CASA d'ITAIIA
386
387
CAZ
Bilinen ilk İstanbullu caz müzisyeni Leon Avigdor'dur. Klasik müzik eğitimi gören Avigdor keman çalıyordu. 1920' lerin başlarında üç arkadaşıyla birlikte bir yaylı sazlar dörtlüsü kurmuştu. Bir Paris seyahatinde cazla tanıştı, çok etkilendi. Dönüşte alto saksofona başladı. Kolya Yakovlef adlı bir Beyaz Rus piyanist, bir davulcu ve bir banjocu ile İstanbul'un bilinen ilk caz dörtlüsünü kurdu. Union Française'de, Amerikan Elçiliği'n-de verilen partilerde çaldı. Avigdor'un 1930'ların başlarında İstanbul'da yaşayan İngilizlerin kurduğu Rowdie's adlı topluluğa katıldığı biliniyor.
O yıllarda gelişiminin henüz başlangıcında olan caz müziği sadece eğlendirici bir müzik türü sayılıyordu. 1930'ların sonlarına doğru ise Almanya'da güçlenmeye başlayan ırkçı baskılar yüzünden bu ülkedeki çalışma olanaklarını yitiren ABD kökenli siyah müzisyenlerin
Sarayda bir cariye. Levni'nin bir minyatürü,
18. yy.
Necdet Sakaoğlu koleksiyonu
nnma olanağı bulan ve bazen sayıları yüzlerle ifade edilen cariyeler de efendilerinin ölümünden sonra kentin her düzeyden ailelerine katılma olanağı bulmaktaydılar. Bu nedenlerle yüzyıllar boyunca istanbul toplumu, cariye olgusundan çok yönlü etkilendi. Bu olgu, istanbul'a özgü kültürü ve folkloru evrensel boyutlarda etkilerken güzellik kavramı, şive, giyim kuşam, görgü kuralları ve yemek içmek kültürü bakımından da kent yaşamına zenginlikler katmıştır.
17. yy'dan itibaren cariye istifraşına (yatağa almak) olan tutkunun artması sonucu İstanbul'daki cariye pazarları da hareketlendi. Ancak, kente savaş ganimeti ve tutsak cariye gelmemesi nedeniyle bu büyük pazar, Kafkasya'dan, Mısır ve Afrika'dan, esir tüccarlarının getirdiği "sürü" denen cariye gruplarıyla besleniyordu. Fakat fiyatlar da giderek arttı ve 17. yy'm sonlarına doğru istanbul'da en pahalı meta cariye oldu. Bu ise bir tür hile-i şer'iye yöntemiyle kentte fuhuşun yaygınlaşması sonucunu doğurdu. Başta yeniçeriler, bir pey akçesi verdikten sonra, esircinin "sermaye" olarak çalıştırdığı sözde cariyeyi bir geceliğine odalarına ve bekâr hanlarına götürüp ertesi gün iade etmekteydiler.
Osmanlı padişahlarının nikâhlı yerine, "gözde", "haseki", "ikbal" denen cariyeleri tercih etmeleri yanında, harem dairesinin hizmetleri de çok sayıda ve
seçme cariyeyi gerektiriyordu. Fakat, padişahların tutumuna göre haremdeki cariye sayısı, bazen birkaç yüzü bulabiliyordu. Bunların büyük bir,bölümü "ho-rendegân" denen hizmet sınıfında yer almaktaydı.
Saraya cariye temini, hediye yoluyla ve el altından alımlarla sağlanmaktaydı. Bunların bakire ve güzel olmaları koşuldu. Haremin cariyeler dairesindeki koğuşlarda acemilik, şakirdlik dönemlerini tamamlayan yeni kızlar, yetenekleri el verirse kalfa ve usta düzeyine yükselmekteydiler. Bunlar padişahın özel hizmetine bakarlar, kendilerini beğendirirlerse yatağına girip ikbal ve haseki olurlardı. Padişahın cariyelerle ilişkisi, birtakım kurallara bağlanmıştı. Yeni bir cariye edinmeleri de zordu.
Annesi, cariye asıllı Hürrem Sultan o-lan II. Selim'den (hd 1566-1574) başlayarak VI. Mehmed'e (Vahideddin) (hd 1918-1922) değin padişahların anneleri gibi istanbullu pek çok ünlü kişinin annesi de birer cariye idi. 1847'de köle-cariye alım satımının yasaklanmasından sonra ülke dışından kaçak cariye edinimi zorlaştığından Osmanlı sarayına daha çok Marmara Bölgesi'ndeki Çerkez, Abaza ve Gürcü ailelerden parayla kız alınmaktaydı. 1909'da V. Mehmed'in (Reşad) bir iradesiyle cariyelik tümden yasaklanmakla birlikte saraya önceki yöntemlerle cariye temini 1922'ye değin sürdü. Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 563-564; Ç. Uluçay, Harem, Yi, Ankara, 1985, s. 10-37; İ. H. Konyalı, "Cariyeler ve Esir Pazarı", Tarih Dünyası, S. 2, s. 72-74; A. Mayakon, "Osmanlılarda Esir ve Cariye Ticareti", Resimli Tarih Mecmuası, yeni seri, S. 80, s. 611-613; Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 259-261; Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Kılavuzu, 1. Fas., İst., 1938, S. 91-92; L. Saz, Haremin içyüzü, ist, 1974, s. 45 vd: A. L. Croutier, Harem, İst., 1990.
NECDET SAKAOĞLU
CASA d'ITALIA
bak. İTALYAN EVİ
CASSAS, LOUIS-FRANÇOIS
(3 Haziran 1756, Azay le Ferron - l Kasım 1827, Versaüles) Fransız ressam ve gravürcü.
Rohan-Chabot Akademisi'nde öğrenim gördü. 1776'da İtalya'ya gitti. Cha-bot dükünün hizmetinde bulunduğu bu yıllarda İtalya'yı gezdi ve resimler yaptı. 1784'te Paris'e döndükten kısa süre sonra İstanbul elçiliğine atanan Choiseul-Gouffier'le(->) birlikte İstanbul'a geldi. 1787'ye kadar süren ikameti sırasında Ege adaları, Suriye, Filistin, Mısır ve Anadolu'yu kapsayan gezilere çıktı. Gittiği yerlerde yaklaşık 300 kadar çizim yaptı. 1787-1792 arasında Roma'da yaşadıktan sonra Paris'e döndü ve Goblin fabrikasında resim öğretmenliği yaptı.
Desen ve suluboya tekniğindeki başarısı ve kullandığı canlı renklerle dikkati çeken Cassas, Fransa'ya döndükten sonra daha çok Doğu'da yaptığı resimle-riyle ün kazandı. Daha önce Büyükelçi
Choiseul-Gouffier ile birlikte hazırlamakta olduğu Voyage pittoresqve en Syrie, Phonicie, Palestine et Basse Egypt adlı kitap, elçinin 1789 Fransız Devrimi sonrasında görevden alınması ve Rusya'ya kaçmasıyla gerçekleşemedi. Sonradan Voyage en Syrie adıyla ve Choiseul-Gouffier' nin giriş yazısıyla 1799'da basılan bu kitaptaki gravürlerin arasında L Abdülha-mid'in bayram alayı ve Kaptan-ı Derya Hasan Paşa'nın portreleri vardır. Cassas' in Türkiye ile ilgili resimlerinin çoğu Choiseul-Gouffier'nin Voyage pittoresque de la Grece adıyla basılan iki ciltlik kitabında yer aldı. Cassas 1804 ve 1844 Paris Salon Sergileri'nde İstanbul manzaralarını sergiledi. Fransa'da Valendenne, Tours, Chateauroux müzelerinde ve bazı özel koleksiyonlarda Haliç, Üsküdar ve Galata'dan İstanbul görüntüleri, "Sultanahmet Meydanı", "Güreş Sahneleri" ve "Esir Pazarı" gibi eserleri vardır.
Bibi. A. Boppe, Leş peintres du Bosphore au XVni'e siecle, Paris, 1911; S. Germaner-Z. înankur, Oryantalizm ve Türkiye, İst., 1989-GÜNSEL RENDA
CASTELLAN, ANTOINE-LAURENT
(l Şubat 1772, Montpellier - 2 Ocak 1838, Paris) Fransız ressam ve yazar.
1795'te dönemin kaptan-ı deryası Küçük Hüseyin Paşa'nın isteği üzerine Haliç Tersanesi'nde gemi onarım havuzları kurmak için oluşturulan heyette teknik ressam olarak görev aldı.
Heyet 28 Mart 1797'de İstanbul'a vardı ve Beyoğlu'nda konakladı. Burası, Cas-tellan için İstanbul'un bir varoşundan çok, Fransa'nın ya da İtalya'nın bir kentini andırmaktaydı. Batılılar tarafından işletilmekte olan dükkânlar, kahvehaneler, oteller ve hattâ bir Fransız restoranı vardı. Frenkler kendi giysileriyle dolaştıklarından ve Türklere fazla rastlanmadığından, elçiliklerin ve diğer binaların bir kısmı neoklasik stilde yapılmış olduğundan burada bir Batı havası seziliyordu.
Castellan ve arkadaşları Beyoğlu Cad-desi'ne bakan üst katı sofalı ve iki odalı bir eve yerleşirler. Caddenin ötesinde sol tarafa doğru Galatasaray Kışlası vardır, sağa doğru ise Fransız Sarayı Sarayburnu manzarasının bir kısımım kapatır. Evde mobilya yoktur, yerde ve sedirlerde yaşanır, pencereler renkli camlarla örtülmüştür ve perdeleri yoktur. Birkaç gün sonra eski kenti gezmek için Tophane'den Sirkeci'ye geçilir ve bu fırsatla Castellan kayıkları yakından inceler. İstanbul tarafında alışılmış yerler, Topkapı Sarayı'nın dışı, Ayasofya, Atmeydam, Yerebatan Sarnıcı gezilir.
8 Nisan'da Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa Kasımpaşa sırtlarmdaki köşkünde ziyaret edilerek ona getirilmiş cilan havuz projelerinin maketleri gösterilir, ancak paşa fazla ilgilenmez. Bunun nedeni, Fransız heyeti gelinceye kadar, Osmanlıların havuz işini İsveç mühendislerine vermeleridir. Böylece İstanbul' da yapılacak pek bir şey kalmamıştır. Castellan o dönemde kente gelen her
Antoine-Laurent Castellan'm Fransız Sarayı'ndan görülen Sarayburnu ve Fransız Elçiliğ
binasını betimleyen çiziminden gravür.
Lettres sur la Grece, VHellespont et Constantinople faisant süite aux lettres sur la Moree, 1811
Gözlem Yaytncıhk Arşivi
yabancının gördüğü, Kâğıthane'yi, Taksim ötesindeki büyük mezarlığı, Boğaziçi' ni gezdikten sonra 6 Haziran'da İstanbul' dan ayrılır.
Castellan, gezi izlenimlerinin ilk bölümünü Lettres sur la Moree başlığıyla 1808'de yayımlamıştır, istanbul izlenimlerini içeren ikinci bölüm ise Lettres sur la Grece, l'Hellespont et Constantinople faisant süite aux lettres sur la Moree adıyla 1811'de basılmıştır. Kitapta yazarın çizmiş olduğu İstanbul'a ait 7 küçük gravür vardır. Bunlardan ilki Fransız Sarayı'ndan görülen Sarayburnu'dur ve ön planda o dönemin Fransız Elçiliği binası görünür. Topkapı Sarayı sahil köşklerinden İncili Köşk ve Yerebatan Sarnıcı'nı gösteren gravürlerden başkaları fazla bir belgesel değer taşımaz. İzlenimlerin iki bölümü birden yeniden 1820'de basılmıştır. Yazarın ayrıca, 1812'de Paris'te basılan Moeurs, usages et costumes deş Ottomans et abrege de leur bistoire adlı bir yapıtı vardır. Burada Osmanlı kıyafetlerini gösteren 72 deseni yer alır.
Bibi. P. Pinon, "Un episode de la reception deş progres techniques â Constantinople: L'echec de la mission Ferregeau, ingenieur deş Ponts et Chaussees (1796-1799)", De la Revolution française a la Turquie d'Atatürk, la modemisation politique et sociale. Leş lettres, leş sciences et leş arls, İstanbul-Paris, 1990, s. 71-83.
STEFANOS YERASİMOS
Dizzy Gillespie
İstanbul
Festivali'nde
Açıkhava
Tiyatrosu'nda
verdiği
konserde,
1988.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Arşivi
CAZ
19. yy sonlarında Amerika Birleşik Devlet-leri'nde biçimlenmeye başlayan caz müziği "Çılgın Yirmiler" olarak da anımsanan 1920'lerin ortalarında, önce Avrupa başkentlerinde, hemen ardından da İstanbul'da duyulmaya başladı.
yamsıra baskıların asıl hedefi olan Yahudi caz müzisyenlerinin dağıldığı kentler arasında İstanbul da vardı. Bu ilk yakınlaşmalar sonucu öncelikle İstanbul' da yaşayan Hıristiyan ve Musevi azınlık arasında caz müziğine ilgi duyanlara rastlanmaya, İstanbul'da ilk caz müzisyenleri yetişmeye başladı.
Swing dönemine girildiğinde, Hindistan'da bulunduğu yıllarda caz müziğine ilgi duyan alto saksofoncu İbrahim Özgür, Ateş Böcekleri adlı üçlüsünü; Almanya'da şeflik eğitimi gören tromboncu Guido Kornfilt ise aralarında yine trombon çalan ünlü Alto ile kardeşi Dikran Haçaduryan'ın ve davulcu Şadan Çayli-gil'in de bulunduğu büyük orkestrasını kurmuştu.
Arto ve Dikran Haçaduryan sonraki yıllarda çok ünlenecek olan klarnetçi ve alto saksofoncu Hrant Lüsigyan'ın da a-ralarında bulunduğu Swing Amatör adlı topluluklarıyla ilk konserlerini 1941'de Beyoğlu'ndaki Saray Sineması'nda verdiler.
O yıllarda henüz Galatasaray Postane-si'nin en üst katından yayın faaliyetini sürdüren İstanbul Radyosu'nda da caz programları başlamıştı. İbrahim Özgür, Fazıl Abrak İstanbul Radyosu'nun ilk canlı caz programlarını gerçekleştiriyorlardı. Artık Taksim Gazinosu'nun altındaki gece kulübünde, Tokatlıyan Oteli başta olmak üzere Beyoğlu'nda birçok yerde caz çalan topluluklar vardı.
Caz aynı yıllarda Kadıköy yakasını da etkisine almıştı. Klarnetçi Hulki Saner, klarnetçi Mehmet Akter, armonikacı Necdet Alpün, gitarcı Fazıl Abrak, klarnetçi Haris Akıncı gibi ünlü müzisyenler yetişiyor, Hulki Saner ve Fazıl Abrak'm toplulukları Kadıköy Halkevi'nde geniş ilgi gören konserler veriyordu.
Beriki yıllarda İstanbul Radyosu'nda hazırlayacağı programları ile de tanınacak olan davulcu Erdem Buri, caz kuramcısı, besteci ve elektronik müzikçi olarak ünlenecek olan armonikacı İlhan Mi-maroğlu, adı caz müziğiyle özdeşleşe-cek olan genç Erol Pekcan da Modalı idiler.
Davulcu Erol Pekcan (1933-1994), Tür-
CAZ
389
CEBECİ HANI
kiye'de cazın tanınıp sevilmesindeki köşe taşlarından olacak; yaşamı boyunca aralıksız olarak sadece cazla uğraşarak, sayısız konser, radyo ve TV programı ile adından söz ettirecekti. "Caz Semai" adlı ilk Türk caz albümünü de o çıkaracaktı. Uzun yıllardır ABD'de yaşayan İlhan Mimaroğlu Türkiye'de caz müziği ile ilgili ilk Türkçe kitabın da yazarı olacaktı: Caz Sanatı (1958).
ABD'de yaşayan bir başka ünlü müzik adamı olan Arif Mardin ise bu yıllarda henüz konservatuvar öğrencisiydi. Piyano çalıyordu. Erdem Buri'nin Moda'daki evine müzik dinlemeye geliyordu.
Caz, İstanbul'un Anadolu yakasında yazları Moda Deniz Kulübü'nde, Caddebostan Plaj Gazinosu'nda ve Büyüka-da'daki Anadolu Kulübü'nde sürüyordu. 1950'lere gelindiğinde İstanbul'daki caz ortamı iyiden iyiye gelişmeye başladı. Arif Mardin kontrbasçı olmakla birlikte, caza duyduğu kuramsal ilgiyle daha çok tanınan Cüneyt Sermet'in de ara sıra yer aldığı ünlü İsmet Sıral Orkestrası'na besteler vermeye başladı. Mardin'in bestelerini Amerika'nın Sesi Radyosu'nda aralarında Quincy Jones, Hank Jones, Jimmy Cleveland gibi ünlü caz müzisyenlerinin
Ayten Alpman ve klarnetçi Hrant Lusigyan Ekim 196l'de bir caz konserinde. Sadettin Davran koleksiyonu
bulunduğu bir topluluk çaldı, genç besteci bir burs kazanarak eğitimini Boston'daki Berklee Müzik Okulu'nda sürdürmek üzere ABD'ye gitti.
Uzun yıllardır Fransa'da yaşayan Cüneyt Sermet'in ise caz müziğine ilgisi artarak sürecek, Erdal Göksoy'un Caz Ta-ribfnden sonra cazla ilgili olarak Türkiye'deki üçüncü kitabı yayımlayacaktı: Cazın İçinden (1990).
1950'ler Türkiye'nin ilk caz yıldızlarını da yetiştirecekti. Piyanist Nejat Cen-deli'nin, saksofoncu ve vibrafoncu; düzenlemeci, şef Süheyl Denizci'nin, piyanist Ümit Aksu'nun yanısıra Sevinç Tevs, Ayten Alpman ve Rüçhan Camay gibi ünlü caz şarkıcıları da bu yıllarda tanınmaya başladılar. Kornocu Melih Gürel ile kontrbasçı Selçuk Sun bu yıllarda henüz konservatuvar öğrencisiydiler.
Önce Dizzy Gillespie, ardından Dave Brubeck ile Louis Armstrong da bu yıllarda ilk kez İstanbul'a gelerek konserler verdiler. Dizzy Gillespie'nin 1956'da Saray Sineması'nda verdiği konserin heyecanlı dinleyicileri arasında genç Emin Fındıkoğlu da vardı. Sonraki yıllarda Boston'daki Berklee Müzik Okulu'nda eğitimini sürdürecek olan Emin Fındıkoğlu
piyanist, besteci, düzenlemeci, şef olarak bütün yaşamını caz müziğine adayacaktı.
1956'da Paris'te düzenlenen bir yarışmada birinci olan Hasan Kocamaz, İstanbul'un ilk caz kulübünü Bebek'te açtı. 306 adlı kulüpte çalanlar arasında müzik yaşamım daha sonra Avrupa'da sürdürecek olan Muvaffak Falay da vardı. Aynı yıl İsmet Sıral Altılısı Beyoğlu'ndaki Küçük Sahne'de başarılı bir konser verdi. İsmet Sıral tenor saksofon, Hrant Lusigyan alto saksofon, Nejat Cendeli piyano, Selçuk Sun kontrbas, Vasfi Uçaroğlu da davul çalıyordu. Konuk solistler Sevinç Tevs ile armonikacı Hasan Kocamaz'dı.
1960'ların ortalarından başlayarak yoğunlaşan diskotekleşme, canlı müzik dinlenen yerlerin sayısını azaltmıştı. Bu yıllarda Hilton Oteli'nin Şadırvan adlı ünlü gece kulübünde çalan İsmet Sıral'ın, trombonda İlter Yenişen, piyanoda Ayhan Yünkuş, kontrbasta Günnur Perin, davulda Turan Etike'den oluşan topluluğu büyük ilgi görüyordu.
1970'lerde ise bütün dünyada olduğu gibi İstanbul'da da caz müziğine ilgi gözle görülür biçimde azalmıştı. Yine de fimin Fındıkoğlu 1970'te Elmadağ'da The Rhythm Section adlı caz kulübünü açmış, basçı Onno Tunç, gitarcı Neşet Ru-acan, davulcu Arto Tunç'un yer aldığı bir topluluk kurmuştu. 1976'da ise yurtdışında Türkiye'de olduğundan daha çok tanınan Okay Temizin de aralarında olduğu bir dizi Türk ve yabancı müzisyen Galata Kulesi'ndeki Ceneviz Meyhanesi adlı kulüpte çaldılar. 1970'lerin ikinci yansında Taksim'deki Fuaye adlı, İstanbul'un o sıradaki tek caz kulübünde ise piyanist Altan İlter eşliğinde Hrant Lusigyan dinlenebiliyordu.
1980'lerin başlarında ise Berklee 'Müzik Okulu (Boston, ABD), Juilliard Müzik Okulu (New York, ABD) çıkışlı bir dizi müzisyenin İstanbul'a dönüşüyle şehirdeki caz yaşamı yemden canlanmaya başladı. Gitarcı Neşet Ruacan, şarkıcı Nükhet Ruacan, davulcu Selim Selçuk, davulcu Murat Verdi, piyanist Nilüfer Ruacan caz müziğinin tanınıp sevilmesine önemli katkılarda bulundular.
1982'de İstanbul'un ilk caz festivali düzenlendi. Ancak, Filarmoni Derneği'n-ce Beyoğlu'ndaki Dünya Sineması'nda gerçekleşen daha çok Avrupa ülkelerinden müzisyenlerin katıldığı festival çeşitli nedenlerle bir daha düzenlenemedi.
1985'te ise kısa adı BİLSAK olan, Mustafa Kemal Ağaoğlu'nun yönetimindeki Bilim Sanat Kültür Kurumu'nun düzenlediği BİLSAK caz festivallerinin ilki gerçekleşti. Konserlerinin Elmadağ'daki Şan Tiyatrosu Salonu'nda verildiği festivalin sanat yönetmeni Emin Fındıkoğlu 'ydu. Festivalin ilk konukları arasında Elvin Jones, Sonny Fortune, Dave Holland, Kenny Wheeler, genç Marvin Smitty Smith, Hermeto Pascoal gibi ünlü caz müzisyenleri vardı. Festivalin ev sahipliğini ise Neşet Ruacan ile Önder Focan' m toplulukları üstlenmişti.
Daha sonra Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi'ne alınan BİLSAK Caz Festivali konserleri 1989'a kadar sürdü; Tony Scott, Paul Motian, Bili Frisell ve 1988'de ölen Clıet Baker'in de aralarında olduğu pek çok ünlü müzisyeni İstanbul'a getirdi.
İstanbul Festivali ise ilk kez düzenlendiği 1973'ten başlayarak her geçen yıl zenginleşen caz bölümü ile İstanbul'un caz yaşamına en büyük katkıyı sağlamıştır. 1974'te programdaki tek caz konserini Nişantaşı'ndaki Konak Sineması'nda veren büyük cazcı Woody Herman ile başlayan festivale, yıllar içinde Dizzy Gil-lespie'den Miles Davis'e, Modern Caz Dörtlüsü'nden Yellow Jackets'a, Chick Corea'dan Keith Jarrett'a, Branford Mar-salis'ten Wynton Marsalis'e cazın yaşayan en seçkin adları peş peşe konuk oldular.
1980'lerde İstanbul'da birçok caz kulübü açıldı. Taksim'deki Bodrum Cafe, Gayrettepe'deki Gazino, Korukent'teki Cazbar, Levent'teki Ece Bar, BİLSAK'ın Sıraselviler'deki kışlık, Yeniköy'deki yazlık yerlerinde canlı caz müziği dinlenebiliyordu. Yurtdışından gelen yabancı caz müzisyenleri bu kulüplerde Türk caz müzisyenleriyle birlikte çalabiliyorlardı.
Özellikle Ece Bar'da uzun süre çalan Ankaralı ünlü piyanist, saksofoncu Tuna Ötenel tutkulu üslubuyla İstanbul'da da çok hayran toplayacak, genç yaşta ölen yetenekli şarkıcı Nükhet Aruca'nın yetişmesinde önemli rol oynayacaktı.
Emin Fındıkoğlu ise kurduğu Eup-hony adlı topluluğu ile yine Ece Bar'da bir süre "Pazartesi Akşamları Cazı" adı altında haftada sadece bir akşam çaldı. Euphony'de Fındıkoğlu'nun çeşitli topluluklarında da yer alan usta trompetçi Şenova Ülker'in yanısıra, sonraları pop şarkıcısı olarak ünlenecek olan değerli tromboncu, caz şarkıcısı Fatih Erkoç da yer alıyordu. Genç kuşak caz müzisyenleri arasında önemli bir yeri olan trompetçi İıner Demirer de bu yıllarda tanınmaya başlamıştı.
1980'lerin sonlarında ise Arnavutköy' de ünlü Naima açıldı. Davulcu Selim Sel-çuk'un bir caz kulübü olarak düzenlediği bu mekân büyük ilgi gördü. Türk ve yabancı caz müzisyenleri burada programlı olarak çaldılar. Çok sayıda ünlü ABD'li caz müzisyeni İstanbul'a geldiğinde bu kulübe mutlaka uğruyor ve çalıyordu. Emin Fındıkoğlu, Tuna Ötenel, Neşet Ruacan, Nükhet Ruacan, Önder Focan, Hakan Behlil, Murat Verdi bu kulüpte programlı olsun, yabancılarla birlikte olsun, pek çok kez çaldılar. Daha çok yurtdışında aldığı ödüller ve çıkardığı CD'lerle tanınan piyanist Aydın Esen ve pek çok çalışmasında onunla birlikte olan davulcu, düzenlemeci, caz kuramcısı Can Kozlu da yıllar sonra İstanbul'da ilk kez burada çaldılar. Naima 1991'de kapandı.
1991'de yine çok nitelikli müzisyenlerin katılımıyla gerçekleştirilen Akbank I. Uluslararası Caz Festivali büyük ilgi gördü. Max Roach da İstanbul'da ilk kez Akbank Festivali'nde çaldı.
İstanbul, Philip Morris Inc'in desteğinde ünlü caz müzisyenlerinden oluşan toplulukların dünya turnesi kapsamına 1988'de girdi. İstanbul'da Parlia-ment Superband Konserleri adı altında her yıl düzenli olarak yinelenen turne, İstanbul'un caz yaşamını renklendiren başlıca etkinliklerden biridir.
İstanbul'un caz yaşamına katkıda bulunan kurumların arasında son yıllarda başarılı konserler düzenleyerek pek çok ünlü müzisyeni İstanbullulara dinleten Pozitifin önemli bir yeri vardır. Caz tarihinin en kendine özgü müzisyenlerinden olan Sun Ra konserlerini gerçekleştirmenin yanısıra, cazı Tarlabaşı'ndaki, artık dinsel amaçla kullanılmayan eski manastır gibi geleneksel konser salonları dışındaki mekânlara da taşıyan Pozitif, Akbank Caz Festivali'ni de düzenlemektedir. İstanbul'daki düzenli caz etkinlikleri arasında en uzun ömürlü olanı 1983' ten bu yana sürmekte olan, Süheyl Denizci yönetimindeki TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası'dır. İstanbul' da canlı caz müziği 1992'de açılan Tünel Meydanı'ndaki Gramofon'da, Beyoğlu'ndaki Atlas Sineması girişindeki Sefahat-hane'de, Balıkpazarı girişindeki Jazz Bar' da ve 1993'ün sonlarında açılan, Sıraselviler'deki C'est La Vie'de sürmektedir.
SADETTİN DAVRAN
CEBE ALİ BEY
(15. yy) İstanbul'un fethinde (1453) görev almış komutanlardan. Dindar kişiliğiyle kuşatma sırasında Akşemseddin, Molla Fenari vb gibi ordunun moralini yükseltmiş, daha sonra halk arasında evliya kimliğine bürünmüştür.
Cebe Ali Bey'le ilgili gerçek bilgiler azdır. I44l'de Bursa'da subaşı olduğu bilinmektedir. Rumeli'de sancakbeyi iken 1444'te Vezir Halil Paşa tarafından Bur-sa'ya gönderilerek hükümdarlıktan çekilmiş bulunan II. Murad'a tahta dönmesini bildirmekle görevlendirilmişti. Varna Savaşı (1444) sırasında Bursa muhafızlığı yaptı. İstanbul kuşatmasına da il sipahi-leriyle Bursa beyi olarak katıldı. Kuşatma boyunca, Zağanos Paşa'nın sorumluluğundaki kara surları-Haliç surları bölgesinde görev aldı. Notharas'mj Kardinal İsodor'un ve Venedikli Krevisanos'un savundukları bu kesimde önemli saldırılarda bulundu. Ancak Cebe Ali Bey'in Ay-vansaray hücumları, fetih günü (29 Mayıs 1453) G. Trevisano'nun tutsak düşmesine değin sonuçsuz kaldı. Bir söylentiye göre Porta Putea ya da Porta İspi-gas'ı (Cibali Kapısı) ele geçirerek içeriye girdi. Buraya sonradan adı verilerek "Cebe Ali", "Cibali" dendi.
Fetihten sonra İstanbul'daki yerleşim ve örgütlenme çalışmalarında görevler aldı. Olasılıkla Cebeci Ocağı'nın(->) ilk ağası (komutanı) oldu. Yeğeni tarihçi Tursun Bey'in Tarih-i Ebu'l-Fetb'teki kısa a-çıklamasına göre ise İstanbul'a yerleştirilen Anadolulu göçmenlere verilen mu-kataa ev, bahçe ve arsaların sayımını gerçekleştirdi. Bu görevi, yeğeni Tursun Bey'
le birlikte başarıyla yerine getirdi. Bu aynı zamanda, kentin alınışından sonraki ilk sayım oldu. Fakat bu çalışmanın tarihi, kapsamı ve elde edilen sayılar konusunda hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
İstanbul'da ad bırakan ilk Müslümanlardan olan Cebe Ali'nin bir de efsane ve kerametlerle süslenmiş ermiş kişiliği söz konusudur. Bunun, kentte Türk-Müs-lüman mahallelerini kurup cami ve zaviye yaptıran ya da kendisine verilen bir kiliseyi camiye çevirip ölünce yanına gömülen ve semtlere ruhaniyet veren gelenekten kaynaklandığı kuşkusuzdur ya da Toklu Dede, Aya Dede, Ho-ros Dede, Baba Cafer örneklerinde olduğu gibi eski bir aziz, İslami kimliğe kavuşturulurken Cibali Baba'da da bir benzerlik bulunarak Cebe Ali'ye ermişlik ya-kıştırılmıştır.
Evliya Çelebi'nin naklettiği efsaneye göre Cebe Ali, Cibali Kapısı'nı kuşattığından buraya bu ad verilmiş. Cebe Ali, Mısır'da Memluk Sultanı Kalavun'un (hd 1275-1290) şeyhi imiş. İstanbul'un fethinde bulunmak amacıyla Bursa'ya gelip Zeyneddin Hafî'ye derviş olmuş. At çulundan bir cüppe giydiği için "Cübbe Ali" derlermiş. İstanbul kuşatması sırasında ekmekçibaşılık yaparak tüm orduya has ve beyaz yüz binlerce ekmek yetiştirmiş. Okmeydanı'ndan indirilen gemilere binmeyip Tersane Bahçesi önünde Zeyneddin Hafî'ye bağlı 300 dervişle Haliç sularına cüppelerini serip ilahilerle tef ve kudümler çalarak karşı yakaya geçmişler. Surlardan bunu gören Bizans askerleri korkmuşlar. Cebe Ali ve dervişleri Cibali Kapısı'nı kuşatmışlar. Ermişliği açığa çıkan Cebe Ali fetihten sonra şehit olmuş ve Cibali Kapısı içindeki Gül Camii yanına gömülmüş. Dervişleri de dünyadan el çekmişler.
Bu söylenceden ayrı bir de Emevi Halifesi Mervan bin Hakem'in (hd 684-685) gönderdiği orduda bulunan Ali bin En-sari'nin, savunmada kalan Müslüman askerlerini takviye ettiği, Cibali'den içeride Müslümanlara üç mahalle kurup bir cami yaptığı, fakat pek çok askerle birlikte orada şehit düştüğü efsanesi vardır. Buna göre ise Ali bin Ensari ile Cebe Ali aynı kişidir. Her iki efsanenin de gerçeklerle bağdaştırılması olanaksızdır.
Dostları ilə paylaş: |