Bibi. J. Dallaway, Constantinople Ancient and Modern with Exursions to the Shores and Islands of the Archipelago to the Troad, Londra, 1792, s. 139; M. Cezar, "Sanat'ta Ba-tı'ya Açılışta Saray Yapıları ve Kültürün Yeri", TBMM Milli Saraylar Sempozyumu Bildirileri, isi., 1984, s. 60; N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde istanbul, İst., 1992, s. 150-151; T. Artan, "Boğaziçi'nin Çehresini Değiştiren Soylu Kadınlar ve Sultanefendi Sarayları", İstanbul, S. 3 (Ekim 1992), s. 112-113.
TÜLAY ARTAN
BEYHAN SULTAN SAHİLSARAYI
III. Mustafa'nın kızı Beyhan Sultan'ın(->) Eyüp'te, Bostan iskelesi ile Defterdar İs-kelesi'nde, iki sahilsarayı olduğu anlaşılmaktadır. Bu saraylar 18. yy sonundan itibaren sık sık el değiştirmişti.
Bostanctbaşt Defterleri'nde Bahariye sahilinde, Bostan İskelesi'nin hemen yanında 1791'de Beyhan Sultan, Hatice Sultan ve Esma Sultan yalıları ve ardında yalı hamamı, 1802'de iskeleden sonra gelen Mihrişah Valide Sultan Imareti'nin yanı başında, gene sırasıyla Beyhan Sultan ve Hatice Sultan yalıları ve sonra (Esma Sultan Yalısı yerinde) Beyhan Sultan'ın Çukur Sarayı, 1814'te imaretin yanında bu kez Hibetullah Sultan Yalısı, Hatice Sultan Yalısı ve Hanımsultanzade'nin sakin olduğu Çukur Yalı kaydedilmiştir. 1802' de Esma Sultan'ın yalısı daha kendisi hayatta iken Beyhan Sultan'a geçmişken, bundan sonraki on yıl içinde de Beyhan Sultan'ın Bostan Iskele'sindeki saraylarından birisinin aynı şekilde, kendisi henüz hayattayken, amcası L Abdülhamid'in kızı Hibetullah Sultan'a (muhtemelen evlendirildiği 1803'te), diğerinin de Hamm-sultanzade'ye geçtiği anlaşılmaktadır. Adı geçen hanım sultan, Beyhan Sultan'ın,
Beyhan Sultan
Sahilsarayı,
Eyüp
Melling'in bir
deseninden
ayrıntı, 18. yy.
Ara Güler
fotoğraf arşivi
1799'da evlendirilen kızı Hatice Hanım Sultan olmalıdır.
Diğer yandan Antoine-Ignace Mel-ling, yapılış tarihini kesin olarak bilemediğimiz, Eyüp yalılarını gösteren gravürüne ilişkin açıklamada Bostan İskele-si'ndeki Valide Sultan Imareti'nin hemen yanında Beyhan Sultan Sarayı'mn bulunduğu belirtmektedir, iki katlı olduğu anlaşılan sarayın bir iç avluyu çevrelediği görülmektedir. Geniş deniz cephesinde dört adet birbirinden farklı çıkma bulunmaktadır. İmaretin hemen yanındaki dar cepheli çıkma denizle hemzemin olurken, ikinci çıkmaya bitişik olarak denizin üzerine kazıklarla oturtulan bir balıkhane köşkü yapılmıştır, üçüncü çıkma dar rıhtım üzerinde dört zarif sütun ile taşınmaktadır ve böylelikle burada dar bir rıhtım oluşmuştur, gene denizle hemzemin olan dördüncü çıkmanın cephesi ise oldukça geniş tutulmuştur. Sarayın kara tarafındaki bölümünün tam ortasına, avluya doğru bir çıkma yapılmıştır. Bu çıkmanın üzerinde küçük bir kubbe yer almaktadır. Sarayın arkasında yüksek bir duvarla çevrili bir bahçenin bulunduğu anlaşılmaktadır.
1814 tarihli Bostancıbaşı Defteri'nde yalnızca Beyhan Sultan'ın Bostan Iskelesi'ndeki yalısının el değiştirdiği değil, artık buradan birkaç iskele daha aşağıda, Sarayburnu yönünde olan Defterdar İskelesi'nde bir yalısı bulunduğu da kayıtlıdır. Bu deftere göre yalının hemen yukarısındaki Balçık Iskelesi'ni takiben Esma Sultan Sarayı gelmektedir. 1791 ve 1802 tarihli defterlerde ise Defterdar İskelesi'nde yeni inşa edildiği belirtilen Esma Sultan Yalısı'nın yanında henüz Beyhan Sultan'ın değil, III. Mustafa'nın bir başka kızı Şah Sultan'ın yahşinin yer aldığı kaydedilmiştir.
"Eyüp'te Esma Sultan ve Beyhan Sultan Sarayı'mn arsasındaki Zübeyde Sultan Sarayı'mn Kantarcılar'da konağı yanan Hibetullah Sultan'a temlik edilmesi''^ kaydeden 1792 tarihli bir belge göz önüne alınırsa, söz konusu arsanın, Bahariye'de Bostan Iskelesi'ndeki saray-
ların yerinde olduğu, bu sıralarda Beyhan Sultan ile Esma Sultan'ın birlikte Bostan Iskelesi'ni terk ettikleri ve Defterdar İskelesi'nde yeni yalılar yaptırmış olmaları akla gelmektedir. Hibetullah Sultan'ın yaşının küçüklüğü nedeniyle Bostan Iskelesi'nde, 1803'e dek oturmadığı, bu nedenle Melling ve 1802 tarihli Bostancıbaşı Defteri'nde görüldüğü gibi sahilsarayın Beyhan Sultan adıyla anılmaya devam etmiş olduğu düşünülebi-lirse de III. Selim'in sırkâtibi Ahmed E-fendi'nin Ruznam&sinde sultanın 1798'e kadar kardeşini, annesinin banisi olduğu imaretin yanındaki sahilsarayında ziyaret etmiş olduğu kaydedilmiştir.
Bütün bunlarla birlikte, 1792-1821 a-rasında rastladığımız Beyhan Sultan'ın Eyüp yalısının inşaat, tamirat ve döşe-mesiyle ilgili çok sayıda belgenin Bostan ya da Defterdar Iskelesi'ni ayırt etmemesi Beyhan Sultan'ın her iki yalıyı aynı anda kullanmamış olabileceğini düşündürmektedir. Bu nedenle Defterdar tskelesi'ndeki yalının 1798'den sonra inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Görülüyor ki, Beyhan Sultan, kocasının ölüm yılı olan 1798'den sonra hummalı bir inşaat faaliyetine girişmiş ve Çırağan Sahilsarayı'nı valide sultana terk ederken, kendisi bizzat Akıntıburnu ile Eyüp Defterdar Iskelesi'ndeki sahilsarayları tümden yeniden inşa ettirmişti.
Defterdar Iskelesi'ndeki çifte yalının yanında, Bostancıbaşı Dej'terleri'nin hiçbirinde görülmeyen, Valide Sultan yalısının olduğu anlaşılmaktadır. 1845 tarihli bir haritada bu noktada bir saray-ı hümayun gösterilmiştir. Ayrıca Zal Mah-mud Paşa Camii'nin önünde olduğu kaydedilen bu valide sultan sarayına III. Selim'in sık sık geldiği ve bir süre kaldığı çeşitli kaynaklarda kaydedilmektedir.
Defterdar Iskelesi'ndeki yalısında ö-len Beyhan Sultan Eyüp'te Mihrişah Valide Sultan Türbesi'ne gömüldü. Beyhan Sultan'ın tek çocuğu olan Hatice Hanım Sultan'ın 1799'da evlendirildiği bilinmektedir; Bostan Iskelesi'ndeki ikinci yalı 1814'de Hanımsultanzade'ye ait olarak gösterildiğine göre Hatice Hanım annesinden önce ölmüş olmalıdır. 1824' te sultan efendinin ölümü üzerine miriye geçen Defterdar Iskelesi'ndeki sahilsaray arsası üzerinde 1835'te Feshane yapılmıştı.
Bibi. Melling, Voya/ge; N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde istanbul: 18. Yüzyıl Sonu ve 19. Yüzyıl, İst., 1992, s. 141-142; ///. Se-lim'in Sırkâtibi Ahmed Efendi Tarafından Tutulan Rûznâme, (yay. S. Arıkan), Ankara, 1993.
TÜLAY ARTAN
BEYKOZ
Boğaziçi'nin kuzey kesiminde, Anadolu yakasında, Paşabahçe ile Anadolukava-ğı arasında, aynı adla anılan koyun çevresinde kurulu Boğaz köyü.
Beykoz Boğaziçi'nin, bir zamanlar oldukça uzak sayılan, günümüzde de diğer Boğaz semtlerine oranla daha kırsal
Beykoz kıyısı
(üstte) ve ana
meydanından
bir görünüm
fsaöda).
bir yapı gösteren; merkeziyle olduğu kadar çevre köyleri, ormanları ve koru-larıyla da ünlü bir yerleşmesidir. Kuzeyde ve doğuda tepelerle çevrilidir. Kuzeyindeki Beykoz Çayırı(~») diye bilinen geniş düzlük ve güneyde Paşabahçe'ye doğru alçalan ve düzleşen kesimi bir yana, kıyılarda bile yüksek ve engebeli bir yapıya sahiptir. Eskiden Ortaçeşme, Ya-lıköy, Beykoz yerleşmeleri birbirine çok yakın ayrı yerleşmeler konumundayken bugün bütün bu yerleşmeler birbiriyle birleşmiş ve gerideki tepeler de gecekondu mahalleleriyle dolmuştur.
Beykoz adının kökeni tartışmalıdır. Bu tartışma, özellikle ismin sonundaki ekin "koz" mu "koş" mu olduğu noktasında yoğunlaşmaktadır. Kimi kaynaklar Farsça "koş" (köy) kelimesini hatırlatarak ve İzmit Sancağı beylerinin burada oturduklarına atıf yaparak Beykoz'un Beyköyü anlamına geldiğini ileri sürerken, başka kaynaklar bölgenin ceviziyle de ünlü olmasından hareketle, koz kelimesinin ceviz anlamına geldiğini vurgulamaktadır. Örneğin 18. yy yazarlarından Inciciyan, semte Beykoz adının sulak bir çeşme yanında bulunan muazzam bir ceviz ağacı yüzünden verildiğini söyler. Yerleşmenin Bizans ve daha
önceki dönemlerdeki adı konusunda da kesinlik yoktur. Bitinya Kralı Amnikos' un burada oturduğu ve köye onun adının verildiği, Bizanslılar döneminde de yöreye Beykos dendiği gibi iddialar ka-nıtlanamamıştır. Kaynaklarda, Boğaz'm bu kesimlerinde olduğuna işaret edilen ve "Fiale" denilen yerin burada bulunduğu ve Bizans döneminde Beykoz'a verilen ad olabileceği, "fiale"nin havuz, çeşme, şadırvanlar ve fıskiye yalakları anlamına gelmesinden, Beykoz'un da suları, kaynakları, çeşmeleriyle ünlü olmasından doğan bir çağrışımla ileri sürülmüştür.
Osmanlı döneminde semte ilişkin ilk bilgiler II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) dayanır. Fatih'in, Tokat Ka-lesi'nin düştüğü haberini Beykoz'da Akbaba Köyü civarında avlanırken aldığı ve bu zaferin anısına Beykoz Çayırı'm çevreleyen yamaçlarda Tokat Bahçesi adlı bir mesire kurdurduğu söylenir. I. Süleyman'ın (Kanuni) Tokat Bahçesi'nde ve Beykoz'la adeta özdeşleşmiş olan Beykoz Çayırı'nda çağlayanlar gibi havuzlar yaptırdığı, buraları mamur hale getirdiği eski kaynaklarda yazılıdır. Evliya Çelebi, 17. yy'da Beykoz'u deniz kenarından gidilirse Servi Burnu'nun üç bin adım gü-
BEYKOZ
194
195
BEYKOZ CAMH
Beykoz
İstanbul A nsiklopedisi
neyinde, büyük bir limanın kenarında, 800 haneli, bağlık bahçelik bir kasaba olarak anlatır. Camisinin mescidinin, hamamının, sıbyan mektebinin ve çarşısında ulu ağaçların olduğunu yazar; halkının bahçecilik, odunculuk ve balıkçılıkla geçindiğini bildirir. Çağdaşı Eremya Çelebi ise burada Türklerin yamsıra Ermenilerin de yaşadığını, padişahların Tokat Bahçesi'nde ava çıktıklarını, burada büyük bir padişah köşkü bulunduğunu, Beykoz Iskelesi'nin yakınında yerden fışkıran sular gördüğünü, dağlardan denize doğru dereler aktığını yazar, înciciyan ise, 18. yy'da Yalıköy'ün Türklerle meskûn olduğunu, yanı başındaki Beykoz'da ise Türklerin ve Ermenilerin yaşadıklarını, burada Surp Nigoğos adlı bir Ermeni kilisesi bulunduğunu kaydeder. Yine aynı yüzyıla ait Bostancıbaşı Def-terfen'nden, Servi Burnu'ndan sonra sahilde İshak Ağa Çeşmesi'nin, yanında beylik değirmenin, daha sonra Hünkâr Iskelesi'nin, ondan sonra beylik kâğıtha-nenin, kayıkhanelerin ve daha sonra Sultaniye Bahçesi'ne kadar yalıların bulunduğu anlaşılmaktadır. Yalılar nüfuzlu ve zengin kişilere ait olmakla birlikte, Boğaziçi'nin Rumeli yakasında olduğu gibi, saray mensuplarının, sultanların, sadrazamların, yüksek devlet ricalinin bu sahilde sahilsarayları bulunmaması dikkati çeker. Yörenin, bazı padişahlar tarafından pek sevilen ama daha çok günübirlik gezintiler ve av âlemleri için tercih edilen bir yer olduğu, belki de uzaklığı yüzünden Boğaziçi'nin karşı sahilinin ve güney kesimlerinin şaşaasından nasiplenmediği anlaşılmaktadır.
Hadîkatü'l Cevâmi'ye göre (tamamlanması 1768) Beykoz'daki iki camiyi
de Bostancıbaşı Mustafa Ağa yaptırmış-.tır; ancak yapım tarihleri bilinmemektedir. Bugünkü Beykoz Camii 1809'da temelinden itibaren yemden inşa edilmiş, 1950'lerde onarım görmüştür. Yalıköyü Camii ise II. Mahmud'un başkadın efendisi tarafından 1853'te eskisinin yerine yeniden inşa ettirilmiştir. Gene Hadîka, Beykoz Hamamı'nı 16. yy'da hasodaba-şı olan Behruz Ağa'nın (ö. 1562/1563) yaptırdığını kaydetmektedir. Hamamın geliri, buradaki büyük çeşmeye vakfe -dilmiştir. Yine aynı kaynakta Yalıköyü Hamamı'nın uncubaşı Hacı Mehmed Ağa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Beykoz' daki anıtsal yapılar arasında, 18. yy'ın ortalarında Gümrük Emini İshak Ağa tarafından yaptırılmış çeşmeleri saymak gerekir. Bunların en önemlisi ve yakın zamanlarda restorasyon geçirerek günümüze kadar gelmiş olanı, Beykoz'un merkezinde iskele yakınındaki küçük meydanda bulunan On Çeşmeler diye de bilinen Beykoz Çeşmesi'dir (bak. İshak Ağa Çeşmesi). Bu çeşme 1159/ 1746'da inşa edilmiştir ve güzelliği kadar suyunun bolluğuyla da ünlüdür. Yine İshak Ağa'ya atfedilen ve Beykoz Çayırı'nın ortasında bulunan daha küçük bir çeşmenin yapım tarihi 1163/1750'dir. Üçüncü çeşme ise Yalı-köy'dedir. Beykoz'un Hünkâr İskelesi mevkiinin hemen güneyinde, Beykoz Çayırı ile sahil arasındaki ağaçlıklı tepecik üzerinde bulunan 19. yy yapısı Beykoz Kasrı(->) semtin günümüze kadar gelmiş önemli yapılarındandır. Bina, halen Beykoz Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak kullanılmaktadır.
Beykoz ve çevresi günümüzde olduğu gibi tarihte de cam, çömlek, deri eş-
ya üretimiyle ünlüdür. 19. yy'dan itibaren, yeni kurulmakta olan sanayinin İstanbul'daki merkezlerinden biri de Beykoz olmuştur. Bu ilk imalathaneler ve tesisler daha çok Hünkâr iskelesi ve onun kuzeyindeki Servi Burnu'na doğru uzanan bölgede kurulmuştu.
Hünkâr İskelesi'nde önceleri, "Değirmen Ocağı" denilen Bostancı Ocağı tarafından yönetilen miri değirmenler vardı. Bu değirmenlerin yöneticilerine "uncubaşı" denirdi. 1826'da Yeniçeri ve Bostancı ocaklarının kaldırılmasından sonra, bu değirmenler de yok olmuş, ancak Beykoz'da yeni imalathaneler ve işletmeler kurulmaya devam etmiştir. III. Selim zamanında İtalya'ya giderek billur ve cam yapımını öğrenen Mehmed Dede adlı bir Mevlevi dervişinin burada bir kristal ve cam imalathanesi kurduğu, zaman zaman duraklasa da bu üretimin bir süre devam ettiği anlaşılmaktadır. O dönemden başlayarak gelenekleşen, Beykoz işi ve çeşmibülbül olarak tanınan cam sanatı ve ürünleri bugün antika değeri kazanmıştır. Beykoz dereleri kenarında kurulmuş olan çömlekhanelerde de ünlü Beykoz testi ve küpleri imal edilirdi. Gene III. Selim zamanında, 1803'te, çayırın kuzeyine doğru, dere boyunda Şakir adlı bir kişinin öncülüğünde bir kâğıt imalathanesi kurulmuş, iltizam ile işletilmişti. Ancak imal edilen kâğıtların Avrupa'dan ithal edilen kâğıtlarla rekabet edememesi nedeniyle bu imalathanenin ömrü çok kısa olmuş ve 1809-1810 arasında üretim durmuştur. Bundan 80 yıl kadar sonra gene Beykoz'da ilk kâğıt fabrikası kurulmuştur. Beykoz Ha-midiye Kâğıt Fabrikası'nda da çeşitli duraklamalarla 1915'e kadar üretim yapıla-
bilmiştir. II. Mahmud döneminde (1808-1839) Beykoz'da, Hünkâr İskelesi ile Servi Burnu arasındaki bir koyda, bir de debbağhane kurulduğu bilinmektedir. II. Mahmud'un Asâkir-i Mansure'nin çizme, postal ve ayakkabı ihtiyacını karşılamak için kurdurduğu bu debbağhane bir süre sarayın da deri ihtiyacını karşılamış ve bugünkü Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası'mn ilk adımı ve çekirdeği olmuştur (bak. Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası).
Tarih boyunca bir yandan mesireleri, köyleri, yani kırsal-tarımsal fonksiyonları, öte yandan sanayi ve işçi yaşamıyla kent fonksiyonlarını birleştirmiş olan Beykoz'un her iki fonksiyon ve yaşam biçiminden doğan ünlü ürünleri, özellikleri ve gelenekleri vardır. Örneğin memba suları öteden beri ünlüdür. Ka-raseki Köyü yakınlarındaki Karakulak, Sırmakeş, Deli Osman suları Kaymak-donduran, Soğuksu, Kestanelik su kaynaklan bunlardan bazılarıdır (bak. kaynak suları).
Beykoz'un dalyanları (bak. dalyanlar), bu dalyanlardan tutulan balıklar, örneğin eski zamanlarda kılıçbalığı, günümüze kadar kalkanı; eti, kebabı, paçası; cevizi, bostanları, ormanları, koruları, çayırı, mesireleri; içerideki tepelik, ormanlık bölgede yer alan Dereseki, Mah-mutşevketpaşa, Akbaba köyleri ünlüdür. Bu köylerden özellikle Akbaba et kesimi yapılan, çoğunlukla Eğinlilerin yerleşmiş olduğu, et almaya gidilen bir köydür. Akbaba günümüze kadar gelmiş olan ahşap baston ve çember imalathaneleri; kristal ve cam eşya, avize yapımı ve tel çekme fabrikası ile ilginç bir köy yapısı sergiler. Yine Beykoz'a bağlı Polonezköy(-0 tarihte Polonyalıların iskân edilmiş olduğu, kirazı, havası, küçük kır pansiyonları ve lokantalarıyla ünlü bir dinlenme yeri ve mesiredir.
Günümüzde Beykoz, Paşabahçe'den kuzeyde Ortaçeşme'ye ve Tokat Deresi vadisine kadar aralıksız uzanan bir yerleşme bölgesidir. Beykoz semti denince, bugün kuzeyden güneye doğru Tokat, Ortaçeşme, Çamlıbahçe, Yalıköy, Merkez (Beykoz), Gümüşsüyü muhtarlıklarını da içeren geniş bir alan anlaşılmaktadır. Kuzeyde Ortaçeşme ve Tokat Deresi vadisinin çevresindeki ve arkasındaki tepeler ile Servi Burnu'nun üstünde kalan tepelerin güney yamaçları tümüyle gecekondularla dolmuştur. Ortaçeşme'den Tokat Mahallesi'ne giden yol üzerinde, yine gecekondular, oto tamir ve bakım atölyeleri, küçük alışveriş birimleri, pres ve cam işleme atölyeleri, sebze bahçeleri vardır. Hünkâr İskelesi tepeciğinin kuzey yamacının hemen altında Deniz Kuvvetleri Kurtarma Grup Komutanlığı tesisleri, Servi Burnu'ndan kuzeye doğru, sahil ile Umuryeri yolu üzerinde askeriyeye ait sosyal ve diğer tesisler yer alır. Yerleşme, son yıllarda Ortaçeşme ve Tokat bölgelerindeki sırtlara doğru genişlemiştir. Beykoz İskelesi'nin üstlerinde, eski köy yerleşmesinin güneydoğusunda,
günümüzde halka açılmış olan Abra-hampaşa Korusu(->), bu korunun karşısında On Çeşmeler olarak da bilinen Beykoz Çeşmesi'nin yanından yukarı doğru çıkan yolun üstünde Beykoz Fidanlığı yer alır. Beykoz ve Yalıköy mahallelerinde cam eşya üretimi, çömlekçilik, bakır eşya üretimi yapılır. Su Ürünleri Meslek Lisesi ve Beykoz Belediyesi binası vardır. Beykoz'un merkezinden Pa-şabahçe'ye doğru, sahil, yer yer ince bir şerit halinde, park olarak düzenlenmiştir. Ünlü Beykoz Dalyanı 1980'lere varmadan kapanmış olmakla birlikte balıkçı tekneleri hâlâ Beykoz Koyu'nda barınmaktadır. Bir ucu Yalıköy'e öteki ucu kuzeyde Hünkâr İskelesi'ne kadar uzanan alabildiğine geniş Beykoz Çayırı günümüzde bütün özelliğini yitirmiştir. Yalıköy'e dayanan bölümü betonlaşmış ve cumartesi günleri kurulan Beykoz Paza-rı'na ayrılmış; geri kalan bölümleri ise resmi binalar, futbol ve diğer spor alanları ve yollar olarak parsellenmiş; çayır genişliğinden ve yeşilliğinden gelen bütün özelliğini ve güzelliğini yitirmiştir.
www
Beykoz'un yemyeşil sırtlarının yapılarla kaplanmasına yol açan gecekondulaşma, 1950'lerde başlayan, ancak 1970' lerden, hele de 1980'den sonra hızlanan büyük iç göç dalgalarının sonucudur. 1950-1960 arasında daha çok Karadenizlilerin gelip yerleştiği bölgeye, 1960 sonrasında Doğu ve Güneydoğu Anadolulular gelip yerleşmişlerdir. Yörenin nüfus çekmesinin önemli bir nedeni yakındaki Paşabahçe Şişe Cam, Beykoz Deri ve Kundura ve Tekel fabrikaları gibi büyük işletmelerin, ayrıca pek çok küçük imalathanenin varlığıdır. Beykoz halkının büyük çoğunluğu bu fabrikalarda çalışmakta veya bu işçi nüfus yoğunlu-
Beykoz Camii
Ali Hikmet Varlık
ğunun yol açtığı ve beslediği küçük ticari işlerle, esnaflıkla uğraşmaktadır. Balıkçılık, tarımsal faaliyetler, bostancılık, hayvan ürünleri ticareti de Beykoz'da diğer Boğaz semtlerine göre daha fazla önem kazanmıştır.
Beykoz, günümüzde Boğaz'ın Rumeli yakasındaki lüks restoranları, eğlence yerleri, modern siteleriyle ünlü Tarab-ya'nın tam karşısında bir Anadolu sahil kasabası yaşam ve görünümüne sahip bir semttir.
Bibi. "Boğaziçi", LA; "Beykoz", ISTA; "Beykoz", 1KSA; Eyice, Boğaziçi; Evliya Çelebi, Seyahatname, ist. 1976; Kömürciyan, istanbul Tarihi; İnciciyan, İstanbul; Ayvansarayî, Hadîka.
İSTANBUL
BEYKOZ CAMİİ
Beykoz'un merkezinde, İbrahim Kelle Caddesi üzerindedir.
Yapıldığı tarih kesin olmayıp banisinin Bostancıbaşı Mustafa Ağa olduğu bilinmektedir. Ahşap son cemaat yerindeki iki bölümlü yedişer satırlık kitabesi 1224/1809 tarihini taşır. Ancak son cemaat yerinin sonradan eklenmiş olması, bu kitabenin yapının başka bir yerinden alınıp, buraya sonradan eklendiğini akla getirir.
Fevkani caminin duvarları kagir, çatısı ve son cemaat yeri ahşaptır. Minarenin kaidesinin, asıl caminin duvarına bitişik olarak iç mekânda görülmesi, son cemaat yerinin sonradan yapıldığına işaret eder. Cephe, son cemaat yerinin, pencere ve kapı çerçevelerinin ahşap süslemeleri ve çatıyı çevreleyen iki sıra kirpi saçak dizisiyle hareketli bir görünümdedir. Yapı, altlı üstlü iki sıra pencere dizisiyle aydınlatılmıştır.
BEYKOZ ÇAYIRI
196
197
BEYKOZ DERİ VE KUNDURA
gelişimleri değerlendirmek mümkündür. Bunun yanısıra, bu ayakkabılardan, Türk savaş tarihinin bir başka yönü de izlenebilmektedir. Nitekim 19. ve 20. yy'da bu fabrika hemen bütün savaşlar için özel amaçlı ayakkabı araştırması, tasarımı ve üretimi gerçekleştirmiştir. Doğu bölgesi için buz ve karda yürümeyi sağlayan özel botlar; çöl savaşları için özel tasarımlar yapılmıştır. Döküm fabrikalarında kullanılan tahta tabanlı güvenlik ayakkabıları, su geçirmez avcı botları, özel çizmeler bu ürünlerden bazılarıdır. Öte yandan, kadın, erkek ve çocuk ayakkabılarından, Beykoz geleneğinin ayakkabı konusunda yalnız askeri değil, her türlü üretimi gerçekleştirmiş olduğu ve bugünkü ayakkabı sanayiinin yaratılmasında bir okul görevi yapmış bulunduğu görülmektedir. Beykoz ayakkabıları günümüzde de Sümerbank mağazalarında satılmakta ve özellikle alt ve orta gelir grupları tarafından aranmaktadır. Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası'nın yıllık üretim kapasitesi 1993 verilerine göre 1.600.000 çift kundura, 100.000.000 dm2 deri, 750 ton kösele, 1.200 ton suni kö-
Kareye yakın dikdörtgen planlı harım, ikisi duvara gömülmüş olan kare kesitli altışar sütun dizisi ile üç bölüme ayrılmıştır. Fevkani mahfil, sütunlarla taşınarak, doğudan ve batıdan mihrap duvarına kadar uzanıp son cemaat yerinin üstünü de kaplayarak geniş bir mekânı içine alır. Mahfilin doğu kanadı ahşap kafesle boydan boya örtülerek hanımlara ayrılmıştır. Ama mekânın duvarları son onarımda yağlıboya çerçeveler içine alınarak bitki motifli süslemelerle doldurulmuştur. Mihrap, klasik devir üslubunda yeni Kütahya çinileriyle kaplanmıştır. Ahşap minberi basittir.
iki bölüme ayrılan son cemaat yerinin iki yanından merdivenle mahfillere çıkılır. Söz konusu mekânı harimden ayıran duvarda, harim kapısından başka üç adet pencere ile bir son cemaat yeri mihrabı bulunmaktadır.
Caminin kuzeyinde bulunan altı kenarlı ve kubbeli muvakkithanesinin doğuya bakan kapısı üzerindeki iki satırlık kitabede 1274/1857 tarihi ve "eser-i el Hac Hüseyin Ağa" yazısı okunur. Cami alçak bir bahçe duvarıyla çevrilmiştir.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 152; Osman Bey, Mecmua-i Ceyâmi, II, 52-53, no. 228; Raif, Mir'at, 231; Öz, istanbul Camileri, II, 12; 1KSA, II, 1224-1225.
TARKAN OKÇUOĞLTJ
BEYKOZ ÇAYIRI
Beykoz'da, Hünkâr İskelesi'nden Yalı-köy'e kadar uzanan geniş çayır. Hünkâr Çayırı olarak da bilinirdi.
Osmanlı başkentinin çayır ve mesire yerleri arasında, yakın zamanlara kadar eski güzellik ve karakterini saklayabilmiş olanlardan biri Beykoz Çayırı'dır. Çayır, Tokat ve Küçük adlı derelerin kaynaklarına yakın bir noktada başladıktan sonra, bu derelerin oluşturduğu vadi içinde, iki tarafı tepe yamaçları ile çevrilmiş olarak ve giderek genişleyerek Boğaz'a doğru uzanmaktadır. S. H. Eldem çayırın ortasında ve derenin etrafında büyücek ağaç gruplarının serbest olarak dağıldığını, bazen taş kaldırımlı yolların iki tarafına dizildiğini kaydetmiştir. Çayırın içinde tanımlı mekânlar yaratmak amacıyla ağaçlarla çevrili yollar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Başka bir mesirede böyle ağaçlıklı yollara rastlanmaz. Çoğu ulu çınarlar olan bu ağaçların boylarından, bu yolların 1,5-2 yüzyıl önce kurulmuş oldukları saptanmaktadır. Yollardan biri birkaç kilometrelik mesafede olan Tokat Bahçesi'ne uzanmaktadır. Serbest ağaç gruplarının birinin altında kaldırımlı bir meydanın izleri görülmektedir. Bu meydanın ortasında 1163/1749-50 tarihli Gümrük Emini İshak Ağa Çeşmesi (Beykoz Çayırı Çeşmesi) vardır. Bugün yıkık olan taş köprünün üstünde, asırlık bir çınarın etrafında bir namazgâh-sofa, bunun bir köşesinde de yine Gümrük Emini İshak Ağa'nın yaptırdığı 1752/53 tarihli bir çeşme (Beykoz Yalıköy Çeşmesi) bulunmaktadır.
Sultanların Tokat Bahçesi'ne ve Bey-
koz Kasrı'na(->) yaptığı günübirlik gezir-lerin yanısıra, diğer mesire yerlerinde olduğu gibi İstanbul halkı ve bir lonca geleneği olarak ustalar, kalfalar ve çıraklar, kayıklar ve küçük yelkenlilerle buraya çadırlarla birkaç gece geçirmeye gelirler; saz, köçek, cambaz, ortaoyunu, Karagöz eğlenceleri düzenlerlerdi. Örneğin terlik-çi esnafının daima Beykoz'a gittiği söylenir. 19. yy'da da öğrenciler ve gençlerin günübirlik gezilerde, özellikle okul tatilinin yaklaştığı Hıdırellez'de Beykoz'u mekân seçtikleri bilinmektedir. Futbol Türkiye'ye girdiğinde, ilk futbol sahalarından biri 1910'larda Beykoz Çayırı'nday-dı. İmparatoriçe Eugenie'nin İstanbul'u ziyareti sırasında Beykoz Çayırı'na köşk biçiminde geçici bir yapı kurulmuştu. Bu pavyon Sarkış Balyan'ın, o dönemlerde açılmaya başlayan dünya sergilerinin dekor benzeri mimarisini Türk üslubuna ve zevkine uydurma denemesi olarak ilginçti.
Günümüzde Beykoz Çayırı genişliği ve ağaçlıklı yolları ile etkili olmayı sürdürüyorsa da, çeşitli ve dağınık resmi binalar, spor alanları, özellikle de Yalıköy yerleşmesine dayanan kesimindeki betonlaşmış pazar yeri, kışın çamurlu yolları, dağınık ve kargaşalı görünümüyle eski güzelliğinden ve havasından çok şey kaybetmiştir. Ağaçlıklı yolların iki yanındaki ulu ağaçlar geçmiş görkemin son tanıkları olarak durmaktadırlar.
Dostları ilə paylaş: |