İnsanlar, yaratılışta birbirlerinden farklı kabiliyetlere sahiptirler. Yaşanan çevre ve yetişme tarzları da kabiliyet farklılıklarını artırır.
Koşan atletlerin hepsi aynı anda hedefe ulaşamaz. Her doktor aynı mesleki yeterlikte olamaz. Öğretmenlerin hepsi aynı seviyede öğrenci yetiştiremez. Her baba hayatta aynı başarıya ulaşamaz. Bunun gibi, öğrencilerin hepsi de belli bir konuda aynı seviyede başarılı olamaz. Öğrencilerin değişik başarı seviyelerinin olması normaldir. Birbirlerinden farklı çevrelerden gelen ve farklı özel kabiliyetleri olan öğrenciler aynı konuda değişik başarı güçlerine sahiptirler. Bu nedenle, her konuda (her derste), her öğrenciden aynı başarıyı beklemek hatadır, yanlıştır ve boşuna hayaldir.
Başarı seviyesi, varılmak istenen amaca ve kişinin özel yeteneğine göre değişir. Ferdi (bireysel) farklılıklar dikkate alınarak başarıyı tarif edelim:
Başarı, ferdin kapasitesi (anlama, kavrama derecesi)içerisinde, ulaşmak istediği amaca varmasıdır. Yeteneğinin üstünde bir amaca varmak isteyen kişi oraya ulaşamaz.
O halde belirtelim: Belli bir konuda, herkesten aynı başarı seviyesini beklemeyeceğiz. Herkesin yeteneği nispetinde ulaşabileceği yer onun başarı çizgisidir. Bunu bileceğiz ve başarımızı bu bilginin ışığında ölçeceğiz. Öğretmenler, öğrencilerinin başarılarını bu görüşle değerlendirecekler. Örneğin:
Matematik dersinden 7 notu alan Ali başarısız, ondan daha düşük 5 notu alan Ahmet başarılı sayılabilir. Şöyle ki: Ali'nin matematikten özel kabiliyeti çok üstündür ve başarılı olmanın bütün imkânlarına sahiptir. Ali 9-10 alması gerekirken (alabileceği kapasitedeyken) 7 numara alarak az başarılı olmuştur. Matematik dersini bir türlü kavrayamayan Ahmet ise fazla çalışarak 5 numara not almak suretiyle Ali'den daha başarılı olmuştur.
Öğrencinin birisi bir derste, diğeri öbür derste birbirinden üstün notlar alabilirler. Fen bilgisinden üstün yetenekli olan Sevim, müzikten zayıf alabilir. Aksine, müzikten üstün yetenekli olan Serpil'in matematik kabiliyeti düşük olabilir. Zayıf öğrenciler, kabiliyetlerinin biraz üstünde not alırlarsa başarılı sayılmalı ve takdir edilmelidirler.
Öğrenciler, her derste ve her sahada kendi özel yeteneklerini bilmeli ve çalışarak gücünün en üstün başarı seviyesine ulaşmaya gayret etmelidir. Başarıya böyle ulaşılır. Yoksa, "ben bu dersi anlamıyorum, benim bu sahada kabiliyetim yoktur" deyip boş vermek aptallıktır, tembelliktir, miskinliktir. Başarmak çalışmakla mümkün olur. Ancak çalışarak başarıya ulaşılır.
Başarıya bu açıdan bakan öğrenciler, çalışmalarında daha verimli olurlar. İleriye emin adımlarla yürürler, sıkıntıdan uzaklaşır - hazza kavuşur ve başarıya ulaşırlar. Canlanmak, silkinmek, harekete geçmek, başlamak ve başarmak aklın yoludur. Aklını kullanan insan bunu yapar ve de başarır.
20. BAKIM
BAKIM, bir şeyin gelişmesini veya iyi bir durumda bulunmasını sağlamak gayesiyle sarf edilen emek yada gösterilen gayrettir, gayretlerdir.
İyi bakım, insan başarısını etkileyen önemli unsurlar arasında yer alır. İnsanın bakımı daha çok çevresiyle ilgilidir. Şahsın kendisi de bakımda rol sahibidir.
Bakım ya dıştan kaynaklanır, yada şahsın kendi gayretiyle sağlanır. Yani: Bir kimsenin bakımı başkaları tarafından sağlandığı gibi, o kimse kendi kendisine de bakabilir.
Konuyu biraz açalım: Bir çocuğun yada gencin, bedenen ve zihnen sağlıklı olarak gelişmesi ve daima iyi durumda bulunması devamlı bir bakımla mümkün olur. Çocuğun-gencin (yada öğrencinin) bakımını sağlayacak olan, onun annesi, babası veya diğer yakınlarıdır. Ancak, yaşı ilerledikçe bilinçlenen genç, kendi kendine de bakabilecek bir seviyeye erişir. Bakım için neyi yapması ve neyi yapmaması gerektiğini anlayabilir (fark edebilir). Genç zamanla bedeni veya zihni gelişmesinin neye bağlı olduğunun da bilincine varabilir ve bu yönde kendisini geliştirmek için gayret gösterebilir.
Bakım konusunu iki yönden incelemekte fayda vardır: Maddi bakım, manevi bakım
a- Maddi Bakım: Maddi bakım denilince, ilk akla gelen beslenmedir (yemek içmek ihtiyacını gidermektir). Beslenme sözünden kastımız iyi beslenmektir. İYİ BESLENMEK sadece karın doyurmak değildir, YETERLİ VE DENGELİ BESLENMEKTİR.
Yeterli ve dengeli olarak beslenen kişi, vücut için gerekli olan besin öğelerini yeterince alacağından, bedeni ve zihni gelişmesi daha sağlıklı olur. Bilelim ki: Sağlam ve sağlıklı olmanın en önde gelen şartı DENGELİ BESLENMEDİR.
Giyim-Kuşam ve diğer maddi ihtiyaçların karşılanması da maddi bakımla ilgilidir. Temiz, düzenli ve gösterişli bir giyim, çevrenin ilgisini ve sevgisini üzerine çeker. Bu yönden iyi bir bakım, sahibine moral gücü verir, kendine güveni artırır ve başarı şansını müspet yönde etkiler...
Öğrencinin, yetişkinler tarafından dengeli beslenmesi, giyim kuşamı ve diğer maddi ihtiyaçlarının yeterince sağlanması, okul araç ve gereçlerinin eksiksiz temin edilmesi, başarılı olmasını elbette etkiler. Ancak, düşünmeyen, kendisini göremeyen, davranışlarının farkına varamayan, kendi bakımı ve yetişmesi için özel gayret sarf etmeyen öğrenciye ne yapılsa boşunadır. Asıl olan, öğrencinin kendi kendisine bakması ve kendi kendisini yetiştirmesidir...
b- Manevi Bakım: Manevi bakım denilince akla ilk gelen sevgi, şefkat, tatlı dil-güleryüz ve sıcak ilgidir. Çocuğun-öğrencinin annesi babası ve çevresindeki diğer yakınları tarafından sevilmesi, şefkat görmesi, tatlı bir dil ve güler bir yüzle karşılanması, sıcak bir ilgi görmesi ve okşanması, ona manevi bir haz ve manevi bir güç (moral) verir...
Sevgi şefkat ve sıcak bir ilgi ortamında yetişen çocuklar, genellikle güçlü olurlar ve bunalımlardan uzak kalırlar. Bunlara bir de inanç, amaç ve ülkü verilirse, kendine güven duygusu ve irade gücü geliştirilirse, üzerine aldığı işlerde başarılı olmalarına hiç bir engel kalmaz.
Ancak, acıklı ailevi durumlar nedeniyle, sevgi, şefkat ve ilgiden mahrum nice çocuklarımız ve gençlerimiz bulunmaktadır... Zamanla bilinçlenen ve kendi durumlarının idrakine varan bu mahrum gençler, sevenleri ve şefkatle koruyanları olmasa da kendilerini sevmeye çalışmalıdırlar; kendilerini sevdirecek işler yapmaya özen göstermelidirler... Sevenler ve sevilecek işler yapanlar er geç sevilirler, seven insanlar bulabilirler.
Sevgisizlikler içinde sevgi arayan, sevmeye ve sevilmeye çalışan nice insanlar var ki: Sevilecek işler yapmışlar, sevmişler ve sevilmişlerdir. Zamanla çevrelerinde başarılı hizmetler görmüşler ve önemli kimseler arasına katılmışlardır. Önceleri kendilerinin bulamadıkları sevgiyi ve şefkati, başkalarına (özellikle muhtaç olanlara) cömertçe verenler olmuştur...
Bakımda Öğrencinin Kendi Gayreti
Daha çok öğrenciye hitap ettiğimize göre, öğrenciyle ilgi kurarak konumuza devam edelim: Öğrencinin bakımında önemli olan, öğrencinin kendini bilmesi, kendini bulması, kendi kârını ve zararını görebilmesidir. Yakınlarının kendisine gösterdiği ilginin ve ihtimamın değerini takdir etmesidir. Anne ve babası ve diğer yakınları ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar ilgi ve sevgi gösterirse göstersin, netice alınması çocuğun kendi gayretine bağlıdır.
Önemle belirtelim: Maddi ve manevi bakımını en iyi şekilde yapacak ve yaptıracak olan, öğrencinin bizzat kendisidir... Aklını kullanmasını bilen öğrenci, çevresinin imkânlarından yeterince faydalanabilir ve çevresindekileri kendi lehinde kullanabilir. Bu yolla, kendisini en iyi şekilde yetiştirebilir ve başarı yolunu kendisine açabilir.
Ailesi yeterli mali güce sahip olmayan ve maddi ihtiyaçları yeterince sağlanamayan, hattâ sevgi, şefkat ve manevi ilgiden mahrum olan öğrenciler de vardır. Bu durumda olan öğrenciler, üzülecek, morali bozulacak ve çalışma gücünü kaybedecek yerde: Kendini toparlamalı, durumunu değerlendirmeli, her şeye rağmen okuyup öğrenebileceğine kendisini inandırmalı, gerekli irade gayretini göstermeli ve mutlaka bir çıkış yolu bulmalıdır. Aklını kullanan azimli ve iradeli insan bunu yapabilir...
Gelmiş geçmiş niceleri var ki; yokluklar içinde çırpınmışlar fakat yılmamışlar, azimlerinden dönmeden gayelerine yürümüşlerdir. Böyleleri, azları çok saymışlar, yokları var etmişler ve ne etmiş etmişler, neticede amaçlarına ulaşmışlardır...
Bu gibileri varken; bolluklar içinde yüzen birçokları da, varlıklarının kıymetini bilmemişler, har vurup harman savurmuşlar, imkânlarından müspet yönde faydalanmamışlar, kendilerini iyi insan olarak yetiştirmemişler ve başarısızlıklar batağında boğulup gitmişlerdir... Böylelerini hoş görüyle karşılamak mümkün değildir.
Yokluklar İçinde Varlık Gösteren Önemli Kişiler
Babadan kalma varlıklarını çarçur ederek, sonunda yokluklar içinde sürünen batakların yanında; hiç yoktan var ederek varlıklı insanlar arasına karışan, maddi ve manevi büyük itibara kavuşan, Milletine ve hattâ bütün insanlığa çok önemli hizmetler veren değerli insanlar da pek çoktur. Bunlardan birkaç örnek verelim:
Ahmet Mithat Efendi: Binlerce makalenin ve yüzlerce kitabın yazarı olan, devlet hizmetinde önemli görevlerde bulunan, gazetecilikte başarılı hizmetler veren Ahmet Mithat Efendi çok yoksul bir ailenin çocuğuydu. Çocukluğunda, kış aylarında bile yalınayak ve başı kabak gezerdi. Üzerinde mavi bezden eski bir elbiseyle dolaşırdı. Yoksulluktan hiçbir okula gidememişti. 16 yaşından sonra, karın tokluğuna çırak olarak girdiği aktar dükkânında, kendi gayretiyle ve kaçamak olarak okuma yazmayı öğrenmişti. Önce, Anadolu 'dan gelen işçilerin mektuplarını yazarak yazı hayatına başlayan Ahmet Mithat Efendi, çalışmış, çabalamış yıllar sonra Meşhur Ahmet Mithat Efendi olmuştur...
Hacı Ömer Sabancı: Kayseri yakınında bir köyde, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Hacı Ömer Efendi, Kayseri'de iş bulamayınca ekmek parası kazanmak için Adana'ya gidiyor. Boğaz tokluğuna çalıştığı günler oluyor. Girdiği işlerde kendini gösteriyor. Dikkatleri üzerine çekiyor ve zamanla para kazanmaya başlıyor...
Kazancını iyiye kullanmasını bilen bu tutumlu işçi, bir gün geliyor: Bugünkü SABANCI HOLDİNG'in doğmasına neden oluyor. SABANCI KÜLTÜR VAKFI'nın kurulmasına zemin hazırlıyor. Sakıp Sabancı gibi ünlü iş adamları yetiştiren, saygı değer bir baba oluyor...
Abraham Lincoln: Amerika Birleşik Devletleri'nin ünlü Cumhurbaşkanı Abraham Linkoln, okuma yazma bilmeyen fakir bir babanın oğluydu. Doğumunda yüzü "Kiraz pestili gibi kuru ve buruşuk" olan Abraham Linkoln, yoksulluk içinde ve büyük sıkıntılara katlanarak yetişmiş, kendi gayretiyle okumuş ve gelişmiştir. Azmin ve iradenin sembolü olan bu değerli insan, bir gün gelmiş, 1860 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin Cumhurbaşkanı olabilmiştir... Kendi devletine ve bütün dünyaya büyük hizmetler veren bu değerli devlet adamı, insan hakları savunuculuğunu üstlenmiş, A.B.D.de köleliğin kaldırılmasını sağlamış, milyonlarca insanı eşitliğe ve hür vatandaş olma hakkına kavuşturmuştur...
Henry Ford: Amerika'nın Mişigan bölgesindeki bir köyde, fakir bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak 1863 de dünyaya gelen Henry Ford, kendi gayretiyle yetişmiş, gelişmiştir. Kendini kabul ettirmiş, şirketler kurmuş ve zengin olmuştur. Sonunda, ünlü FORD FABRİKALARININ sahibi olmuş ve meşhur olmuştur...
George Stevenson: Lokomotifi bulan ve dünyaya önemli bir taşıt aracı kazandıran George Stevenson, 1781 de İngiltere'nin küçük bir köyünde dünyaya gelmiş, fakir bir ailenin çocuğuydu. Bir maden ocağında ağır işler de çalışarak günlük ekmeğini kazanmaya çalışıyordu. 6 çocuklu kalabalık bir aileyi geçindirmek zoruna kalan ve hep birlikte " küçük ve yıkık bir kulübede" yaşayan George Stevenson, ağır yüküne rağmen kafasını çalıştırıyordu. Maden ocağında, yukarı su çekerken gördüğü bir buhar makinesi kendisini düşündürüyordu. Ocakta kaynayan suyun buhar haline geldiğini gören Stevenson bir şeyler yapmak istiyordu...
Önce okumayı yazmayı öğrenen, sonra bulduğu kitapları dinlenme saatlerinde okuyan, okula giden çocuğunun kitaplarını da okuyarak faydalanan Stevenson, bu yolla zekâsını işletmiş ve kafasını geliştirmişti. Boş zamanlarında, makine örnekleri yapmaya başlamıştı... Bu fakir fakat gayretli işçi, bir gün gelmiş, BUHARLI LOKOMOTİFİ bularak, adına türküler yakılan, TREN gibi büyük bir taşıt aracını dünyaya armağan etmiştir.
Thomas Edison: 1730 yılında Amerika'ya göç etmiş Hollanda'lı bir değirmencinin çocuğu olan Edison, "tostoparlak vücutlu, dimdik saçlı" bir çocuktu. Daha ilkokul sıralarındayken, öğretmeninden " geri zekâlı" damgasını yemişti... Dalgın fakat düşünceli ve araştırıcı bir kişiliği olan bu çocuğun, okulla ve öğretmenle hiçbir zaman arası iyi olmamıştı. Daha çocukken, gezip gördüğü şeyler hakkında bitmez tükenmez sorular sorarak, çevresindekilerin sabrını taşıran T. Edison, bir çok işlere girmiş çıkmış, dalgınlığının sonucu çok işten kovulmuştur... Aç, sefil kaldığı günler olmuştur...
Fakat O, araştırmaya ve düşünmeye devam etmiştir. Bulduğu kitapları okumuş. Her şeyin "Neden?", "Niçin?", "Nasıl?" olduğunu merak etmiş. Hiçbir şeyi tecrübe ve ispat etmeden kabul etmemiştir. Zorluklarla karşılaşmak ona neşe veriyor. Zorluklarla uğraşmak, onları yenmek, mümkün olmaz sanılanı yapmaya çalışmak ona büyük zevk veriyordu.
Düşünmeye ve araştırmaya ara vermeyen bu dalgın insan, yıllar sonra da olsa, kendisini kabul ettiriyor. Buluşlarına yardımcı olacak varlıklı insanlar bulabiliyor ve ardarda, çeşitli buluşların sahibi oluyor... Önceki bir çok buluşları geliştiriyor... Elektrik ışığı ve elektrik ampulünü de bulan bu aydın insan, sadece kendisini değil, dünyamızı da aydınlatıyor!..
Yukarıda verdiğim örnekler, kendi çaba ve çalışmalarıyla yetişen ve gelişen, çevresine ve insanlığa faydalı olan, fakir fakat dinamik insanlardan bir kaçını göstermiştir. Benzerleri yüzlerce ve binlercedir.
Gelişmekte olan gençlerimiz-öğrencilerimiz, bu gibilerden de örnek alarak kendisini toparlamalı ve dinamizmini bulmalıdırlar... Yokluklara, güçlüklere ve sıkıntılara rağmen, bunlara göğüs gererek yetişebileceğine kendisini inandırmalıdırlar. Ve de en iyi şekilde yetişmek ve gelişmek çabasını , sonuna kadar sürdürmelidirler.
21. KENDİ KENDİNE TELKİN
Telkin;Sözlüklerde aşılama anlamında açıklanmaktadır. Telkin yoluyla aşılanması istenen şey düşüncedir (fikirdir).
Başka bir deyişle: Telkin, bir fikri kabul ettirme çabasıdır.
Telkin, dıştan gelir veya içten kendi kendine olabilir:
Dış telkin, düşünceyi başkalarına kabul ettirme çabasıdır. Kendi kendine telkin ise, insanın kendi düşüncesini kendisine kabul ettirme çabasıdır veya düşündüklerini harekete geçirme gayretidir.
Telkin, müspet (iyi) yönde olabileceği gibi, menfi (kötü) yönde de olabilir: Kötü düşüncelere saplanıp kalmak ve kötü hareketlere kendisini teşvik etmek menfi telkindir.
Yapıcı düşüncelere kafada yer vermek, her şeyin iyi taraflarını görmeye ve incelemeye yönelmek, içinde bulunulan üzücü ve sıkıcı durumlara rağmen sevinecek bir yön ve bir çıkış yolu bulmaya çabalamak müspet telkindir. Menfi telkin insanı karanlığa, müspet telkin aydınlığa götürür.
Örneklerle açıklayalım: Öfkelendiği bir arkadaşını cezalandırmayı düşünen ve bu arkadaşını yolda çevirip dövmeyi tasarlayan bir öğrenci kendi kendine menfi telkin yapıyor demektir. Bu tarz düşünce ve tasarı onu daha da çıkmaza götürür.
Derslerinde başarı gösteremeyen bir başka öğrenci: "Ben artık okuyamam. Okusam da öğrenemem... Hele tarih dersini hiç anlamıyorum, bu dersten geçer not almam mümkün değil..." gibi olumsuz şeyler düşünürse, kendisini olumsuz yönde etkiliyor demektir ki bu öğrenci kendi kendisini başarısızlığa mahkûm etmektedir. Bu mahkûmiyet, öğrenci kendisini toparlamazsa, okul dışında da devam edebilir.
Aksine: Sınıf arkadaşlarıyla iyi münasebetler geliştiremeyen bir öğrenci: "Arkadaşlarımı seviyorum. Ben iyi olursam onlar da bana iyi davranışlarda bulunur. Arkadaşlarım, benim iyiliğim için kusurumu söylerler. Söylenen kusurlarımı düzeltebilirim ve sevilen arkadaş olabilirim. Kusurumu söyleyen arkadaşlarıma teşekkür etmeliyim. Arkadaşlarıma iyilik yapmak fırsatı aramalıyım..." gibi olumlu ve yapıcı düşüncelere yönelirse, kendi kendisine müspet telkinler yapıyor demektir. Bu tarz düşünce, arkadaşlar arasında özlenen yakınlaşmaya sıcak bir zemin hazırlar ve müspet gelişmelerin başlangıcı olabilir.
Derslerinde başarı gösteremeyen bir başka öğrenci: "Verimli çalışmasını bilen hedefine ulaşır; ben, öğrenme kurallarına uyarak çalışacağım ve derslerimi öğreneceğim. Bu günden itibaren, daha çok çalışarak ileri öğrenciler arasına katılacağım... Hele tarih dersi, bu ders bir hikaye gibidir. Tarihi isteyerek okuyacağım, geçmişten örnekler ve ibretler alacağım..."diye düşünür ve bu azimle çalışmaya koyulursa, müspet telkinlerle kendisini yönlendiriyor demektir. Yeise kapılmadan, ümit ile yoluna devam eden öğrenci er geç başarıya ulaşacaktır.
Yukarıda, tarih dersini sadece bir örnek olarak verdim. Diğer derslerden de örnekler verilebilir.
İnsanlarda Şuur ve Şuuraltı Halleri
Kendi kendine telkini daha iyi anlatabilmek için, insanlardaki şuur haline ve şuur dışı hallere özetle dokunalım:
İnsanın ruh halini ve davranışlarını iki bölümde inceleyebiliriz: Şuur ve şuur dışı hareketler.
1.Şuur Hali: Akıl, mantık, düşünce ve irademizin kontrolündeki hal ve davranışlarımızdır.
2. Şuur Dışı: (Gayri Şuur-i) haller ve davranışlardır:
Şuur dışı davranışlar iki bölümde incelenir. Bunlar: Şuuraltı ve şuur üstü halleridir.
Şuuraltı denilince başta alışkanlıklarımız akla gelir. Temayüllerimiz, zevklerimiz, hayallerimiz, inançlarımız, sevgilerimiz, karakterlerimiz hep şuuraltının eserleridir.
Şuur üstü denilince, ilk akla gelen vicdanımızdır. Bizi iyiye, doğruya, güzele yönelten hakiki benliğimiz şuur üstü güçlerimizdir. "Viktor Pauchet - Saadet yolu s.167"
Şuurlu haller aklın kontrolündedir. Akıl, mantık ve irade gücümüzle gelişen ve gerçekleşen hal ve hareketlerimiz şuurludur. Ancak, insanların her hal ve hareketlerinde şuur hakimiyeti aranamaz. Tavır ve davranışlarımızın çoğu şuur dışı hallerdir. Daha açık söyleyelim: Bize hakim olan, bizi iyiye veya kötüye doğru yönlendiren hal ve hareketlerimizin çoğu şuuraltı kaynaklıdır. İyilikler veya kötülükler şuur dışında oluşmaktadır. Şuur dışı bu kadar önemli olduğuna göre, biz insanlar önce şuur dışımızı iyi terbiye etmek (eğitmek) mecburiyetindeyiz. Aksi halde, ileride başımıza türlü haller gelebilir.
Şuur dışı hallerimiz şuuraltı ve şuur üstüdür demiştik. Biz burada daha ziyade şuuraltı üzerinde duracağız:
Şuuraltının eğitilmesi ancak şuurun yardımıyla mümkündür. Şuurumuzdan yararlanarak (akıl, mantık, muhakeme, dikkat ve irade yoluyla) kendi kendimizi eğitebiliriz. Kendi kendimize yapacağımız telkinlerle şuuraltımızı terbiye edebiliriz. Şuuraltı güçlerimizi iyiye ve daha iyiye götürmek kendi kendimize yapacağımız müspet telkinler nispetinde gerçekleşir. Kendi kendine telkin şuur yardımıyla olur. Telkinle kazanılan davranışlar gene şuurun yardımıyla şuuraltına itelenir. Şuuraltına giden bu davranışlar bizim alışkanlıklarımızdır. Temayüllerimiz, sevgilerimiz, zevklerimiz, inançlarımız... ve başkaları hep bu yolla şuuraltına yerleşirler.
Kazandığımız veya kazanacağımız bütün alışkanlıklar şuuraltı halleridir. Bunlar şuuraltına girdikten sonra şuurun kontrolünden çıkarlar, mihaniki bir hal alırlar (mekânikleşirler). Şuuraltına geçmeden önce, şuurumuz yoluyla, alışkanlıklarımıza hakim olursak onları iyi yönde geliştirmiş oluruz. Bütün alışkanlıklarımız, daha başlangıç halindeyken şuurun kontrolüne alınabilir. Alışacağımız hal ve hareketlerin iyilerini şuurumuzla seçebilir ve bu iyileri alışkanlıklar haline getirebiliriz. Bunun için kullanacağımız araç kendi kendine telkin metodudur.
Kendi Kendine Telkin Nasıl Gelişir?
Önce şuurlu olarak düşünürüz, tahayyül ederiz (hayal kurarız), kendi kendimize telkin yaparak müspet düşünceler (fikirler) geliştiririz. Bundan sonra fikirleri harekete dönüştürürüz. Hareketleri tekrar ederek de alışkanlıklar kazanırız. Kazanılan alışkanlıklarımız şuurdan şuuraltına yerleşir. Sırası geldikçe de duygu veya davranış olarak yüzeye çıkar ve hükmünü yürütür.
Kazanılan alışkanlıklarımız şahsiyetimizi geliştirir ve karakterimizi oluşturur. Oluşan karakterimiz de gelecekteki başarılarımızı veya başarısızlıklarımızı hazırlar. Mutluluklarımız veya mutsuzluklarımız bu yolla gelişir. İyi alışkanlıklar, başarılara ve mutlu günlere; kötü alışkanlıklar, başarısızlıklar ve mutsuz günlere götürür.
Başarılar kazanmak ve mutluluklara ulaşmak istiyorsak: İyi davranışlar geliştirmeye, iyi temayüller edinmeye, iyi sevgiler beslemeye, iyi şeylerden zevk almaya, yüksek inançların sahibi olmaya mecburuz. Vicdanımızın sesine daima kulak verirsek, şuuraltı hal ve hareketlerimizi iyi eğitirsek, bu üstün meziyetlere ulaşabiliriz. Bütün bu yüksek meziyetleri alışkanlık haline getirebilmek, şuuraltının şuur yoluyla iyi eğitilmesine bağlıdır. Şuuraltımızı, daima şuur yoluyla besleyeceğiz. Şuuraltına geçecek bütün alışkanlıklarımızı şuurun süzgecinden geçireceğiz ve iyileştirerek şuuraltına göndereceğiz.
Kendi kendine telkine alışanlar, kendilerini yüceltebilirler ve yüksek meziyetlerin sahibi olabilirler.
Şuuraltı Şuuru Ezebilir
Şunu da bilelim: Şuur hali güçlüdür. Fakat, sonradan gelişen şuuraltı hali şuurdan daha güçlüdür. Aralarında vuku bulacak bir mücadelede şuuraltı şuuru bastırabilir. Kötü yolda gelişen şuuraltı, şuuru ezebilir ve sesini kısabilir. Bu kötü gelişmeye mani olmak için, çocukluk yıllarından beri, şuuraltımızı hep iyiliklerle ve iyi alışkanlıklarla dolduracağız ki sonunda şuurumuzu bastıramasın ve de vicdanımızdan gelecek iyilik çağrılarını susturamasın...
Şuuraltımızı iyi alışkanlıklarla, sevgilerle, saygılarla ve daha başka iyi hal ve hareketlerle besleyemezsek; kötü alışkanlıklar, kötü haller (kıskançlıklar, korkular, kinler, nefretler v.b. kötülükler) şuuraltımızı işgal edebilir. Böyle olunca, şuur görevini yapamaz hale gelir, vicdan susar, insani hisler körleşir ve neticede insan, insan olmaktan uzaklaşır. İşte, şuuraltı bu kadar önemlidir.
O halde, kendi kendine telkin yoluyla, şuuraltımızı daima iyilerle besleyeceğiz ki kendimize karşı olan görevimizi yerine getirmiş olabilelim.
İnsan,Hayatın Her Döneminde Gelişir ve Değişir
Şuna inanalım: İnsan her yaşta kendisini değiştirebilir. Kötü alışkanlıkları terk etmek ve iyi alışkanlıklar kazanmak insan ömrünün her yaşında ve her döneminde mümkündür. Bazı kimseler, belli yaştan sonra alışkanlıklarını terk edemeyeceklerini sanırlar. Bu görüş yanlıştır. Zira: Beyin her yaşta faaldir veya faaliyete devama hazırdır. Önemli olan beyni çalıştırmaktır. Düşünmek, karar vermek, kararı uygulamaya geçmek beyin yoluyla olur. İnsan isterse ve azmederse, şuuraltındaki menfi alışkanlıklarını tekrar şuura getirebilir ve kendi kendine telkin yoluyla kötü alışkanlıklarından kendisini kurtararak benimsediği müspet alışkanlıkları kazanabilir.
Özet olarak tekrarlayalım:
Kendi kendine telkin yoluyla iyi şeyler düşünmeye, iyi fikirler geliştirmeye; tavır ve davranışlarımızı iyiye doğru değiştirmeye alışabiliriz.
Kendi kendine telkin yoluyla iyi şeyler öğrenmeye, zor sandığımız şeyleri dahi kolaylıkla ve daha çabuk öğrenmeye, başarısızlıklardan kurtulup başarılardan başarılara geçmeye, yeni yeni hamleler yaparak yeni mesafeler kat etmeye kendimizi alıştırabiliriz.
Kendi kendine telkin 3 merhalede gerçekleşir: Tasavvur, söz,hareket (fiil). Tasavvurlarla fikirler oluşur, fikirler söylenerek hareketlere geçilir, hareketler tekrar edilerek alışkanlıklar kazanılır. Biraz daha açalım:
a- Önce iyi şeyler düşünüp tasarlamalar yapılır. Uygulanabilir yeni fikirler zihinde oluşturulur.
b- Sonra, oluşturulan fikirler sözle ifade edilir. Bu sözler birçok kere tekrar edilerek fikir kendimize benimsetilir.
-
Bundan sonra harekete(fiile) geçilir ve hareketler tekrar edilerek alışkanlıklar kazanılır.
Böylece oluşan fikirler fiillere çevrilir, fiiller tekrar edilerek alışkanlık haline gelir. Son safhada fiil şuur altına yerleşir ve bizim malımız olur.
Kendi Kendine Telkini Örneklerle Açıklayalım:
Sabahları erken kalkmanın sayısız faydalarını öğrenen bir öğrenci erken kalkmayı düşünür. Fakat eski geç kalkma alışkanlığından kurtulması güç. Bunun için önce kendi kendine tasavvurlar yapar, erken kalkmaya alışmanın yollarını arar, neticede bir çıkış yolu bulur ve kararını verir... Bundan sonra, verdiği kararı kendi kendine diliyle söyler: "Sabahları erken kalkmaya çalışacağım. Her gün erken yatıp erken kalkacağım. Sporumu, temizliğimi, kahvaltım zamanında yapacağım. Her sabah okula gitmeden önce o günkü derslerimi tekrar edeceğim. Okula hazırlıklı ve kendimden emin olarak gideceğim." diye söylenir. Öğrenci, bu sözleri, zaman zaman bir kaç kere tekrar eder. Söylediklerine kendisini inandırır. O sözlerdeki manaya ısınır, benimser ve kendisine mâl eder. Bu öğrenci, söylediklerine kendisini bağlamıştır (söylediklerine angaje olmuştur). Artık harekete geçme, uygulama safhası başlamıştır: Bir gün erken yatar erken kalkar. İkinci, üçüncü veya daha başka günlerde, - irade gayreti göstererek - erken yatıp erken kalkmaya devam eder. Kalktıktan sonra spor, temizlik, ders çalışma işlemlerini yerine getirir. Böyle devam eden beş on gün sonra, erken yatıp erken kalkma ve diğer işlerini saatinde yapma alışkanlığını kazanır. Artık, ilerideki günlerde kendisini zorlamadan bu uygulamaya devam eder.
Başka bir örnek verelim: Dershanede, öğretmeninin karşısında, bildiklerini anlatmak mahcubiyetinden kurtulmak isteyen bir öğrenci kendi kendine düşünür taşınır ve bir karara varır. Vardığı kararı diliyle söyler: "Ben, dershanede öğretmenimi dikkatle dinliyorum. Evimde de dersime çalışıyorum ve dersimi öğreniyorum. Bilgisi olan kendisine güvenir. Bende kendime güveniyorum, bilgimi ve öğrendiğimi anlatabilirim. Dershanede söz alacağım ve anlatacağım, görüşlerimi açıklayacağım". Öğrenci, bu veya benzeri sözleri birkaç kere tekrarlar, kendisine güvenini tazeler. Bir gün cesaretle parmak kaldırır, söz alır ve dersini anlatır. Diğer günlerde de bu ameliyeye devam eder ve mahcubiyetten kendisini kurtarır. İleride 2. ve 3. ciltlerde, yeni konular işlenirken -sırası geldikçe- kendi kendine telkin örnekleri verilecektir.
Dostları ilə paylaş: |