Cami dıştan kenarı 10 m. olan bir kare biçimindedir. Her cephesinde mevcut ikişer, ayrıca ana kubbenin kasnağındaki sekiz pencereden ışık alması düşünülmüş, fakat sağ yan cephesindeki pencere buraya bitişik olan türbeye açılmıştır. Harimi 8,40 m. çapında üstü kurşun kaplanmış bir kubbe örter. Kare mekândan kubbe yuvarlağına geçiş için köşelerde tromplar kullanılmış, bunların alt uçlarında bulunan kemer başlangıçlarmdaki konsollar birkaç dizi mukarnasla bezenmiştir. Mihrap mermerden olup kavsa-rası mukarnaslıdır. Minber de mermerden oymalı olarak işlenmiştir.
Hasan Efendi Camii'nin esas minaresi sağ tarafındaki köşeye bitişik olarak yapılmıştır. Girişi içeriden olup cami kitlesine aynı taraftan bitiştirilen türbe ile de bağlantılıdır. Cami, minare kürsüsü ve türbenin birbirine yapışık olarak âdeta girift bir halde yerleştirilmesi de Türk mimarisi bakımından alışılmamış bir plan özelliğidir. Bu durum, bu iki unsurun caminin inşasından sonra peyderpey değil aynı zamanda planlanarak yapıldığına delil sayılabilir. Kesme taştan olan, Ayverdi'nin kaydettiği ölçüye göre 26 m. boyundaki minare bütün Rumeli'de yapılanlar gibi aşın derecede uzundur.
Caminin sağ tarafına bitişik türbeye, kapı haline getirilmiş olan minare kürsüsü dibindeki bir pencereden geçilmekle beraber esas kapısı dışarıdan kürsü yanındadır. Üstü kubbeli olan bu yapı dü-
320
zensiz bir sekizgen biçimindedir. Dışarıya açılan kapının yer aldığı, diğerlerine göre çok daha dar olan kenar sayılmadı-ğında türbe içten yedi kenarlı bir görünüşe sahiptir. Acaba burada tam açığa vurulmadan bir Bektaşîlik sembolizmi mi düşünülmüştür? Varna'nın kuzeyindeki Akyazılı Sultan Tekke ve Türbesi'n-de, bütün elemanlar yedi köşeli inşa edilmek suretiyle böyle bir mimari sembolizm açıkça belli edilmiştir (bk. AKYAZILI sultan ÂsİTÂNESİ). Türbenin içinde iki sandukanın varlığına işaret eden Ayver-di, caminin kıble duvarı önünde uzanan hazîrede çok sayıda mezar bulunduğunu bildirmektedir.
Ayverdi gerek makalesinde gerekse kitabında, sağ tarafına bitişik olan türbeden dolayı bu caminin "yan kanatlı" camilere benzediğine işaret etmişse de bizim "tabhâneli" veya "zâviyeli" camiler olarak adlandırdığımız bu tiple Hasan Efendi Camii arasında hiçbir benzerlik yoktur.
1974-1975 ve 1992-1996 yıllarındaki eski Türk eserleri katliamından sonra ne durumda olduğu bilinmeyen Hasan Efendi Camii, tek kubbeli ibadet yerleri biçiminde basit planlı bir yapı olmakla beraber avlu kapısı üstündeki minber şeklinde minaresi ve bedenine bitişik türbesiy-le Osmanlı dönemi Türk mimarisinde özel bir yere sahiptir.
BİBLİYOGRAFYA :
Mehmed MujezinoviĞ, Islamska Epigrafıka Bosne İ Hercegouine, Sarajevo 1977, II, 210-215; a.mlf., "Tlırski natpisi iz nekoliko mjesta Bosne i Hercegovine", POF, sy. 3-4 (1952-53), s. 482-484; Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı MV-marî Eserleri, !l/3, s. 14-17, rs. 34, 35, 37, 38, 39, 41, 42; a.mlf., "Yugoslavya'da Türk Âbideleri ve Vakıfları", VD, III (1956), s. 215, rs. 122-123; Amir Pastf, islamic Archİtecture in Bosnia andHercegouina, İstanbul 1994, s. 213; Alija Bejti£, "Spomenici osmanlijske arhitekture Bosne i Hercegovine", POF, sy. 3-4 (1952-53), s. 229-298; a.mlf.. "Banja Luka pod Turksom vladavinom. Arhİtektura i teritorijalni razvi-tak grada u XVI İ XVII vijeku", Na$e Starİne, I, Sarajevo 1953, s. 91-116; Feridun Emecen.
"Banaluka", D/A.V, 51. rr|
Semavi Evice
HASAN FEHMİ EFENDİ ""
(ö. 1298/1881)
Osmanlı şeyhülislâmı.
1210'da (1795-96) Akşehir'de doğdu. Ilgınlı Osman Efendi'nin oğludur. İlk tahsilini burada yaptıktan sonra öğrenimine Konya'da devam etti. Daha sonra arkadaşı Kara Halil Efendi ile birlikte İstanbul'a gitti; Vİdinli Mustafa Efendi'nin derslerine katıldı. Bu sırada açılan ruûs imtihanında birinci olarak Ayasofya Ca-mii'nde ders vermeye başladı. Bu derslerdeki başarısıyla dikkati çekerek Şehzade Abdülaziz'in kavâid ve edebiyyât-ı Arabiyye dersleri hocalığına tayin edildi. 1263'te (1847) ibtidâ-i hâriç derecesiyle müderris oldu, ardından diğer merhaleleri de katederek mûsıle-i Sahn'a ulaştı. 127S'te (1858-59) ders vekili oldu. Abdülaziz'in tahta çıkması ile birlikte itibarı ve mevkii yükseldi; 29 Ramazan 1278 (30 Mart 1862) tarihli bir irâde-i seniyye ile muallim-i sultanî unvanını aldı. Bir yıl sonra kendisine Mekke payesi tevcih edildi; 13 Aralık 1863'te Muğla kazası arpalık olarak verildi ve 20 Aralık'ta Anadolu kazaskerliğine getirildi.
1863'te Abdülaziz'in Mısır seyahatine muallim-i sultanî sıfatıyla katılan Hasan Fehmi Efendi, burada Ezher hatiplerinden İbrahim es-Sekkâ ile tanışıp sohbet etme imkânı buldu. Kendisine 1864'te Muğla kazası bedeli, 1866'da Alâiye kazası niyabeti, kısa bir süre sonra İsparta kazası bedeli, Ocak 1868'de de Rumeli kazaskerliği payesi verildi. Nihayet 7 Muharrem 1285te (30 Nisan 1868), Hacı Mehmed Refik Efendi'nin Meclis-i Âlî üyeliğine seçilmesiyle boşalan şeyhülislâmlık makamına tayin edildi. Böylece Hoca Sâ-deddin ve Seyyid Feyzullah Efendi'den sonra muallim-i sultanî ve şeyhülislâm unvanlarını birlikte taşıdığı için "câmiu'r-riyâseteyn" unvanını alan üçüncü ve sonuncu şeyhülislâm oldu.
Alî Paşa'nın beşinci sadâretine rastlayan Hasan Fehmi Efendi'nin şeyhülislâmlık dönemi içtimaî, siyasî ve kültürel çalkantılar içerisinde geçti. Batılılaşma ve reform hareketleri sebebiyle meşihat makamının hukuk ve eğitim yetkilerinin iyice kısıtlanmak istenmesine karşı giriştiği mücadele sonuçsuz kaldı. Hatta Mec-lis-i Ahkâm-ı Adliyye bünyesinde Ahmed Cevdet Paşa'nın reisliğinde başlatılan Mecelle'yi tedvin çalışmaları, bir yandan aşın Batı taraftarlarının muhalefetiyle karşılaşırken öte yandan yetkilerinin kısılmasından rahatsız olan şeyhülislâm ve taraftarı ulemânın engellemesine mâruz kaldı. Bu arada Sultan Abdülaziz'in daveti üzerine 1870'te İstanbul'a gelen Cemâleddîn-i Ergani'nin büyük ilgi görmesi ve bilhassa medreseye alternatif gibi görülen Dârülfünun'un açılışına katılıp bir konuşma yapması, medrese mensuplarıyla birlikte Hasan Fehmi Efendi'nin de tepkisine sebep olmuştur. Efgânî'nin Meclis-i Maârif üyesi seçildikten sonra ortaya koyduğu teklifler ve ileri sürdüğü fikirler şeyhülislâmın kendisine karşı olan düşmanlığını daha da arttırdı, Nihayet Hoca Tahsin Efendi'nin öncülüğünde düzenlenen halka açık konferansların birinde Efgânî'nin felsefeyi ve nübüvveti sanatlar arasında gösteren bir ifade kullanması muhaliflerine bekledikleri fırsatı vermişti. Hasan Fehmi Efendi hemen harekete geçerek bu sözü sebebiyle onu tekfir etti, ayrıca vaiz ve hatipler aracılığıyla halkı onun aleyhinde kışkırttı. Hasan Fehmi'ye destek olmak üzere ders vekili Halil Fevzi Efendi de Cemâleddîn-i Efgânî hakkında es-Süyufü'l-kavâtı' adlı bir risale yazdı (DİA, X, 457). Hasan Feh-
mi Efendi, kendisini tutan Sadrazam Âlî Paşa'nın ölümünden on gün sonra 17 Eylül 1871'de görevinden alındı.
4 Cemâziyelâhir 129l'de (19 Temmuz 1874) İkinci defa meşihat makamına getirilen Hasan Fehmi Efendi, Mecei/e'nin tedvininde epeyce yo! katetmiş olan Cevdet Paşa'ya karşı eski olumsuz tutumunu devam ettirdi; özellikle Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyeti'nin Bâb-ı Meşî-hat'ten Babıâli'ye nakledilmesinden dolayı onu suçladı. Bir yıl on ay kadar süren bu İkinci meşihatinin önemli bir kısmı Mahmud Nedim Paşa'nın sadâreti dönemine rastlar. Bu sırada ortaya çıkan Hersek isyanı, yabancı güçlerin müdahalesinin had safhaya ulaşması. Bulgaristan ihtilâli, Avrupa kamuoyunun Türkler aleyhine dönmesi Osmanlı toplumunda endişe doğurmuş, bütün bunlardan dolayı Sadrazam Mahmud Nedim Paşa ile aynı kabinede yer alan Şeyhülislâm Hasan Fehmi Efendi suçlanmıştı. Muhtemelen Mid-hat Paşa'nın da rolü ile 10 Mayıs 1876'da Fâtih, Beyazıt ve Süleymaniye medreseleri talebelerinin ayaklanıp Babıâli önünde sadrazamla şeyhülislâmın azlini İstemeleri üzerine kendisine bağlı medrese talebelerinin isyanına engel olamadığı, ayrıca yalnız kendi taraftarlarını terfi ettirip yeteneksiz kimselere görev verdiği, ulemâ ve talebe tarafından tutulmadığı gibi gerekçelerle hem kendisi hem de sadrazam 16 Rebîülâhir 1293'te (11 Mayıs 1876) azledildi. Arapça ve Farsça'ya vâkıf, fıkıh, kelâm, Arap edebiyatı ve mantık konularında derin bilgi sahibi olan Hasan Fehmi Efendi 1877'de Medine'ye gönderildi (BA, İrade-Dahiliye, nr. 63332) ve orada vefat etti.
Eserleri. Çeşitli konularda Arapça eserleri bulunan Hasan Fehmi Efendi'nin risalelerinden bazıları, oğlu Ali Haydar ez-Zühdî Efendi ve diğer müelliflerin eserleriyle birlikte "mecmûatüY-resâil" tarzında taşbaskı olarak 1285 (1868) ve 1292 (1875) yıllarında İstanbul'da basılmıştır. Hasan Fehmi Efendi'nin başlıca eserleri şunlardır: A) Mantık. 1. el-Kaşî-detü'l-'Azîziyye. Müellif bu manzum risaleyi Sultan Abdülaziz'e takdim etmiş olup matbu nüshada (İstanbul 1285) eserin adı belirtilmediği gibi kütüphane kayıtlarında da farklı isimlerle zikredilmektedir (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2178). Hasan Fehmi Efendi daha sonra eserine bir şerh yazarak bu şerhe Abdülaziz'in oğlu Yûsuf'a nisbetle Yûsufiyye adını vermiştir (İstanbul 1292). Eserin kıyas bahsi Yem-
HASAN FEHMİ EFENDİ
lihazâde Kâmil Efendi tarafından ayrıca şerhedilmiştir (Osmanlı Müellifleri, I, 216). 2. Risale fi'1-mantik. Üç bölümden (fen) oluşan risalenin matbu nüshası üzerinde adı ve müellifi kaydedilmem işse de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kü-tüphanesi'nde mevcut (öğüt, nr. 852/2) matbu nüshasının (İstanbul 1292) ilk sayfasında kurşun kalemle bu isme yer verilmiş ve müellifin adı yazılmıştır. 3. Haşiye calâ emşileti'd-Dürri'n-nâcî (İstanbul 1285). îsâğücîşerhi ed-Dürrü'n-nâcî üzerine yazılmış bir haşiyedir. Bazı kayıtlarda Hasan Fehmi Efendi'ye nisbet edilen Risale fi'1-kazıyyeti'l-muntasıla da (bk. Süleymaniye Ktp., Hasan Hayri -Abdullah Efendi, nr. 107/9) bu eserdir.
B) Arap Dili. 1. İrşâdü'i-mübtedî b/e 7-Birgivî (İstanbul 1285). Birgivî'nin el-%vâmil adlı eserinin şerhidir. 2. er-Rav-zâtü'l-hâkâniyye (İstanbul i 285). Sultan Abdülaziz'e takdim edildiği için bu adia anılan risale üç bölüm (ravza) olup birinci bölümde meânî, ikinci bölümde beyân, üçüncü bölümde bedî1 konuları ele alınmıştır. 3. en-Netâyicü's-sultâ-niyye (İstanbul 1285). İki bölümden (fen) oluşan eserin birinci bölümü vaz" ilmine, ikinci bölümü münazara âdabına ayrılmıştır. 4. Ta'îika \üâ Şerhi'î-Hşâm 'ale'r-Ri-sâleti'l-vazciyye 7i7-Jcf (İstanbul 1285). 5. Risâle-i "felizâlik" (İstanbul 1285).
C) Ruûs İmtihanı Risaleleri. 1. Risâle-tü'1-imtihân li'r-ru'ûs (İstanbul 1275). 127B (1858) yılında ruûs imtihanına girecek adaylar için hazırlanan risale, dönemin şeyhülislâmı Meşrepzâde Mehmed Arif Efendi'nin isteği üzerine kaleme alınmıştır. 2. Mir*âtü efkâri'r-rical li-ye-temeyyeze erbâbü'l-kemâl (İstanbul 1280). Devrin şeyhülislâmı Mehmed Sâ-deddin Efendi'nin isteği üzerine yazılmıştır. Süleymaniye Kütüphanesi kayıtlarında (Tırnovalı, nr. 1736) Hasan Fehmi Efendi'ye Risâle-i İhtikâriyye adlı bir imtihan risalesi daha nisbet edilmekteyse de bu risalenin 1289 (1872) yılında Asâkir-i Şâhâne Alayı'ndan ruûs imtihanını kazananları belirlemek üzere Hasan Fehmi Efendi'nin isteği üzerine Filibeli Halil Fevzi Efendi tarafından yazıldığı tesbit edilmiştir.
D) Kelâm. 1. tiâşiye hlâ Şerhi'l-'Akö'id. Teftâzânî'nin Şerhu'l-'Akâ'id adlı eserinin haşiyesi olup yazma bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Yozgat, nr. 344, 117 varak). Z. Tcflika. Abdülhakîm es-Siyâlkûtfnİn liâşiye *alâ Şerhi'l-'Aka'id'i üzerine yapılmış bir ta'lik çalışmasıdır. 3. er-Risâle
321
HASAN FEHMİ EFENDİ
iî keyfiyyeti îmâni Fir'avn. Firavun'un imanı konusunda Muhyiddin İbnü'1-Ara-bî'nin görüşünü savunmak üzere kaleme alınmıştır (son iki risale için bk. Osman/ı Müellifleri, \, 216).
Hasan Fehmi Efendi'nin ayrıca on iki bölümden meydana gelen tamamlanmamış bir eseri. Şerh caîâ şaiâti'l-feyziyye li'ş-Şeyhil-ekber adlı basılmamış bir risalesi. Arapça bir divançesi ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin bir münâcâtına tahmisi bulunduğu kaydedilmekte olup (a.g.e., ay.) sonuncusu diğer bazı risâle-leriyle birlikte yayımlanmıştır (İstanbul 1285).
BİBLİYOGRAFYA :
BA. YEE, nr. 1170, Ks. 31; BA, İrade-Dahili-ye, nr. 63332; Lutfî. Târih, XII, 7-8;Cevdet, Ma'-rûzât, s. 228; llmiyye Salnamesi, s. 599-601; Osmanlı Müellifleri, !, 216-217; Abdurrahman Şeref. Târih Musahabeleri, İstanbul 1340, s. 306-307; Mehmed Zeki Pahalın. Son Sadrazamlar ue Başvekiller, İstanbul 1944, III, 142-143; Danişmend. Kronoloji, IV, 204, 235; Abdülkadir Altunsu, Osman/ı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, s. 199-201; Ekmeleddin İnsanoğlu, "Dâ-nılfünûn Tarihçesine Giriş", TTK Belleten, LİV/ 210 (1990). s. 728-730; "Hasan Fehmi Efendi", TA, X1X,12; B. Lewis. "Hasan Fehmi", EP (Ing.), III, 250-251; Hayreddin Karaman. "Efga-nî, Cemâleddin", DİA, X, 457.
mi Mehmet İpşirli - İlyas Çelebi
HASAN FEHMİ PAŞA ""
(1836-1910) Osmanlı âlimi ve devlet adamı.
J
Batum'un Muradiye kasabasında doğdu. Babası Hacıoğlu Şerif Molla'dır. Genç yaşta İstanbul'a giderek özel hocalardan Arapça. Farsça, Fransızca öğrendi ve hukuk tahsili gördü. 1858'de Tercüme Oda-sı'na memur olarak girdi. Çeşitli ticaret mahkemelerinde üyelik yaptı. Aynı zamanda Takvîm-i Ticâret ve Cerîde-i Havadis gazetelerinde yazılar yazdı. 1868'de Ticaret Meclisi başkanlığına getirildiyse de Mahmud Nedim Paşa'nın sad-
razamlığı sırasında bu görevinden azledildi (1871). Bir süre dava vekilliği (avukatlık) yaptı. 1. Meşrutiyet'in ilânından sonra İstanbul'dan mebus seçildi (1877).
Meclis-i Meb'ûsan Başkanı Ahmed Ve-fık Paşa'nın hükümetin bir sözcüsü gibi davranmasını şiddetle eleştiren Hasan Fehmi, mebusların serbestçe konuşmaları hususunda yaptığı çıkışlarla dikkati çekti. Meclisin ikinci yasama yılında Ahmed Vefık Paşa'nın yerine meclis başkanlığına seçilince meclis müzakerelerinde gündem dışı konuşmalara daha çok izin verdi. II. Abdülhamid'in meclisi tatil etmesinden sonra (13 Şubat 1878) Osmanlı -Rus Harbi dolayısıyla göç edenlere yardım etmek üzere padişahın başkanlığında kurulan komisyonda bir müddet başkan yardımcısı olarak çalıştı. Haziran-Kasım 1878 tarihleri arasında Hazîne-i Hâssa nazırlığı yaptı. Aynı zamanda kurucuları arasında yer aldığı Mekteb-i Hukuk'-ta 1878-1881 yıllarında ticaret hukuku ve devletler hukuku dersleri verdi. Said Paşa'nın 1879'daki birinci ve 1880'deki ikinci başvekâletinde Nâfıa nâzın olarak görev yaptı.
Hasan Fehmi Paşa 1881 'de vezirlik rütbesine terfi ettirildi. Daha sonra Adliye nazırlığına getirildi ve bu görevde iken Mısır meselesinin halli için fevkalâde memuriyetle Londra'ya gönderildi (29 Aralık 1884). 11 Mayıs 1890'da rüsumat emini. 1892'de Aydın ve i 89S'te Selanik valisi oldu. Daha sonra tekrar rüsumat emin-liğineve ardından da Dîvân-ı Muhasebat başkanlığına tayin edildi. 1897'de Yunan Savaşi'nın sona ermesi üzerine barış antlaşmasını imzalayacak heyete ikinci delege olarak katıldı.
11. Abdülhamid döneminde çeşitli görevlerde bulunmasına rağmen İttihatçılarla da iyi ilişkiler içinde bulunan Hasan Fehmi Paşa, 1908 inkılâbından sonra kurulan kabinelerde iki defa Adliye nazırlığına, bir defa Şûrâ-yı Devlet reisliğine ve Meclis-i A'yân üyeliğine getirildi. 1 ve II. Meşrutiyet dönemlerinde hizmet etmiş bir "yaşlı genç Türk" olarak saygı gördü. Edirnekapı'daki evinde vefat eden Hasan Fehmi Paşa, Lâleli'deki Kemalpaşa Mescidi yanında bulunan aile kabristanına defnedildi.
Eserleri. 1. Telhîs-i Hukük-ı Düvel (İstanbul 1300). Müellifin Mekteb-i Hu-kuk'ta okuttuğu derslerin bir özeti mahiyetindedir. Kitabın basıldıktan sonra zararlı bulunarak toplatıldığı ve kendisinin de tekdir edildiği söylenir. Eser bir mukaddime, bir methal ve iki kısımdan oluş-
maktadır. Yazar mukaddimede eserin yazılış sebebini açıklamakta, dört bölümden oluşan methalde ise hukuk ilminin ve özellikle devletler hukukunun tarif ve taksimi, esasları, kaynakları ve tarihine dair bilgiler verilmektedir. Kitabın birinci kısmı "Hukük-ı Sulh" ana başlığı altında yedi bölümden oluşmaktadır. Burada devletlerin hâkimiyet ve istiklâlleriyle eşitlikleri, mülkî hakları, karşılıklı görevleri, aralarında çıkan anlaşmazlıkların hal şekli, antlaşmalar ve devletler Özel hukuku gibi konular ele alınmaktadır. Osmanlı ülkesinde ecnebi imtiyazları konusu devletler özel hukuku bahsinde geniş şekilde İncelenmektedir. İkinci kısım "Hukük-ı Harb" ana başlığı altında dokuz bölümden meydana gelmektedir. Burada da savaşın sebepleri, ilânı ile hükümleri ve sonuçlan, harbin meşru ve gayri meşru vasıtaları, savaşan taraflar arasındaki ilişkiler, tarafsızlık ve barış antlaşması gibi konular üzerinde durulmaktadır. Eserde bibliyografya bulunmamakta, ancak mukaddimede kitaplarından faydalanılan birkaç Batılı hukukçunun adı zikredilmektedir. 2. Takrir ve lâyihası. Hasan Fehmi Paşa, 26 Cemâzİyelâhİr 1297 (5 Haziran 1880) tarihinde başvekâlet makamına bir takrirle ona ekli "Anadoluca î'mâlât-ı Umûmiyyeye Dâir Lâyiha" adlı bir rapor sundu. Takrirde, bir ülkede yollar ve limanlar yapılmadan arzu edilen ilerlemenin tasavvur bile edilemeyeceği vurgulanmakta ve bayındırlık hizmetlerinin yerine getirilmesi için tedbirler önerilmektedir. Bunların içinde en çok yabancı sermaye üzerinde durulmaktadır. Hasan Fehmi Paşa lâyihasına kısa bir girişle başlamakta ve burada ülkenin ulaşım durumunu özetlemektedir. Dört bölümden oluşan lâyihanın birinci bölümünde şose yolları ele alınmakta ve çeşitli yerleşim bölgeleri arasında yapılacak yollar hakkında bilgi verilmektedir. İkinci bölümde demiryollarından bahsedilmekte, İzmit'ten başlayarak Bağdat'ta son bulacak demiryolunun yapımı maliyetiyle birlikte anlatılmaktadır. Üçüncü bölüm, büyük limanlar ve iskelelerle barınma limanlarına ayrılmıştır. Trabzon'dan Beyrut'a kadar bütün liman ve iskeleler ele alınarak mev-
cut durumları hakkında bilgi verilmekte ve yenilenmeleri halinde maliyetleri hesaplanmaktadır. Dördüncü bölümde ise bataklıkların kurutulması ile elde edilecek araziler üzerinde durulmaktadır. Lâyihanın sonunda yapılacak bütün bu hizmetler için harcanması öngörülen masraflar cetveller halinde gösterilmektedir. Hasan Fehmi Paşa'nın lâyihasını incelemek üzere Nâfia nazırlığı sırasında kendisinin de katıldığı bir komisyon oluşturuldu. Lâyihada belirtilen hususları takdirle karşılayan komisyon bunların uygulanması için Osmanlı anonim şirketleri kurulmasını kararlaştırdı; alınan kararlar bir mazbata ile hükümete bildirildi. Hükümet tarafından da benimsenen bu kararlar 7 Muharrem 1300 (18 Kasım 1882) tarihinde iradesi alınmak üzere padişaha arzedildi ve istimlâk kanununda değişiklik yapılarak Vakit gazetesinde ilân edildi. Ancak bu önemli teşebbüs sonuçsuz kaldı. Hasan Fehmi Paşa'nın takrir ve lâyihası Celâl Dinçer tarafından yayımlanmıştır (bk. bibi.).
BİBLİYOGRAFYA :
Hasan Fehmi Paşa. Telhîs-i Hukük-ı Düvel, İstanbul 1300; a.mlf., "Anadoluca İmalât-ı Umumiyeye Dâir Lâyiha" (nşr. Celâl Dincer), TTK Belgeler, V-V1N/9-12 (1971). s. 153-233; Cevdet Paşa. Tezâtcir 40-Tetimme, Ankara 1967, s. 196, 274; Osmanlı Müellifleri, II, 155; İbnü-lemin. Son Asır Türk Şairleri, s. 457; a.mlf.. Son Sadrazamlar, s. 669, 688, 1073, 1338, 1351, 1400; İbrahim Alaettin [Cövsa]. Meşhur Adamlar, İstanbul 1933-35, II, 479-480; a.mlf.. Türk Meşhurları, s. 134; Mehmet Zeki Pakalın. Son Sadrazamlar ve Başvekiller, İstanbul 1948, bk. İndeks; R. Deveraux, The First Ottoman Constitütional Period, Baltimore 1963, s. 133, 159. 160-163, 164, 169, 182, 199, 204, 206-207,208, 209, 236, 263, 271; Zekeriya Kurşun, Küçük Said Paşa: Siyasî Hayatı, İcraatı ve Fikirleri 1838-1914 (doktora tezi, 1991. MÜ Sos-yai Bilimler Enstitüsü), s. 35, 38-39; "Hasan Fehmi Paşa", TA, XIX, 12-13; R. H. Davison, "Hasan Fehmi", EP (İng). III, 249-250.
İffil Cevdet Küçük
FHASAN HABENNEKE el-MEYDÂNÎ1
(ö. 1978) Suriyeli âlim ve eğitimci.
1327 (1909) yılı dolaylarında Dımaşk'-ta doğdu. Babasının adı Merzûk'tur. Aileden gelen Habenneke lakabı yanında doğup büyüdüğü Meydan mahallesinden dolayı Meydânî nisbesiyle de anılır; daha sonra ailesi de bu nisbe ile tanındı. Hasan Habenneke, ilkokulu bitirdikten sonra Tâ-lib Heykel ve Abdülkâdir el-Eşheb'den
gramer ve fıkıh dersleri aldı. Daha sonra Mahmûd el-Attâr, Emîn Süveyd, Ahmed el-Attâr, Abdülkâdir el-İskenderânî. Saîd Bidlîs, Atâ el-Kesem ve Muhammed Bed-reddin el-Hasenî'den fıkıh ve usûl-i fıkıh, kelâm, mantık, felsefe, gramer, belagat ve edebiyat okudu; öğrenimi sırasında hoca kalfalığı da yaptı. Dımaşk'ın önde gelen âlimlerinden Ali ed-Dakr ile tanıştı ve onun kurmuş olduğu el-Cem'iy-yetü'l-garrâ adlı özel eğitim kuruluşunda görev aldı. Bu cemiyyette çalıştığı süre içinde, aralarında Suriye'deki İslâmî hareketin önderlerinden Abdülkerîm er-Rifâî, ünlü eğitimci Abdurrahman et-Tay-yibî ez-Zu'bî, bilhassa siyer ve tarih alanlarındaki yetişmişliğiyle tanınan Nâyif el-Abbas, Harran bölgesinde ilmiyle şöhret kazanan Abdülazîz Ebû Zeyd. Şâfıî fıkhının üstadı olarak bilinen Ahmed el-Bas-ravî, ünlü hatip Abdürraûf Ebû Tavk, Arap dili ve edebiyatı uzmanı Abdülganî ed-Dakr'ın da bulunduğu birçok ilim adamı yetiştirdi.
el-Cem'iyyetü'l-garrâ'dan ayrıldıktan sonra da aynı yöndeki faaliyetlerini sürdüren Hasan Habenneke, geleneksel ilim-lerdeki dirayeti yanında uyguladığı başarılı öğretim metotları sayesinde ders halkalarını âdeta bir cazibe merkezi haline getirmiş, Suriyeli gençlerin yanında başka ülkelerden gelen gençlere de bir yandan ders verirken bir yandan da onların geçimini sağlamaya çalışmıştır. İçlerinde kardeşi Sâdık Habenneke, daha sonra babasının ders halkalarını devam ettiren ve halen Suudi Arabistan Ümmü'l-Kurâ Üni-versitesi'nde öğretim üyeliği yapan oğlu Abdurrahman Habenneke, Suriye'nin şey-hülkurrâsı Hüseyin Hattâb, üçü de âlim ve eğitimci olan Muhammed el-Ferrâ, Muhammed Hayr el-Ulbî ve Mustafa et-Türkmânî, Dımaşk Üniversitesi Şeriat Fakültesi ile Suudi Arabistan'daki çeşitli fakültelerde uzun yıllar Öğretim üyeliği yapmış olan Mustafa el-Han, öğretim faali-
HASAN HABENNEKE el-MEYDÂNÎ
yetleri yanında Arap Birüğİ'nin çeşitli kademelerinde çalışan Mahmûd el-Mardî-nî, Hüseyin Hattâb'ın vefatından sonra Suriye şeyhüikurrâlığı unvanını alan Muhammed Kerîm Râcih, tanınmış yazar Ramazan el-Bûtî, Suudi Arabistan'da İmam Muhammed b. Suûd Üniversitesi'nde pedagoji öğretim üyeliği yapan Mikdad Yalçın, Hasan Habenneke'nin ders halkalarından yetişmiş simalardan bazılarıdır.
Hasan Habenneke, ayrıca okullar açıp bunları finanse eden hayır cemiyetleri kurmak suretiyle geleneksel ilimlerin yaşatılması ve geliştirilmesi için çalıştı. Erkek Öğrenciler için kurduğu İslâmî İrşad Enstitüsü'nde Arapça ve dinî ilimlerin yanında bazı modern bilimler de öğretilmekteydi. Öğrencilerin bütün masraflarının karşılandığı bu enstitüde 1949 yılından itibaren çok sayıda Türk Öğrenci de okudu. Habenneke kızlar için de aynı mahiyette bir enstitü kurdu; müderrislik ve hatipliğini yürüttüğü Mercek Camii'-ne bağlı olarak İslâmî İrşad Enstitüsü'nü de hizmete soktu.
Habenneke, yoksullara hizmet vermek üzere Hayırlı Faaliyetler Ailesi adıyla bir dernek kurmuş, sağladığı maddî kaynaklar sayesinde bu tür derneklerin sayısını çoğaltmıştır. Ayrıca cami ve mescidler inşa ettirmiş olup bunların sonuncusu Meydan mahallesinin batı kısmındaki Hasan Camii'dir. Bütün bunların yanında onun evi de çeşitli ihtilâfların çözüme bağlandığı bir sosyai kurum işlevi görmekteydi.
Devrinin ilim çevreleriyle de yakın İlişkiler kuran Hasan Habenneke Suriye Âlimler Birliği'nin önce genel sekreterliğini, ardından başkan yardımcılığını yürüttü. Bu birliğin dağılmasından sonra ilim adamları arasındaki ilişkileri şahsî gayretleriyle devam ettirmeye çalıştı. Daha sonra Râbıtatü'l-âlemi'l-İslâmî'ye üye seçildi.
1926'da Suriye halkının Fransız işgaline karşı başlattığı bağımsızlık mücadelesine etkin şekilde katılan Meydânî, Fran-sızlar'ın ülkede uygulamaya kalkıştıkları medenî hukuku reddederek Suriye halkının dinî-millî gerçeklerine uygun yeni bir taslak hazırladı. Fransızlar, sosyal bir direniş hareketinin başlamasından kaygı duyarak bu teşebbüslerinden vazgeçtiler. Habenneke, Baas yönetiminin takip ettiği rejimin İslâmî esaslarla bağdaşmayan bir diktatörlük olduğunu savundu; böylece Suriye yönetimiyle Meydânî ailesi arasında bugüne kadar devam eden bir sürtüşme başladı. Yönetim, 1967Arap-İsrail savaşının patlak vermesi sırasında
Dostları ilə paylaş: |