Oturulan evlerin alt katında hayvanların barınağı olan ahır, yemlerinin bu- lunduğu merek(Samanlık), yiyecek kışlık öteberilerin saklandığı yer hızna ve de basit bir hela. Üst katta ise oturma odası, yatak odası, mutfak ve basit bir hamam bulunur. Kışın soğuk günlerde herkes bir odaya doluşur. Başka türlü soğuktan korunmak mümkün değildir. Saygıdeğer büyüğümüz Servet Özbey, 1940 lı yıl-lardaki Doğanşehir’i şöyle anlatıyor:
O zamanlarda; insanlarımızın oturduğu evler, ya tek katlı ya da iki katlı ker- piçten yapılma, üstleri düz dam şeklinde idi. Evlerin bir bölümü hayvanlara tah-sis edilirdi, ahır ve samanlık şeklinde. Diğer bölümü ise insanların faydalandığı oturma ve yatak odalarından ibaretti. Üzeri çinko ile kaplı 4 adet bina vardı. Bu binalar T.C.D.D yollarının yapımına başlandığı 1929-1931 yılları arasında şan-tiye şeklinde kullanılan ve içerisinde çalışanlarının barındığı büyükçe binalardı. Bunlardan son zamanlara kadar varlığını sürdürebilen Zaptiye Memet Durak’ın iki katlı binası, diğeri ise, aşağı mahalle çay köprüsünün hemen bitişiğinde, şim-diki Memet Köse’ye ait olan evin yerinde bulunuyordu ki bu ev önceleri bize aitti. Bir zamanlar babam Belediye Başkanlık görevini ifa ederken biz oturuyor idik. O zamanlar bazı devlet kurumları burada görev yaptı. Bir zamanlar da dük-kan olarak kullanıldı.
İlçe içerisinde 4 ana yol ya da cadde vardı. Bu yollar çok daha önceden var olan kale kapıları doğrultusunda uzanıyor, biri doğu cihetinde Malatya kapısı; Recep Haci Çesmesi ile karşısındaki yıkık kale surları arası ki, burada son za-manlara kadar zabıta Mahmut Şen’in evi bulunuyordu. Bir kapı kuzey cihe- tinde Polat Kapısı ; Fahri Şahinle Ahmet Kutlu’nun evleri arası-Diğer bir kapı güney cihetinde Sağlık Ocağı(Besnililerin evi ) ile Cemal Erdem’e ait bina arası ki, buna da Sürgü Kapısı deniyor. Diğer kapı da Günedoğru’ya doğru açılan batı cihetindeki kapı. Esat Doğan’a ait bina ile Tarım Kredi Kooperatif binasının hemen altındaki büyük bina arası idi.
İlçede o zamanlar mahdut sayıda bakkal, kasap, fırın, ayakkabı tamircisi ki, bunların adeti biraz fazla idi. Zira iyi iş yapıyorlardı. Kimsenin yeni ayakkabı almaya gücü yetmediğinden, eskilerini tamir ettirmek suretiyle idare etmeye ça-lışırlardı.Yeni ayakkabı giyebilenler şanslı olarak kabul görürdü. Bir iki tane de terzi dükkanı bulunurdu. Buralarda da aynen ayakkabı tamir dükkanların da olduğu gibi, yeni elbise dikmekten ziyade, eski elbiseler tamir edilirdi.
Topraktepe, Altıtop, Altınharap köyü ve civaraları, çok çok eskiden Besni Beylerinin mülkü idi. Buralara bu yüzden dokunulamamış, diğer kısımlardaki araziler bizim muhacirlere tahsis edilmiş. Zamanla Besni Beylerine ait olan yer-ler, sahiplerinden satın alınmak suretiyle, Besni ile ilgili eskiye dair bağlar tama-men kopmuştur. Bahse konu olan yerler, öncelikle bir şekilde Sürgü’lü Haydar Ağa’ya, bilahare satın alınma marifetiyle muhacir kesime geçmiştir.
Bizim muhacirler burada, yöre insanlarının ilk defa tanışmış oldukları Kara- saban, Kağnı,Tırpan,Tırmık,Yaba, Çatan gibi zirai aletleri kullanırlardı. Buğday, mısır(lazut), Patates(Kartol), nohut, mercimek, bunların dışında çeşitli sebzeler ekilmek suretiyle ihtiyaçları karşılanırdı. Senelik 18 lira olan vergiden muaf ola-bilmek için 5 çocuk sahibi olmak gerekli idi. Paraya çevrilebilen tek ürün tütün idi. O da çok zor şartlar altında Malatya’ya götürülür, elde edilen 5-10 lira ile kendilerinde bulunmayıp, ihtiyaç duyulan şeker, gaz yağı ve sabun gibi ihtiyaç malzemeleri alınırdı.
O yıllarda, surların büyük bir bölümü ayakta idi ve kapılar daha geniş ve daha yüksek oluşu ile daha belirgin bir halde idi. Surların dışında yerleşim alanına rastlamak mümkün değildi. Ancak sonradan kamu yararına yapılan bazı yapılar mevcuttu. Bunlardan biri sağlık ocağının yerinde bulunan üstü çatılı tek katlı kerpiç bir bina, ilk okul olarak görev yapıyordu. Dört odası bulunan bu binanın bir odasında 1.sınıflar, bir odasında 2 ve 3.sınıflar, bir oda sında 4 ve 5.sınıflar ve diğer odası da öğretmenler odası olarak hizmet görüyordu. Birinci sınıfları eğitmen İshak Şahin, ikinci ve üçüncü sınıfları Ekrem öğretmen, 4 ve 5. Sınıfları da Şerafettin öğretmen okutuyordu. Bilahare Mustafa Yücel(Baş öğret- men) atanınca, eğitmen İshak Şahin’in görevine son verildi. 1947 yılından sonra ilkokul yeni binasına(Şimdiki Atatürk İlkokulu) taşındı. Eski bina bir süre sağlık ocağı olarak hizmet verdi.
Mahalli imkanlarla bir santral binası(şimdilerde kullanılmayan hamam ka-lıntısının olduğu yer) kurularak elektrikten istifade yoluna gidildi. Daha sonra devlet eliyle bir santral binası yapılarak, uzun süre pek randıman vermese de, ilçenin elektrik ihtiyacı karşılandı.
Yakınlarında daha büyük kasabalar olmasına rağmen, Doğanşehir’in ilçe ya-pılmasını; demiryolu bağlantısının olması ki, o zamanlarda doğru düzgün yol da yoktu, vesait de yoktu. ( Bu konu ile ilgili şöyle bir bilgi dillendirilmektedir. Daha önceleri tren yolunun, bu günkü gibi Doğanşehir toprakları içinden değil de Polatdere sapağından itibaren Polat Kasabası içinden geçirilmesi gündemde-dir. Ancak Polat Kasabası halkı, topraklarının bir kısmının ellerinden alınacağı ve hayvanlarının tren altında kalıp telef olacağı endişesi ile şiddetle karşı dur-muş, bunun neticesi olarak da tren yolu güzergahı değiştirilerek Doğanşehir toprakları içinden geçirilmiştir) … Bir diğer önemli husus, Esat Doğan gibi bir değere sahip olunmasına bağlamak gerek. Bu duruma Sürgü ve Polatlıların ön-celeri tepki gösterdikleri, bundan dolayı da, muhacirlerden pek hoşlanmadıkları belirgin bir şekilde gözlenmiştir. Ancak daha sonraları hem Esat Doğan’ın yak-laşımından etkilenmişler ve Doğanşehir’in ilçeliğini benimsemiş ve onaylamış-lardır. İlçe yapıldığında ilk Belediye başkanı Esat Doğan, muhasebecisi babam Fahri Özbey, zabıta memuru ise Hakkı Sevimdi”…
Artık taşlar yerine oturmaya başlamıştır. Herkesin başını sokabileceği iyi-kötü bir meskeni vardır artık. Dostluklar ve akrabalıklar, yapılan düğün-dernek- lerle perçinlenmekte ve genişlenmektedir. Bu arada, buraya kadar gelip, hayatın- dan memnun olmayan insanlar da yok değildir. Bu kadar zahmetlere katlanıp ta buralara kadar gelmiş olmalarına rağmen, gerisin geri dönmek niyetindedirler. Memleket özlemini üzerlerinden atamamışlardır. Orada her şeyleri varken, bura-da her şeyden mahrum kalmayı kabul edememektedirler. Ne olursa olsun, bunca uzaklığa rağmen memlekete geri dönmek dayanılmaz bir istek halindedir. Üste-lik sonradan yapılan “Berlin Antlaşması”ile kaybedilen topraklardan bir kısmı, tekrardan Osmanlıya iade edilmiştir. Bu durum bazı muhacirlerin memlekete dönmelerine etken olmuş olabilir. Buradaki yaşamdan memnun olmayan bir çok aile de yurdun değişik yörelerine göç edip gitmişlerdir …
VİRANŞEHİRDE TARIM ALANLARI ve TARIMCILIK
Başlangıçta az bir nüfustan oluşan küçük bir köy görünümünde olan ve ci-var yerleşim yerlerindeki insanlarca hoşgörü ile karşılanan muhacir köy Viran- şehir’in, zaman içinde büyüyüp genişlemesi, civar köy insanlarını endişelen- dirmiştir. Zamanla daha da genişleyerek, aslında hazineye ait civardaki arazi- lerin muhacirlerce sahiplenileceği korku ve endişesiyle, muhacirleri korkutma, sindirme adına bazı şiddet içeren tacizlere başvurulmaya başlanmıştır. Geceleri silahlı baskınlar düzenlenerek, muhacirlerin yıldırılıp ya buraları terk etmeleri, ya da en azından daha fazla genişlemelerinin önünün alınması amaçlanmıştır.
Muhacirlerin bunca zorluklara katlanarak, gelip yerleşip, rahat bir nefes ala- bildikleri bu yeri terk etmeleri mümkün değildi. Gidebilecekleri kadar gitmiş- ler, gelebilecekleri kadar gelmişlerdir. Göç sırasında yollarda çektikleri sıkıntılar artık bitsin, sorunsuz bir yaşam sürülsün istenmektedir. Bunun için de mücadele etmekten başka çıkar yolları yokturdu. Taciz saldırılarına karşı geceleri silahlı nöbetler tutulmaya başlanmıştır. Tacizlerin devam etmesi üzerine, önceleri Sa-dık Ağa ve kardeşleri, bilahare Molla Refet ve daha birçok ehli kâmil insanların araya girmesi ve daha sonra da başta Esat Doğan olmak üzere, Süleyman Özbey(Servet Özbey’in dedesi) ve diğer ehl-i kâmil insanlar bir araya gelerek, bu duruma bir çözüm bulmaya çalışmışlardır. Neticede; çevrede itibarlı ve söz sahibi kişileri (Polatlı Abdullah Kurukafa, Sürgülü Gölbağılı Maden Ağa) rica ve minnetle devreye sokularak, sorunlar bir ölçüde çözülmüştür. Muhacir kesim-den Zihni Durdu, bu konu ile ilgili olarak şunları anlatmaktadır: “ Esat Bey, bu konu ile ilgili olarak, Polat Kasabasının ve de civar yörelerde itibarı yüksek kişisi Abdullah Kurukafa ile temasa geçer. O da: “Tamam ben üzerime düşen görevi yapar, insanları etkilerim. Ancak, eşkıyaya söz geçiremem. O ve onun gibiler ancak maddiyatla susturulabilir. Aralarınızda bir şeyler toplayıp, onları razı edin.” demesi üzerine, bizimkiler 60 altın denkleştirerek eşkiyaya ulaştı-rırlar. Böylece taciz olaylarının önü alınmış olur. Kız alıp vermeler ve kirvece-liklerle ilişkiler iyi bir noktaya taşınır. Polatlı Abdullah Kurukafa’nın etkin-liğinden daha fazla istifade etmek adına, Esat Doğan’ın, oğlu Yaşar Doğan’a, kızı Kudret’i aldığı rivayet edilir. Bu anlaşmazlıklarla ilgili olarak, Viranşehir’e Malatya’dan gelen bir üst düzey yetkili, muhacir ve civar yerleşim yerlerinden, yaşlı ve söz sahibi kişileri toplayıp, göz kararı ile bir sınır çizmiş, bu sınır içinde kalan arazilerin bundan böyle muhacir kesime ait olacağını, bundan sonra da muhacirlerin, bu sınırın dışına çıkamayacağını, civardaki insanların da bu alana herhangi bir tecavüzde bulunamayacağını, ihlal edenlerin çok ağır bir şekilde cezalandırılacaklarını kesin bir dille ifade ederek Malatya’ya dönmüştür.
Gerek insanlar arasındaki yakınlaşma ve hoşgörü ortamı, gerekse Malatya’ dan gelen yetkilinin talimatları sonucunda, her şey bir düzen içerisinde, sorunsuz bir şekilde devam etmiştir. Bu taksimatın nasıl yapıldığını irdeliyelim. Önce sınırı kabaca bir çizelim. Kudolar( Kırık Köprü mevki i)da Sürgü Çayına dökü-len Tatari Deresi boyunca, yukarı doğru çıkıyoruz. Adana Karayolunu da biraz geçip (Halep Yolları) batıya doğru ilerliyoruz. Doğanşehir Yol ayrımını da ge-çip, Tavşan tepeyi içine alacak şekilde, Altıntop Köyü üzerinden Cunutlar, su kanalının altında kalan Karamançat, Büyük yazı, Basma kalıp, Ak topraklık, su kanalı ve Topraktepe etekleri boyunca ilerliyor, Yıldız, Hasan tarlalar, karşı bağlık yamaçlardan tekrardan Kudolara iniyoruz. Bu alan içinde kalan araziler, çeşitli adlarla adlandırılmıştır. Buralar nereleridir denirse, sadece isim olarak şu şekilde sıralayabiliriz: İlçeden itibaren Sürgü ve Polat yolu baz alındığında; doğusunda kalan mevkiler aşağıdan yukarı doğru: 1-Tatari 2-Hüsdere 3-İğdeler 4-Peğler 5-Çavdarlar 6-Halep yolları 7-Danalık 8-Kusolar 9-Simo 10-Aşağı ve yukarı Mahmanlar 11-Sıtma 12-Dikilitaş 13-Çakırlar 14-Körola 15-Çoban dere 16-Köyünönü ---Yolun batısında kalan mevkiler; 1-Sürgü yolları 2-Pepeler 3-Tavşan tepe 4-Vezirin çemi 5-Sultan hatun 6-Kastal 7-Cunutlar 8-Darboğaz 9-Tilki yuvaları 10-Basmakalıp 11-Ak topraklık 12-Mezarlıklar 13-Çeğili 14-Ortaklık çayırı 15-Karamançat 16-Büyük yazı 17-Benkli 18-Hasan tarlalar.
ARAZİ TAKSİMATI NASIL YAPILDI?
Arazi kullanımı ile ilgili çevre insanları ile olan anlaşmazlıklar çözüldükten sonra, muhacirlere tahsis olunan arazilerin, muhacir ailelere eşit bir şekilde tak-simi gündeme gelmiştir. Besni’den gelen bir yetkilinin gözetiminde, muhacir-lerden Dişi büyük H.Ahmet Efendi(Ata ailesinden) ve Yağcı ailesinden Molla Mevlüt ile Halil Efendi başta olmak üzere bazı ehli kâmil insanlar marifetiyle, arazi taksimatının hiçbir itiraza mahal olmaksızın sorunsuz bir şekilde yapıl-dığını daha önceden belirtmiştik. Ancak bazı bölümler Besni beyinin ve Sürgülü Haydar Ağa’nın mülkü konumundadır. Zamanla nüfus artınca yapılan taksimat da ihtiyaca cevap veremez duruma gelmiştir. Bu durum karşısında Besni bey’ine ve Haydar Ağa’ya ait arazilere de ihtiyaç duyulur olmuştur. Bunun üzerine bu yerler belli bir ücret karşılığında satın alınarak Besni beyi ile ve bilahare de Haydar Ağa ile olan ilişkiler kesilmiştir. Şimdi bu taksimatın nasıl yapıldığını, yaşlı muhacirlerinin anlatımlarına dayanarak açıklamaya çalışalım.
Önce, muhacir aileler, yakınlıkları da dikkate alınarak, onar aileden oluşan gruplara ayrıldı. Her grup için bir başkan tayin edildi.Takım başkanına “Baba” adı verilmekte idi. Her gruptan, başkanları sorumlu tutuldu. Gruplardaki her aileye 6 asıl ve 6 yedek tarla tahsis edildi. 6 asıl tarla kendilerinin öz be öz mülkleri sayıldı.Yedek 6 tarla ise sonradan gelmesi muhtemel yakınları için ye-dek olarak tutuldu. Tesbit olunan bu takımlar şunlardan oluşuyordu:
1)İBRAHİM AĞA TAKIMI(İbrahim Ağa memlekette iken“Kiya”,Viranşehirde ise ilk muhtardır.Vahit Doğan,Vefa Erdoğan, Ahmet ve Hanifi Kuru’ların büyük dedeleridir.)
2)SARI HOCA TAKIMI –( Karabey ailesi.Saim Yurtçu ve Ahmet Genç’in büyük dedeleri.)
3)ALİ EFENDİ TAKIMI- Bilgili ailesinin en büyüğü.
4)ŞAVŞATLILAR TAKIMI- Şavşattan gelenler ( Moktalılar, İmerhevliler)
5)ARDAHANLILAR TAKIMI- Ardahandan gelenler
6) RECEP AĞA TAKIMI – Albayrak ailesinin en büyüğü.
7)HACI KASIM TAKIMI- Kamil ve Zihni Durdunun dedeleri
8)TOPÇULAR TAKIMI- Rüstem Yüceller, Özer Yüceller
9)RECEP HOCA TAKIMI- Lokman Hacıgiller
10)BAŞ ÇAVUŞLAR TAKIMI- Taner ailesi-Beşir Taner’giller
11)GOLİSHAL TAKIMI- Golishalden gelenler.( Ağagiller. Doğan ailesi)
12)DEDİMANLAR TAKIMI- Necmettin Dede’giller
13)CABORYALILAR TAKIMI- Caboryadan gelenler( Duraklar, Özbeyler, Özerler, Özeller, Albayraklar, Gülerler v.s.)
14)RECEP OĞULLARI TAKIMI- Entel’den gelenler (Nuri Yılmaz ve Zakir-Zeki Armağangiller)
-TARLALARIN SULANMASI (bentler, arklar)-
Susuz tarladan verim almak pek kolay değildir. Her canlı gibi ekimi yapılan ekinlerin de suya ihtiyacı vardır. Su olmadığı zamanlar, zamanında yağacak yağ- murdan medet umulurdu. O da her zaman nasip olmazdı. Bu durumda ne yap-mak lazımdı? Suyu kaynağından alıp bent ve arklar vasıtasiyle tarla ile buluş-turmak gerekmektedir. Bunun bilincinde olan muhacirler kolları sıvayarak, Sür-gü Çayının suyunu Viranşehir’e nasıl getirebileceğinin hesabını yapmaya başlar-lar. Ancak suyun belli bir yükseltiyi aşırıp arazi ile buluşturmak hiçte kolay gözükmemektedir. Bu yükselti ancak tünel açılarak sağlanabilecektir. Viranşe-hir ve Akçadağ arazilerinin sulanması adına, 13 Şubat 1895 de tünel açma çalış-masına başlanmış, ancak teknolojik imkanlar o dönemler söz konusu olmadı-ğından, yapılan çalışmalar sekteye uğramıştır. Bu durum karşısında, çevrede bu-lunan dere sularının halk gücü ile açılan ark ve kanallar vasıtasiyle taşınan su-larla tarlaların buluşturulması hedeflenmiş ve bir süre bu şekilde sulama işlem-leri yapılmıştır. Bu çalışmalar, tellal marifeti ile şifaen halka duyurulurdu. Çalış-maların yapıldığı mevkide tarlası bulunanlar bu çalışmalara katılmak zorunda idiler. Ya, bizatihi aileden biri ya da ücret mukabili tutulan biri tarafından işleve katkı sağlanırdı… 1942 yılında Başbakan İsmet İnönü’nün ısrarlı talebi üzerine, tünel çalışmalarına yeniden başlanmıştır. Tünelin bitimiyle suyun ucu görünmüş ve insanlar sevinç çığlıkları atmışlardır. Suyun büyük bir gürültü ile dere yatağı boyunca kuvvetle akmaya başlaması ile birlikte, Muhacir dayı(Mehmet Kaba) ve Berge’li Hasan, suyun önünden koşarak, hayvanların ve çocukların suya ka-pılmamaları için bağırıp uyarıda bulunmuşlardır.
Bu arada, bu önemli olayın merasimle kutlanması vardır. Başbakan İsmet İnönü, Malatya Valisi olmak üzere resmi ve sivil şahsiyetler davetliler arasın- dadır. Viranşehir’e tren ile gelen İsmet İnönü, istasyonda büyük bir coşku ile karşılanmış, Çığlıklı Bego ise, onu çok daha önceden at sırtında karşılamış ve İnönü’nün içinde bulunduğu trene istasyona kadar refakat etmiştir. İnönü tren- den iner inmez de herkesten önce İnönü’ye hoş geldiniz diyerek, herkesin me-raklı bakışları arasında kendisine bir mektup sunmuştur. Bego Gencer’in bu tav-rından hoşnut kalan İnönü, gülümseyerek ve başını okşayarak karşılık vermiş-tir. Bu manzara karşısında, günlerdir bu gün için hazırlık yapan muhacirler bir-birlerine; “ Zahmetini biz çektik, parsayı Bego topladı” diyerek gülüşmüşlerdir. Bilahare İnönü siyah bir araba ile, diğer bütün insanların bir kısmı arabalarla, bir kısmı da yaya olarak tören alanına vasıl olmuşlardır.
Tören, Hacı Abbas Durak hocanın duası ile başlar ki Abbas hoca, dini bilgisi ve eski yazısı iyi olan tecrübeli bir insandır. Töreni, belediye mimarı Mehmet Özel şöyle anlatıyor: “ Tören yapıldığında ben de orada idim. 10-12 yaşlarında bir çocuk olarak, böyle bir olayı ve böylesine bir kalabalığı ilk defa görüyordum. Açılış konuşmasını Vali bey yaptı. Kendisi Karadenizli olduğundan laz şivesi ile konuşuyordu. İnsanlar fark ettirmeden valinin konuşmasına gülüştüler. Önceden hazırlanan yemekler yendi.Vali İl Genel Meclis Üyesi olan Esat bey’in yanında oturuyordu. Bir ara kulağına eğilerek “ Esat bey bu ekmeğiniz(poğaça) ne kadar lezzetli böyle. Şunun şurasından kırayım da hanıma götüreyim” demesi üzerine Esat bey: “ Beyefendi, siz zahmet buyurmayın, yemenize bakın. Biz hanım efen-dinin hissesini ayırdık zaten” demiştir.
Suyun, arklar vasıtasiyle tarlalara taşınması, insanların imece usülü ile çalış-ması, Hacı Ahmet Özel ve Şükrü Hacı Erdoğan’ın önderliği ve yer tesbitleri so-nucunda gerçekleşmiştir. Suyun Hüsdere’deki tarlalarına ulaştığını anımsayan Vefa Erdoğan; “ Suyun gelmesi şerefine o sene tarlamıza ilk defa mısır ektik. Bunun sonucu olarak mısırdan çok büyük verim aldık. Suyun gelmesinde, baba- mın emeği ve katkısı çok oldu.” demiştir.
60 İhtilalinden sonra tekrardan Başbakanlık görevini üstlenen İnönü, Sürgü Barajı çalışmasını 5 yıllık plana dahil etmiş, 60’lı yılların ortalarına doğru baraj bitirilerek, hem Doğanşehir, hem de Akçadağ arazilerinin tamamı suya kavuş- turulmuştur. Önceleri sulanamaz durumdaki arazilerin de sulanması ile birlikte, bahçe tarımı önem kazanmıştır. Dikilmiş olan kayısıların meyvalarından ekono- mik olarak çokça yararlanan yöre insanları, rahat bir nefes almış, kayısı dikimi- ne ağırlık verilerek, her tarafın orman gibi yeşermesi sağlanmıştır.
Memlekette iken sadece tarım ve hayvancılıkla uğraşan muhacirler, buraya geldikten sonra da aynı uygulamaları devam ettirmişlerdir.Ticarete yatkın insan- lar değildiler. İlk geldikleri zamanlar imkansızlıklar nedeniyle mısır, patates, gilgil ve bir iki parça sebze türü şeylerle idare ederlerken, arazi taksimatından sonra, değişik türden tahıl, meyve ve sebze ekimine geçilmiştir.Tahıl olarak başta buğday, arpa, yulaf, darı, bilahare Polatlı büyük işadamı Vaiz Şahin’in girişimleriyle dermason fasülye, nohut, mercimek. Meyva olarak; elma, armut, kayısı (yazı yabanda kendiliğinden yetişen dağ armudu (banda) dır… Viran-şehirde ilk meyva bahçesini kuran benim ve eşimin dedesi Zaptiye Memet’tir. Sebze olarak; lobiye, salatalık, domates, biber, patates(kartol-kartopu v.s). Yetiş-tirilen ve bakımı yapılan hayvanların daha ziyade gücünden etinden, sütünden, derisinden faydalanılmıştır. Ayrıca güreştirilmek için ve binek hayvanı olarak da kullanılırlardı. Camızların ve öküzlerin yaşlıları, kağnı ve çift koşumunda, gençleri önceleri güreştirilmek için, bilahare koşum için hazırlanırlardı. Bunların dişileri ise sağım ve üreme için kullanılırlardı. Koyun, keçiler sağım için kulla-nıldıkları gibi yünlerinden ve yavrularından istifade edilirdi. Kümes hayvanı olarak da tavuk, horoz ve ördek yetiştirilir. Bunların da yumurta ve etlerinden istifade edilirdi.
İLÇE MERKEZ ve ÇEVRESİNDEKİ ÇEŞME-PINAR
Ve SU KAYNAKLARI
1-Merkez cami çesmesi 2-Karşıyaka Mahallesine inerken dere kenarındaki As-kerlerin Pınarı 3-Kristal Kahvehane çesmesi(Yaşar Kutlu çesmesi) 4-Abuzer Yerlikaya ve Mustafa Tekin ortak çesmesi.- AŞAĞI MAHALLEDE 5-Mustafa Ağa Çesmesi 6-Rıdvan Ağa Çesmesi 7-Usta Osman Çesmesi 8-Recep Haci Çesmesi
ÇEVRE ARAZİLERDEKİ PINARLAR-1-Mahman deresindeki pınar 2-Körola Pınarı 3-Çoban dere Pınarı 4-İğdeler Pınarı 5-Hüsdere Pınarı 6-Soğuk Pınar 7-Çakırların Pınarı 8-Abdal Pınarı 9-Karamançat Pınarı 10-Böyük yazı Pınarı 11-Darboğaz Pınarı 12-Pepeler Pınarı 13-Yusufun Pınarı 14-Sıtma Pınarı… Bütün bu pınarlar, dere içlerinde olup, dere suyu ile beslenen pınarlardır. Eski-den bu pınarların varlığından haberdardım. Ancak şimdi faal durumdalar mı bi-lemiyorum. Eskiden olduğu gibi şimdilerde de faal durumda olup, soğuk ve bol suyu ile Sıtma mevkiindeki Kabakaş’lara ait arazi içindeki pınar ile “Yusuf’un Pınarı” ve “Recep Ağa çeşmesi” insanlara hayat vermeye devam etmektedir.
MEMLEKETE GERİ DÖNENLER
Viranşehire gelen muhacirlerin 120-150 hane olduğunu, bunun 30 hane kada-rının bir kısmının memlekete geri döndüğünü, diğer kısmın da yurdun çeşitli yörelerine dağıldığını biliyoruz. Bu dağılma, muhacirlerin Viranşehir’e geldik-ten kısa bir zaman sonra, burasını yerleşmeye yeterli bulmadıklarından dolayı olduğu gibi, 1935 li yıllarda burada yaşanan kıtlık nedeni ile de olmuştur. Zira bunu şundan anlıyoruz ki, bu dönemlerde Viranşehir, 14 bin küsur nüfusa sahip gayet canlı bir nahiye iken, kıtlık nedeni ve tren yolu şantiyesinin işleri sona er-diğinden dağılması sonucu 800 küsur nüfusa düşmüştür. Ve esas terk ve dağıl-ma olayı ise, 1970 yılından itibaren çeşitli nedenlerle tedricen devam etmiş, 2015 yılına geldiğimiz şu zamanda, buradaki muhacir nüfusun bir elin parmak-ları kadar az bir nüfusa tekabül ettiğine ne yazık ki şahit olmaktayız. Bu son da-ğılmanın sebepleri ise; devlet görevi ve çocukların tahsil durumu ile ilgili olup, esas neden ise, sonradan gelen neslin tembelliği, tarla ve menkulları işlemek yerine satıp savarak keyfince yaşama isteklerinden kaynaklanmaktadır…
Şimdi bu insanların nereye ve neden gittiklerini tespitlerimiz doğrultusunda açıklamaya çalışalım.
1)Durdu ailesinden Kamil ve Zihni Durdu’ların dedelerinin amcaları PEHLİ- VAN MAHMUT- Yeni evli olmasına rağmen, lüzumlu eşyalarını kağnıya yük-lediği gibi, eşini de (Hafız Hüseyinin bibisi) yanına alarak memlekete dönmek üzere yola koyulur. Uzun ve çok yorucu bir yolculuktan sonra memlekete var-dıklarında, ev ve tüm mülklerinin başkaları tarafından kullanılmakta olduğunu görürler. Her ne kadar, “ Buraları bize ait. Çıkın gidin buralardan” deseler de, “-Nereden belli size ait olduğu? Biz buraya yerleştiğimizde kimsecikler yoktu. Siz de nereden çıktınız böyle ? diye itiraz ederler.
Çaresiz kalan Mahmut Pehlivan, Artvin beyinin huzuruna çıkarak meramını açıklar. Mahmut’un anlattıklarından ikna olan bey, o yerlerin kendilerine ait olduğunu belirleyen bir belgeyi imzalayarak Mahmut’a verir. Ve böylece Mah-mut, eski yerlerine tekrardan kavuşmuş olur.
Mahmut’un memlekete geri dönmesinde etken olan faktörlerden birisi de, gü- reşmeyi çok seviyor olması ve burada bu imkanı bulamamamış olmasıdır. Oysa ki, memlekette iken günleri güreş tutmakla geçerdi .
Hatta, Rusya içlerinden bile güreş tutmak için pehlivanlar gelirdi. Bazen de ken-dileri oralara giderdi. Mahmut güreşmeyi çok seven ve de güreş tutmayı çok iyi bilen güçlü bir pehlivandır. Hatta denir ki hiçbir kimse sırtını yere getireme-miştir. Öyle bir an olmuş ki, artık hiç kimse Mahmut’un karşısına çıkmaya cesa-ret edememektedir. Mahmut’un canı çok sıkkındır. Ona göre, güreş olmayan bir hayatın anlamı yok gibidir. Her geçen gün güreş için rakip bulmak daha da güç-leşmektedir. Eskiden haberdar olduğu, görüntü ve gücünden çekindiği Bedel Pehlivan ile olan yakınlaşması geldi aklına. Posof’a bağlı yeniköyde güreş tutabileceği bir güreşçinin varlığından haberdar olmuştu. Bu aslen Gürcistan toprakları içerisinde bulunan Cağısmanlı Bedel Pehlivandı.( Bedel Nuri Yılmaz ve Zakir Armağan’ın büyük büyük dedelerinin amcalarıdır). İri yapılı ve çok güçlü bir pehlivandı. Mahmut köye varmış, soruşturması sonunda Bedel Pehli-vanın dere içerisinde balta ile ağaç kestiğini öğrenmişti. Hemen oraya yönelmiş, gerçekten Bedel, ağaç kesmekle meşguldur. Bir süre Bedel’i izlemiş, Bedel, kesmiş olduğu ağaçları (ki beş kişinin yerinden oynatamaz) omuzuna aldığı gibi derenin içerisinden çıkarıp düzlüğe bırakmaktadır. Bedel’in çok iri cüssesi ve gücü Mahmut’un gözünü korkutmuştu. Bir süre daha Bedel Pehlivanı izleyen Mahmut, kendisini hiç fark kettirmeden evinin yolunu tutmuştu… Mahmut Peh-livan kendi memleketinde, kendi evinde eşi ile birlikte yaşamını sürdürmüştür. Çoluk çocuğa karışmıştır. Gerçekten burada arzu ettiği güreş özlemini giderebil-miş midir? Başkaca da bir bilgi yoktur.
Dostları ilə paylaş: |