Belek b. BehrâM



Yüklə 350,55 Kb.
səhifə5/15
tarix09.01.2019
ölçüsü350,55 Kb.
#93697
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15

BELGRADCIK

Bugün Belogradzik adım taşıyan, Kuzeybatı Bulgaristan'da Vidin'e bağlı küçük bir kasaba.

Vidin'in güneybatısında 52 km. me­safede, denizden 520 m. yükseklikte ku­rulmuştur. Kasabanın adı, bugün Yugos­lavya'nın başşehri olan Belgrad'dan, Ma­caristan'daki İstolni Belgrad'dan, Arna­vutluk'taki Arnavut Belgradı'ndan (Berat) ve Erdel'deki (Transilvanya) Erdel Belgra-di'ndan (Alba Julia) ayırt edilmek için Belgradcık şeklinde anılmıştır. Slavca asıl adı olan Belgrad "beyaz kale" anla­mına gelmektedir. Osmanlı hâkimiyeti döneminde (1396-1878), önceleri Vidin sancağına bağlı küçük bir kale iken XVIII. yüzyılda gelişerek bir kasaba özelliğini kazanmıştır. XIX. yüzyılda kaza merke­zi olmadan önce bir nahiye durumun­daydı.

Belgradcık. tıpkı Anadolu'da Kapadok-ya bölgesini andıran ve Avrupa'da pek görülmeyen çok güzel ve alışılmadık bir coğrafî mevkide kurulmuştur. Kalenin bir Roma yapısı olduğu zannedilmekte­dir. XIII ve XIV. yüzyıllarda bu kale Bul­gar Vidin Prensliği'nin küçük bir istih­kâmı durumundaydı. I. Murad zamanın­dan beri Osmanlılar'ın bir vassâl*i olan prenslik, 1396'da Niğbolu Zaferi'nden sonra tamamıyla Osmanlı hâkimiyetine girince Belgradcık da ele geçirilmiş ol­du. Fâtih Sultan Mehmed zamanında böl­gedeki Osmanlı askerî gücünün yarısı­nı, vaktiyle Osmanlı askerî sistemi içi­ne alınmış olan yerli hıristiyan kuvvetler oluşturuyordu. Belgradcık'tan ilk olarak bahseden 1455 tarihli Tahrir Defteri'ne göre burada otuz altı hıristiyan hâne ve kalede küçük bir Türk garnizonu ile bir de cami bulunuyordu. 1466'da ise hıristiyan hâne sayısı kırk dört olarak gös­terilmişti.36 1528'-de garnizonda, içlerinde bir imam ve bir dizdarın da bulunduğu on altı muhafız görev yapıyordu37, 1586 tarihli deftere göre ise kalede yirmi ye­di muhafız ve bunlara mensup dokuz kişi bulunuyor, ayrıca ziraatla uğraşan kırk kadar 7 hâne, 5 mücerredi müslüman nüfus yaşıyordu.38

Belgradcık XVII. yüzyılda bir Türk müslüman yerleşme merkezi olarak kalenin dışına doğru gelişme gösterdi, XVIII. yüz­yılda da küçük bir kasaba haline geldi. 1170'te (1756-57) Hacı Hüseyin Ağa bu yerleşmede rol oynayan camiyi yeniden inşa ettirdi. 1975'te hâlâ ayakta kalabi­len bu cami, ağaç kaplama dikdörtgen şeklindeki yapısı, mahallî Bulgar uygu­lamaları ve eski Türk geleneğinin karışı­mı olan ağaç oyma tavanı ile dikkati çek­mekteydi. Kasabada Özellikle XIX. yüz­yılda Bulgar etkisi önem kazanmaya baş­ladı. 1821'de burada bir okul, 1840'ta ise bir genel okuma salonu (Uciliste) açıl­dı. II. Mahmud döneminde Sırbistan'ın bağımsızlığına kavuştuğu ve yeni Osman­lı-Sırbistan sınırının Belgradcık'ın 15 km. batısından geçecek şekilde yeniden tes-bit edildiği sırada eski kale artan stratejik önemi sebebiyle yeniden inşa edi­lip genişletildi. Padişahın ve Vidin mü­şiri Hüseyin Paşa'nın bu inşaattaki so­rumluluklarını ve gayretlerini öven iki ki­tabe, buranın tamamlanış tarihini 1254 (1838-39) olarak gösterir. 1841 ve 1850'-de bu yeni kale, Tanzimat'ın uygulanışı­na karşı çıkan 12.000 kişilik Bulgar köy­lü grubunun çıkardığı isyan (Belgradcık İsyanı) sebebiyle şiddetli bir mücadeleye sahne oldu; bunlar kaleye hücum etti­lerse de başarısızlığa uğradılar.

Kırım Harbi'nden sonra Osmanlı hükü­meti hem Sırbistan'a göç eden Buigar-lar'dan boşalan yerlerin insan gücü açı­ğını kapatmak için, hem de stratejik-as-kerî önemi dolayısıyla Belgradcık bölge­sine kalabalık bir Çerkez grubu yerleş­tirdi. Bunlar Nusretiye, Osmaniye, Tev-fikiye adlarıyla yeniden kurulan üç köy­de iskân edildiler; toplam nüfusları ise hemen hemen 2000 dolayındaydı. Bir sı­nır bölgesi olan Belgradcık'ın nüfus ya­pısı hakkında ayrıntılı bilgiler veren Tu­na Vilâyeti Salnâmesi'ne göre, sınır bölgesi olmadan önce daha geniş bir sa­hayı kaplayan, ancak daha sonra sınır­lan daralan Belgradcık kazasında otuz sekiz kadar köy vardı. Bunlardan sade­ce Çerkezler'in yerleşmiş oldukları üç köy müslüman köyleri olup ayrıca iki kü­çük muhacir grubu da diğer köylerde yerleştirilmişlerdi. Belgradcık kasabası ise üçte ikisi müslüman olan yaklaşık 2600 kişilik bir nüfus ve 300 eve sahip­ti. Bütün kazada 14.400 hıristiyan ile 3700 müslüman nüfus bulunuyordu. Bü­yük sosyal karışıklıklar sebebiyle iki ce­maat arasındaki münasebetler giderek gerginlik kazandı. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Belgradcık Kalesi Ruslar tarafından kuşatılarak bombar­dıman edildiyse de 25 Şubat 1878 Edir­ne Antlaşması'ndan hemen sonra zaptedilebildi. Türk nüfusun hemen hemen tamamı, savaşlar veya onu takip eden göçler sırasında Anadolu'ya gitti. Geri­de çok az sayıda Türk nüfus kaldı. Nite­kim 1975'te burada az sayıda Türk aile­nin yaşadığı tesbit edilmişti. Türk hal­kın göç etmesiyle kasabanın nüfusu ol­dukça azaldı. 1880'de yapılan Bulgar sa­yımına göre burada sadece 1100 kişi ya­şıyordu.

Bugün Belgradcık'ın nüfusu 7000'e ulaşmış olup bir turizm merkezi haline getirilerek buraya modern bir kasaba hüviyeti kazandırılmıştır. Eski Osmanlı kalesi restore edilmiş ve müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kale, Bulga­ristan'da diğer benzerleri arasında en iyi korunan ve bakımı yapılanını teşkil etmektedir.

Bibliyografya:

BA. 7D. nr. 370; TK, TD, nr. 57; BA, MAD, nr. 18; İstanbul Atatürk Ktp., Muallim Cevdet, TD, nr. O.90; F. Kanitz, Donan-Bulgarien und der Balkan, Leipzig 1880, II, 260-266; C. Jire-cek. Das Fürst-enthum Bulgarien, Prag-Wien-Leipzig 1892, s. 414-415; K. Panov. Belograd-ziskolo VâsLanie, Belogradzik 1937; Halil İnal­cık. Tanzimat ue Bulgar Meselesi, Ankara 1943; a.mlf.. "Application ol the Tanzimat and its Social Effects", Ar.OtL, V (1973), s. 97-128; Dusanka Bojanîc, "Fragment Zbirnog Popisa Vidinskog Sandjaka iz 1466 godine", Meso-uita (Misceianea) Istoriski institut Beograd, Beograd 1973, s. 5-77; V. Stojancevic. "Prince Milos and thc Belogradzik Revolt", Istoriski Casopis, III, Belgrad 1952, s. 129-145; Entsik-lopedija Bâlgarija, Sofia 1978, I, 251 -254.



BELH

Afganistan'ın kuzeyinde bir şehir ve eyalet.

Belh şehri Amuderya'nın güneyindeki Dehâs ırmağı üzerinde ve Kûhibâbâ da­ğının eteğinde kurulmuştur. Adını eski Farsça'da (Persçe) Bâhtriş, Avesta'da Bâh-di (Bahdrî) ve Grekçe'de Baktra şeklinde geçen Baktres'ten (muhtemelen Dehâs ırmağının eski adı] alır.

Şehrin kuruluşu ile ilgili birçok riva­yet vardır. Bunlardan bazılarına göre bu şehri İran yaratılış efsanelerinde geçen Keyûmers yaptırmaya başlamış, efsane­vî hükümdarların üçüncüsü olan Tahmû-ras tamamlatmıştır. Bir rivayete göre de Belh yine efsanevî hükümdarlardan olan Minûçihr b. İrec tarafından yaptırılmış­tır. Belh'in bir süre Turan Hükümdarı Efrâsiyâb'ın başşehri olduğu da rivayet edilir. Milâttan Önce 329'a kadar Pers-ler'in (Ahamenîler) Bahtriş satraplığının merkezi olan Belh bu tarihte İskender'in eline geçti. İskender'in ölümünden son­ra Selevkos Krallığı sınırları içinde kaldı; daha sonra Baktriana Krallığı'nın ve Ku­sanlar ile Eftalitler'in (Ak Hunlar) başşeh­ri oldu. Sâsânîler döneminde (226-651) burada Horasan merzübânlarından bi­ri kalırdı. İslâm fethinden bir süre önce Nevbahâr adlı mabedi ile Budistler'in zi­ya retgâhlanndan biri olduğu gibi Zer-düştîler için de büyük önem taşıyordu.



Belh'in İslâm egemenliğine hangi ta­rihte girdiği kesin olarak belli değildir. Bazı kaynaklara göre, Hz. Osman döne­minde Basra Valisi Abdullah b. Âmir b. Küreyz'in kumandanlarından Ahnef b. Kays 32 (653) yılında Belh'e bir sefer dü­zenlemiş ve halk 700.000 dirhem haraç ödemeyi kabul etmiştir39, Ancak şehir ve bölgenin Arap egemenli­ğine tam olarak girişi Muâviye dönemi­ne rastlar. Belh 42 (662-63) veya 43'te (664) Kays b. Heysem veya Abdurrahman b. Semüre tarafından fethedildi, bu se­ferler sırasında Nevbahâr adlı ünlü mâ-bed yıkıldı40. 671'de Rebf b. Ziyâd adlı Emevî kumandanı bir ayak­lanmayı bastırmak üzere Belh'e geldi. 709'da Vali Kuteybe b. Müslim'e karşı ayaklanan Eftalit Prensi Tarhan Nîzek Beih'i aldıysa da daha sonra Kuteybe'-nin gönderdiği kuvvetlere yenildi. Halkın sık sık ayaklanması şehrin harabe hali­ne gelmesine sebep oidu. Bunun üzeri­ne Araplar Beih'i bırakıp oraya 2 fersah (yaklaşık 12 km.) mesafede bulunan Be-rûkân adlı bir yeri ordugâh haline geti­rerek buraya yerleştiler; böylece Belh 725'e kadar harabe halinde kaldı. Bu ta­rihte Esed b. Abdullah el-Kasrı şehri ye­niden inşa ederek ordugâhı buraya ta­şıdı ve yönetimini de sonradan Abbasî veziri olan Hâüd'in babası Bermek'e ver­di. 735'te yeniden Horasan valiliğine ta­yin edilen Esed, bu tarihe kadar Hora­san'ın başşehri olan Merv'in yerine Beih'i merkez yaptı ve gelişmesini sağladı. Esed ölünce (738) onun yerine gelen Nasr b. Seyyar el-Kinânî Beih'i daha çok askerî maksatlarla imar etti ve bu amaçla yap­tırdığı Hinduvan Kalesi içine 10.000 kişi­lik bir kuvvet yerleştirdi. Ancak Belh'in diğer bölgelere uzaklığını ileri sürerek yine Merv'i Horasan'ın başşehri yaptı.

Abbâsîler'in ilk dönemlerinde adı pek geçmeyen Beih'i Hârûnürreşîd dönemin­de (786-809) kumandan Ali b. Mâhân, âsi Râfi' b. Leys b. Nasr'a karşı üs olarak kullandı. Sonraları Abbâsîler'den bağım­sız olarak Horasan'da hüküm süren Tâhi-rîler'in eline geçen şehir bu dönemde Bâ-nîcûrî emîrlerinin idaresinde kaldı. Bun­lardan Dâvûd b. Abbas el-Bânîcûrî ba­basının yerine buranın valisi oldu (847). Ancak 870'te (veya 871) Ya'küb b. Leys tarafından şehirden çıkarıldı. Semerkanf-ta Sâmânîler'e sığınan Dâvûd bir süre sonra Belh'e dönebildi ve burada öldü. Ölümünden sonra Belh'in yönetimi akra­balarından Ebü Dâvûd Muhammed b. Ah-med'e kaldı (874]. Saffâriler'den Amr b. Leys bu bölgeyi egemenliği altına alma­sına rağmen Belh'in Ebû Davud'un elin­de kaldığı anlaşılmaktadır. Amr b. Leys'in Belh civarında Sâmânîler'e esir düşmesi üzerine burası da onların eline geçti (900). Şehir Sâmânîler'in son dönemlerinde bü­yük bir gelişme gösterip ticaret ve yük­sek kültürü ile diğer şehirlerden ayrıl­dı. Arap coğrafyacılar bu dönemlerdeki Belh'in güzelliğini ve ihtişamını anlata anlata bitiremezler ve ona "beldelerin anası" anlamına gelen "ümmü'l-bilâd" lakabı ile görkemli, muhteşem anlamı­na gelen "behiyye"41 sı­fatını verirler. Sâmânîler'in bu dönem­lerinde buraya vali olarak tayin ettikle­ri Faik Hassa, Alp Tegin ve Sebük Te-gin hemen hemen bağımsız idiler. Sâmâ-nî topraklan Gazneli Mahmud'la Kara-hanlılar arasında bölüşülünce Belh Mahmud'un payına düştü. Ancak Karahanlı-lar'dan İlig Han Nasr, Çağrı Tegin adlı kumandanını Belh'in zaptına memur et­ti. Çağrı Tegin şehri aldı ve bizzat Gaz­neli Mahmud tarafından yaptırılan Bâ-zâr-ı Âşıkân'ı yıktırdı. Bunu Hindistan'da haber alan Mahmud geri dönüp Çağn'yı uzaklaştırdı; ancak bundan sonra Belh Gazneliler'le Selçuklular arasında devam­lı bir mücadele alanı haline geldi. Dan-danakan Savaşı (10401 sonunda geçici bir süre için Selçuklular'ın elinde kaldı; sü­rekli Selçuklu egemenliğine ise Gazneli-ler'den Mevdûd döneminde girdi (1043). Alparslan burasını Kuzey Afganistan'ın zaptı için bir hareket üssü haline getir­di. Alparslan'ın hükümdarlığı sırasında (1063-1072) oğlu Ayaz Belh'e vali oldu (1072). Çok geçmeden Ayaz'ın yerini Me-likşah'ın diğer kardeşi Tekiş aldı. Burada ayaklanmalar eksik olmuyordu. Nitekim Berkyaruk, hükümdarlık iddiasında bu­lunan ve emîr-i emîrân denilen Muham-med b. Süleyman b. Çağrı Bey'in ayak­lanmasını bastırmak üzere Belh'e geldi ve burada yedi ay kaldı. Sultan Sencer döneminde (III8-1I57) İmâdeddin Ka-maç adında bir valinin yönettiği Belh par­laklığını korudu. 1152'de Gurlular'dan Alâeddin Hüseyin Belh'i aldı. Ancak ikin­ci yıl Oğuzlar, Kamaç'a önerdikleri anlaş­ma kabul edilmeyince şehre girip yağ­maladılar ve Sencer'in yeğeni Karahanlı Mahmud Han'a itaatlerini arzederek bu­rada kaldılar. Arkasından şehrin egemen­liği Karanıtaylar'a geçti ve Gurlular'dan Bahâeddin Sam b. Muhammed, Karahı-taylar'a bağlı Türk valisi ölünce burayı işgal etti (1198) ve Gurlu Devleti toprak­larına kattı. Daha sonra Belh'i Gurlular'ın düşmanı Hârizmşah Alâeddin aldı 11205) ve vali olarak Türk kumandanı Çağn'yı (veya Cafer) tayin etti. 1221 'de Cengiz Han'ın yönettiği bir ordu tarafından yer­le bir edilip halkı kılıçtan geçirildi ve yak­laşık 100 yıl harabe halinde kaldı. İbn Battûta şehrin VII. (xıil.) yüzyıl başların­daki harabe halini tasvir eder. Cengiz Han'ın ölümünden sonra Belh Çağatay Hanlığı emirlerinin payına düştü ve Ti-murlular dönemine kadar onların yöne­timinde kaldı; bu dönem Belh'in en par­lak devirlerinden birini oluşturur. Şehri 1S06'da Özbekier'den Şeybânî Han, üç yıl sonra da Safevî Hükümdarı Şah İs­mail zaptetti. Sah İsmail'in Çaldiran'da Osmanlılar'a yenilmesi üzerine (1514) tek­rar Özbekler'e geçti. 1751'de Afgan Şa­hı Ahmed Dürrânî Belh'i kendi egemen­lik alanı içine aldı. 1826'da Buhara Emî-ri Özbek Han'ın işgaline uğrayan şehir 1841'de Afganlılar tarafından tekrar ele geçirildi ve bundan böyle sürekli olarak onların elinde kaldı. Ancak Hz. Ali'ye at­fedilen bir mezarın üzerine büyük bir türbe yapıldıktan sonra XX. yüzyılın baş­larından itibaren bu türbenin etrafın­da Mezânşerif isimli bir şehir oluşmaya başladı42 ve nüfusu gittikçe azalan Belh eski ro­lünü kendi aleyhine gelişmekte olan bu yeni şehre bıraktı. Bugün küçük bir ka­saba izlenimini veren Belh'in nüfusunu Özbeklerle Türkmenler ve Tacikler oluş­turmaktadır.

1964'te kurulan Belh eyaletinin yüzöl­çümü 11.833 kms, nüfusu da 600.000'dir (1982 tak). Eyalet merkezi Mezarı şerif, belli başlı yerleşim merkezleri ise Belh, Devletâbâd ve Şolgere'dir.

Belh'te hemen hemen bütün binala­rın kerpiçten yapılmış olması sebebiyle anıt niteliği taşıyan yapılar günümüze yok denecek kadar az gelmiştir. Eski­den görkemli bir şehir olduğu anlaşılan Belh'in harabeleri geniş bir alana yayıl­mış durumdadır. Şehrin yüksekliği ve uzunluğu iie dikkati çeken surları eski dönemlere ait en önemli kalıntılardır. Bunun dışında, XVI. yüzyıl sonunda Öz­bek Han Abdülmü'min döneminde yapıl­mış Timurlu mimarisi üslûbundaki Mes-cid-i Sebz ve onun karşısında yer alan meşhur sûfîlerden Hâce Muhammed Pârsâ'nın (ö. 822/1420) türbesi, XVII. yüzyılda Seyyid Sübhan Kulı Han tara­fından yaptırılan medrese ve surun iç tarafında kuzeydoğuda harabeleri kal­mış olan Timurlu dönemi anıtlarından Hâce Ukkâşe Türbesi şehrin zikre değer eserlerini teşkil etmektedir.

Belh'in İslâm kültür ve medeniyet ta­rihinde çok önemli bir yeri vardır. Bir ri­vayete göre kâğıt ilk defa Belh'te imal edilmiş ve İslâmî dönemde Abbasî Vezi­ri Ca'fer b. Yahya el-Bermekfnin gayre­tiyle Bağdat'ta da kâğıt yapımına başlan­mıştır. Belh'te hadis, tefsir, fıkıh, felse­fe, tıp ve coğrafya alanında yetişen âlim­ler daha sonra Bağdat ve Dımaşk başta olmak üzere çeşitli şehirlere dağılarak İslâm kültür ve medeniyetinin gelişmesi­ne katkıda bulunmuşlardır. Bundan do­layı şehir "Kubbetü'l-İslâm" ve "Dârü'l-fıkh" adıyla anılmıştır. İslâm tarihinde adını duyurmuş Belhli birçok âlim ara­sında tabiînden Dahhâk b. Müzâhim (ö. 105/723), Mukâtil b. Hayyân (ö. 135/ 752), Atâ b. Meysere (ö. 135/752), Mu-kati! b. Süleyman (ö. 150/767), meşhur sûfı İbrahim b. Edhem (ö. 166/783], Ebû Hanîfe'nin talebelerinden kadı Ebû Mu-tr el-Belhî(ö. 197/812), SûfTŞakîk-S Bel-hî (ö. 194/810), muhaddis Abdullah b. Muhammed el-Belhî (ö. 295/908), Sûfî Muhammed b. Fazl el-Belhî (ö. 319/931), Mu'tezilî kelâmcı Ebü'l-Kâsım el-Belhî el-Kâ'bî (ö. 319/931), tanınmış coğrafyacı ve astronom Ebû Zeyd el-Belhî (o. 322/934), Mevlânâ'nın babası Sultânül-ulemâ Bahâeddin Veled (ö. 628/1231) sayılabilir.

Belh'in ilim ve medeniyet tarihindeki seçkin yeri ve önemi birçok müellifi bu konuda eser yazmaya sevketmiştir. Bü­yük bir bölümü günümüze gelmeyen bu eserlerden bazıları şöyle sıralanabilir: Muhammed b. Ukayi ei-Belhî (ö. 316/ 928), Târihti Belh; Ebû Zeyd el-Belhî. Fezâ'ilü Belh; Şeyhülislâm İbrahim b. Ahmed (ö. 376/986), el-Mu'cemü'l-ke­bîr îî cülemâ'i Belh; Şeyhülislâm Yû­nus b. Tâhir (o. 411/1020), el-Behce-, Ebû Halef Muhammed b. Abdülmelik et-Taberî (ö. 470/1077-78), Süîvetü'ş-şâbirin; Nâsırüddin Muhammed b. Yû­suf es-Semerkandî(ö. 556/1161), Târîhu Belh.43

Bibliyografya:

Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 592, 594; İbnü'l-Fakfh, Kitâbü'i-Büidân, s. 322 vd.; Ya'kübî. Kî-tâbü'l-Büldân, s. 287; İbn Hurdâzbih, e/-Me-sâlik ue'l-memâlik, s. 13, 32 vd.. 116, 120; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb (Meynard), IV, 47 vd,; İstahrî. Mes&lik, s. 278, 286; Sem'ânî, Ensâb, II, 283; Ebû Bekir Abdullah b. Ömer el-Belhî, Fezâ'il-i Belh44, Tahran 1350 hş.; Yâkût. Mu'cemü't-baldân, I, 713 vd.; IV, 817 vd.; İbn Battûta, Seyahatname, I, 80, 415, 423, 432-434; il, 19; Hudûdül-'âtem (Mnorsky). s. 108; Ebû Bekir Vaiz. Fezâ'il-i Belh (trc. Abdullah Muhammed Hüseynî Belhî, nşr. A. Habîbî), Tahran 1351 hş./1972; Keşfü'z-zunûn, I, 289; A. J. Toynbee, Betiüeen Oxus and Jumna, London 1961, s. 92-97; J. Wellhausen. Arap Deuletİ ue Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Anka­ra 1963, s. 118, 160, 202, 205, 216, 221-225, 254; IstamicAsia (ed. E. Fodor - W. Curtis), The Hague 1974, s. 444-446; Muhammed Mah­rûs Abdüllatîf el-Müderris, Meşâyihu Belh mi-ne'i-Hane.fiyye ue mâ inferedû blhî mine'l-me-sâ'iİi'l'Ukhiyye, MI, Bağdad 1977-79; A. Murı-tarov, Pozdnesredneuekooyi Balkh, Duşenbe 1980; Barthold. Türkistan, bk. İndeks; a.mİf.. Istoriko-geograficheskü obzor Irana, Sochine-niya VII, Moskva 1971, s. 41-44, 47-49; a. e.: Historical Geographical Suruey of Iran (trc. S. Soucek), Princeton 1983, s. 25-26; B. A. Ahme-dov, Istoriya Balkha, Taşkent 1982; R Schwarz, "Bemerkungen zu den arabischen Nachrich-ten über Balkh", Oriental Studies in Honour ofCursetji Erachji Paury, London 1933, s. 434-443; P. E. Caspani. "Le Nau Bahar de Balkh", Afganistan, Kabil 1947, s. 45-50; L. Golombek, "Abbasid Mosque at Balkh", OAn\, XXV (1969], s. 173-189; M. Le Berre - D. Schlumberger, "Observatİons sur les remparts de Bactres", MDAFA, XIX (1964), s. 61-105; Bernd Radtke, "Theologen und Mystiker in Hurâsân und Transoxanien", ZDMG, CXXXV1/3"(1986], s. 536 vd.; R. Hartmann, "Belh", İA, II, 485-487; R N. Frye, "Balkh", El2 [Fr.)P I, 1031-1032; X. de Planhol v.dğr., "Balk", Elr., III, 587-596; DMF, I, 439-440.




Yüklə 350,55 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin