BERGAMA
TARİHÇE
Uygarlık Tarihi'nin en eski yerleşimlerinden biri olarak öne çıkan Bergama ya da antik söylemiyle Pergamon, tarih öncesinden itibaren, İon, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine kadar, uzunca bir tarihi sürece sahiptir.
Bergama kale anlamına gelmektedir.
Antik adıyla Pergamon şehrinin ilk yerleşim alanı Akropol'dür. Pergamon Lidya ve Pers egemenliğinden sonra M.Ö. 4'üncü yüzyılda Makedonya Kralı İskender'in egemenliğine girmiş, M.Ö 283'ten itibaren ise 150 yıl boyunca Batı Anadolu'ya hükmetmeyi başarmış, Hellenistik dönemin en önemli ve gelişmiş kültür ve ticaret merkezi olmuştur.
M.Ö 133'te Kral III. Attalos'un vasiyetiyle Roma Devleti'ne devredilen Bergama, M.S. 395'te Bizans egemenliğine, Türklerin Anadolu'ya gelmesiyle birlikte de Türk hakimiyetine girmiştir.
Şehrin ilk merkezi Akropol'ün en görkemli eseri, Pergamon Kralı II. Eumenes tarafından Galatlara karşı yapılan savaşın kazanılmasının anısına inşa edilen Zeus Sunağı'dır. Ancak Zeus Sunağı, bundan yaklaşık 130 yıl önce, Alman kazı ekibi tarafından Berlin'e götürülmüş olup, Akropol'de sadece kaideleri bulunmaktadır.
Akropol'de ayrıca, bu gün de dünyanın en dik tiyatrosu özelliğindeki 15 bin kişilik bir tiyatro, antik çağın ünlü 200 bin ciltlik Bergama Kütüphanesi’nin kalıntılarıyla birlikte, saraylar ve tapınaklar bulunmaktadır.
TARİHİ ESERLERLE İLGİLİ EFSANELER
YILANLI SÜTUN
M.Ö. 4'üncü yüzyıla uzanan geçmişiyle Asklepieon Sağlık Kenti, mitolojideki sağlık tanrısı Asklepieos'a adanarak yapılmış ve M.S. 5'inci yüzyıla kadar, ünlü bir tedavi merkezi olarak etkinliğini sürdürmüştür. Bergama'nın eski çağlarda önemli bir sağlık kenti olduğunu ispatlayan Asklepieon'un giriş kapısı, bu gün Viran Kapı adıyla ayakta durmaktadır. Asklepion da bulunan Yılanlı sütun ise tıp ve eczacılığın sembollerine kaynak olmuştur.
Yılanlı sütunla ilgili halk efsanesi:
“Asklepion ya da halk dilinde Ayvazali denilen Bergama Sağlık Yurdunda Galenos (Galen) adında çok ünlü bir hekim yaşamıştır. Derler ki tıpta Hipokrates’i geçmiş, yüzlerce kitap yazmış, o zamanki dünyada kralları tedavi etmiştir.
İşte bu Galen hekim zamanında, belki de 130 tarihinde Asklepion’a bir hasta gelmiş. Virankapıdan içeri almışlar, Asklepion hekimleri tarafından giysileri çıkarılmış, yıkanıp yuğunmuş, beyaz harmaniler giydirildikten sonra kutsal yoldan geçirilip uyku odasına alınmış. Sayıklamasına, rüyasına bakılmış, fakat bir türlü hastalığının kökenine varılamamış. Hastalığının nedeni çözülünceye değin bekletilecekmiş ama birkaç gün içinde çok ağırlaşmış, titremeler, kasılmalar görülünce zehirlenme olduğu anlaşılmış ama iş işten geçmiş. Durumu Galen hekime aktarmışlar, hastayı gördükten sonra tapınağın giriş kapısının önüne çıkarılmasını ve ölmeden akrabalarının alıp gitmesini buyurmuş. Biliyorsunuz belki, Asklepion’un kapısının üstünde “Bu kapıdan ölüm giremez” yazılmıştır.
Neyse hasta, dönüş yolunun ağaçlı girişinde bırakılmış ve akrabalarına içeriye girmeleri için kapıya haber gönderilmiş. Burada umarsız bir şekilde çırpınan hasta, aynı kaseden içtikleri sütü kusan iki yılan görmüş, yılanlar birbirlerine dalaşmışlar, süt başında kavga yaparlarken, birbirlerini ısırdıkça süte zehirlerini saçmışlar. Ümitsiz hasta, canına kıymak düşüncesiyle gayretlenip sürüne sürüne süt kasesine yaklaşmış ve bir dikişte içmiş.
Zehirli sütü içtikten sonra olduğu yerde yıkılıp kalmış ve derin bir uykuya dalmış. Hastanın oğulları, babalarını almak için içeriye girdiklerinde önce onu görmemişler, sonra çamların altında yüzü koyun yatarken bulmuşlar. Öldüğünü sanıp, yüzünü çevirdiklerinde uykudan uyanan babaları zıplayıp ayağa kalkmamış mı? Birisi hemen koşup Galen’e babasının iyi olduğunu müjdelemiş. Doktor Galen, zehire panzehir bulmanın sevinciyle çoşarken iyileşen hastasına da adak olarak bir sütün üzerine ayni kaptan içtikleri sütü kusan iki yılan kabartması yaptırıp diktirmesini söylemiş.”1
Eyüp Eriş’in destansı bir şekilde anlattığı efsane halk arasında biraz daha farklı anlatılmaktadır:
“Bir gün Asklepion’a ağır bir hasta gelir. Durumu ağırdır ve ölmesi muhtemeldir. Doktorlar içeri almak istemezler çünkü Viran Kapı’da “Bu kapıdan ölüm giremez” yazılıdır, içeri ölecek hastalar alınmaz. Fakat hastayı boş göndermek olmaz. Bir kase süt ısıtılır ikram edilmek için. Bu arada sarmaş dolaş iki yılan zehirlerini bu kaseye akıtırlar. Süt ikram edilir. Bunu içen hasta eski sağlığına kavuşur.”
Efsanenin halk arasında anlatılan modeli görüldüğü gibi Türk halk geleneklerinden izler taşır. Söyle ki; kurallara göre hasta içeri alınmaz fakat “geleni boş göndermemek” geleneğimiz burada devreye girer ve bir kase süt ikram edilir.
MEDUSA MOZAİĞİ
Bergama Arkeoloji Müzesinin en dikkat çeken eserlerden biri olan Medusa Mozaiği, Akropol’den buraya taşınmıştır. Birçok tarihi eserle ilgili halk arasında efsane dolaştığı gibi Medusa’yla ilgili de efsane bulunmaktadır. Halk bu mozaiği ziyaret ettiğinde Medusa’nın gözlerine dikkat ederler ve çevresindekilerin de dikkatini ona vermelerini sağlarlar. Nerden bakılırsa bakılsın Medusa’nın gözleriyle göz göze gelir insan. Bunu herkes fark edince “Çok bakma bakanı taşa çevirir” der olayı bilen bir kişi.
Halk arasındaki bu inanışın kaynağını ise yine mitolojik bir efsane oluşturur. Eyüp Eriş’in anlattığı bu efsaneden özetle:
“Medusa, Gorgo denilen dünya güzeli üç kız kardeşten birisidir. Söylenceye göre Athena, bunları kıskandığından, Posedion ile işbirliği yapıp da Athena Tapınağını yıktıklarından onları saçları yılanlarla örülü, alınlarında yaban domuzu dişleri olan, tunç elli ve altın kanatlı yaratıklar haline çevirir.
Zeus'un Danae'den olan oğlu Perseus Medusa'yı öldürür. Kral Polidektes, Danae'ye göz koyar ona sahip olmak için Perseus'u uzaklaştırmak ister. Medusa'yı öldürme görevi verir. Perseus Medusa'yı öldürür onun kesik başını kralın huzuruna atar. Kral şaşkınlığından taşa dönüşür.”2
Az önce de belirttiğim gibi halkın taşa dönüşmemek için çok bakmamasına Eyüp Eriş de şu şekilde dikkat çeker:
“Bergama Arkeoloji Müzesinin iç salonunda büyük boy yer mozayığının olduğu alana gelirseniz, bu söylencemizin fısıltılarını duyar gibi olursunuz. Eğilip iyice baktığınızda yılan saçları ile Medusa’nın başı görülür. Polidektes bu başı gördüğünde taş kesildiği için bakarken dikkatli olunması rica olunur.”3
GÜZELLİK ILICASI
Dünyanın ilk telkinle tedavi hastanelerinden biri olan Asklepieon'un yakınında yer alan Kleopatra Güzellik Ilıcası, sıcak suyla tedavi amacıyla antik çağlardan beri kullanılmaktadır. Anadolu'daki ilk kaplıca tedavisinin Bergama'da MÖ. 400'lü yıllarda başladığı belgelelerle kanıtlanmaktadır.
Ilıca, Antik Bergama Kralı II. Eumenes tarafından yapılmış ve tedavi amacıyla 2000 yılı aşkın bir süre binlerce kişiye tedavi amaçlı hizmet vermiş, büyük ilgi görmesine rağmen bakımsızlık nedeniyle 1988 yılında kapatılmıştır.
Adına “Kleopatra” eklenmiş bu güzellik ılıcasının efsanesine gelince:
“Bergama'da yaşanmış bir öykü… Kraliçeleri kıskandıran çoban kızının dillere destan güzelliğinin gizemi…
Bu çoban kızı önceleri çirkin mi çirkin, sümüklü, pasaklı birisiymiş. Yüzü sivilceli, burnu çilli, yaralı bereli bir cildi varmış. Öyleyse bu kızı, Mısır kraliçesi ve kainat güzeli, bütün zamanların en dilber kadını Kleopatra neden kıskanmış? Çünkü bu çoban kızı koyun güderken çalıların arasında kaybolur, bir pınarın oluşturduğu gölcükte sıcacık sularda yıkanır, paklanır, çimermiş. Günler günleri kovalarken, çilleri yok olmuş, cildi ipek gibi, kaşı gözü yerine düşmüş. Ayın ondördü, ırmak saçlı, kara kaşlı, ela bakışlı, kirpikleri nakışlı güzeller güzeli bir kız olup çıkmış.
Çoban kızının güzelliği önce Bergama'da duyulmaya başlamış, Bergama Kralı'nın kızını güzellikte geçince derhal çoban kızını saraya çağırtmışlar. Kraliçe, gerçekten ay parçası gibi güzel bir kızla karşılaşınca güzelliğinin sırrını sormuş. Utangaç çoban kızı, daha da sıkılmış bu sorudan ve "hiç" demiş, ben kuzularımı çok seviyorum da ondan demiş ama bir türlü kraliçeyi ikna edememiş. Bunun üzerine kraliçe, çoban kızının ağzından öğrenemediğini onu izleterek çözmek üzere uğurlamış sarayından. Adamlar gizlice peşine düşmüşler, ne yer, ne içer, ne sürünür, nerede taranır, nerede yatar, nerede kalkar izlemeye başlamışlar. Şunu özellikle fark etmişler ki çoban kızı sabah, öğle, akşam kuzularını güttüğü yamacın eteğindeki çalıların içine giriyor, buhar çıkan sıcak su birikintisinde uzunca zaman kalıyor, iyice yıkanıp dökünüyor. Hemen koşup çoban kızının güzelliğinin gizemini açıklamışlar. Kraliçe bunu duyar duymaz buraya çıkıp gelmiş, adamları büyük bir çadır kurmuşlar ve kraliçe günde üç kez olmak üzere bir hafta bu sularda yıkanmış. İnanamamış, cildi pırıl pırıl, yüzü gözü ışıl ışıl olmuş. Üstelik sağlık esenlik kazanmış, yanakları al al olmuş. Saraya dönünce babası kral, kızını tanıyamamış, şaşkın şaşkın bakakalmış. Sonra buraya ılıca yapılmasını sağlayıp herkesin yararına açmışlar. Adına güzellik Ilıcası demişler.
Bu olay Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın kulağına gitmiş. Güzeller güzeli olduğu halde hem daha da güzel olmak hem de güzelliğinin kalıcı olmasını sağlamak için Bergama'ya gelmiş, günlerce ılıcada kalmış. Eskiden de güzelmiş ama buraya gelip gittikten sonra o kadar güzelleşmiş ki Sezar ve Antonius onun için canlarına kıymışlar. Kleopatra'nın gelmesinden sonra da ılıcanın adı Kleopatra Güzellik Ilıcası adını almış.”4
BERGAMA KÜTÜPHANESİ VE PARŞÖMEN KAĞIDI
Bergama Kralı 1. Attalos tarafından M.Ö. 198 yılında yaptırılan Bergama Kütüphanesi'nde tam 200 bin cilt kitap bulunuyordu.
Antik Çağ'da, Mısır'daki ünlü İskenderiye Kütüphanesi ile yarışan Bergama Kütüphanesi’nde dönemin ünlü düşünür ve bilim adamları Parmenides, Galenos ve Archesilaos yetişmiştir.
Böyle büyük ve ünlü bir kütüphane ile ilgili efsanemiz ise şöyle:
“…Bergama Kütüphanesi'nin zenginliği bir süre sonra Mısırlıları kıskandırmaya başlamış, bu nedenle papirüsün Bergama'ya ihracını yasaklamışlardır. Bunun üzerine Bergamalılar, oğlak derisinden parşomeni icat etmişlerdir. Bu deriye, Bergama'nın latince söylenişi olarak Parşömen denilmiştir.”
Ancak bu görkemli kütüphane bir yangın sonucu kül olup gitmiştir. Şimdi ise Akropol’de, kütüphanenin sadece duvarlarını görmek mümkündür.
Ayrıca Bergama Kütüphanesi’nin Romalı Antonios tarafından Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya hediye edildiği de söylenir:
“Duymuş olmalısınız hani, dilediğini yaptıran Kleopatra, Antonios’tan yanan İskenderiye Kütüphanesi yerine Bergama Kütüphanesini getirmesini istemiş.
Kağıdın icat edildiği, Mısır’ın papirus’un dış satımını kesince ceylan ve oğlak derisinden yapılan parşömenin kullanıldığı Bergama’nın kalesinde, Athena Tapınağı ile Trayan Tapınağı arasında yer alan ünlü kütüphane o zamanlar dünyanın en zengin kütüphanesiydi.”5
ALTIN AT ARABASI, TEPELER VE TÜNELLER
Bergama’da halk tarihin güzelliklerinden sonuna kadar faydalanmasını bilmiştir! Tabi bu turizm sektöründe değil maden arama gibi definecilik sektöründe patlama yaratmıştır. Birçok insan definecilikle uğraşmıştır, uğraşmaya devam edenler de vardır. Her metrekaresinden tarihi eser fışkıran Bergama’da birçok inşaat temelinden çıkan eserlerden dolayı durmakta, alan sit alanı olmaktadır.
Defineciliğin bu derece yaygın olduğu ilçemizde bununla ilgili efsaneler de çokçadır. Bu konuda en büyük efsane Akropol ve Yığma Tepe tümülüsünün altında “altından bir at arabası” olduğudur. İmkanlar yetmeyeceğinden bu efsanenin şu ana kadar kanıtlanması olasılığı olmamıştır.
Yığma Tepe’nin etrafı çukurdur, buradaki toprağın yığılarak tepenin oluşturulduğu düşünülür. Bununla ilgili halk arasındaki inanış ise “Tepenin bir gecede askerler tarafından yığıldığı” şeklindedir.
Yığma Tepe’de geçmişte Alman arkeologlar tarafından kazı çalışmaları yapılmış. Tepenin göçme tehlikesi yüzünden tamamlanamamış yarıda bırakılmıştır.
Bergama’da Yığma Tepe gibi iki tümülüs daha bulunmaktadır. Bunlar Maltepe ve Tavşanlı Tepe diye bilinirler. Tümülüsler insan eliyle oluşturulmuş tepelerdir. Altlarında mağara ve tünel sisteminin olduğu bilinmektedir. Maltepe’de mağara girişi mevcuttur ve bayağa geniştir. İlerde mağara tünele bağlanır. Bergama halkı bu tepelerin; Akropol, Asklepion ve Bazalika6 (Kızılavlu) ile tünellerle bağlı olduğuna inanır. Hatta bununla yetinilmez. Bu tünellerin çevre ilçeleri kadar uzadığını belirtirler. Fakat tünellere girmek kolay değildir, onların tuzaklarla dolu olduğuna inanılır. Bazalika’daki tüneller çökmelerle biraz yer üstüne çıkmışlardır. Bu göçük tünellerin çok fazla oluşundan dolayı tünel sisteminin çok ve karmaşık olduğuna inanılır.
Maltepe:
Bazalika:
BERGAMANIN İLKLERİ
-
İlk parşömen (deriden kağıt yapımı)
-
İlk Asya Kütüphanesi (200000 ciltlik)
-
İlk büyük hastane (Asklepion)
-
İlk telkinle tedavi (psikoterapi)
-
İlk doğal tedavi (müzik, tiyatro, spor, güneş ve çamur ile)
-
İlk farmakoloji (doğal ilaçlar)
-
İlk afyon modeli ilaç
-
İlk kent hijyeni (sağlık alt yapısı )
-
İlk tıp ve eczacılık simgesi (yılanlı sütun )
-
İlk mühendislik, U borusu yöntemi ile trigonometri
-
İlk kent imar yasası
-
İlk kent çarşı pazar yasası
-
İlk komün devleti
-
İlk grev ve toplu sözleşme (MÖ 248 de l. Eumenes ücretli askerlere hakkını verdi)
-
İlk 4 tiyatrolu kent
-
İlk en dik tiyatrolu kent
-
İlk meslek sendikaları ve sendika konfederasyonu
-
İlk 3 dereceli öğretim (ilk orta ve lise)
-
İlk kazı müzesi (arkeoloji deposu sonra müze)
-
İlk ve en büyük sunak
-
İlk ahşap sahneli tiyatro
-
İlk hristiyan kilisesi (yedi kiliseden biri)
-
İlk batı Türkçesi grameri (Bergamalı Kadri Efendinin eseri)
-
İlk işgali kıran kent (15 Haziran 1919)
-
İlk festival yapan şehir (Bergama Kermesi 1937)
-
İlk yerel TV kuran şehir (Bakırçay TV 1991)
SON SÖZ:
Bergama’da doğan, Bergamalı olan, Bergama’ya gelen, Bergama’da çalışan, Bergama’da yaşayan, Bergama’dan ayrılan ve Bergama’yı tanıyan herkes Bergamalıdır.
Macit Gönlügür
Kaynakça
Eriş, Eyüp, Bergama Söylenceleri, Bergama Belleten-17, Bergama 2009
Sarıoğlu, M. Adnan, Bergama Müzesi, Bergama Belleten-15, Bergama 2006
Eriş, Eyüp, Bergama Tarihinde İnanç Coğrafyası, Bergama Belleten-12, Bergama 2003
Berksav ( Bergama Kültür ve Sanat Vakfı) vakıf müdürü: Berna Avdan
Bergama Arkeoloji Müzesi görevlisi: Sanat Tarihçisi Nilgün Ustura
Dostları ilə paylaş: |