Bibliyografya : 4 kissatü seyf b. ZÛYezen 4


a) öncül­leri kesin olmayan kıyasın zan ifade ede­ceği ve zannın yerilmiş olduğu, b)



Yüklə 1,06 Mb.
səhifə35/70
tarix07.01.2022
ölçüsü1,06 Mb.
#90463
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   70
a) öncül­leri kesin olmayan kıyasın zan ifade ede­ceği ve zannın yerilmiş olduğu,

b) nasla­nn yeterli olup kıyasa başvurmanın Al­lah'ın dininde eksiklik bulunduğu ve bu­nun ikmaline çalışıldığı anlamına gelece­ği,

c) kıyasla hükmetmenin Allah'ın in­dirdiğinin dışında bir şeyle hükmetmek olduğu,

d) kimsenin kendiliğinden hü­küm verme yetkisinin bulunmadığı, tar­tışma konusu olan hususları Allah ve Resulü'ne götürmenin gerektiği, kıyasa baş­vurmanın ise kendini sâri" konumunda görerek şâriin hüküm koyma hakkına te­cavüz demek olduğu biçiminde özetlene­bilir. Bu gerekçelerden her biri o yönde anlam ifade ettiği düşünülen âyetlere dayandırılmıştır.450

Kıyas karşıtlarından Şîa ise daha çok ih­tilâfı kötüleyen âyetlerden hareketle 451 ihtilâfın Al­lah'ın dininden sayılmadığını, Allah'ın di­ninin tek olup değişken olmadığını, ihtilâfın kaynağının re'y olduğunu ve insan­ları zanlarına göre davranmaya sevket-menin ihtilâfa yol açacağını öne sürmüş­lerdir.

Kıyas karşıtları. "Aralarında sebâyâ ço­cukları çoğalmcaya kadar İsrâiloğullan'nın işleri düzgün gidiyordu. Bunlar, olmayanı olana kıyas ederek hem kendileri saptılar hem de başkalarını saptırdılar" hadisiyle,452 "Ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacak, bunların en şerlileri re'yleriyle kıyas yapıp haramı helâl, helâli haram kılanlardır" hadisine tutunmuşlardır.453

Kıyas Taraftarlarının Gerekçeleri. Kıyas taraftarları kendi görüşlerini ispatlamak yanında karşıt görüşlere de cevap vermek durumunda kalmışlardır. Bunlar kitabın her şeyi açıkladığı görüşüne aynen katıl­mışlar, fakat onlardan farklı olarak kita­bın her şeyi açıklamasının ancak nas ve istinbat (veya delâlet) yoluyla olabileceğini savunmuşlardır.454 Her şey Kur'an'da vardır, fakat bir kısmı lafız, bir kısmı an­lam İtibariyledir. Kendisine kıyas yapıla­cak aslın hükmü lafzen, kıyasa konu olan fer'in hükmü ise anlam olarak mevcut­tur.

Kıyasın zanla amel olduğu için caiz sa-yılmadığı ve şâriin hakkına tecavüz ve şâri'lik taslamak olduğu biçimindeki ge­rekçeye, amel için zannın yeterli bulun­duğu ve kıyasın Allah'ın hakkında O'nun izniyle yapılan bir tasarruf olduğu söyle­nerek karşılık verilmiştir. Ancak Gazzâlî, kıyasta söz konusu olan zanla tahkik-i menâtta ve lafızların mefhumlarında söz konusu olan zannın farklı olduğunu, ikin­ciye kıyasla birincinin caiz görülemeyeceğini itiraf eder.455 Lâmişî, kıyasın zanla amel etmek olduğu yönündeki itiraza, kıyasın mutlak zan değil galip re'y ve ekber-i zanla amel etmek olduğunu ve bu­nun hüccet kabul edildiğini söyleyerek ce­vap verir. Ona göre istidlal şartlarına ria­yet eden, mansûsun aleyhin vasıfları üze­rinde gereği gibi düşünerek müessir ola­nı olmayandan ayıran kimse, akıl alanına giren hususlarda kesin bilgiye ve şer'î alanla ilgili hususlarda galip re'y ve ek-ber-i zanna ulaşır. Her ne kadar bir yö­nüyle ihtimale açık olsa da galip re'y ve ekber-î zanla amel aklen ve şer'an vaciptir. Nitekim şüphe ve ihtimal taşımasına rağmen nasların zahiriyle, tahsis görmüş âm ile ve haber-i vâhidle amel etmek de şer'an vaciptir.456 Usulcüler, kıyasla ulaşılan sonucun zannî oluşunun bu zannî sonuçla amelin vâcipliğine aykırı olmayacağını özellikle vurgulamışlardır.457

Kıyası ispat hususunda en fazla başvu­rulan âyet muhtemelen ilk önce İbn Uley-ye, daha sonra İbn Süreye tarafından bu amaçla kullanılan "fa'tebirû yâ üli'l-eb-sâr" âyetidir.458 İbn Berhân ve İbnü'l-Hâcib gibi usulcüler kıyasın meş­ruluğu konusunda bu âyete dayanmanın zayıf bir yol sayıldığını, çünkü âyette em­redilen Ttibâr"ın aklî konular hakkında olduğunu, Gazzâlî de bu âyetin ancak sa­habenin kıyasın meşruluğu hususundaki icmâına bir temel teşkil edebileceğini, do­layısıyla kıyasın ispatlanması hususunda doğrudan bu âyete başvurulamayacağını öne sürerken Beyzâvî, söz konusu olan şeyin amel olduğu gerekçesiyle kıyasa de­lâleti zannî bile olsa bunun yeterli olaca­ğını savunmuştur. Kıyasın temel gerekçe­leri arasında bu âyeti de kullanan Hanefî usulcüleri âyetin kıyasa delâleti hususun­da iki yol izlemişlerdir. Birincisine göre âyet ibaresiyle öğüt almaya, İşaretiyle kı­yasa delâlet etmektedir. İkincisine göre ise âyet nassm delâleti yoluyla kıyasa de­lâlet etmektedir.459

Bu âyet dışında başta Muâz b. Cebel hadisi olmak üzere bazı hadisler ve Hz. Peygamber'in kıyası bizzat uyguladığını gösteren söz ve olaylar zikredilmekte olup bu rivayetlerin gerekçe değeri tartışma konusudur. Bazıları 460 Mu­âz hadisinin, kendinden üstte bir delilin yokluğu durumunda kıyasla amelin vâcip­liğine delil olduğunu, bazıları 461 âhâd haberlerle usulün ispat edilemeyeceği gerekçesiyle bu âhâd ha­berlerin kıyasın hüccetliğini ispatta kul­lanılamayacağını, bazıları da (Gazzâlî) Mu­âz hadisi gibi senedinin araştırılmasına gerek duyulmayacak kadar meşhur ha­dislerin usulün ispatında kullanılabilece­ğini öne sürmüşlerdir. Muâz hadisinin kıyasın hüccetliğini ispat için kullanılması­na yöneltilen bir itiraz da içtihadın kıyas dışında -meselâ kapalı delâletli naslar-dan istinbat, berâet-i asliyye veya mansûs illetli kıyas gibi- bir yolla olmasının ve ietihad sözüyle bunların kastedilmesinin mümkün oluşudur.

Hz. Peygamber'in bizzat kıyasa başvur­duğunun örnekleri arasında sayılan, öp­menin orucu bozmayacağının mazmaza-nın orucu bozmayacağına kıyasla anlatıl­ması. Allah'a olan borcun ödenmesinin bir kimseye olan borcun Ödenmesine ben­zetilmesi gibi olayların haber-İ vâhid ol­duğu, dolayısıyla bir usul konusunun is­pat edilmesinde kullanılamayacağı şek­lindeki itiraz, bu rivayetlerin Özünü teşkil eden ortak anlamın (Resûl-i Ekrem'in kı­yasa başvurması) tevatür seviyesine ulaş­tığı söylenerek karşılanmıştır.

Gazzâlî ve İbn Berhân gibi muhakkik usulcüler. kıyasın hüccetliğini ispat sade­dinde ileri sürülen âyet ve hadislerin ke­sinlik düzeyine yükselmeyen zahir ifade­ler olduğunu ve bunlara dayanarak kıya­sın ispatlanamayacağını söylemişlerdir. Muhakkik usulcülerin kıyasın hüccetliği­ni ispatta kullandıkları ve en güçlü oldu­ğunu savundukları delil sahabenin kıya­sa başvurmanın meşruluğu konusundaki icmâıdır. Sahabe icmâının hüccetliği, bir­birine bağlı iki aşamanın gerçekleşmesi sonucunda kıyasın hüccetliğine delâlet eder. Birincisi, sahabenin büyük bir ço­ğunluğunun nas bulamadığı zaman kı­yasla amel etmesinin tevâtüren sabit olup kıyasın hüccetliğine dair bir delil ol­maksızın onların bu yola tevessül etme­sinin âdeten mümkün olmaması, ikinci­si, sahabenin bir inkâr ve itirazla karşı-Jaşmaksızın sıkça kıyasla amel ettiğinin yaygınlık kazanması ve bunun bir icmâ olmasıdır. Hz. Ali, Hz. Osman, İbn Ömer ve İbn Mes'ûd gibi sahâbîlerden gelen re'y karşıtı rivayetler, re'yin nas mukabi­linde olması veya kıyasın şartlarında ek­siklik bulunması durumuna İlişkindir.

Çoğunluk mutlak olarak kıyasla ame­lin vâcipliğini savunurken bazıları, sadece kıyasın illetinin mansûs olması veya evlâ bir yolla bilinmesi durumunda kıyasla amel etmenin vâcipliğini kabul etmiştir. Genel olarak kıyasla amel etmenin vâcip-liği kabul edildiği için kıyası kabul etme­yenlerin fâsık olarak nitelendirilip nitelen-dirilmeyeceği konusu gündeme gelmiştir. Akla, şeriata ve sahabeye karşı gelmek gibi gerekçelerle neredeyse zındıklık ve küfre varan ithamlar bir yana kıyas kar­şıtlarına iyi gözle bakılmadığı bir ger­çektir.462




Yüklə 1,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   70




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin