Filistin topraklarındaki duvar BM Genel Kurulu tarafından da yasadışı ilan edildi, ama Şaron BM'yi falan takmıyor!
Şaron'un uluslararası kuruluşların kararlarına tepkisi, duvarı daha da genişleteceğini belirtmesi, bundan sonra da utanç duvarlarının varolabileceğini gösteriyor
(Bu yazı daha önce 01/08/2004 tarihinde Radikal 2’de yayınlanmıştır)
HAKAN ATAMAN
Milattan sonra 122 yılında, Roma İmparatoru Hadrian İngiltere'yi ziyareti sırasında, Caledonia bölgesinin kontrolünde yaşanan güçlükler nedeniyle bir duvar yapılması emrini vermişti. Tarihe "Hadrian Duvarı" olarak geçen ve mimari açıdan hiçbir özelliği olmayan bu savunma duvarının temel işlevi ise "Roma'yı Barbarlardan ayırmaktı".
Hadrian Duvarı'ndan yüzyıllar sonra, ancak bu sefer Avrupa'nın göbeğinde bir başka duvar inşa edilir: Berlin Duvarı. 13 Ağustos 1961'de Batı Berlin'in etrafının dikenli tel ve antitank bariyerleriyle kuşatılarak inşasına başlanan duvar, her zamanki gibi yine vahşilerden korunmayı hedefliyordu. Ancak, bu seferki vahşi kapitalizmdi! Her ne kadar, 1989'daki yıkılışına kadar, duvar Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin propagandalarında "Anti faşist koruma duvarı" olarak adlandırılsa da, demokrasi ve insan haklarından yana olan uluslararası kamuoyunun gözünde duvarın tek bir ismi vardı: Utanç Duvarı.
Berlin Duvarı'nın 1989 yılında yıkılışı, John Berger'ın deyişiyle "kaba bir put kırıcılık" eşliğinde dünya medyası tarafından sergilenirken, Batı dünyası eskisinin yerine yeni putlar koyduğunun farkında bile değildi. 1990'lı yıllardan itibaren dünyaya demokrasi ve özgürlüğün hakim olacağını söyleyenler yanıldılar. Kendisini silahlı çatışmaların, katliamların, açlığın ve yoksulluğun ortasında bulan çağımız insanı, katı olan her şeyin buharlaştığı modern dünyanın tüm çelişkilerini doyasıya yaşıyor.
Gün geçmiyor ki, Ortadoğu'dan yeni bir silahlı çatışma haberi gelmesin. ABD'nin ve koalisyon güçlerinin Irak'a müdahalesi Ortadoğu'da yaşananlara tuz biber ekerken, bölgenin neredeyse daimi sorunu diyebileceğimiz İsrail ve işgal altındaki topraklarda da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Son olarak, merkezi La Haye'de bulunan BM Uluslararası Adalet Divanı'nın, işgal altındaki Filistin topraklarında, işgalci güç İsrail tarafından inşa edilen duvar hakkında 9 Temmuz 2004'te verdiği karar, yaşananlara yeni bir boyut daha kattı.
BM şartının ilgili maddesi gereği kurulan Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD) yargı yetkisi, tarafların kendisine sunacağı tüm işlerle BM şartında ya da yürürlükteki anlaşma ya da sözleşmelerde öngörülen tüm konuları kapsar. Bunlar bir anlaşmanın yorumlanmasını, uluslararası hukuka ilişkin herhangi bir sorunun çözümlenmesini, saptandığında uluslararası bir yükümlülüğün çiğnenmesi niteliğindeki herhangi bir olayın gerçekliğini, uluslararası bir yükümlülüğün çiğnenmesinin gerektirdiği giderimin nitelik ve kapsamını da içeriyor. Normal koşullarda, sadece devletler tarafından yapılan başvurulara bakan UAD, İsrail tarafından işgal altındaki Batı Şeria'da inşa edilen duvar hakkında BM Genel Kurulu'nun talebi üzerine harekete geçmişti. Sonuçta, UAD 14'e karşı 1 oyla, İsrail'in Batı Şeria'da inşa ettiği güvenlik duvarının uluslararası hukuka aykırı olduğuna kanaat getirdi. İnşa edilen duvarın, İsrail'in güvenlik endişeleriyle haklı gösterilemeyeceği kararına varan UAD, duvardan zarar gören Filistinlilere
İsrail'in tazminat ödemesi gerektiğini belirterek BM Genel Kurulu'nun, yapılan hataların telafisi için harekete geçmesini de istedi.
BM Genel Kurulu 20 Temmuz 2004 günü yaptığı ve 10 ülkenin çekimser oy kullandığı oturumunda, 6'ya karşı 150 oyla UAD tarafından verilen kararı onayladı. Böylece, İsrail tarafından inşa edilen duvar BM Genel Kurulu tarafından da yasadışı olarak ilan edilmiş oldu. BM Genel Kurulu aynı zamanda üye devletleri UAD'nin bulgularında yer alan yükümlülüklere uymaya çağırdı. Bu yükümlükler, "Doğu Kudüs'ün etrafını ve içini de içerecek şekilde işgal altındaki Filistin topraklarında duvarın inşası nedeniyle ortaya çıkan yasadışı durumu tanımamayı" ve "Bu tür yapılar yüzünde ortaya çıkan (yasadışı) durumu besleyecek yardımları ya da destekleri yapmamayı" da içeriyor.
AB duvarı onaylamıyor da... Eylül 2000'den beri, İsrail ve Filistinliler arasında çıkan çatışmalarda çoğu sivil olmak üzere 3,500 kişinin öldüğü ve 30,000'den daha fazla kişinin de yaralandığı söyleniyor. Bölgede, İsrail'in uluslararası insan hakları ve insancıl hukuku hiçe sayan ihlallerine her gün bir yenisi eklenirken, Filistinlilerin ayrım gözetmeksizin sivilleri hedefleyen intihar saldırıları sorunu işin içinden çıkılmaz kılıyor. Özellikle, Batılı ülkelerde Yahudilere yönelik ırkçı saldırıların yoğunlaşması konunun ele alınmasındaki hassasiyeti bir kat daha artırıyor. Nitekim, son olarak Fransa'da artan antisemitist saldırılar nedeniyle Ariel Şaron'un Fransa'daki Yahudileri İsraile yerleşmeleri için çağırması, bir başka gerginliğe daha sebebiyet verdi. Unutmamak gerekir ki, İsrail bir devlettir ve yaşanan insan hakları ihlalleri mevcut hükümetin sorumlu olduğu ihlallerdir. Kuşkusuz ki, İsrail devletinin Yahudi diniyle özdeşleşmiş bir yönü vardır. Bununla birlikte, söz konusu ihlallerden dolayı topyekün Yahudi ırkını ya da dinini suçlamak da fevkalade yanlıştır ve bu işin sonu da ırkçılıktır. Ancak, İsrail "güvenlik duvarını" inşa ettiği günden beri, Filistinlilerin ıstırabı eskisine nazaran daha da artmış durumda. Bölge tam bir izolasyon halinde ve Filistinliler sağlık, yiyecek gibi temel insani ihtiyaçlarını dahi zor karşılar durumda. Tüm bu çelişkili durumlardan olsa gerek, BM Genel Kurulu sırasında AB adına görüş bildiren Hollanda temsilcisi duvarı onaylamadıklarını, ancak UAD tarafından verilen geçici görüşlerdeki hususlara katılmadıklarını ve İsrail'in kendini savunma hakkını desteklediklerini belirtti.
Eylül 1982'de Beyrut'un varoşlarında yer alan Sabra ve Şatilla mülteci kamplarındaki katliamların baş mimarı olan, İsrail Başbakanı Ariel Şaron, en son eserini inşa ederken kimlerden esinlendi bilemiyoruz, fakat UAD'nin verdiği kararı tanımadığını ve duvarı İsrail vatandaşlarının güvenliği gerekçesiyle daha da genişleteceğini belirtmesi, ardından BM Genel Kurulu tarafından alınan karara verdiği aşırı tepkiler vermesi, bundan sonra da utanç duvarlarının varolabileceğini göstermesi bakımından gerçekten de tüyler ürpertici.
Tüm bu yaşananlar aklıma Michel Foucault'nun "Büyük Kapatılma" teorisini getiriyor. Foucault üç türlü toplum ayrımı yapar: Sürgün edenler, katledenler ve son olarak kapatanlar. Sizce Şaron hükümeti yüzünden İsrail devleti hangisine giriyor? Sakın üçüne birden olmasın...