Durum netlik kazanınca, nişan merasimi yapılır, yüzükler takılır. Evlilik bu şekilde resmiyet kazanır. Bunun artık geri dönüşü yoktur. Nişandan dönme ve yüzüklerin atılması olayı pek yaşanmazsa da, ender de olsa, yaşanmış bazı önemli nedenlerden ötürü, bir iki hadiseye rastlamak mümkün olabilmektedir. Bu arada düğüne hazırlık mahiyetinde oğlan tarafı, kız tarafının isteklerini takı, giysi ve ev düzeni için zaruri eşyaların neler olduğunu tesbite çalışır. Bazen is-tekler fazla bulunarak, tırpanlanmaya çalışılır. Bu hususta anlaşmazlıklar da olmaz değil. Neticede anlaşma sağlanır. Kız tarafının istekleri şahitler huzurun- da kağıda dökülür ve karşılıklı imzalanır. Bunun adı eskiden “Kalın” dır. Bir nevi, başka yörelerde uygulanan “ Başlık parası” nın karşılığıdır.
Hazırlıklar tamamlanınca, düğün süresinin uzamasına olanak sağlamadan, kısa süre içeriside olup bitmesi için çaba sarfedilir. Her iki taraf ta bu konuda ortak hareket eder. Zira iş uzayınca, bazı olumsuzluklardan dolayı iş sekteye uğrayabilir. Düğün tarihi belirlenir. Eşe dosta ulaklar göderilerek düğüne davet edilirler. Düğün sahibinin konumuna göre ya 2-3 gün önceden, ya da bir hafta önceden davul zurna çalmaya başlar. Davul zurna ile birlikte düğün evi kala- balıklaşır. Gelenler, beraberlerinde düğün sırasında kullanılmak üzere yemek yapımında ve yemek servisinde misafirlere ikram edilecek süt, yoğurt, şeker, un, bulgur, pirinç ya da sebze türü şeyler getirerek, düğün sahibine katkıda bulu- nurlar. Davul-zurna durmadan çalmakta, oyunlar oynanmaktadır. Bazılarının oyunları göze hoş gelmektedir. Bu kişiler oyun için ortaya çıkınca, herkes tara-fından büyük bir zevk ve dikkatle izlenir. Bazıları ise çok değişik ve ilginç fi-gürler sergilerler. Geriye dönüp baktığımda, dikkatimi çeken oyuncular: Kara-beg Memet Yurtçu, Mustafa Gür, Köçek Hasan, Çam Hasan, Seyfi Yurtçu, Vahit Doğan, Turan Karatepe, Vefa Erdoğan(Vahit abi duymasın!) daha birçok-ları…Mesela rahmetli babamın “Temir Ağa” oyununu çok güzel oynadığını her-kesçe bilinir.
Düğünün son günü gelin çıkarmak için hareket edilir. Bu düğünün en cafcaflı safhasıdır. Herkes heyecanlı ve coşkuludur. Bu coşku ve heyecan, düğün sahibi- nin itibarı doğrultusunda ya sönük ya da çok daha hareketli ve katılımı yüksek- tir. Benim çocukluğumdaki düğünler çok daha renkli geçerdi. Zamanla özelli- ğini kaybeder oldu. Şimdilerde salon düğünleri revaçta. Bana göre şimdiki dü-ğünler bir eğlenceden ziyade, aşırı gürültü patırtıdan ötürü bir işkencedir adeta. Ne ise biz yine eski düğünlere dönelim. Kimin düğünü idi hiç aklımdan çıkmaz. İçinde iki-üç insanın bulunduğu ve yönlendirdiği bir deve canlandırılıyordu. Boynuna asılı bir çan ve onun çıkardığı bir sesle, boynunu sağa sola sallayarak düğün alayının önü sıra gitmekte. 3-4 tane kadın kılığında erkek, davulun rit-mine göre habire göbek sallamakta, yüzünü ve çıplak vücudunu kömürle siyaha boyamış harem ağası kılığında biri, elinde sopa ile, oynayan köçeklerin koru-malığını yapmaktadır. Bazen, birileri, onun görmez tarafından, kızlardan birini tutup kaçırır. İşin en heyecanlı tarafıdır bu. Harem ağası, kızlardan birinin kaçı-rıldığını anlar anlamaz, elindeki sopa ile sağa sola saldırarak, kaçıranın peşine düşer. Sonunda yakalayarak sopa ile sağına soluna vurarak kızı elinden alıp, düğün alayına dahil eder. Bu kaçırma olayı birkaç kez tekrar eder ve heyecan da doruk noktasına ulaşır.Tabii bu arada, zencinin saldırısı sırasında hiç yoktan sopadan nasibini alanlar da olmaz değil.Yol kavşaklarında bir süre durularak yapılan oyun ve eğlence gösterilerinden sonra, yavaş yavaş davul zurna eşli-ğinde kız evine varılır. Bu anda, eğlenceler, itişip kakışmalar daha da bir hare-ketlenir. Davulcu tokmağı davula daha bir iştahla vurmakta, zurnacı zurnayı daha kuvvetli üflemektedir. Kız evine girenin çıkanın hesabı yokturdur. Bir curcunadır ki sormayın. Gelini kız evinden çıkarmak, hemen ha demeden ol-muyor. Dayı yolu, kardeş yolu nedeniyle ödenmesi gerek cezalar vardır. Ayrıca çeyiz sandığını alıp çıkarmanın da bir maliyeti vardır… Gelin bundan sonrasını, benimle ilgili bir anımla devam ettirelim. Nadiye halamın Latif Durak ile olan düğünündeyiz. Bana, çeyiz sandığına oturmam ve 2,5 lira verilmeden de sandı-ğın üzerine oturup kalkmamam tembih edildi. O zamanlar daha çocuğum. 2,5 lira lafını duyar duymaz, heyecan ve telaşla hemen odadaki çeyiz sandığının üzerine oturuverdim. Sandığa öyle bir yapışmışım ki, beni ondan söküp atmak ne mümkün!.. Biraz sonra, erkeklerden oluşan bir grup insan odaya doluverdi. Bunlar kimlerdi derseniz, heyecandan kimler olduğunu bilmiyorum. Ben sadece bana verilecek 2,5 liraya odaklanmışım. Hatırladığım kişiler sadece Latif ağa- beyin babası Hacı Abbas Durak ve onun oğulluğu Necip amcalardır. Niçin sadece onları anımsadığım merak konusu olabilir. Olayın devamında anlaşı- lacaktır. Bir süre oturulduktan sonra, bu arada ne konuştuklarını da anımsamı- yorum. Odadan çıkmak için ayağa kalkıldı. Birileri Hacı Abbas amcaya bir şey-ler diyerek beni gösterdi. Abbas amca elini yeleğinin küçük para cebine soktu. Ben pür dikkat bana verilecek 2,5 lirayı bekliyorum. Elinin işaret parmağını cebinde gezdiren Abbas amca, zorla bir demir para bulup bana uzattı. Bu sadece sarı bir 25 kuruştu. O zaman, sanki başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ben heyecanla 2,5 lira beklerken, 25 kuruşa nasıl fit olabilirdim ? Suratımı astım ve sandığa sıkıca tutundum. Necip amca, hemen cebinden 1 lira daha uzatarak san-dıktan kalkmamı istedi. Diğer insanlar da üsteleyince kalkmak zorunda kaldım. Allah razı olsun Necip amcadan ki sonradan 1 lira verdi.Yoksa Hacı Abbas am-cadan para koparmak çok zor olacaktı… Ne ise biz tekrar dönelim düğünün de-vamına …
Bir ara susan davul zurna ve eğlence, gelinin evden çıkarılışı ile birlikte daha bir iştahla devam eder. Gelin çıkıncaya kadar, sorun çıkarmamaya gayret eden oğlan tarafı ki genelde kız vermek zor gelir insanlara. O anlarda, kız tarafı hem çok duygulu ve hem de sinirli olurlar. Gelin alınıp dönüş yoluna girilince, oğlan tarafı bir oh çeker ve kız tarafına bir şey diyememenin ve tepki gösterememenin hıncını alırcasına “Aldık gittik kızınızı, it yalasın yüzünüzü “ demek ihtiyacı du-yarlar. Düğün alayı yine oyunlar oynanarak, eğlenerek ve sevinerek, oğlan evine doğru yürümeye başlar. Gelirken yapılan gösteriler, şimdi daha da hareketli ve eğlencelidir. Artık oğlan evine varılmıştır. Heyecan doruk noktasındadır. Bir te-laşadır başlar. Gelin attan indirilir ki, o zamanlar gelin, at üzerinde getirilirdi. Damat, damın üzerinde heyecanla beklemektedir. Peki, damat damın üzerinde niye beklemektedir? Anane gereği damat, büyükçe bir kese kağıdının içine doldurduğu, şeker, üzüm, leblebi gibi şeyleri, bazen de bozuk demir paraları gelinin kafasından aşağı aktarıverir. Yere saçılan bu öteberi, çocuklar tarafından kapışılarak toplanır. Bu uygulama, sanıyorum gelinin eve bereket getirmesi dile-ğiyle yapılmaktadır.
Düğünün artık sonuna gelinmiştir. Düğün alayına katılan insanlara önceden pişirilerek hazırlanmış yemekler ikram edilir. İkram edilen bu yemekler genel- likle, yoğurtlu çorba, tiritli analı kızlı köfte, lahana sarması, etli patates yemeği ve üzerine büyük sahanlar içinde sütlaç, bazen de mevsimine göre üzüm, karpuz. Herkes yemeğini yiyip bitirdikten sonra, “HOTA” olayı başlar. Düğün sahipleri büyükten küçüğe doğru sıralanır. Davulcu bin bir türlü şaklabanlıklar yaparak, tokmağın ucu ile, büyüklerden başlamak üzere, şahışları işaret ederek ve ne ol-duğu pek anlaşılmayan bir şeyler söylenerek bahşişini ister. Bazıları, bahşiş vermede nazlanır, davulcunun biraz daha gösteri yapmasını ister. Sonuçta, sıra halinde dizilmiş olan şahıslara hota’sını yapar ve bahşişlerini toplar. Toplanan para, davul ve zurnacının yaptıkları hizmete karşı aldıkları ücrettir. Verilen bah-şişlere rıza gösterilir, itiraz edilmez. Düğün sahibinin variyatı ve itibarı doğrul-tusunda verilen bahşişlerin oranı değişik olur. Zaten davul ve zurnacılar kimin ne olduğunu bilir ve ona göre hareket ederler. Muhacirlerde davulcu zurnacı ve çalgıcı kesinlikle yokturdur. Adet olunmamış ve önemsenmemiştir. Davul ve zurnacılar daha ziyade Polat kasabasından ya da Harapşehir köyünden getirtilir. Hota olayından sonra düğün resmen sona ermiş ve ortalık sakinleşmiştir. Akşam olup, yatsı namazı kılındıktan sonra imam eşliğinde düğün evine gelinip imam nikahı kıyılır. Sağdıç başta olmak üzere, damadın arkadaşları sırtına kuvvetlice vurarak, damadı içeri sokarlar. Bu arada kız tarafını temsil eden yenge, merakla sonucu beklemektedir. Kanlı bezi alarak heyecanla kız evine koşar ve müjdesini verir. Kız tarafı derin bir oh çeker. Bazen istenmeyen aksi durumlar da olmaz değil. O zaman her iki taraf için de bir yıkım olur.
Düğün ertesi sabahleyin, gelin, sandalyeye oturtulur. Düğün sahibinin akra- baları geline hediyeler takdim ederler. Bu uygulamaya “Sabahlık”adı verilir. Bu sıralar bir garip uygulama daha yapılır. Bu uygulamayı çocukluğumda duydu- ğumda çok ürkmüş ve hemen oralardan uzaklaşmıştım. Korkup ve ürktüğümden dolayı nasıl olduğunu izleyemediğim bu gelenek, duyduğum ve tahmin ettiğim şekliyle şöyle idi: Keskin bir bıçak temin edilerek kadınlardan oluşan bir grup, merasimle geline yaklaşır ve temsili olarak gelinin dilini keserler. Bu uygulama toplumda kullanılan “ Ağzı var, dili yok “ sözüne izafeten, gelinin söz dinlemesi ancak söylenmemesi, dırdırcı olmaması adına yapılmaktadır sanıyorum.
Düğünden bir hafta sonra gelin ve damat, kayın baba ve kaynana ve yakın- lardan oluşan bir grup ile, kız evine gidilir. Kız evi önceden hazırlıklıdır. Otu- rulur sohbet edilir, yenir içilir. Kızın anne ve babası tarafından, evlerine gelin olarak gelen kızlarına hediyeler verilir. Diğerleri geri dönerken gelin ve damat bir-iki gün daha kız evinde misafir olarak ağırlanırlar. Bu uygulamaya “Ayak Dönümü “ denir.
Gelinin bir süre sonra gebe olduğu anlaşılınca, doğacak olan çocuk için giyim kuşamına mahsus giysiler hazır edilir. Gelinin lohusalık dönemini rahat geçir-mesi için çok dikkat sarfedilir. Gelinin yalnız bırakılmamasına, karanlıktan sakı-nılmasına, üzülmesine neden olacak durumlardan uzak tutulmasına, boş olan be-şiğin sallanmamasına, aş ermesine önem verilerek, arzuladığı yiyeceklerin temi-nine özen gösterilir. Doğumdan bir-iki hafta sonra kız tarafı daha önceden hazır-lamış oldukları hediyeleri ve bir beşikle birlikte, oğlan evi daha doğrusu doğum yapan kızlarını ve de özellikle yeni doğmuş olan torunlarını büyük bir heyecan ve özlemle görmeye giderler. Buna da “Beşik gönderme ya da beşik görme” denir halk arasında.
Yeni doğmuş olan çocuğun büyükleri tarafından sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur. Çocuğa isim koymak her halükârde büyüklere aittir. Anne ve babasının bu konuda söz hakkı yokturdur. Çocuklar büyüdüklerinde bile baskın olan anne yada baba ismi ile, ya da evveliyatından gelen isimlerle anılırlar.(Şükrü Hacı, Halit Ömer, Fidan Hüseyin, Efruz Hasan-Gogop Hasan, Entelli Kadir v.s)
Yeni doğmuş çocukların bakımı ile ilgili olarak, muhacir kesimde ve belki de di- ğer kesimlerde de uygulanıyor olabilir, bir yanlış uygulamayı gündeme getirmek isterim. Yeni doğmuş çocuklar, bacakları düzgün olsun diye sıkıca kundaklara sarılırlar, altlarına da öllük denilen bir toprak serilirdi. Elleri ve kolları sıkıca sa- rılmış olan çocuklar hareket edemez ve altlarındaki toprağın ıslanması ile de huysuzlanarak ağlaşırlardı. Şimdilerde yapılan uygulamalara bakıyorum da, hiç-bir faydası olmayan ve üstelik zararlı sonuçlar doğurabileceği açıkça görülebilen böylesi bir uygulamayı mantıkla bağdaştıramıyorum. Ayrıca, özellikle çocuklar hastalanıp ateşlendiklerinde üzeri sıkıca örtülerek korunmaya çalışılırdı. Oysaki çocuğun ateşini hafifletmek için giysilerinin çıkarılarak havalandırmak gerekir diye düşünmekteyim. Belki o zamanlar için insanların kendilerine göre haklı nedenleri olabilir, ancak, tıp ilerledikçe ve mantık devreye girince bunların yan- lış ve tehlikeli bir uygulama olduğu ortaya çıkmaktadır.
Herhangi bir eve gelin olarak gelen bir kadın, o evin artık asıl fertlerinden biridir. Herhangi bir olumsuzluk karşısında kaderine terk edilmez. Evli olan ne erkek ve ne de kadın boşanmayı akıllarından bile geçiremezler. Şayet kadın ölürse; erkek, isterse bir başkası ile evlenebilir. Ancak erkek ölürse; kadın, bir başka yabancı ile evlenemez. Bu durumda kadın, ailenin diğer bir oğlu ile evlen-dirilir. Örnek vermek gerekirse Vahit Doğan’ın annesi Emine, önceleri Ömer Doğan ile evli idi. Ömer ölünce kaynı olan Ahmet Doğan ile evlendirildi. Bu evlilikten Vahit Doğan dünyaya geldi. Bir diğer örnek; bir vesile ile Polatlı Camız ile yaptığı güreşinden bahsettiğimiz Pehlül Pehlivan’ın kaçırmak sure-tiyle evlendiği Ayşe, kendisinin ölümünden sonra kardeşi Mustafa ile evlen-dirilmiştir.
SÜNNET DÜĞÜNLERİ ve KİRVECELİKLER
Hem dinen hem de ananelerimize göre sünnet olmak asli görevlerimizden- dir. Sünnet olmak erkekliğe atılan ilk adımdır. Sünnet olmaktan korkan ve çeki-nen çocuklar, erkek olmakla motive edilip, “ Erkek adam ağlamaz, korkmaz” ifadeleleri ile cesaretlendirilirler. Sonunda, bundan kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığına hükmeden çocuklar, teslim olup sünnete rıza gösterirler. Ender de olsa bazen kovalamaca ve saklanmaca olayları da yaşanmaz değildir.
Kirvecelik, hem muhacir kesim, hem de civardaki insanlarca ve özellikle de aşiretlerce çok önemsenir. Kirvecelik en güçlü akraba ilişkilerinden bile daha kuvvetlidir. İnsanları birbirine yakalaştıran ve kenetleyen en önemli birlikte- liktir. Kirvecelik, hiçbir zaman önemini kaybetmez. Sünnet olayından sonra so-na ermez, ebediyen devam eder. Sünnet düğünü için, düğün sahibi ile kirve bir araya gelip nasıl yapılacağı, neler yapılacağı ve düğün tarihi belirlenir. Sünnet olacak çocuğun giysileri kirveye aittir. Düğün esnasında yapılacak olan eğlen-ceden de genellikle kirve sorumludur. Düğün sırasında gelen misafirlerin yemesi ve içmesinden, yer temini ve düzeninden de düğün sahibi sorumludur. Nihaye-tinde düğün kendisine aittir. Eksiksiz, kusursuz olması kendi itibarı ile oran-tılıdır.
Sonuçta, belirlenen zaman içinde düğüne start verilir. Davul-zurna ya da çalgı eşliğinde eğlenceler hız kazanır. Bu arada sünnet çocuğunun yatağı hazırlan-mış, çocuk ise büyük bir heyecan ve korku içinde sünnetçiyi beklemektedir. Anne çocuğun yanındadır. En az onun kadar heyecanlı ve telaşlı ve de ağlamak- lıdır. O devirlerde sünnetçiler ve dişçiler, beberlerden oluşurdu. Şimdiki gibi fenni sünnetçi ve dişçiler yoktu o zamanlar. Ne ise fazla uzatmayalım. Aslında berber olan sünnetçi, görev alanına gelir. Dualar, Kur’an’dan ayetler eşliğinde sünnet olayı gerçekleşir. Sünnetten önce çocuğa şu öğütlenir: Sünnet yapılır yapılmaz sünnetçiye “Al da kızına götür” diyeceksin. Bu söz çok önemsenir. Bu daha ziyade çocuğun dikkatini başka yöne çekmek ve acısını unutturmak için yapılıyor düşüncesindeyim. Ayrıca o an çocuğun ağzına lokum vermek suretiyle de acısı bir nebze dindirilmiş olur.
Düğünün bitiminde yenilir, içilir. Sünnet olan çocuğa başta kirve olmak üze-re yakınları tarafından hediyeler ki, bunlar ya paradır, ya da yakasına çeyrek ya da yarım altın iliştirilir. Düğün sahibi kirveye teşekkür ederek hediyesini sunar. Ve böylelikle bir düğün daha savuşturulmuş olur.
RESMİ ve DİNİ BAYRAMLAR
Resmi bayramlardan, 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik, 19 Mayıs Gençlik ve Spor, 30 Ağustos Zafer, 29 Ekim Cumhuriyet bayramları, o zamanlar ilçe daha henüz küçük olmasına rağmen heyecan ve coşku ile kutlanırdı. Bizleri böylesi bayramlarla buluşturduğu için yüce Atatürk, onun silah arkadaşlarına, yedi dü-vele karşı elindeki kısıtlı imkanlara rağmen canıyla, kanıyla mücadele veren Türk Ordusu ve her kesimden Türk halkına ve de bu imkanları sağlayan Büyük Allahımıza şükürler edilir ve milli duygularımız kabarırdı.
Bu bayramlar önceleri şimdiki Hükümet Binasının bulunduğu alanda kutla- nırdı. O devirde henüz Hükümet Konağı inşa edilmemiş, Hükümet Konağı ola- rak bakkal Osman Bilgiliye ait büyük bina kullanılmakta idi. Şimdiki Hükümet Binasının olduğu yer ise, o zamanlar boş bir alandı. İnsanlar bayram törenini Hükümet Binasının tam önünden geçen kale duvarının üzerinden seyrederlerdi. Bu alanda bazen güreş müsabakaları da yapılırdı.Tören sırasında baş öğretmen Mustafa Yücel, heyecanlı nutuklar atardı. Herkes onu coşku ile dinler, ancak uzadıkça ki, genellikle çok uzatırdı. İnsanlar ve öğrenciler sıkılmaya başlarlardı. Hatta küçük öğrencilerin bayıldıkları ve altlarına kaçırdıkları bile olurdu. Bay-ram akşamlarında fener alayları düzenlenir sokaklar ışıl ışıl olurdu.
Ramazan ve Kurban Bayramı gibi dini bayramlarda hazırlıklara, bayram öncesi arife gününden itibaren başlanırdı. Evlerin içleri ve dışları temizlenir bay-rama hazır edilir.Temiz ve yeni giysiler çıkarılır. Bayram süresince yenecek ve misafirlere ikram edilecek mahalli yemekler hazırlanır. Bu yemekler ailenin maddi durumu ile eşdeğer olarak, ya bir iki çeşit, ya da birçok çeşittir. Bay- ramların değişmez yemek çeşitleri: İçli köfte, analı-kızlı, yoğurtlu yayla çorbası, lahana sarması.Tatlı olarak ta ya sütlaç, ya da baklavadır. Ailenin erkekleri sa-bahla birlikte bayram namazına giderlerdi. Cami çıkışında, başka yörelerden gelmiş olan yabancılar, yerli halkça yemek yemek için evlere davet edilirdi. Bayram ziyaretinde misafirlere öncelikle kolonya ve şeker ikram edilir. Daha sonra da sütlaç ya da baklava.
Bayramlarda en çok sevinenler çocuklardı. Onlar için özel günlerdir bayram- lar. En temiz yeni elbise ve ayakkabılarını giyerler. Ev ev gezerek, büyüklerin öncelikle yakınlarından başlamak üzere, ellerini öperler. Bunun karşılığında ik-ram edilen şekerleri torbalarına doldururlar, bazen de ender de olsa para verilirdi kendilerine. Kuşkusuz, çocuklar para verilmesini arzu ederlerdi. Para çıkacak evleri de az çok tahmin ettiklerinden, oraları ziyaret etmeyi ihmal etmezlerdi. Kurban Bayramının özelliği daha farklıdır. Bayramın ilk günü kurban kesimine ayrılır. Kurbanlar ya bireysel kesilir(Koç, koyun, keçi v.s) ya da ortaklı kesilir. (Büyükbaş havyanlar, en fazla 7 pay). Kesilen hayvanların etleri 3 eşit parçaya ayrılır. Bir parçası fakir fukaraya, bir parçası konu komşuya, geri kalan da kendi ev halkına ayrılır. Herkes ilk iş olarak etleri kavurarak yemeğe çalışırlar ve ortalığı nefis bir et kokusu sarardı. Ülkenin farklı yerlerinde örneğin Kayseride, Kurban etinin tümü ev halkı tarafından tüketilir. Etlerin büyük bir bölümü sucuk yapılarak farklı zamanlarda tüketilmek üzere saklanır. Gördüğüm ve bildiğim kadarı ile, kurban etinden ne fakir fukaraya, ne de konu komşuya verilmez.
MUHACİRLERDE YEMEK KÜLTÜRÜ
Her insan topluluğunda, kendine ve yöresine uygun bir yemek kültürü vardır. Haliyle Doğanşehirde yaşam sürmekte olan muhacirlerin de kendilerine özgü yemek kültürü vardı elbette. Memlekette iken kazanmış oldukları bu kültürü, burada da uzun süre devam ettirmişlerdir.Yöre insanlarına göre sahip oldukları bu kültür, daha zengin ve çeşitlidir. Bu yemeklerin neler olduğunu hatırlamaya ve kısaca tarif etmeye çalışalım.
HAMUR İŞLERİ : PAĞAÇA- Bazen süt, bazen yağ ve bazen de hem süt ve yağla yoğrulan hamur, pileki denen killi çamurdan 0,5 m.çapında 5-6 cm. yük-sekliğinde çember şeklinde yapılmış yayvan bir kabın içine yayılır ve sıvazlanır. Üzeri geniş bir sacla kapatılır. Sacın üzeri ateş kalıntısı ile kaplanır. Pağaçanın iyi pişmesi için sacın sıcaklığına dikkat edilmesi gerekir. Aksi halde ya çiğ kal-masına, ya da yanmasına sebep olunur. Bunun için kullanılan en iyi ateş, tezek ateşidir. Çünkü o, için için ve yavaş yavaş yanarak, pağaçanın iyi pişmesini sağlar.
Pağaça, muhacir kesimin zevkle ve iştahla tükettiği çok lezzetli bir ekmek türü-dür. Pişerken kokusu taa uzaklardan hissedilir.Tüm tüm kokar. İnsanlar pağaçayı çok severek ve iştahla yerler.Yabancıların da gözde yiyeceğidir pağaça. Misafir-lere, yemekle birlikte pağaça da sunulur. Pağaçayı hemen hemen her aile bilir ve yaparsa da, misafir ağırlayan ağa ve bey evlerinin vazgeçilmez yiyeceğidir. İlk akla gelen bu evler Esat Bey, Rıdvan Ağa ve Mustafa Ağa’nın evleridir.
(Pağaça’yı, içlerine, peynir, çökelek veya başka şeyler eklenerek fırında pişirilen küçücük hamur ürünü “Poğaça” ile karıştırmamak gerekir. İkisi birbirinden çok farklı yiyeceklerdir.)
Özellikle, konumundan dolayı Esat Doğan’ın evinin, misafirsiz geçtiği görül- memiştir. Evlerinin yakınında büyükçe bir mutfak, sadece bu işler için görev yapardı. Her türlü yemeğin en alasını bilen evin hanımı Ümmiye teyze, yakınla- rının da yardımı ile bu işlerin altından rahatlıkla kalkabilmiştir.
Bir gün, tarlalara su getirmek için yapılmakta olan su kanalının hizmete gir-mesi münasebetiyle yapılan merasimde; Malatya Valisi de bulunmaktadır. Ye-mekler yenir.Yemek sonunda Vali, Esat Beye dönüp, pağaçayı göstererek: “Yahu Esat Bey, bu nasıl bir şey! Ben ömrü hayatımda böylesine lezzetli bir ekmek yemedim. Bari şundan biraz koparıp hanıma da götüreyim” der. Esat Bey gülümseyerek “ Vali bey siz iyice yiyip karnınızı doyurun. Biz hanım efendinin hissesini önceden ayırdık” demiştir.
BAZLAMA- Başka bir ekmek türüdür. Yoğrulan hamur, ekmek tahtası (Feş- gun) üzerinde yuvarlak şekide açılır. Sac üzerinde pişirilir. Sade yendiği gibi sıcak sıcak yağlanıp, üzeri pekmezle sıvazlanarak da tükedilir. YUFKA- Hamur oklava ile feşgun üzerinde iyice açılarak kızgın sac üzerinde pişirilir. Daha çok kışa doğru hazırlanan, kurutularak muhafaza edilen yufkalar, kışın ıslatılarak yumuşatılıp tüketilir.
BÜKME KATMER- Geniş bir şekilde açılan yufkalar, üzerine zeytin yağı gez-dirildikten sonra, yuvarlanarak, tepsinin ortasından başlamak üzere dolandırı-larak yerleştirilir.Tepsinin içi tamamen dolunca, fırına sürülür, ya da üzerine sac kapatılıp kızgın ateşte kızartılır.
FESELLİ- Kalın bir şekilde açılan hamur, üzerine yağ dökülüp katlandıktan sonra, sıcak sac üzerinde altlı üstlü kızartılarak servis edilir.
HITAP –Açılan ekmek hamurunun içine, peynir, çökelek, pişmiş patetes konu- lup tamamen kapatılır. Saç üzerinde altlı üstlü kızartılılarak, ya sade, ya da yağ- lanarak servis edilir.
KETE- Yufka şeklinde açılan hamurun üzerine yağ gezdirilerek, dört bir taraf- tan kenarlardan katlanır. Köşeler düzgün bir şekilde iç tarafta birleştirilir. Üze-rine biraz daha yağ gezdirilir, yumurta sarısı ile de sıvalanarak ya fırında, ya da sac altında iyice kızarması sağlanır.
PİŞİ –Ekmek şeklinde açılan hamur, tavada ısıtılmakta olan zeytin yağının içine konur, ortası hafifçe delinerek kabarmaması sağlanır. Altlı üstlü iyice kızaran pişi, çatal yahut bir tutacakla çıkarılarak servise hazır edilir.
MAFİŞ –Kalınca açılan küçük boyutlu hamurların içine maydanoz karışık pey-nir ya da çökelek serpiştirilerek bir ucundan kapatılır. Aynen pişide olduğu gibi kızgın zeytin yağında kızartılarak servis edilir.
LELENG – Küçük yuvarlak haline getirilen hamur parçacıkları, kızgın zeytin yağı içerisinde kızartılır. Kızaran lelengler, ya bu haliyle, ya da üzerine şerbet dökülerek lokma tatlısı şeklinde tüketilir.
SİNOR – Açılan yufkalar yuvarlanarak dürüm haline getirilir. Küçük lokmalar halinde kesilerek tepsiye dizilir. Fırında ya da ateşte kızartılan sinor, üzerine sa-rımsaklı yoğurt yayılır. Kırmızı pul biberle birlikte iyice kızartılmış tereyağı sinor’un üzerinde gezdirilerek servis edilir.
MAKARNA –Kalın bir şekilde açılan hamur takriben 3 cm.eninde bölümler halinde kesilir. Birbirinin üzerine konulan kesilmiş bu plaklar bir bıçak mari- fetiyle doğranır.Ya kurutularak ilerde yenmek üzere saklanır, ya da kızdırılmış suda haşlanarak bir tepsi içine yayılır. Daha sonra üzerine çökelek serpiştirilir. İyice kızartılmış tereyağı üzerinde gezdirilerek servis edilir.
HİNGEL- Bu hamur işi yiyecek, muhacirlerin en çok rağbet ettikleri ve severek tükettikleri bir yiyecek türüdür. Ülkenin neresinde olursa olsun Kars, Ardahan ve Artvin insanları arasında bu yiyeceği bilmeyen, tatmayan ve sevmeyene rast-lamak mümkün değildir. Bu insanların, hingel ismi duyunca gözleri parıldar ve birden iştahları kabarır, dayanılmaz bir istek halini alır. Herhangi bir insanın bu yöreler insanı olduklarını anlamak için, fazla araştırmaya gerek yoktur. Hıngel’i bilir misin? diye sormak kafi gelir.
Hıngel yapmak için hamuru hazırlanır. Hamur kalınca açılır.Ya çay bardağı ya da aynı ebatta bir aracın ağız kısmı ile yuvarlak parçalar çıkarılır. Önceden so-ğan başta olmak üzere değişik malzemelerle kavrulmuş olan kıyma yada patates, küçük parçalar halinde bu yuvarlak hamurların içine konulup kapatılıp, sonradan açılmaması için sıkıca yapıştırılır. İşlem bittikten sonra, bir kap içinde kaynayan suyun içine atılarak iyice haşlanması sağlanır. Süzgeç yardımı ile süzülen hin-geller bir tepsi içine yayılır. Üzerine bir başka kapta erilen tereyağı gezdirilir ve servis yapılır. Bir yandan yenirken, bir yandan da pişirme olayı devam eder. Sıcak sıcak yemenin zevki ve tadı bir başkadır. Hingel’in kıymalısı yapıldığı gibi, patateslisi de iştahla tüketilir.
Dostları ilə paylaş: |