'a ve 18. yy'a ait başka kaynaklara dayanarak Beylerbeyi'nin adının ve yerleşmesinin tarihi şöyle belirlenebilir: Günümüzde Beylerbeyi İskelesi'nden şimdiki Beylerbeyi Sarayı'nın bulunduğu noktaya kadar uzanan ve doğuda İstavroz Deresi'nin vadisine bakan yamaçları da içeren bölgenin yerleşme tarihi çok daha eskilere, Bizans dönemine kadar gitmektedir. Boğaziçi'nde Bizans dönemi kalıntılarına en fazla rastlanan bölgelerden biri, gerçekten de, Beylerbeyi İskelesi ile halen Beylerbeyi Lisesi olarak kullanılan binanın arasındaki bölgedir. Bu bölgenin İstavroz (stauros=haç) adını alması, burada II. Konstantinos'un, kubbesinin üzerinde büyük bir haç olan bir kilise yaptırmasına bağlanmaktadır. Tarihçi Hammer, Bizans döneminde semte Hri-sokra Ramos adı verildiğini, bu adın çatı kiremitleri altın yaldızlı Panteleymon Kilisesi'nden geldiğini, kilisenin yanında da İustinianos'un yaptırdığı bir saray bulunduğunu yazar. Ayrıca, Beylerbeyi İskelesi'nden Havuzbaşı'na kadar ve içeride Küplüce yolunda görülen günümüze kadar gelmiş çok sayıda Bizans dönemi sarnıcı, burada, o dönemde de önemli bir yerleşme olduğunu göstermektedir. Ancak, Bizans İmparatorlu-ğu'nun çöküş dönemlerinde, imparatorluk tarihi yarımadada suriçine çekildiği sıralarda, Boğaziçi'nin birçok kıyı yerleşmesi gibi İstavroz da terk edilmiş, harap durumda olmalıdır.

R. E. Koçu'nun İstanbul Ansiklopedi-sz'nin ilgili maddelerine göre, İstavroz Bahçesi ve Sarayı'nın (bak. İstavroz Sarayı) bulunduğu kesimler ve İstavroz'un kuzey sınırı sayılabilecek bugünkü iskele çevresi, daha İstanbul'un fethinden bir yüzyıl kadar önce, Türkler buralara ilk geldiklerinde imar edilmeye başlanmıştır. Koçu, Beylerbeyi İskelesi'nin sırasında, İskele Meydam'nın camiye bakan tarafındaki 200 yıllık tarihi kahvehanenin bulunduğu yerdeki namazgahın İstanbul'un fethinden de eski olduğu kanısındadır. Tarihçi H. Şehsuvaroğ-lu, İstavroz Bahçesi adı verilen, bugünkü Beylerbeyi Sarayı'ndan, sahilde iskeleye, içeride de bu hattın doğusundaki tepelere uzanan ve İstavroz Deresi vadisi boyunca yayılan büyük arazinin II. Mehmed (Fatih) tarafından sancakbey-lerinden birine ihsan edildiğini, semte de bu yüzden Beylerbeyi dendiğini yazarsa da, 18. yy'a kadarki kaynaklarda Beylerbeyi adına rastlanmadığına ve semt İstavroz olarak bilindiğine göre, 18. yy yazarı İnciciyan'ın açıklamaları daha doğru gözükmektedir. İnciciyan, Beylerbeyi Bahçesi'nin yerini şimdiki iskele yöresi, yani İstavroz bölgesinin kuzey ucu olarak tarif eder ve III. Murad döneminde



Beylerbeyi

istanbul Ansiklopedisi

(1574-1595) öldürülen Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa'nın yalısının aşağı yukarı şimdiki Beylerbeyi Camii'nin(-») bulunduğu yerde olduğunu, yöreye bu yüzden daha sonra Beylerbeyi dendiğini anlatır.

Ne olursa olsun, oldukça kesin görünen, Beylerbeyi'nin (veya İstavroz'un) 16. yy'ın son çeyreğinde ilgi görmeye ve imar edilmeye başladığıdır. Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa'nın sahilsara-yının tek olmadığı, aynı dönemlerde Bostancıbaşı Abdullah Ağa'nın da (ö. 1592) İstavroz kesiminde bir cami inşa ettirmesinden anlaşılmaktadır (bak. İstavroz Camii). I. Ahmed döneminde ise (1603-1617) İstavroz Bahçesi'ne ilgi artmış, padişah bu bahçeye ve oradaki saray ve kasırlarına sık sık gelmiş; oğlu Şehzade Murad I6l2'de İstavroz Bahçe-si'ndeki kasırlardan birinde doğmuş; daha sonra IV. Murad adıyla tahta geçtiğinde de (1623) bu yöreye olan ilgisini sürdürmüştür. I. Mahmud'a (hd 1730-1754) kadar bahçe bir ölçüde ihmal edilmiş görünmektedir. Evliya Çelebi'nin İstavroz'dan söz ederken buraların bağlık bahçelik olduğunu, bir de camisi bulunduğunu yazıp geçmesi, belki de 17. yy'ın ikinci yarısında semtin saray çevresi tarafından terk edilmiş durumu yü-zündedir. I. Mahmud döneminde semtin yıldızının yeniden parladığı anlaşılıyor. I. Mahmud, İstavroz Bahçesi'ne yeni köşk ve kasırlar yaptırmış, Abdullah Ağa Camii'ni tamir ettirmiştir. İnciciyan, burada bulunan bir sarayın III. Mustafa

tarafından yıktırılıp geniş arazinin parçalanarak kişilere satıldığını, arsaları alanların da sahilde güzel yalılar yaptırdıklarını yazar. H. Şehsuvaroğlu ise, İstavroz Bahçesi'nin topraklarının parçalanıp dağıtılmasını I. Abdülhamid dönemine (1774-1789) tarihler. Yine I. Abdülhamid, bugünkü Beylerbeyi Camii'ni ve Hamamı'nı yaptırmıştır.

Beylerbeyi'nin padişahların itibar ettiği bir semt olarak önem kazanması, asıl II. Mahmud dönemindedir (1808-1839). 19. yy'ın başından itibaren Boğaziçi, ön plana çıkan ve sarayın itibar etmeye başladığı bir bölge haline gelirken Beylerbeyi de unutulmamıştır. II. Mahmud, bugünkü Beylerbeyi Sarayı' nın yerinde ahşap bir saray yaptırmış, I. Abdülhamid Camii'ni (Beylerbeyi Camii) büyütmüştür ve halen tarihi kahvehanenin bulunduğu yerde Beylerbeyi İskele Meydanı Çeşmesi'ni yaptırmıştır. Artık kaynaklarda Beylerbeyi diye anılan semt, 19. yy Bostancıbaşı Defterle-rz'nden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı devlet ricalinin, saraya yakın zengin ve nüfuzlu kimselerin sahilsaray ve köşklerinin bulunduğu, seçkin bir Boğaz semti olmuştur. Abdülaziz (hd 1861-1876) Beylerbeyi Sarayı'nı bugünkü haliyle yeniden yaptırmış; ayrıca 19. yy'ın ikinci yarısından sonra semte giderek daha fazla köşk, yalı, iç taraflara ahşap evler yapılmış, nüfus artmıştır. Beylerbeyi'n-de, bu uzun ve görkemli geçmişten günümüze tarihi eser olarak Beylerbeyi Sarayı dışında Beylerbeyi Camii ve Ha-

mamı, 200 yıllık tarihi olduğu belirtilen ve caminin karşısında deniz kenarındaki kahvehanenin bulunduğu yerdeki Beylerbeyi İskele Çeşmesi, 16. yy'ın sonlarında Bostancıbaşı Abdullah Ağa tarafından yaptırılan cami ve yine ona ait çeşme, daha önce sözü edilen Bizans sarnıçları kalmıştır. Bunlar dışında, sahildeki yalılarla korudaki ve tepelerdeki köşklerin en eskilerinin tarihi bile ancak 19. yy'ın ikinci yarısına ulaşmaktadır. Daha eski yapıların bir bölümü oldukça yakın dönemlerde yanmış, yıkılmış ya da harap olmaya terk edilmiştir. Örneğin 19. yy başlarında inşa edilmiş Hasib Paşa Yalısı(->) 1970'lerde yanmış, Hasib Paşa Yalısı'ndan Beylerbeyi İske-lesi'ne doğru sıra sıra dizilen ve sırayâlı-lar olarak bilinen, ahşap mimarinin en güzel örneklerini sergileyen yalılar, aralarındaki Haşim Paşa Yalısı ile birlikte 1930'larda kül olmuş, Prenses Fatma Ha-nım'ın yalısı da yıktırılmıştır. Sahildeki yalıların arkalara, yamaçlara doğru uzanan korularındaki köşkler de aynı kaderi paylaşmış, pek azı restore edilerek günümüze kadar gelebilmiştir. Halen, camiden sonra gelen ve 1983'te yanan İsmail Paşa Yalısı(->) Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmektedir. Diğer bazı yüzyıl başı veya 19. yy sonu yalıları da son yıllarda, başarılı başarısız restorasyonlar görmüşlerdir.

Günümüzde Beylerbeyi, Boğaziçi Köprüsü'nün ayaklarına ve köprünün bağlantı yollarına yakınlığı ve 1965-1980 arasındaki yapılaşma nedeniyle eski do-

BEYLERBEYİ

203

BEYLERBEYİ CAMÜ

Çengelköy'e doğru devam eden yolun saraya bitişik sahil kesiminde, aynı biçimde pembe renkli, restorasyon görmüş ve tüm bu restorasyonu yaptırmış olan Sabancı Sermaye Grubu'nun adını taşıyan üç bina yer almaktadır. Kız Olgunlaşma Enstitüsü binası, Beylerbeyi Karakolu binası ve Polisevi. Olgunlaşma Enstitüsü ile karakol binası arasında

Beylerbeyi'nin denizden genel görünümü. Tahsin Aydoğmuş, 1993

ğal görünümünden çok şey kaybetmişse de özellikle son yıllarda Boğaziçi'n-deki gelişigüzel yapılaşmayı bir ölçüde durdurabilen Boğaziçi Yasası(~->) uygulamasıyla, yine de eski Boğaz köyü havasını, diğer yerlere göre daha iyi koruyabilmiş bir semttir. Beylerbeyi Lisesi'ni ve Beylerbeyi Sarayı'nı solda, Futbol Federasyonu tesislerini sağda bırakarak

Beylerbeyi'ndeki eski yapı dokusunun uzantısı olan ahşap evler. Fotoğraflar Nazmı Timuroğlu, 1993

sahilde bir park düzenlemesi görülür. Polisevi'nin önünden anayolda ayrılıp aşağı sahile doğru kısa bir yokuşla inen yolda, sahildeki turizm işletmelerinin ihtiyaçlarına cevap veren turistik eşya, kilim, deri eşya dükkânlarının yer aldığı "Asiatic Bazaar" levhalı sokak (Beylerbeyi İskele Yolu), İskele Meydanı'na açılır. İskele Meydanı çevresindeki birkaç yalı restore edilmiş, buraya, bütün meydanı kaplayan ve masalarını iskele binasına kadar meydana dizen, camiye yakınlıkları nedeniyle içkisiz olan lokanta ve kahvehaneler kurulmuştur. Tarihi Beylerbeyi Kahvesi, meydanın caminin karşısındaki köşesinde yer alır. Buradaki Beylerbeyi Camii'nin denize bakan ön tarafı bütünüyle düzenlenmiştir. İskelenin hemen yanında küçük bir kayıkhane, burada balıkçı kayıkları, çevresinde midyeciler ve balıkçılar vardır. İskele Meydanı'ndan caminin önünden geçerek anayola (Yalıboyu Caddesi) kavuşan kısa sokak üzerinde daha çok deniz ürünleri veren küçücük lokantalar ve birkaç dükkân sıralanmıştır. Anayolun bu noktadan bakıldığında hemen karşısında son yirmi yılda oluşmuş Ki-razlıtepe'ye doğru çıkan Çamlıca Caddesi vardır. Beylerbeyi Çarşısı iki yanlı olarak bu bölgede yer alır. Çarşı özellikle gıda maddeleri açısından gelişkindir. Pastacı, tatlıcı, fırın ve mezeciler hem Beylerbeyi'nin orta sınıf halkına, hem yarılardaki ve korudaki orta-üst ve üst gelir gruplarına, hem de tepelerdeki daha mütevazı ve geleneksel bir yaşam biçimi sürdüren kesimlere hizmet vere-

bilecek çeşitlilikte örgütlenmiştir. Özellikle Çamlıca Caddesi ile kesiştiği noktada çok yoğun bir trafiğe sahne olan ve Boğaz'ın Anadolu yakasının bütün trafiğinin de yükünü çeken anacadde-den, yokuşlarla Beylerbeyi'ni doğudan çevreleyen tepelere doğru yükselen sokaklar üzerinde, oldukça harap eski ahşap evler, restorasyon görmüş köşkler, kagir binalar ve manzaraya hâkim yüksek apartmanlar iç içedir. Bu sokaklarda hâlâ küçük bakkal dükkânları, marangoz atölyeleri, terziler, küçük esnaf ve zanaatkar işlikleriyle eski İstanbul sokaklarından bir iz bulunabilir. Çarşı ve Beylerbeyi otobüs durağı aşıldıktan sonra, deniz tarafında, çoğu son yıllarda restore edilmiş veya halen edilmekte olan yalılar, yüksek duvarlı bahçeler içinde uzanır. Eski yalıların çoğu, halen dış görünüşlerine sadık kalınmaya çalışılarak içlerinde yapılan tadilatla çok daireli konutlar haline getirilmektedir. Yalıboyu Caddesi'nin sağ yanında, ağaçlar arasında tek tuk köşkler görülür ve burada Beylerbeyi Korusu başlar. Beylerbeyi semtinin de sınırı sayılabilecek Ha-vuzbaşı'nda dik bir yamaçla alçalan bu korulukta eski ve seyrek ahşap köşklerin yerine yeni inşaatlar 1960'larda başlamıştır. Korulukta halen en fazla dört kata kadar, çoğu 1960-1965 yapımı a-partman tipi konutlar ve bir-iki katlı kagir evler vardır. Koruya sapan Koruluk Sokağı, yukarıda Küplüce'nin uzantısı olan ve 1970'lerden sonra gelişen mahalleye kavuşur.

Beylerbeyi'nin çarşı içi ve çarşı kesiminden yukarılara, sırtlara doğru uzanan kesiminin toplumsal yapı özellikleri, sahil boyundaki yalıların ve koru-nunkinden büyük ölçüde farklıdır. Yalılar büyük holding sahiplerinin, İstanbul'un en üst gelir gruplarının yazlık veya sürekli konutları durumundayken, koruda daha çok orta-üst katmanlar, serbest meslek sahipleri ve sanatçı, bilim adamı, yazar, gazeteci türünden meslek gruplarına mensup kişiler yaşarken Beylerbeyi'nin çekirdeğinin nüfusu ağırlıklı olarak küçük esnaf, sanatkâr, emekli ve diğer orta katman halkından oluşur. Tepelerde ise, geleneksel ve İslami bir yaşam biçimini sürdüren, gelir düzeyi açısından orta ve orta-alt dilimde yer alan bir nüfus yerleşmiştir. Beylerbeyi günümüzde aynı zamanda Boğaziçi'nin Anadolu sahilinin önemli turistik yörelerinden biri durumundadır.

Turist grupları, turizm şirketleri tarafından deniz motorlarıyla ya da otobüslerle Beylerbeyi'ne getirilmekte, burada özel olarak bu amaçla kurulmuş turistik çarşıda alışveriş yapmaları sağlanmaktadır. Beylerbeyi İskele Meydanı'nı çevreleyen dükkânların, kahve ve restoranların da aynı amaca hizmet ettikleri görülmektedir.

Bibi. "Beylerbeyi", İKSA, s. 1228-1229-1230; C. Germiyanoğlu, "Beylerbeyi", İSTA, 2671-2675; H. Y. Şehsuvaroğlu, "Beylerbeyi Sahil-sarayı", İSTA, 2690-2698; İncidyan, istanbul,

Beylerbeyi

Camii'nin batı

cephesinden

boyuna kesit.

Selçuk Batur

131-132; Eyice, Boğaziçi, 54-55; M. Tayyip Gökbilgin, "Boğaziçi", lA, 689; Evliya Çelebi, Seyahatname, ist., 1976, s. 321-322; Kömür-ciyan, istanbul Tarihi, 47, 276.

İSTANBUL

BEYLERBEYİ CAMÜ

Beylerbeyi Camii, Boğaziçi'nin Anadolu yakasında, Beylerbeyi İskelesi'nin önündeki meydanın doğusunda, tam deniz kıyısında yer almaktadır.

Caminin bulunduğu yerde daha önce İstavroz Sarayı'nın hırka-i şerif dairesi bulunmaktaydı. Bu saray 18. yy'ın ortalarında yıktırılmış ve daha sonra yerine I. Abdülhamid (hd 1774-1789) tarafından, Beylerbeyi Camii yaptırılmıştır. İnşaata 3 Nisan 1777'de başlanmış, caminin açılış töreni ise 15 Ağustos 1778' de yapılmıştır. Yapının 1192/1778'de inşa edildiğini belirten üç kitabesi vardır. Bu kitabelerden dış kapı üzerinde bulunanı caminin I. Abdülhamid'in annesi Rabia Sultan'ın anısına yaptırıldığını belirtmektedir.

Yapı 1810-1811'de bir değişikliğe uğramış, II. Mahmud'un (hd 1808-1839) buyruğuyla son cemaat yeri değiştirilerek yeniden yapılmış, bu arada minaresi yıkılarak, iki yeni minare inşa edilmiştir. II. Mahmud ayrıca bir muvakkithane ile deniz kıyısında dört cepheli bir çeşme yaptırmış, caminin önündeki rıhtımı genişleterek duvarla çevreletmiştir.

Beylerbeyi Camii 1969'da esaslı bir onarım görmüştür. 13 Mart 1983 gecesi bitişiğindeki İsmail Paşa Yalısı'nda(->) çıkan yangın Beylerbeyi Camii'nin ahşap kubbesinin yanarak çökmesine neden olmuş ve cami kısmen hasar görmüştür. Beylerbeyi Camii, Vakıflar İdaresi'nce tamir edilerek 29 Mayıs 1983'te tekrar ibadete açılmıştır. Beylerbeyi Camii'nin mimarı Mehmed Tahir Ağa, bina emini ise Şehremini Hafız el-Hac Mustafa Efendi' dir. Mustafa Efendi aynı zamanda, I. Ab-dülhamid'in Bahçekapı'da yaptırdığı türbe, medrese, kütüphane, mescit, imaret, sıbyan mektebi, sebil ve üç çeşme ile sı-

ra dükkânlardan meydana gelen külliyenin de bina eminidir. Zaten bazı yazarlar Beylerbeyi Camii'ni I. Abdülhamid'in Bahçekapı'da kurduğu külliyenin doğal bir devamı saymaktadırlar. Beylerbeyi Camii ile birlikte yapılan hamam ve sıbyan mektebi de bu külliyenin parçaları olarak değerlendirilmektedir.



Mimari

Beylerbeyi Camii'nde yapının kütlesi, ana mekân, mihrap nişi, hünkâr mahfili, minareler ve batı cephesindeki girişi örten saçak olmak üzere beş temel elemandan meydana gelmiştir. Yapının düzeni, avlu duvarları, hünkâr mahfili girişi ve batı cephesindeki girişleri örten saçak bir yana bırakılırsa, deniz tarafındaki girişten ve mihraptan geçen eksene göre simetriktir. İlk yapımda tek olması nedeniyle minare simetriyi bozmaktaydı. Ama daha sonra bu minarenin yıkılması ve iki yeni minarenin yapılmasıyla simetri tamamlanmıştır. Caminin dikkati çeken özelliklerinden biri, ibadet mekânını örten kubbenin iki kasnağa sahip oluşudur. Bunlardan aşağıda ola'nı, sekizgen planlı, sağır bir kasnaktır. Yalnızca köşelerdeki yarım kubbeler ile parçalanmaktadır. Üstteki kasnakta ise yapı çevresince yirmi pencere yer almaktadır. Ayrıca yarım kubbelerin içinde ikişer ve mihrap nişini örten yarım kubbenin içinde de beş pencere bulunmaktadır.

Caminin bir kubbe ve beş yarım kubbeyle örtülen ana mekânı, 14,60x14,60 m boyutlarında bir kare plana sahiptir ve kuzey tarafında son cemaat yerine bağlanmaktadır. Doğu ve batı cephelerinin kuzey uçlarında da girişler vardır. Bu girişlerden batı cephesinde olanına caddeden yedi basamakla çıkılan bir platformdan, doğudakine ise hünkâr mahfiline çıkan merdivenin ikinci sahanlığından ulaşılmaktadır.

Ana mekânın güney duvarında mermerden yapılmış mihrap yer almaktadır. İki yanında süs kolonları bulunmaktadır. Planı dokuzgendir, üstü adeta mu-



BEYLERBEYİ CAMÜ

204

205

BEYLERBEYİ OLAYI

LKJ-l


karnas yapılacakmış gibi kademelendi-rilmiştir. Mihrap önündeki mekân bir yarım kubbeyle örtülüdür. Mihrap nişinin tam üstünde çini bir panoda Ihlas suresi yazılıdır.

Ana mekânın kuzey yanında ise son cemaat yerinin üzerini kaplayan galeri bulunmakta ve ana mekânın içine doğru uzanmaktadır. Ana mekânla galerinin ilişkisi kuzeybatı köşesinde yer alan bir merdivenle kurulmaktadır.

Son cemaat yerine deniz tarafından on bir basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır. Mekân altı sütunla desteklenen bir cephe ve iki mihraptan oluşmaktadır. Sütunların arasında, ortadaki daha geniş olmak üzere yedi açıklık meydana gelmiştir. Bu açıklıklarda mermer korkuluklar yer almaktadır. Orta açıklıktaki kemerin altında mermer söveli bir kapı bulunmaktadır. Son cemaat yerinin doğusunda küçük bir oda yer almaktadır. Bu odanın kayyum odası olarak düşünülmüş olması muhtemeldir.

Hünkâr mahfili bölümünün girişi, yapının doğusunda yer almaktadır. Buraya da hem denizden hem de karadan ulaşılabilmektedir. Bu bölümün zemin katında, yalnızca birinci katı taşıyan üç ayakla, merdivenler ve minare girişi bulunmaktadır. Üç sahanlıklı bu merdivenlerin ikinci sahanlığından ana mekâna girilmektedir. Birinci katta geniş bir hol vardır. Buradan hünkâr odasına ve caminin galerisine geçilmektedir. Hünkâr odası üç sütun ve bunları birbirine ve duvara bağlayan dört kemer üzerinde kuzeye doğru uzanmaktadır. Doğusunda bir abdest alma yeri vardır.

Yapının batısında caddeden yüksek bir platform bulunmaktadır. Bu platformun kuzey ucu bir giriş saçağı ile örtülmüştür. Saçağın altında dört giriş bulun-

Beylerbeyi Camii'nin planı. Selçuk Batur

maktadır. Bunlardan ana mekâna, bugün yıkılmış olan ilk minareye, son cemaat yerine bitişik küçük odaya ve minare girişinin bulunduğu odaya geçilmektedir. Üzerindeki kitabelerden ve konstrüktif benzerliklerden, batı cephesinde yer alan avlu ve giriş saçağının 1778'deki ilk yapımdan kalmış olduğu anlaşılmaktadır.

Girişin hemen önünde camiye cuma namazına gelen padişahın ata binmesini kolaylaştıran bir biniş taşı vardır.

Ana mekânın dış yüzeyleri üç kademeli olarak ele alınmışlardır. Bunlardan, beden duvarının meydana getirdiği birinci kademenin en belirgin yüzey elemanları, iki pencere sırası ile iki silme takımıdır. Birinci sıradaki pencereler dikdörtgendir. Üzerlerinde birer boşaltma kemeri yer almaktadır, ikinci sıradaki pencereler ise sivri kemerlidir, iki pencere sırası birbirinden, ikinci sıranın denizliği hizasındaki bir silme ile ayrılmaktadır. Doğu ve batı cephelerinde, pencerelerin arasında iki pilastr bulunmaktadır, ikinci kademede sekizgen bir kasnak duvarı yer almaktadır. Sekizgen köşelere rastlayan dört duvarı, yarım kubbelerle yırtılmıştır. Bu yarım kubbelerin içinde ikişer pencere bulunmaktadır. Yarım kubbe bulunmayan kenarlardan, doğu ve batı cephesine rastlayanlarda ikişer pencere, kuzey cephesinde bir yuvarlak pencere ve güney cephesinde de mihrap nişinin yine bir yarım kubbe o-lan örtüsü yer almaktadır. Pencere araları kurşunla kaplanmıştır. Pencere kemerleri kasnağın bitim hizasını aşarak kubbenin eteğini parçalamaktadır. Hünkâr mahfili ve galeri bölümü cephelerinin temel elemanı dikdörtgen pencerelerdir. Pencerelerin üzerinde boşaltma kemerleri görülmektedir. Ana mekânın iç yüzeylerinin düzenlenmesi ana hatlarıyla dış

yüzeyin aynıdır. Ancak birinci sıradaki pencerelerin üzerindeki kemerler içeride boya ile belirtilmiştir. İkinci sıradaki pencereler ise dışarıdan sivri kemerli oldukları halde, içeriden yuvarlak kemerlerle donatılmışlardır. Aynca üzerlerinde "C" kıvrımları bulunmaktadır.

Beylerbeyi Camii'nin ilginç yönlerinden birisi de ibadet mekânını örten kubbenin ahşap iskeletli olarak tasarlanma-sıdır. Mimarın bu çözüme başvurmasının nedeni -belki de kısmen denizden kazanılmış olan- zeminin direncine güvenmemesi olabilir. Söz konusu ahşap kubbe, içeriden bağdadi sıva, dışarıdan kurşunla kaplanarak kagir kubbe gibi gösterilmiş, ayrıca taşıyıcı sistem gerçek -kagir- bir kubbenin gerektirdiği biçimde düzenlenerek bu izlenim daha da güçlendirilmiştir. Kubbenin yükü beden duvarlarına sekiz noktada aktarılmaktadır. Birinci kasnak seviyesinde beden duvarlarına rastlayan boşaltma kemerleri ile köşelere çapraz olarak yerleştirilmiş yarım kubbeleri taşıyan kemerler arasındaki bölge küçük pandantiflerle geçilmiştir. Hünkâr mahfilinin, son cemaat yerinin ve galerinin strüktür sistemi ise düz atkılıdır.

Beylerbeyi Camii'nde çeşitli malzeme ve konstrüksiyon teknikleri kullanılmıştır. Ana mekânın konstrüksiyonu yığmadır. Dış yüzeylerde oldukça kaba kesilmiş taşlar görülmektedir. Derzler, çoğu yerlerde, düzgün ve sürekli değildir ve taş ölçülerinde bir tutarlılık yoktur.

Hünkâr mahfilinin zemin katındaki üç ayak, kesme taştan, diğer tüm serbest taşıyıcılar yekpare mermerden yapılmıştır. Bu bölümdeki bütün kemerlerin malzemesi ise tuğladır. 1967'de çekilmiş fotoğraflardan ahşap olduğu anlaşılan döşemeler 1969'daki tamirde betonarmeye çevrilmiştir. Mahfilin dış yüzeyleri kesme taş ve tuğladan yapılmış; iki sıra tuğla, bir sıra taştan meydana gelen bir almaşıklık düzeni uygulanmıştır.

Beylerbeyi Camii'nde dekoratif biçimlenme gösteren elemanların sayısı son derece sınırlıdır. Sivri, yuvarlak ve "C" kıvrımlı olmak üzere üç tip kemerle karşılaşılmaktadır. Ayrıca kapı üstlerinde basık kemerler bulunmaktadır. Yapıda üzengisi "S" kıvrımlı kemerin de bir örneği vardır. Bu kemer, batıdaki avlu duvarında yer alan girişin üzerindedir.

Kolonlar prizmatik bir pedastal (ayaklık) üzerine oturmaktadır, içerideki ayaklıkların üzeri yivlidir. Ayaklıktan zemine ve kolona geçişte silme takımları bulunmaktadır. Genelde üç tip sütun başlığıyla karşılaşılmaktadır. Sütunun bitiminde-ki metal bileziğin üzerinde, süslemesiz bir yüzeyle daha geniş bir daireye geçilmekte; bu daireden kareye geçilirken dört köşede yaprakçıklar yer almaktadır. Birinci tipte bu yaprakçıkların üzeri düzdür; ikinci tipte ise bunlar akant yaprağı biçiminde oyulmuştur. Bunun üzerinde tekrar bir metal çerçeve, onun üzerinde de kesme taştan bir silme takımı yer almakta, kemer bundan sonra başlamakta-

dır. Üçüncü tip sütun başlığı, galeriyi taşıyan sütunların üzerindedir, iyonik başlıklarda köşelerde görülen volütler, burada kardinal noktalarında kullanılmıştır. Bunların altında da yumurta motifleri görülmektedir. .

Yapının iç yüzeyleri kalem işiyle kaplanmıştır, iç yüzeylerin süslemesinde karşılaştığımız önemli bir özellik, mihrap nişi duvarlarının silme hizasına kadar (zeminden başlayarak 4 m); doğu ve batı duvarlarının da zeminden başlayarak yaklaşık 37 cm'lik bir bölümünün çinilerle kaplanmış olmasıdır. Mihrap niş-lerindeki çinilerin pencerelerin üst hizasına kadar yükselen kısmındaki bordür-ler Osmanlı çinileriyle, panolar Avrupa çinileriyle kaplanmıştır. Daha yukarıdaki kısımda ise, içinde âyetü'l-kürsînin yazılı olduğu, lacivert üzerine beyaz çinilerle örtülüdür. Mihrabın üzerinde de l,20x 1,20 m boyutlarında bir çini pano vardır. Ayrıca bütün birinci sıra pencerelerin zemini çini parçalarla kaplanmıştır. Yapı bu haliyle, değişik yerlerden toplanmış çinilerin meydana getirdiği bir sergi niteliğindedir.

Minber ve vaaz kürsüsü, ahşap üzerine istanbul işi sedef kakma olarak yapılmıştır. Sedef kakmalar dökülmüştür, her ikisi de harap haldedir.



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin