KERAMET ALİ
(ö. 1873) Hindistanlı âlim.
XIX. yüzyılın başlarında günümüzdeki Utar Pradeş eyaletine bağlı Cavnpür"da doğdu. Burada dinî İlimleri tahsil ederken Seyyid Ahmed-i Birilvrnin müridleri arasına girdi. Hocasının 1831 'de Sihler'le savaşırken ölmesi üzerine halifesi Şah Ab-dülazîz'in devam ettirdiği dini ihya faaliyetlerine Bihâr ve Bengal bölgelerindeki çalışmalarıyla Katıldı. Bu dönemde ılımlı görüşleriyle kendini göstermeye başladı ve daha çok müslümanlar içinde yaşamaya devam eden Hindu âdetleriyle hurafelerin terkedilmesi çabalarına ağırlık verdi. 18S5'te Hindistan'ın dârülharp olduğunu savunan Ferâiziyye hareketinin lideri Hacı Şerîatullah ile Kalküta'da bir araya geldi, böylece iki hareket arasında bir yakınlaşma başladıysa da Hindistan'ın dârülislâm sayılamayacağı yönündeki Ferâiziyye görüşüne katılmadı. Keramet Ali, bu kanaatini ülkenin tamamen İngiliz hâkimiyetine girdiği 1857 ayaklanmasından sonra da devam ettirdi. Hindistan'da siyasî iktidarı kaybeden müslümanların Hindu çoğunluk arasında dinî ve kültürel kimliklerini koruyabilmeleri için İngilizler'le iyi ilişkiler kurulması gerektiğini savunuyor, böylece Batı bilimi ve dillerini öğrenerek müslümanların varlıklarını sürdürebileceğine inanıyordu. Bu sebeple, benzer amaçlar için çalışan Nevâb Abdüllatîf in Kalküta'da kurduğu Muhammadan Lit-erary Association"a girdi. Bu cemiyetin 23 Kasım 1870'te muhtemelen müslümanlar arasındaki cihad hareketlerinden endişe eden İngilizlerin desteğiyle düzenlediği bir konferansta Hanefî fıkhından deliller göstererek İngiliz yönetimi altındaki ülkenin dârülharp sayılmayacağını ileri sürdü. Dolayısıyla cihadın da caiz olmadığını savunan Keramet Ali, ayrıca cuma ve bayram namazlarının kılınamayacağını söyleyen Ferâiziyye gibi hareketlerin görüşlerinin de geçerli olmadığını belirtti. Daha sonraki yıllarda da gündemde kalan Keramet Ali'nin bu görüşleri Hindistan'da uzun süre tartışılmıştır.
Hint yarımadasında Şah Veliyullah geleneğine bağlı XIX. yüzyıl dini ihya faaliyetlerinde önemli bir yeri bulunan Keramet Ali tasavvufî disiplin ve eğitime önem vermiş, bu amaçla kırk yılı aşkın bir süre Bengal bölgesinin en ücra köylerine kadar yaptığı seyahatler dolayısıyla "seyyar okul" diye anılmıştır. Kendisi, kaynaklarından hiçbirini görüp kullanmadığı halde seyahatlerinde sürekli olarak müslümanları bid'at ve hurafelere karşı uyardığı için Vehhâbîlik'le itham edilmiştir. Aynı zamanda tanınmış bir kâri. iyi bir hattat ve bir müellif olan Keramet Ali 30 Mayıs 1873'te vefat etti. Mezarı Rangpûr'dadır. Özellikle Bengal ve Bihâr bölgelerinde binlerce müridi bulunduğu rivayet edilen Keramet Ali'nin yolu ölümünden sonra oğlu Hafız Ahmed ve torunu Muhammed Muhsin tarafından devam ettirilmiştir. Tanınmış yazar ve siyaset adamı Seyyid Emîr Ali onun öğrencilerindendir.
Eserleri.
Keramet Ali çok sayıda eser kaleme almıştır. Rahman Ali onun elliye yakın kitabını zikreder.622 Çoğunlukla Urduca telif edilen bu eserler temel İslâmî bilgiler, Kur'an ilimleri ve tasavvuf alanları ile bid'at ve hurafelere dairdir. Bunlardan yaygın olarak bilinenlerden bazıları şunlardır: Kevkeb-i Dürri (Kalküta 1253), Zâdü't-takvâ (Kaikiita 1259), Zînetü'l-muşallî (Kalküta 1259), Zînetü'1-kârî(Kalküta 1264), Hüccet-i Kafî Nû-rü'1-hüdâ (Kalküta 1286), Tezkiyetü'l-^akâ'id, Kuvvetü'l-îmân, Dacavât-i Mesnûne, Mehâricü'l-hurûf, Murâ-dü'1-mürîdîn, Râhat-ı Rûh.Refîku's-sâHkîn, İtminânü'l'kulûb, Tenvîrü'l-kulûb, Hidâyetü'r-râfizîn, Reddü'I-bidc.623
Bibliyografya :
J. H. Garcin de Tfcssy, Historie de ta Literatüre Hİndouİe et Hindoustanİ, Paris 1870, II, 162; W. Hunter, The Indian Musalmans, London 1871, s. 96-100, 165; Rahman Alt, Tezkire-İ'Ulemâ-i Hind,Leknev 1894, s. 171-172; S. M. İkram. Mtıstim Cİuİiisatİon in India, New York 1964, s. 285; P. Hardy. The Mustims ofBritish India, Cambridge 1972, s. 59, 110-112; A. M. Schim-mel. İslam in the Indian Subcontinent, Leiden-Köln 1980, s. 181; Azmi Özcan, "İngiliz Yönetimi Altındaki Hindistan'da Daru'l-İslam, Daru'l-Harb Tartışmaları", Yeni Toplum, sy. 1, İstanbul 1992, s. 143-144; A. Yusuf Ali, "Karâmat 'Alî", £F(ing.),lV, 625-626; a.mlf.. "Keramet;Alî", ÜDMİ, XVII, 140-143; "Keramet Ali Moulvi", Encyclopaedia of Müslim Biography, India, Pakistan, Bangladesh (ed. N. Sing). Delhi 2001, III, 196497. Azmi Özcan
KERBELA
Hz. Hüseyin'in türbesinin bulunmasından dolayı Şiîler'ce kutsal sayılan şehir.
Bağdat'ın yaklaşık 100 km. güneybatısında yer alan Kerbelâ'nın İslâm tarihindeki şöhreti, Hz. Hüseyin ile ailesi fertlerinin 10 Muharrem 61 (10 Ekim 680) tarihinde Emevîler'ce şehid edildikleri yer olması ve kabirlerinin burada bulunmasından kaynaklanmaktadır. Hz. Ali'nin medfun olduğuna inanılan Neceften sonra ikinci atebedir 624 Kerbelâ isminin Akkadca "sivri külah" anlamındaki karballatu kelimesinin Orta İbrânîce ve Ârâmîce'de aldığı karbalâ şeklinden 625 Arapça "Bâbil çevresi" mânasına gelen Küver Bâbil'den 626 ve yine Arapça "ayakların yumuşak zemine batması" anlamındaki kerbele kökünden 627 geldiği yolunda bazı görüşler ileri sürülmüşse de kesin bir sonuca varılamamıştır.628 12 (634) yılında Hâlid b. Velîd'in Hîre'nin fethinden sonra ordusuyla Kerbelâ'ya indiği ve burada birkaç gün konakladığı bilinmektedir.629 Hz. Ali'nin de Enbâr yahut Sıffîn'den Kûfe'ye dönüşünde buraya uğradığı ve beraberinde bulunanların susuzluktan endişe ettikleri, ancak bir kuyu bulup su içtikleri rivayet edilir.630 Bu bilgiler Kerbelâ'nın İslâm öncesinde kurulmuş bir belde olduğunu göstermektedir.
Hz. Hüseyin ile beraberindeki yetmiş kadar muharibin şehid edilmelerinden 631 ve Emevîordusunun onun kesik başıyla esir alınan haremi mensuplarını Dımaşk'a götürmek üzere yola çıkmasından sonra açıkta bırakılan şehid cesetleri. Benî Esed mensubu Gâdiriye köylüleri tarafından Hâir denilen yerde toprağa verildi. Hz. Hüseyin'in başının İse Halife I. Yezîd'e sunulduktan sonra nereye gömüldüğü bilinmemektedir. Bu hususta çeşitli rivayetler bulunmakta ve en kuvvetli ihtimalin Medine'de Baki Mezarlığı olduğu sanılmaktadır.632 Hz. Hüseyin'in başsız cesedinin gömüldüğü Hâir mevkii kısa zamanda bir ziyaretgâh halini almış, onun bir süre Dımaşk'ta tutulan ailesi fertleri de Medine'ye dönmek üzere serbest bırakıldıklarında burayı ziyaret etmişlerdir. Rivayete göre Hz. Hüseyin'i Küfe ahalisi adına davet edenlerin lideri olan Süleyman b. Surad el-Huzâî de adamlarıyla birlikte ziyarete gelmiş ve onu Emevîler'in karşısında yardımsız bırakmanın utancı içinde bir gün bir gece kabrin başında kalmıştır.633 Zeynelâbidîn, Muhammed el-Bâkır ve Ca'fer es-Sâdık'tan gelen rivayetler Hz. Hüseyin'in kabrini ziyaret etmenin meşruiyet ve faziletine dikkat çekmiş ve Şiî-ler'in ziyaretlerini arttırmalarına yol açmıştır. Şiîler'in Hz. Hüseyin'in türbesine olan düşkünlükleri zamanla aşın boyutlara ulaşmış ve Kerbelâ kutsal (haram) belde sayıldığı gibi burayı ziyaret de hac ile kıyaslan m ıştır.634
Abbâsîler'in ilk devirlerinden itibaren Hz. Hüseyin'in türbesine özen gösterilmesine, hatta giderlerini karşılamak üzere Halife Mehdî-Billâh'ın annesi Ümmü Mûsâ bint Mansûr tarafından bir vakıf kurulmasına rağmen Mütevekkil-Alellah, 236 (850-51) yılında Şia'ya olan düşmanlığı sebebiyle türbeyi ve çevresindeki binaları yıktırarak araziyi tarla haline getirdi; ayrıca ziyarete gelenlerin en ağır şekilde cezalandırılacağını ilân etti.635 Ancak Mütevekkil'in koyduğu bu yasağın pek etkili olmadığı ve bir süre sonra türbe ile diğer binaların tekrar yapılıp ziyarete açıldığı, İbn Havkal'in 366 (977) yılında burada her yanında birer giriş kapısı olan kubbeli geniş bir türbe bulunduğu ve pek çok insan tarafından ziyaret edildiği şeklindeki kaydından 636 anlaşılmaktadır. Aynüttemr'de çeşitli kabilelerin başına geçen Dabbe b. Muhammed el-Esedî, 369'da
(979-80) diğer atebelerle birlikte burayı da tahrip ederek türbede bulunan kıymetli eşyayı yağmalayıp çöle döndü. Olayın arkasından Büveyhî Sultanı Adu-düddevle gereken tamiratı yaptırdı 637 daha sonra yine Bü-veyhîler'den Sultanüddevle'nin veziri Hasan b. Fazl er-Râmhürmüzî 413'te (1022) türbenin etrafını bir duvarla çevirtti.638 Selçuklu Sultanı Me-likşah burayı ve Necef i ziyaret etti (479/ 1086). İlhanlı Hükümdarı Gâzân Han, Kerbelâ ziyareti sırasında türbeye çok miktarda hediye bıraktı (703/1303). Rivayete göre, Kerbelâ'nın su ihtiyacını karşılamak maksadıyla Fırat nehrinden açılan ve günümüzde Hüseyniye adıyla bilinen kanal İlhanlı Hükümdarı Gâzân Han yahut babası Argun Han tarafından inşa ettirilmiştir. 727 (1327) yılında buraya gelen İbn Battûta şehrin hurmalıklar içinde, Meşhed-i Hüseyin'in de şehrin tam ortasında bulunduğunu, yanında büyük bir medrese ile ziyaretçilerin barınması için bir zaviyenin mevcut olduğunu ve su ihtiyacının Fırat nehrinden karşılandığını belirtir.639 Aynı yüzyılda Kerbelâ'ya uğrayan Hamdullah el-Müs-tevfî de şehrin çevresinin 2400 adım olduğunu söyler.640
Timur 79S (1393) yılında ordusuyla Bağdat'a geldiğinde Hille'ye kaçan Ah-med Celâyir ile Kerbelâ ovasında karşılaştı. Kesin netice elde edilemeyen bu savaştan sonra Fırat kenarına çekilen Timur ve askerleri meşhede saygı gösterdiler. Bu tarihten sekiz yıl sonra Bağdat'ı işgal edip katliam yapan Umurlular Kerbelâ'ya dokunmadılar. Şah İsmail'in 914'te (1508) Bağdat'ı ele geçirmesinin ardından Kerbelâ'ya gittiği ve türbenin tezyinini emrettiği, ayrıca on iki adet altın kandil koydurduğu, 932 (1526) yılında II. İsmail'in buraya gelip kabrin üzerine gümüş bir şebeke yaptırdığı bilinmektedir. Kanunî Sultan Süleyman Bağdat'ı aldıktan sonra Kerbelâ'yı ziyaret etmiş (941/1534) ve Hüseyniye su kanalını onartarak kumla dolan sahaların tekrar bahçe haline getirilmesini sağlamıştır. III. Murad da zaman içinde harap olan türbeyi 991'de (1583) yeniden yaptırmıştır. Bağdat'ın İran yönetimine geçmesinin ardından 1156 (1743) yılında Nâdir Şah Kerbelâ'yı ziyaret etmiş, Şah Hüseyin'in kızı Radıyye Sultan Begüm türbenin giderlerini karşılamak maksadıyla bir vakıf kurmuş, Âgâ Muhammed Han da kubbe ile minare külahlarını altınla kaplatmıştır.
1801 yılı Nisan ayı başlarında Vehhâbî-ler Kerbelâ'yı yağmalayıp 3000'in üzerinde Şiî'yi öldürdüler; bu arada Hz. Hüseyin'in sandukasını tahrip ederek türbedeki kıymetli eşya ve hediyeleri alıp götürdüler. XIX. yüzyılın ortalarına doğru Kerbelâ'ya sığınan bir kısım isyancının devlete baş kaldırma hareketi 1843 yılında Bağdat Valisi Necib Paşa tarafından bastırıldı. 18S7'de Bağdat Valisi Ömer Paşa zamanında telgraf şebekesi kurulurken Kerbelâ bu hatta bağlandı. Mid-hat Paşa da Bağdat valiliği sırasında burada imar faaliyetlerinde bulunmuş ve bazı resmî binalar yaptırırken çarşı alanını genişletmiştir. XX. yüzyılın başlarında 50.000 civarındaki nüfusuyla İrak'ın Bağdat'tan sonra ikinci önemli şehri olan Kerbelâ özellikle ziyaretçilerin bıraktığı gelirler, türbenin vakıfları, Necef ve Mekke yolları üzerinde bulunması gibi etkenler sebebiyle bölgenin en zengin ve mâmur şehriydi. Ayrıca Bağdat-Basra demiryoluna Hille'nin kuzeyinden bağlanan tâli bir hat ulaşımını daha da kolaylaştırmıştı.
Günümüzde aynı adı taşıyan 5034 kmz genişliğindeki 455.868 (1987) nüfuslu bir idarî birimin (muhafaza) merkezi olan Kerbelâ şehri, eski Kerbelâ'nın etrafında daha çok batı yönünde gelişen yeni mahallelerden oluşmuş modern bir yerleşme merkezidir; 300.000 civarındaki nüfusun büyük çoğunluğunu İran, Pakistan ve Hindistan'dan gelip buraya yerleşen Şiî-ler'le Arap asıllı Şiîler teşkil etmektedir.
Hz. Hüseyin'in türbesi, etrafı eyvanlar ve hücrelerle çevrilmiş 108 x 82,5 m. boyutlarında bir avlunun içindedir. İki tarafında iki minare bulunan ve çok gösterişli olan kıble cephesindeki giriş kapısından yaldız süslemeli bir dehlizle ulaşılan dikdörtgen şeklindeki harem, ziyaretçilerin
tavafı için kullanılan üzeri kemerli bir koridorla çevrilidir. Buranın ortasında yaklaşık 2 m. yüksekliğinde ve 4 m. genişliğinde gümüş şebeke ile çevrili Hz. Hüseyin'in sandukası ile ayak ucunda oğlu Ali el-Ekber'in daha küçük sandukası yer almaktadır. Türbenin doğusunda üçüncü bir minare ve güneyinde avluya bitişik, içinde bir de mescid olan büyük bir medrese vardır. Yaklaşık 600 m. kadar kuzeydoğuda ise Hz. Hüseyin'in üvey kardeşi Abbas'ın türbesi bulunmaktadır. Şehirden batı istikametinde giden yol üzerinde de kafilenin çadırlarını temsilen çadır şeklinde yapılmış Haymegâh denilen bir bina göze çarpar. Çevrede, Şîa arasında Hz. Hüseyin'in türbesi civarına gömülmek büyük bir üstünlük olarak kabul edildiğinden, son günlerini burada geçiren çok sayıda yaşlı ve sakatla uzak yerlerde ölen ve malî durumları buraya nakledilmeye uygun olan kişilerin gömüldüğü büyük bir mezarlık teşekkül etmiştir.
Bibliyografya :
Taberî. Târih (Ebü'1-Fazl), III, 373; V, 153, 389, 392, 393, 470, 588-589; VII, 416; IX, 185-186; İbn Havkal. Şûretû'l-arz [nşr. M. |. de Goe-je), Leiden 1967, s. 243; Hatîb. Tarthu Bağdad, XII, 305-306; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, Vlll, 13; Yâküt. Mu'cemü'l-bütdân, Beyrut, ts. (Dâru sâdır). IV, 445; İbnü'İ-Esîr. el-Kâmü, IV, 90, 288; V, 246; VII, 55-56; VIII, 705; IX, 295, 525; MÜS-tevfî, Nüzhetü'l-kutûb (Strange), s. 32; a.mlf.. Târîh-İ Güzide (Nevâî), s. 264-265; İbn Battû-ta, er-Rihle, Beyrut, ts. İDâru sâdır], s. 221; Meclisi, Bİhârü'l-enuâr, Beyrut 1403/1983, XCVIII, 28-44; Detltü'l-Hallc (Târih), IV, 1901-1902, 1985-1993, 2005-2006,2232-2233; Anistâsel-Kermelî, Luğatû'l-'Arab, 1927, s. 187;Seyyid Abdürrezzâk Âl-i Abdülvehhâb, Târîh-i Kerbelâ', Bağdad 1353, I-III; Seyyid Abdülhüseyin b. Sey-yid Ali, Târth-i Kerbelâ' (trc. MuhammedSadr-ı Hâşimî). Tahran 1337 hş.; Hİbetüddin eş-Şehris-tânî. Nehdatü'l-Hüseyin, Bağdad 1345/1962, s. 6; v. Soden, AHW, !, 449; Hâmİd Aigar, Dîn ü Deutel der/rân( t re. Ebü'l-Kâsım Sırrî), Tahran 1349 hş., bk. indeks; A'yânü'ş-Şî'a, I, 593-600, 612-613; IV, 390-394; Saîd el-Useylî, Kerbelâ', Beyrut 140S/1986; Ca'fer el-Hayyât, Kerbelâ' /î';-merâdt("/-gar6!yye(Ca'ferel-Ha]îlî, Meusû'a-tü'l-'atebâti'l-mıtkaddese: Kısmü Kerbelâ' içinde), Beyrut 1407/1987, VIII, 275-280; J. Berque, "Hier â Nağaf et Karbalâ'", Arabica, IX, Leiden 1962, s. 325-342;W. R. Husted,"Karbalâ' Ma-de Immediate: The Martyr as Model in Imami Shicism", MW, LXXXIII/3-4 (1993), s. 263-278; Sayyid VVahid Akhtar, "Karbalâ", an Enduring Paradigm oftslamic Revivalism", al-Tawhid, XIII/l,Kum 1996, s. 113-125; E. Honigmann. "Kerbelâ", /AVI, 580-582; a.mlf., "Kartala1", El2 (İng.), IV, 637-639; Abdulaziz Sachedİna, "Karbala", The Ox[ord Encyclopedia ofthe Modern Islamİc World (ed. I. L. Esposito). Oxford 1995, II, 398-400. Mustafa Öz
a) Arap Edebiyatında Kerbelâ.
Hz. Hüseyin'in Emevîler tarafından Kerbelâ'da şehid edilmesi bütün müslüman milletlerin edebiyatlarını etkilemiş, bu alanda mensur ve manzum birçok eser kaleme alınmıştır. Kerbelâ hadisesi ve bunu izleyen olaylar üzerine yazılan şiirler Arap edebiyatında önemli bir yer tutar. Ca'fer es-Sâ-dık gibi Ehl-i beyt imamlarının konuyu işleyen şairler hakkında teşvik edici sözler söylemeleri bu tür eserlerin yaygınlaşmasında etkili olmuştur.
Kerbelâ hadisesiyle ilgili şiirlerde insanların, tabiat olaylarının, cinlerin ve meleklerin Hz. Hüseyin'in şehâdetinden duydukları üzüntü yanında Ehl-i beyt'in faziletleri dile getirilmiş, olay bütün ayrıntılarıyla ve dramatik sahneler halinde tasvir edilmiş, kerbelâ kelimesindeki kerb (gam, keder, üzüntü! ve belâ sözcükleriyle olay arasında bağlantı kurulmuştur. Ayrıca Kerbelâ toprağı şehidlerin vücutlarını barındırdığı için sevilen bir toprak olarak tasvir edilmiş, sevgi ve üzüntünün bir arada dile getirildiği ağıtlara konu olmuştur. Kerbelâ bir yandan belâlı yer, öte yandan büyük kahramanlıkların gösterildiği kutsal mekân olarak tanıtılırken şairler şiirlerinde Kerbelâ için yağmur ve bereket duasında bulunmuşlardır.
Arap edebiyatında Kerbelâ hadisesine dair bilinen ilk şiir Ebü'I-Esved ed-Düelî'-ye (ö. 69/688) ait bir gazeldir. Süfyân b. Mus'ab'ın (ö. 120/738) Ehl-i beyt hakkındaki şiirinde de olaya temas edilmiştir. İmam Muhammed el-Bâkır ile görüşen ve onun övgüsüne mazhar olan Kümeyt el-Esedî'nin (ö. 126/744] Hâşimoğulları (Ehl-i beyt) üzerine nazmettiği. bu sebeple "el-Hâşimiyyât" adıyla tanınan kasideleri arasında Kerbelâ hadisesiyle ilgili güzel örnekler yer almaktadır. Seyyid el-Himyerî'nin belâlardan kurtulmak ümidiyle Ehl-i beyt İmamları hakkında yazdığı şiirler içinde de Kerbelâ olayını söz konusu eden kasidelere rastlanmaktadır. İmam Şafiî, Hz. Hüseyin'in şehâdetinden duyduğu üzüntüyü bir şiirinde, "Ehl-i beyt'i sevmekle suç işledimse bu pişman olmayacağım bir suçtur" diyerek ifade etmiştir. Di'bil el-Huzâî de Hz. Hüseyin'in şehâdetini şiirine yansıtmış olan önemli şairlerdendir.
Kerbelâ olayını dile getiren ilk dönem Arap şairleri siyasî iktidarlar tarafından tepkiyle karşılanmış, bazıları cezaya çarptırılmıştır. Kümeyt el-Esedî, "el-Hâşimiy-yâf'ından dolayı Hişâm b. Mâlik tarafından öldürülmek üzereyken kaçarak kurtulabilmiştir. Harûnürreşîd, Mansûr en-Nemerî'nin Hz. Hüseyin matemiyle ilgili şiirini duyduğunda çok hiddetlenmiş ve şairin öldürülmesi için emir vermiştir. Di'bil el-Huzâî de duyduğu bu korkuyu şiirlerine yansıtmıştır.
Emevî dönemi şairlerinden Ubeydullah b. Hür el-Cu'fî, Kerbelâ hadisesi sırasında Hz. Hüseyin'e yardımı kabul etmemesine rağmen şiirlerinde onun şehâdetinden duyduğu üzüntüyü dile getirmiştir. Süleyman b. Katta" el-Adevî et-Teymî. olaydan üç yıl sonra Kerbelâ'dan geçerken yazdığı şiirde Hz. Hüseyin'in şehâdeti sırasında Kays ve Ganî kabilelerinin gösterdiği vefasızlıkları anlatmıştır. Fazl b. Ab-bas b. Utbe, Hz. Hüseyin'in şehâdetinden duyduğu üzüntüyü ifade etmiş ve onu öldürenleri lanetlemiş. Kerbelâ olayını birçokyönüyle ele alan Fazl b. Abbas b. Rebîa Ehl-i beyt'in başına gelen daha sonraki acılı hadiselere temas etmiştir. Ebû Dehbel Vehbb. Zemea el-Cumahîde şiirlerinde Emevî döneminin aşın lüksünü ve iktidarın Ehl-i beyt taraftarlarına uyguladığı baskıyı dile getiren şairlerdendir. Emevî döneminde Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehidleriyle ilgili şiirlerde samimi bir üzüntü ve açık bir öç alma duygusu hâkimdir. Bu sebeple o dönem şairleri Emevî iktidarı için tehlikeli görülmüştür.
Abbasîler devrinde de Kerbelâ hadisesiyle ilgili şiirler yazılmıştır. Bu dönem şairleri, Ehl-i beyt'in haklarını savunacaklarını umdukları Abbasî iktidarından bekledikleri gayreti göremeyince hayal kırıklığına uğrayarak onları vefasızlık, Emevî-ler'in devamı olmak ve intikam sancağını terketmekle suçlamışlardır. Mansûr en-Nemerî, Di'bil el-Huzâî, İbnü'l-Mu'tez ve Kâdî et-Tenûhî bu duygulan dile getiren Abbasî devri şairleri arasında yer alır.
Hz. Hüseyin'in şehâdetiyle Kerbelâ hadisesi Fâtımîler döneminde yoğun biçimde işlenmiştir. Şerîf er-Radî, İbn Hânı ef-Endelüsî, Ebû Firâs el-Hamdânî, Sâhib b. Abbâd bu dönemde eser veren şairler arasında zikredilebilir.
b) Fars Edebiyatında Kerbelâ.
Fars edebiyatında konuyla ilgili ilk örnekler daha çok manzum ürünlerle ortaya çıkmıştır. İran'da Şiî mezhebinin yaygınlık kazanmasından sonra Kerbefâ hadisesine verilen önem artmış ve düzenlenen yas törenlerinde mersiye okuma geleneğine bağlı olarak birçok şiir yazılmıştır. Dinî mersiye türünün en önemli bölümü haline gelen Kerbelâ edebiyatı, başta Hz. Hüseyin olmak üzere onun yakınlarının şehâdeti etrafında odaklanmış, şehidler yüceltilip katiller şiddetle yerilmiştir. İlk örnekleri VI. (XII.) yüzyılda görülen bu şiirler arasında Cemâledclin Abdürrezzâk îsfahânî'nin "Lağzâb" adlı kasidesi zikredilebilir. Aynı yüzyılda Senâî. divanında Hz. Hüseyin'i bütün şehidlerclen üstün tutarken Hadîkatü'l-hakika'smüa onun Ker-belâ'da yaptıklarını bir cesaret ve özveri örneği olarak gösterir. Özellikle Büveyhî-ler döneminden itibaren âşûrâ günlerinde Kerbelâ şehidlerinin resmî törenlerle anılmaya başlanması Kerbelâ ile ilgili edebî çalışmaların da artmasına yol açmıştır. İlk Farsça Kerbelâ mersiyesi VI. (XII.)yüz-yılda Kavvâmî-i Râzî tarafından yazılmıştır. VII. (XIII.)yüzyılda Sa'dî-i Şîrâzîkasidelerinde Kerbeiâ şehidlerini methetmiş, çağdaşı Ferîdüddin Attâr da divanında bu konuya bir bölüm ayırmıştır. VIII. (XIV.) yüzyılda Hâcû-yi Kirmânî'nin Hz. Hüseyin'in şehâdetini anlatan mersiyesi de önemlidir. Bu yüzyıllarda bazı Sünnî kökenli şairler de Kerbelâ hakkında şiirler kaleme almışlardır. Meselâ Seyfeddin Muhammed Fergânî divanındaki kasidelerinde halkı mateme ve ağlamaya davet eder.
X. (XVI.) yüzyıldan itibaren Şiîliğin devlet dini olduğu Safevî döneminde bilhassa hükümdarların dinî şiirler yazılmasını teşvik ve bu tür şiir yazan şairleri himaye etmeleri Kerbelâ ile ilgili edebî çalışmaları arttırmıştır. Hüseyin Vâiz-i Kâşifî'nin bu alanda en Önemli eser sayılan Ravza-tü'ş-şühedâ^ Kerbelâ şehidlerini anmak için düzenlenen ve "ravza" denilen meclislerde yüzyıllardır okunagelmistir. Halk bu meclislere katılır. Hz. Hüseyin ve onun dostlarının şehâdetinin hüznünü paylaşırdı. Bu dönemde İmam Herevî, Fahred-dîn-i Irâki. Selmân-ı Sâvecî, Saîd-i Herevî, Hasan-ı Kâşî gibi şairler, Hz. Peygamber ve Ehl-i beyt'e dair şiirlerinde Kerbelâ hadisesini işlemişlerdir. Nizâm-i Esterâbâdî, Ehlî-i Şîrâzî ve Lisânî-i Şîrâzî gibi şairler de Ehl-i beyt ve onlarla ilgili olaylar hakkındaki şiirleriyle şöhret bulmuşlardır. Daha sonra gelen Hayretî-i Tûnî ve Muh-teşem-i Kâşânî, Ehl-i beyt'e dair menkıbeleri anlatan şiirlerin en iyi örneklerini vermişlerdir.
XI. (XVII.) yüzyılın ortalarından itibaren muharrem törenleri sırasında muhtelif taziye oyunları ortaya çıkmış, XIII. (XIX.) yüzyılın ikinci yarısında taziyeler Nâsırüd-din Şah'ın desteğini almakla kalmamış, bütün milletin en çok önem verdiği temel bir ritüel haline gelmiştir. Tekye veya Hü-seyniyye denilen binalar da bu dönemde yapılmıştır. Söz konusu taziyeler sadece muharrem ve safer aylarında değil bütün aylarda yapılırdı. 641
Kaçarlar döneminde ravza meclislerinin çoğalmasıyla birlikte mersiye yazımı da artmış, bunda Nâsıruddin Şah'ın emir ve teşviklerinin büyük rolü olmuştur. Safevî-ler devrinde pek uygun görülmeyen Ker-belâ olayının sahnelenmesi bu dönemde yaygınlaştırılmıştır. Devlet adamları bu işin öncülüğünü yapmış, her yıl Gülistan Köşkü'nün güneyindeki Tekye-i Devlefte olay sahnelenmiştir. Bu dönem şairlerinin çoğu Kerbelâ olayına dair mesnevi, tercii-bend, müstezad, kıta ve rubâîler yazmıştır. Visâl-i Şîrâzî'nin mersiyesi, Surûş-i İs-fahânî'nin Ravzatü'l-esrâr'i, Yağmâ-i Cendeki'nin Zübdetü'l-esrâr adlı mesnevisi bu dönemde kaleme alınan önemli mesnevilerdir. Bunlardan başka Muham-med Naki b. Ahmed Burûcirdî'ninÂyî-nü'l-bükas\, Muhammed Hüseyin b. Muhammed Ali Kirmânî'nin Feth Ali Şah'a sunduğu Ravzatü'l-Hüseyniyye'-si, Mevlevî Muhammed Sıbgatullah b. Muhammed Gavs'ın Destân-ı Ğam'ı ve Gulâm Ali Musevî Cihangirnegârî'nin Hamle-i Hüseyni'si de zikredilmelidir.642
Bibliyografya :
Browne,jLW III, 171-181, 182, 186;Storey, Persian Literatüre, 1/1, s. 207-235; Safa. Ede-biyyât,\\]/l,s. 336-337; Cemşîd Melikpûr, Ede-btyyât-ı Nümayişi der İran, Tahran 1363 hş., I, 213-216; Nasrullah İmâmî. Merşiyeserây der Edebiyyât-ı Fârsî, Ahvaz 1369 hş., s. 57-63; Hü-seyn-İ Rezmcû, Enuâ'-ı Edebî ue Âşâr-ı Ân der Zebân-ıFârsî,Meşhed 1372hş., s. 105-106; R Chelkovvski, "Popular Entertaintment Medla and Social Change İn Tıvenüeıh Century Iran", Chir., VII, 765-814; Bânû Nusret Tecrübekâr. İran Edebiyatında Şiir: Kaçarlar Oeuriftrc. Mehmet Kanar|, İstanbul 1995, tür.yer.; L. Clar-ke."Elegy (Marthiya) onHusayıi: Arabİcand Persian", at-Serat, XII, London 1986, s. 13-28; A. Schimmel, "Karbala and the imam Husayn in Persian and Indo-Muslim Literatüre", a.e., XII (1986), s. 39-42; G. Kanazi, "Kerbelâ3 fl'l-edebi'ş-ŞÎ'a", el-Kermİl, sy. 13,Hayfa 1992, s. 179-194. Rıza Kurtuluş
c) Türk Edebiyatında Kerbelâ.
Hz. Hüseyin'in şehid edilmesini anlatan manzum ve mensur eserlerle bu konuda yazılmış mersiyeler başta olmak üzere Kerbelâ adı Türk edebiyatında önemli bir motif olarak yer alır. Türk muhayyilesinde Kerbelâ, Hz. Hüseyin'le ailesinin ve yakınlarının topluca şehid edildiği bir yerin adı olmanın dışında bu elîm vak'ayı ifadelendiren pek çok şair ve edip tarafından âdeta bir remiz ve mazmuna dönüştürülerek "vak'a-i dil-sûz-i Kerbelâ, haber-i Kerbelâ" gibi adlarla da anılan acıklı bir konunun adıdır.
Hz. Hüseyin'in başsız bedeninin gömüldüğü bir meşhed iken sonraları üzerine bir türbe yapılan, ardından suya kavuşturulup çöl ortasında güze) bir vahaya dönüştürülen Kerbelâ, Osmanlı tarihi boyunca Türk hacılarının uğrak yeri olarak Âl-i abâ sevgisini tazelemiş, özellikle Türk tasavvuf kültürünü derinden etkilemiştir. Mezhep farkı gözetilmeden bütün müslümanlarca rağbet edilerek bir nevi kutsallık kazanan Kerbelâ hakkında gitgide özel bir ziyaret kültürü oluşmuş, bilhassa Şiî müelliflerce "Fazlü ziyârâti'l-Hüseyin" gibi kitaplar, "Hz. Hüseyin Ziya-retnâmesi" gibi tercüman ve gülbankler yazılması geleneği teşekkül etmiş, "Kâ-milü'z-ziyârât" gibi eserlere konu olan ziyaret âdabı gelişmiştir. Halk kültürü ve folklor açısından da zenginleşen Kerbelâ edebiyatta adı sıkça anılan bir yer haline gelmiştir. Ayrıca Arap, Fars ve Türk kültürünün hâkim olduğu İslâm dünyasında Sünnî çevreler yanında bilhassa Şiîlik, Ca'ferîlik, Zeydîlikgibi mezhebi; kızılbaş-lık, Alevîlik ve Bektaşîlik gibi zümrevî anlayışlara sahip şair ve yazarlar için bir ilham kaynağı telakki edilir olmuştur.643
Kerbelâ hadisesinin meydana geldiği asırdan itibaren Hz. Hüseyin'in hayatı efsanevî ve menkıbevî bir hüviyet kazanmıştır. Özellikle Şiî müelliflerin mezhebî gayretleriyle abartılarak anlatılan şe-hâdetinin hikâyesi yüzyıllarca yazılarak okunmuş, anlatılmış ve dinlenmiş, ismi etrafında yeni birtakım inançlar gelişip yayılmıştır. Bu gelişme, giderek olayda bazı sırların ve hikmetlerin bulunduğu yönünde tecessüslere ve bunların bâtınî yorumlarına da kapı aralamıştır. Bu sebeple bazan hadis bile uydurulmuş, hatta Ahzâb sûresinin 33, Şûra sûresinin 23. âyetleri zorlama yorumlarla Ehl-i beyt hakkında tefsir edilmeye çalışılmıştır. Böylece Kerbelâ adı âdeta bir kült halini almış, Hz. Hüseyin'in şehâdeti için matem tutmak ve bu konuda eser vermek sevap kazanmaya bir vesile kabul edilmiştir.
Muharrem ayının ilk gününden başlayarak en muhteşemi onunda (yevm-i kati, yevm-i âşûrâ) olmak üzere Şiî ve Ca'-ferî çevrelerinde "taziye, şebih" adlarıyla anılan çeşitli törenler tertip edilmesi 644 bilhassa Safevîler'den itibaren devlet protokolüne girecek kadar önem kazanmıştır. Bu olaylardan çok sonra İslâmiyet'i kabul eden Türk kavimleriyle Endonezya ve Jamaika'ya kadar müslü-man toplulukları da içine alacak kadar geniş bir alana yayılan şiirler, özel mersiye ve makteller kaleme alınmıştır. Bu sebeple Kerbelâ Türk edebiyatının da en çok ilgilendiği konular arasında yer almış, müstakil mersiyeler dışında mecaz ve teşbihlerin konulan arasına girmiştir.
Genel olarak dinî-tasavvufî Türk edebiyatında, özellikle de Alevîlik-Bektaşîlik gibi zümre edebiyatlarıyla divan, halk ve âşık edebiyatında Kerbelâ hadisesiyle ilgili olarak müstakil eserler, mersiye ve manzumeler telif edilmiş, ayrıca başta divan şairleri olmak üzere konuya eğilen sanatkârların, halk âşıklarının his ve hayal dünyalarının ortaya konmasında Kerbelâ adı önemli bir mazmuna dönüşmüştür. Türk edebiyatında Kerbelâ olayını ele alan lirik eserlerin pek çoğu manzum olmakla birlikte manzum-mensur karışık ve sadece mensur eserler de kaleme alınmıştır. Bunlardan mesnevi, kaside, gazel, terciibend, terkibibend, rubâî, tu-yuğ, İlâhi, koşma gibi aruzla yazılanlarda "fâilâtün fâilâtün fâilün" gibi halk zihninde yerleşmiş vezinlerin kullanıldığı görülmektedir.
Gerek divan şiiri gerek tekke ve saz şiiri geleneğinde Hz. Hüseyin'e reva görülen muamelenin lirik ve trajik bir üslûpla anlatıldığı bütün eserlerin ortak özelliklerinden biri Kerbelâ'nın kutsal bir bölge olarak anılması, diğeri de Ehl-i beyt ile Kerbelâ arasında bir bütünlük oluşturulmaya çalışılmasıdır. Şairlerin bu olayla ilgili duygu ve düşünceleri halk nazarında Kerbelâ'nın faziletli bir mekân olması fikrini beslemiş, hakkında efsanevî ve menkıbevî rivayetlerin teşekkül etmesini sağlamıştır. Kerbelâ için şiir yazan, buradaki tarihî hadiseleri mersiye yahut ağıta dönüştüren hemen her şair manzumesinin sonunda Kerbelâ için de bir duada bulunmayı ihmal etmez. Zaman zaman "dest, sahra, çöl" gibi olumsuz adlandırmalar ön plana çıkarılıp bir mahrumiyet bölgesi olarak ifade edilen Kerbelâ aynı zamanda Hz. Hüseyin ile Ehl-i beyt'in kanını taşıdığı için gözlere sürme diye çekilecek bir toprak olarak da anılır.
Türk edebiyatında Kerbelâ üzerine yazılıp daha ziyade muharrem ayının ilk on gününde yapılan toplantılarda okunarak yaygınlaşan eserler arasında. Kastamonulu Şâzfnin sade bir Türkçe ile 763 Zilhiccesinde (Ekim 1362) telif ettiği Dâs-tân-ı Maktel-i Hüseyin adlı 3034 beyitlik eseri önemli bir yer tutar. İsmail Hikmet Ertaylan. Şâzî'den bir yıl önce Yûsufî mahlasını kullanan bir şairin Candaroğlu Hükümdarı Bayezid'e sunduğu 3000 beyitlik bir makteli olduğuna işaret etmektedir.645 Yahya b. Bahşî'nin 90S Şabanında (Mart 1500) tamamladığı Maktel-i Hüseyin ise 976 beyit olup 938'de (1532) istinsah edilen bir nüshası Ankara'da bulunmaktadır.646 Lâmiî'nin Kitâb-i Âî-i Resul adlı eseri de 989 beyitlik bir makteldir. Hacı Nûreddin Efendi'nin940'ta (1533-34) sade bir Türkçe ile telif ettiği, zayıf bir nazım tekniğine sahip olmakla birlikte kahramanlıkla ilgili beyitleri çok beğe-nildiği için yedi defa basılan Vak'a-i Ker-belâ'sı da (İstanbul 1285-1341) sevilen bir eserdir. Gelibolulu Câmî-i Rûmî'nin sa-natkârane bir üslûpla kaleme aldığı Saâ-detnâme ile 647 Âşık Çelebi'nin Maktel'ı 648 Hüseyin Vâiz-i Kâ-şifî'nin Ravzatü'ş-şühedâ3 adlı eserinin tercümesinden ibarettir. Bu makteller arasında her bakımdan en mükemmeli, Fuzûlî'nin Hadîkatü's-suedâ'sıüır. Şeyma Güngör'ün doktora çalışması olarak neşre hazırladığı eser (Ankara 1987) Türk dünyasında muharrem ayında Sünnî ve Şiî çevrelerce sevilerek okunmuş, dünya kütüphanelerinde bulunan 225'ten fazla yazma nüshasının yanı sıra defalarca basılmış ve manzum kısımları bestelenmiştir.649
Adında Kerbelâ kelimesinin yer aldığı, halk için sade bir dille hikâye ve roman üslûbunda kaleme alınmış eserler de vardır. Edhem Efendi'nin Vak'a-i Kerbelâ'sı (İstanbul 1291), Safînin Kerbelânâme'si 650 Halis Efendi'nin Vak'a-i Kerbelâ'sı 651 İbnürreşad Ali Ferruh'un Kerbelâ'sı (Paris 1305), Hilmizâde İbrahim Rıfat'ın Hz. Hüseyin Rodıyalîohü anh Vak'a-i Dilsûz-i Kerbelâ'sı (İstanbul 1326), Mehmed Nâzım'ın Kerbelâ'sı (İstanbul 1327), Mîr Câferzâde Mîr Mehmed Kerim'in Kerbelâ Yankısı (Baku 1329), Kemâleddin Şükrü'nün Kerbelâ: İslâm Tarihinde Nifak Hasan-Hüseyin Mua-viye-Yezid (İstanbul 1928), ZiyaŞakir'in Kerbelâ Vak'ası (İstanbul 1942) ve Ker-beîânm İntikamı (İstanbul 1944), Remzi Korok'unKerbelâ Şe/ucüeri(İstanbul 1967), Kemal Pilavoğlu'nun Âh Kerbelâ! (Ankara 1967), Necmi .Onur'un Kanlı Ker-beîâ (İstanbul 1968), Murat Sertoğlu'nun Keibeiâ (İstanbul 1970),. Münir Yurda-tap'ın Kerbelâ Faciası (İstanbul 1970) adlı eserleri bunlardan bazılarıdır. Ayrıca kütüphanelerde "Vak'a-i Kerbelâ" vb. başlıklar taşıyan, müellifi belli olmayan manzum-mensur pek çok eser mevcuttur.
Kerbelâ olayı etrafında gelişen bu zengin malzeme folklor ve mûsikiye de intikal etmiş, Türk din mûsikisinde hadisenin cereyan ettiği ayda özellikle tekkelerde yapılan dinî merasimlerde muharrem ilâhileri ve mersiyeleri okunmuştur.
Bibliyografya :
Fuzûlî, Hadİkatü's-süedâ(nşr. Şeyma Güngör), Ankara 1987, s. XX-XX]]; Agâh Sim Levend. Divan Edebiyatı,İstanbul 1984, s. 132-133;Ce-mâl Kurnaz, Hayalî Bey Diuânt'nın Tah İtli, İstanbul 1996, s: 151, 367; Âmil Çelebioğlu. Türk Edebiyatında Mesnevi, İstanbul 1999, s. 56-58; Hüseyin Mücîb el-Mısrî, Kerbelâ" beyne şu^a-râ'i'ş-şu'ûbİ'l-İslâmİyye, Kahire 1421/2000; Elnure Azizova, Kerbelâ Vak'ası (yüksek lisans tezi, 2001), MCİ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 41-94; Metin And. Ritüeiden Drama: Kerbelâ-Mu-harrem-Ta'ziye, İstanbul 2002, s.28-53; a.mlf.. "Sanat ve Kerbelâ: Muharrem ya da Taziye Gösterileri Pekçok Münyatüre Konu Olmuştur", Milliyet Sanat Dergisi, sy. 289, İstanbul 1978, s. 10-12; a.mlf.. "Eski Edebiyatımızda Yarı Dramatik Bir Tür: Maktel ve Minyatürlü Maktel Yazmaları", Türkiyemiz, sy. 61, İstanbul 1990, s. 4-15; I. Melikoff. "Le dramede Kerbelâ dans le Iitterature epique turque", REİ, XXXIV (1966], s. 133-148; Bedri Noyan, "Bektaşî ve Alevilerde Muharrem Âyini, Aşure ve Matem Erkânı", HK, 1(1984). s. 89;Günay Kut. "Aşık Çelebi", DİA, II!, 549; İlyas Üzüm, "Hüseyin", a.e., XVIII, 521-524. Mustafa Uzun
Dostları ilə paylaş: |