Benim gözümden) doğANŞEHİR ve 93(1877) muhacirleri



Yüklə 2,37 Mb.
səhifə20/55
tarix30.07.2018
ölçüsü2,37 Mb.
#63474
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   55

Bütün hayvanların evlerdeki barınaklarından(ahır ve merek) bahsetmeden geçemeyiz. Muhacirler için hayvanlar ne kadar önemli ise barınakları da o kadar önemsenir. İki katlı evlerde alt kat hayvanların ahır ve merekleri(samanlık) için hazırlanmıştır. Ahırlarda duvar kenarlarında, biraz yüksekçe, hayvanların yemle- rini kolayca yemeleri için yemlikler(baga) vardır. Yemliklerin belirli yerlerinde, hayvanların sabit durması ve birbirlerini ezmemeleri için, boyunlarına geçirilen boyunluklar vardır. Varsa küçük danalar, onlar için de ahırın bir köşesinde, ana- larını emmemeleri için özel muhafazalı yerler ayarlanmıştır. Kış boyu içeride kalan hayvanlar, yaptıkları pisliklerin birikmesi ve ortaya yaydıkları gazların etkisi ile, zaten hayvanların üşümemesi için devamlı kapalı tutulan ahırlarda ne-fes dahi alınamaz bir ortam oluştururdu. Çok iyi hatılıyorum ahıra her girdi-ğimde genzim yanar adeta nefessiz kalırdım. Şimdi düşünüyorum da hayvanları soğuktan korumak adına, onlara ne denli eziyet ediyormuşuz. Bazen sulamak için dışarı çıkardığımızda, adeta dünya varmış dercesine hoplayıp zıpladıklarını, sulandıktan sonra içeri sokmakta zorlandığımızı, hayvanların içeri girmek iste-mediklerini an be an hatırlarım … Hayvanların ahırda biriken pislikleri, kömzek denilen bir deliğin yanında biriktirilir ve kürekle buradan dışarı atılırdı. Dışarıda biriken hayvan pisliklerinin bir kısmı ile yakacak olarak kullanılmak üzere tezek yapılır, geri kalan pisliklerde zibil(gübre) olarak tarlalara taşınırdı. Zibilin, ekin-lerin iyi gelişmesinde çok önemli rolü vardır. Merek denilen samanlıklarda ise, hayvanların kışlık yemleri muhafaza edilirdi. Bunlar genellikle buğday samanı, fasülye samanı, lazut(mısır) saplarıdır. Bazen daha fazla süt versin diye ineklere insan yiyeceklerinden arta kalan yal ve de son zamanlarda pancar küspesi veri-lirdi. Çayırlık alanlardan tırpanla biçilen otlar ve özellikle ekimi yapılan, yine tırpan yardımı ile biçilen yoncalar, iki kişi yardımı ile bükülerek yapılan burma-lar, hayvanların ilave yiyecekleridir.

----------------------------

Çocukluğumda, evdeki danaları ve küçük kayvanları gütmek, otlatmak göre-vi bana aitti. Her sabah “ Haydi oğul kalk artık, öğlen oldu. Hayvancağızlar acıkmış, bağrışıp dururlar “ diyen rahmetli annemin sesini duyar gibi olurum. Ben de mızmızlanır, kalkmak istemez “ Biraz daha uyuyayım ana” derdim. Uyku da öyle tatlıdır ki o anlarda!...Sonunda istemeye, istemeye kalkar, hayvan-ları önüme katar düşerimdim yollara. Annemin öğlen oldu demesine bakmayın, daha henüz sabahtır. Güneş bir meses boyu ancak yükselmiştir. Benden neçe sonra evden çıkan çocuklar vardır. Örneğin kapı komşumuz Mustafa Bilgili. Öğlene doğru evden çıkar, ikindine doğru yaylıma ulaşır. Hayvanların kursak-larına bir perçem ot girmeden, hayvanları döndürüp aheste aheste evin yolunu tutardı. Bu özelliğinden dolayı “Tembel Mustafa” olarak anılırdı. Hala da öyle bilinir ya …

Hayvan otlatırken gerek ben ve gerekse benim gibi olanların en büyük sıkın-tısı, korkusu ve endişesi, baharla birlikte ortaya çıkan, hayvanların canını yakan “bızik” diye adlandırılan arıya benzer sarı büyük sineklerdir. Bu sinekler, üze- rine konduğu hayvana dayanılmaz bir acı verirdi. Hayvanlar o anlarda kulak-larını ve kuyruklarını diker, biraz yerinde tepindikten sonra, başlarlar o yana bu yana koşmaya. Bızik denen bu sinekler hem hayvanların, hemde onlardan sorumlu insanların korkulu rüyasıdır. Isırıldığı için acı çeken hayvanlar, çareyi kaçmakta bulurken, onun sahibi de peşi sıra koşup onu çevirmek zorundadır. Aksi halde, hayvan can havliyle nereye gittiğinin farkına varmaz ve kaybo-labilirdi. Bir de evde büyüklere hesap vermek vardır. Peki bu olay ne kadar devam eder derseniz, zagal denilen takriben bir metre boyunda odunsu bir bitkinin çiçek açmasına kadardır. Bu sinekler, bu bitkinin çiçeklerine konarak, oradan beslenmeye başlar ve böylece hayvanların peşlerini bırakırlardı. Böylece hem hayvanlar ve hem de onlara bakanlar, derin bir nefes alırlardı.

Hayvanları otlatmaya giderken, annelerimiz heybelerimize 2-3 tane bazlama ekmek koyarlardı, acıkınca yememiz için. Bunlar da sıcağın etkisiyle kurur, an-cak suyla ıslatılarak yenilebilirdi. Heybesinde katığı olana pek ender rastlanırdı. Bunlar hali vakti yerinde olanlar, nazla büyütülmüş olanlar ya da ağa evlerinde Pepe Kasım gibi hizmeker olarak bulunanlardır. Bir gün unutmam, bir arkada-şım önüm sıra hayvanlarını yaylıma götürmekte, ben de arkası sıra gitmekte-yim. Ardaşın heybesinde karpuz olduğu anlaşılan bir şişkinlik görmekteyim. Ben onunla birlikte olup, karpuzundan yararlanmayı ummaktayım. O da iki de bir arkasına bakıp, acaba benimle birlikte olabilir mi diye beni kollamaktadır. Biraz hızlanarak arkadaşa yaklaştım ve: “ Hayvanları birlikte otlatalım mı?” de-dim. Amacım onun karpuzundan faydalanmaktı. Arkadaşımın, büyük bir se-vinçle önerimi kabul etmesi ile de birlikteliğimiz başlamış oldu. Arkadaş, be-nim kendisi ile birlikteliğimin karpuz nedeni ile olduğunu tahmin ettiğinden “ Biraz sonra karpuzu kırarak yeriz anasını satayım” diyerek, güya bu beraber-liği sağlama almak istiyordu. Bir süre yürüdük. Arkadaşda hiçbir hareket yok. Sonunda dayanamayıp: “ Hani, yolda giderken, karpuzu kırıp yiyecek” dedim. Arkadaş bunun üzerine: “ Aha, gideceğimiz yere az kaldı. Oraya varalım ve rahat rahat yiyelim karpuzu” dedi. Makul karşıladım… Gideceğimiz yere var-mıştık. Bir süre bekledim ki arkadaş karpuzu ortaya çıkarsın da yiyelim. Ama, arkadaşta yine hiç bir hareket yok. Dayanamayıp tekrar sordum: “ De haydi çıkar şu karpuzu yiyelim artık” dedim. Arkadaş: “ Şunun şurasında öğlene ne kaldı? Öğlen olduğunda ekmeğimize katık eder yeriz” dedi. Ben yine makul karşıladım. Evet gerçekten öğlen vakti acıkmış olur, iştahla yeriz karpuzu diye düşünmekteyim. Öğlen oldu, karnımız acıktı. Ekmeklerimizi çıkardık yavaş ya-vaş gevelemeye başladık. Bekliyorum ki arkadaş karpuzunu çıkarsın da ekmeğe katık edelim. Arkadaş hiç oralı değil. En sonunda dayanamayıp: “ Yahu şu kar-puzunu ne zaman yiyeceğiz?” diye sordum, can sıkıntısı ile. O da biraz sonra yiyelim. İkindin vakti yiyelim. Eve dönüş vakti yiyelim diyerek beni oyalıyordu. Anladım ki arkadaşım bu karpuzdan beni nemalandırmayacak. Bir daha da kendisini bu hususla ilgili uyarma ihtiyacı duymadım. Ve böylelikle arkadaşım, karpuzunu bana koklatmadan, getirdiği gibi tekrardan evine sağlam bir şekilde götürmüş oluyordu…

O zamanlar ekmeğe katık bulamazken ve onun özlemini çekerken, şimdilerde çocukların önüne akla gelebilecek her şey konulduğu halde, dönüp yüzüne bile bakmazlar. Bütün ısrarlara rağmen doğru düzgün bir şeyler yediremezsiniz. O zaman aklıma şu gelir: “ Haa demek ki insan oğlu var olanlara değil de, yok olanlara ilgi duymaktadır. Israrlara rağmen değil de, kaçamak yollu yeme içmeyi yeğlemektedir.” Atalarımız boşuna dememişler “ Hırsızlık bedava mal, baldan daha tatlıdır” diye…

TAŞIMA ve TARIM ARAÇ - GEREÇLERİ

Taşıma araçları dendiğinde ilk akla gelen kağnılardır. Kağnılar, muhacirlerin en çok ihtiyaç duydukları ve asla vazgeçemeyecekleri bir taşıma aracıdır. Eski-lerde hemen hemen her evin önünde bir kağnı arabası bulunurken, şimdilerde bir tanesine dahi rastlamak mümkün değildir. Eski yaşlı insanlar bunları iyi bilir tanır da, yenileri. göremedikleri için bilmeleri mümkün değildir. Bu aracı kısaca tanıtmaya çalışalım. KAĞNI ARABASI; üç aksamdan oluşmaktadır.1-Üzerine yük bindirilen, üçgen şeklindeki tabliye(yüklük) 2-Her iki ucuna iki yuvarlak tekerleğin bağlı bulunduğu mazı(Takriben 2 metre uzunluğunda sağlam ağaçtan yapılma düzgün, her iki uç noktasına yakın yerde tabliyenin oturtulması ve sağa sola kaymaması için biraz inceltilip işlerlik kazandırılmış, düzgün ve kalınca bir ağaç) 3-Koşum hayvanlarının bağlanıp, arabanın yürümesini sağlıyacağı, takri-ben 2 metre uzunluğunda boyunduruk ve hayvanların boynuna geçirilen, sami ve sambaktan oluşan boyunluk.

ÇATAN: Takriben 3 metre uzunluğunda, 1metre derinliğinde ve eninde bük dalları ile örülmüş, kağnı üzerine monte edilerek, daha ziyade dökülebilir durumdaki malzemeleri(saman gibi) taşımaya yarayan bir taşıma aracıdır.

Taşımada bilindiği gibi hayvanlardan yararlanılır. Bunlar ya öküz ya da ca- mızlardır. Bazı yerlerde at ve eşeklerden yararlanırsa da muhacir kesimde bu hayvanlar binek olarak kullanılırlardı.

SABAN : Ekime hazırlık mahiyetinde, toprağı sürmek(işlemek) için kul-lanılır, 3 aksamdan oluşur.1-Toprağı daha iyi ve kolay işleyecek ucuna sivri bir demirin(saban demiri)monte edildiği ve yukarı doğru yükselen, insanların kolay-ca eliyle kavrayabileceği saban kulpu. 2-Takriben 3 metre uzunluğunda sabanla boyunduruğu birbirine bağlalayan düzgün bir ok. 3-Aynen kağnı koşumunda kullanılan, koşum hayvanlarının bağlandığı boyunduruk.

Çift ve sabanla ilgili olarak, ailelerin çiftçisi, hizmekeri ya da bu hizmetleri gören evin insanı, çift sürme işlemleri sona erince saban demirini götürüp evin sahibi ve büyüğünün kucağına koyardı. Bu şu demekti:” Ben görevimi hitam ettim(tamamladım) ödülümü isterim.”

TIRPAN: Bir vesile ile tırpandan bahsetmiştik.Tırpan muhacir kesimin vaz- geçemeyeceği tarım araçlarının en önemlilerindendir. İnsanlara büyük kolaylık sağlayan tırpan, buğday ve çayır biçiminde kullanılır daha ziyade. Uzun bir sapı, orta kısmında insanların tutmasına yarayan tutacak vardır. Sapın ucuna da monte edilmiş 70-80 cm. uzunluğunta 5 cm eninde uç tarafı hafifçe kıvrık, ön tarafı oldukça keskin metal aksam vardır. Tırpanı kullanmak maharet gerektirir. Ağız kısmının, örs ve çekiç yardımı ile dövülmesi, masat yardımı ile keskinleştiril-mesi, yapılması gereken önemli ve zaruri kurallardır. Aksi halde verim almak zorlaşır ve kullananı bir hayli yorar. Hem bu işlemleri eksiksiz yerine getirmeli, hem de tırpanı usulüne göre sallamayı iyi bilmek lazımdır. En iyi tırpan salla- yana örnek olarak Molla Kasım’dan daha önce bahsetmiş, ilk defa tırpan gören ve Molla Kasım’ın elinde ne harikalar yarattığına şahit olan yöre insanlarınca ilgi ve hayranlıkla izlendiğini dile getirmiştik. Mutlaka daha bir çoklarının iyi tırpan salladıkları olmuştur. Ancak benim şahit olduğum kişi Kerim Toraman’ dır. Onun tırpan ağzını örs ve çekiç yardımı ile dövüp, sonra masat vurarak, kıvrak bir şekilde sallamasında, görsel bir hünerlik vardı. Kerim dayı sadece tırpan sallamayı değil, her işi düzgün ve usturuplu yapardı.

ORAK: Muhacirler Viranşehire gelmezden önce, bu yöre insanları ekinleri orakla dererlerdi.Tırpanın işlevselliği fark edildikten sonra, oraklar tedavülden kalkmışsa da, bazı hallerde orak’a ihtiyaç duyulmaktadır. Sapları kalın olan mısır gibi ekinlerin derilmesinde orak’a ihtiyaç duyulmaktadır. Zira tırpanın kalın saplı ekinlerin biçilmesinde etkinliği yoktur. Hassas olduğu için, gücü, ince saplı ekinlerle sınırlıdır. Orak yarım ay şeklinde, iç tarafı keskin, elle tut- mak için ağaçtan bir sapı olan, metal bir araçtır.

TIRMIK: 3 aksamdan oluşur.1-Ekinleri toplamaya yarayan, parmak kalın- lığında 15 cm uzunluğunda dişler 2-Dişlerin beşer santim ara ile monte edildiği, yatay vaziyette tutulan 5 cm eninde, 5 cm derinliğinde ve 1 metre uzunluğunda düzgün bir ağaç. 3-2 metre uzunluğunda ince uzun bir tarafı tutulmaya yarayan, diğer ucu, dişlerin monte edildiği ağacın tam ortasına sabitlendiği düzgün kalın- ca bir çubuk.

Bahsi edilen bu tırmıkla, daha önce yaba ile toplanıp pulul(köme) yapılan ve bilahare iki uzun ve düzgün ağaçlarla(küskül) harman taşındığında, geride arta kalan sapların toplanıp bir araya getirilmesi sağlanır.

YABA- Tarlada toplanan buğday ve fasülye saplarının destelenmesi ve taşın- masında, saman ve tanenin birbirinden ayrılması maksadiyle savurma işleminin yapılmasında, samanların çatanlara doldurulmasında, yardımcı bir alettir. Üç de-ğişik şekli vardır. Biri, üç parmaklı sapları taşımak ve yükleme yapmak için, diğeri, birkaç parmaktan ibaret olup, harman savurmada, bir diğeri de, samanın ya da herhangi hafif bir şeylerin bir araca yüklenmesinde kullanılır. İlk ikisi ta-mamen ağaçtan yapılma, sonuncusunun ağzı daha geniş olup demir aksamlıdır.

DİRGEN: Sap ve parmakları ağaçtan yapılmadır. İki ya da üç uzunca par- maklıdır. Ekin saplarının toplanması ve taşınması ve yüklenmesinde kullanılır. Yaba ile hemen hemen aynı görevleri yaparsa da, ona göre biraz daha kabacadır.

DÖVEN: Sert tahtadan yapılmış, takriben 1 metre eninde, 2 metre boyunda, ön tarafı kolay hareket etmesi için, hafifçe yukarı doğru kıvrıktır. Üst tarafı tamamen düz, ancak alt tarafı keskin çakmak taşlarının sabit bir şekilde otur- tulması için çok sayıda açılmış deliklerden oluşur. Döven; buğday ve fasülyenin sap ve tanelerinin ayrıştırılması için görev yapar. Döven bir zincir vasıtasiyle hayvanların çekip döndürmesi için, kağnılarda da kullanılan boyunduruğa bağ-lıdır …

H A R M A N Z A M A N I

Döven kullanmak, bu işlerle uğraşmayanlar için büyük bir zevk, ancak bu işlerle uğraşanlar için ise bir işkencedir. Zira harman yerlerine yığılan saplar, bir ay boyunca dövenle dövülüp, tanelerin tamamen saplardan ayrılması sağlan- malıdır. Bu işler de hiç kolay olmamaktadır. Sapların 2-3 günde bir ters yüz edilip aktarılması, döveni döndüren hayvanların harmanın içine pislememesine dikkat edilmesi, anında pohçal’ın hayvanın kıçına tutulması, son derece önem- lidir. Zira döven döndükçe hayvanın pisliği her tarafa bulaşır… Bir ay boyunca yapılan bu işlemler sonucunda, harman tamamen dövülüp hazır hale getirilmiş olur. Herşey bitmiş midir? Hayır. Daha yapılacak çok şey vardır. Harmanın top-lanıp yığın yapılması, savurup samanın tanenin ayrılması için, az rüzgarlı hava koşulunun oluşmasının beklenmelidir, zira hava sakin olduğunda, savurma işle-mini yapmak mümkün değildir. Diğer yandan çok rüzgarlı havalarda ise, saman rüzgarla birlikte uçup gider. Oysa ki, kış aylarında hayvanların vazgeçilmez yi-yeceğidir saman.

Yaba yardımı ile uygun hava ortamında savrulup, taneleri ve samanları bir-birinden ayrılan harmanın, taneleri çuvallara, samanların da çatanlara doldu- rulup evlere taşınması vardır. Harmanla uğraşan kişiler de, saman ve tanelerin eve taşınmasiyle, bir aydır harmanda yatıp kalkmaları son bulur ki, rahat bir nefes almalarına ve sevinmelerine vesile olur. Bundan sonra, tanelerin yıkan- ması, büyük kara kazanlarda kaynatılması, damlara serilip kurutulması, değir- mende üğütülüp un ve bulgur haline dönüştürülmesi vardır ki, bu işlerle de ge-nelde kadınlar ilgilenirler…

Harman zamanında yaşananlar ile ilgili duymuş olduğum iki ilginç anıyı sizlerle paylaşayım. Yine bir harman zamanı Kara Hacı Doğan’ın oğlu benim yaşıtım Nazif, düven sürmekle meşguldur. Kimsenin olmadığı bir zamanda, tar-lada topladığı mısır koçanlarını, tezeklerden ateş yakarak düven üzerinde pişirip, hem düven sürme ve hem de pişmiş taze mısırları yeme zevkini tatmak iste-mektedir. Hiç olacak iş mi bu? Yakılan ateşle harman tutuşuverir. Kimse de bu-lunmayınca harman yanıp kül oluvermiştir …

Yine bir harman zamanı, Ali Ünver düvenle harman sürmüş, akşam olunca da, hayvanları serbest bırakıp dinlenmeye çekilmiştir. Yorgunluğun etkisi ile de hemen uyuya kalmıştır. Birkaç mukallit arkadaşı gece onu korkutmaya geldik-lerinde, onu uyur vaziyette görünce, korkutmaktan vazgeçip ona bir oyun oyna-mak için bir plan kurarlar. Ali Ünver düven üzerine uzanmış horul horul uyu-maktadır. Arkadaşları onu düvenle birlikte alıp oldukça uzak bir yere bırakıp dönerler… Ali Ünver bütün bu olup bitenler olurken hiç uyanmamış ve dolayısı ile de işin farkına varmamıştır. Ali Ünver güneş doğup da uyanınca, durumda bir gariplik sezmiş. Burası neresi, harman nerede, hayvanlar nerede? Önce rüya gör-düğünü zannetmiş, gözlerini ovalıyarak etrafa dikkatlice bakmış, kendisi düven üzerinde ama, düven harmanın üzerinde değil, çok farklı bir yerdedir. Şaşkın-lığını üzerinden atan Ali Ünver durumu anlayıvermiş. “ Ulan köpoğlular yine yaptınız yapacağınızı” demiştir …

Kürek ve bel gibi yardımcı araç gereçleri detaylı tarif etmeye gerek görmü- yorum. Zira bu aletler, bu gün bile yaygın bir şekilde kullanılmakta ve herkes tarafından çok iyi bir şekilde tanınmaktadır. Çok kısa olarak kürek, herhangi dağılabilir bir nesneyi bir yerden bir yere koymada, belküreği ise, toprağın altını üstüne getirip havalandırma ve aynı zamanda yabancı zararlı otlardan temizle- mede kullanılır.

MUHACİRDE EĞLENCE ve OYUNLAR

Muhacir ailelerde, eğlence çeşitlerinin bir kısmından şu veya bu şekilde bah- setmiştik. Çok çok eskilerde insanların bir araya gelip sohbet ettikleri köy oda-larından, hemen hemen herkesin zevk aldığı sinemalardan, yine her kesimden insanın ilgi ile ve zevkle izlediği pehlivan, horoz döğüşü, tosun ve camız güreş-lerinden, Kristal Kahvehanesinde ilginç ve neşeli hadiselerden, Kerim dayının ve Pepe Kasım’ın Kuri ile iletişiminden ve daha birçok ilginç ve insanları kısa bir an da olsa gülümseten olaylardan bahsetmiştik. Şimdi biraz da hiç değinme-miş olduğumuz eğlence ve oyunlara dönelim.

HARFENE – Senede en az bir defa, daha ziyade uzun kış gecelerinde baş vuru- lan bir eğlence çeşididir. Daha ziyade gençler arasında yaygın olarak yapılır. Daha önceden belirlenen yer ve tarihte, gençler, herkes kendi ölçüsünde yiyecek bir şeyler getirirler. Gece boyunca şakalaşan, değişik oyunlar oynayan ve keyif- lerince eğlenen gençler, getirmiş oldukları yiyecekleri afiyetle yedikten sonra, mutlu bir şekilde evlerinin yolunu tutarlardı.

ARA KESME- Oyuncular hücumcular ve müdafiler olmak üzere eşleşerek ta-kımlarını oluştururlar. Hücumculardan biri, müdafilere yakalanmadan belirlenen hedefe ulaşırsa, müdafilerden birisi oyun dışı kalır. Daha doğrusu kaç kişi bu işi başarmışsa, o kadar kişi oyun dışı kalır. Diğer taraftan müdafiler tarafından yakalanan hücumcular da oyun dışı kalmış olurlar. Sonuçta ne tarafın oyuncuları tamamen bertaraf edilmişse, o taraf oyunu kaybetmiş, diğer taraf ise kazanmış demektir.

Buna benzer “eş gördüm” ve “sobe” gibi oyunlar herkes tarafından biliniyor ve tedavülde olması nedeniyle es geçilmiştir. Ben daha ziyade muhacir kesime ait olup da, zamanla unutulan oyunları, unutulmamaları adına izaha çalışmaktayım.

UZUN EŞEK –Bir kişi elini duvara dayayarak bacaklarını açar. Diğer bir kişi kafasını, o kişinin bacaklarının arasına sokarak eşek vaziyeti alır. Öbür tarafta, sıraya girmiş olanlardan biri koşarak gelir eşeğin üzerine atlayıverir. Bazen, bazılarınca hınçla yapılan bu atlama, eşek olan kişinin canını acıtabilir.Tabiiki buna karşı müsamaha gösterilmez. Eşek vaziyetindeki arkadaşının üzerine hop-layarak oturan kişi, onun üzerinden inerek eşek vaziyeti alır. Bu iş böylece uza-yıp gider. Zaten bundan dolayı bu oyunun adı “ uzun eşek” tir.

KOLTAŞI FIRLATMA- Önceden bir çizgi çizilerek, atış alanı belirlenir. Ken- disine güvenenler çizginin arkasında sıralanır, atış sırasını beklerler. Sıra ile, önceden ayarlanan özellikli taş parçası, bacak arasında bir süre sallatıldıktan sonra, var güçle ileri fırlatılır. En uzağa atmış olan kişi, bu yarışmanın şampi- yonudur. Bu oyun zamanında çok iddialı ve heyecanlı olurdu. Genellikle ortada bir yemek iddiası olur ve yemek de muhacir kesimin en çok sevdiği “ hingel ” den başkası değildir.

Bir gün rahmetli babam, anneme; “ Bugün hingel yapacaksın” demesi üze- rine “ Ne o herif (muhacir kesiminde ev hanımları kocalarına genellikle “ herif ” diye hitap ederler.) bu gün misafir mi var yoksa?” sorusuna, utanarak ve sıkı-larak “Yok. Osman ile (Canpolat) kol taşı yarışına girdik, beni yendi”. Babamın yenilmekten ötürü o utangaç halini, annemin ise babama belli etmeden gülümser halini unutamam.

TİRİ CİGGOR OYUNU- Bu oyun avuç içi büyüklüğünde düzgün ve yassı bir taş parçası (Tiri) ile ceviz büyüklüğünde yuvarlak küçük bir taş parçası (Ciggor) ile oynanır. Herhangi bir taş üzerine dikilen ciggor, belli bir mesafeden sıra ile oyuncular tarafından fırlatılan tiri ile isabet ettirilmeye çalışılır. İlk olarak kim isabet ettirmişse elindeki tiri vasıtasiyle bu sefer daha yakından vurmak sure- tiyle, ciggor’un uzaklara gitmesi sağlanır. Bu atış 3 defa veya 5 defa tekrar edi-lir. Sonuçta ciggor’a isabet ettirenlerden, kim onu daha uzağa taşımışsa, oyu- nun galibi sayılır.

TİRİ SAYI OYUNU- Bu oyun yine yuvarlak ve düzgün bir taş parçası (Tiri) ile kibrit kutusu, gripin kutusu ve sigara kutusu kapakları (sayı) ile oynanır. Kibrit ve gripin kutu kapakları küçük oldukları için bozuk küçük paraya, sigara ka-pakların da büyük ebatlı olanlar büyük kağıt paraya tekabül eder. Oyuncular, önceden çizilen bir daire içinde birbirinin üzerine koydukları sayıları, belli bir mesafeden ve kurra ile tesbit olunan sıralama düzeninde, elleriyle attıkları tiri marifetiyle, dairenin dışına çıkarırlar. Dairenin dışına çıkarılmış olan sayı ve sa-yılar çıkaranın malı sayılır artık. Sayıların değerlikleri, çok ya da ender bulun- masına göre değişir. Piyasada çok bulunan sayılar değersiz, az bulunanlar ise değerlidir. Bunlar aynen para gibi işlem görür. Bozdurulur ya da tümlettirile-bilirler.

Gerek ciggor ve gerekse sayı oyunlarını en iyi beceren kişi Entelli Kadir dayının oğlu bizlerin samimi arkadaşı Zakir Armağan idi. Ciggor’dan dolayı ona “Cıg-gır” diye hitap edilirdi. Oyunlarda kazandıkları o kadar çoktu ki, sandıklar dolu-su sayısı vardı. O, zamanın en sayı zengini kişisi idi. Hatta banker vazifesi gö-rür, sayı bozdurmak ya da tümletmek isteyen, ya da borç sayı almak isteyenler Zakir’in kapısını çalardı.

DAMDA GÜLLE OYUNU- Bu oyun düzgün dam üzerlerinde, bilye ya da yuvarlak taş ve demir güllelerle oynanır. Bir nevi kumar oyunudur. Demir bozuk paralar (delikli 2,5 kuruş, 5, 10, 25 kuruş, çok nadiren 1 lira) belli aralıklarla dikilir. Oyuncular kura ile belirlenir. Birinci gelene “öncül”, sonuncu gelene “gaga” denir. Öncülden başlamak üzere sıra ile bilye ya da gülleler nişan alına- rak yuvarlanır. Hedefe ilk isabet ettiren oyuna devam eder. Bu arada isabet ettir-diği paralar kendinin olur. Şayet isabet ettiremez ise, sıradaki (öncül arkası) aynı uygulayı devam ettirir. Şayet paraların hepsine isabet ettirilmiş ise, oyun tekrar yeniden kurulur.

Bu oyunu da en iyi oynayan rahmetli can ciğer dostum Ali Canpolat idi. Onun sarı bir tunçtan güllesi vardı. Biraz da ağır olduğu için, güllesi hiç hedeften şaş- maz, paraları siler süpürürdü.

O devirde, nadir kişilerde para olurdu. Bu paraların da en küçüğü, delikli 2,5 kuruş, en büyüğü ise 100 kuruş( 1 lira)idi. Diğer çocuklar ise para yerine düğme (kopça)kullanırlardı. Oyunda kaybeden çocuklar, hemen koşup ya evlerindeki, ya da kurutmak için dışarıda bir yerlere asılmış olan, başkalarına ait çamaşır-ların düğmelerini araklarlardı. İş fark edilince de kızılca kıyamet kopardı.

İLÇEDE GÖREV YAPAN BELEDİYE BAŞKANLARI

ESAT DOĞAN = Doğanşehir 1946 yılında ilçe olduğunda, yapılan ilk Belediye Başkanlığı seçimini, Esat Doğan kazanmıştır. Bundan önceki görevi İl Genel Meclis Üyeliğidir. İki sene sonra 1948 yılında Malatya’ya, vekillerden birini ölümü üzerine bir milletvekillik tanınması üzerine, aday tesbiti için kuraya baş-vurulmuş, kuraya Esat Doğan’ın da ismi dahil edilmiş ve çekilen kura sonu-cunda Mebus adayı belirlenmiştir. İsimler yazılı kağıtlar bir fotör içinde karış-tırılarak çekim yapıldığı için, bir süre “Fotör’den çıkan Mebus” diye anılmıştır. Mebusluk görevi nedeniyle, Belediye Başkanlık görevini bırakmak zorunda kalmış, bu göreve Rıdvan Doğan vekalet etmiştir. Üç dönem mebus olarak T.B.M.Meclisinde görev yapan Esat Doğan’ın bu görevi, 27 Ekim 1957 yılında Bursa’dan aday gösterilmesi ile sona ermiştir. Ancak hizmet etmek aşkı onu yalnız bırakmamış, 1963-1967 yılları arasında tekrar Belediye başkanı seçil-miştir. Kısıtlı maddi imkanlara rağmen ilçeye hizmet vermekte kusur etmemiş-tir. Zamanında; Atatürk İlkokulu, Ziraat Bankası, bilahare Karşıyaka İlkokulu hizmete açılmıştır.

Esat Doğan, Belediyece yapılan işleri yakından takip etmiş, işlerin tez elden ve sağlam yapılmasına azami dikkat göstermiştir. Doğanşehir’in gerek belediyelik ve gerekse ilçe olmasında katkısı büyük olmuş, ülkeye ve ilçeye hizmet etmek- ten hiçbir zaman kaçınmamıştır. Dolayısiyle insanların kalbinde taht kurmuştur. O dönem ilçede ilk olarak görev yapan kaymakam, Rıza Akçalıdır. Bilahare Behçet Eren- Yaşar Mermut- Ali Erdoğdu- S.Battal Önder- Muzaffer Selimata- Raşit Gedik.

RIDVAN DOĞAN= Esat Doğan’ın mebus seçilmesi üzerine, boşalan Belediye Başkanlık görevine vekaleten getirildi.1950 yılında yapılacak olan seçime kadar ilçe Belediye Başkanı olarak görev yaptı. Bu göreve tercihen getirildi. Çünkü o ağa idi ve bu ağalık görevini layıki ile yapıyordu.Tüm herkesçe; yardım sever, bonkör ve hatırı sayılır bir insan olarak kabul görmüştür.


Yüklə 2,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin