Bibliyografya : 9 Modern Fizikte Madde


MAHMUT BEDRETTİN YAZIR 418



Yüklə 1,32 Mb.
səhifə41/50
tarix11.09.2018
ölçüsü1,32 Mb.
#80852
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   50

MAHMUT BEDRETTİN YAZIR 418

MÂHPEYKER VALİDE SULTAN 419

MAHREÇ

Ses yolunda harflerin çıktığı yerleri ifade eden kıraat ve lügat terimi.420



MAHREÇ

Osmanlı ilmiye ve eğitim teşkilâtında değişik anlamlarda kullanılan bir terim.

Sözlükte "çıkış yeri, çıkılan yer" mâna­sına gelen mahreç kelimesi Osmanlılar'-da daha çok "mahreç mevleviyeti, mah-rec-i aklâm, mahrec-i mekâtib-i askeriy-ye" gibi terkipler içinde kullanılır. Mahreç mevleviyeti, ilmiye mesleğinde belirli se­viyeye ulaşmış çeşitli şehirlerin kadılarının ve bazı müderrislerin derecelerini göste­ren bir tabirdir.421 XIX. yüzyılda bazı mesleklere öğrenci yetişti­ren orta öğretim seviyesindeki okullar için de mahreç kelimesi geçer. Osmanlı devlet teşkilâtına ait bürolarda muhtelif seviye­lerde görev yapan kâtipler. Tanzimat öncesi dönemde usta - çırak münasebeti içe­risinde yetişip yetenekleri nisbetinde yük­selirken Tanzimat döneminde her alanda BatTdan etkilenerek açılan okullar kâtiple­rin yetişmesi için de düşünülmüştü. 1862 yılında Maarif Nâzın Kemal Efendi'nin gi­rişimiyle kâtip yetiştirmek üzere Mekteb-i Aklâm açılmış, kısa bir müddet sonra adı Mahreoi Aklâm'a dönüşmüştü. Rüşdiye-yi üstün başarı ile bitirenlerin alındığı bu kurumun açılmasına dair tezkirede açılış hedefi açık bir şekilde ifade edilmiştir. Devlet dairelerinde memurun ve özellikle kalem efendisi olmanın çok rağbette ol­duğu o dönemlerde bu okullara önem ve­rilmiş, öğrencilerin imtihanları Meclis-i Maârif tarafından yapılmıştır. İlk bir iki yıl içerisinde öğrencilerin devam durumları, imtihanları ve yeteneklerine göre çeşitli kalemlerde staj ve hizmet yapmalarıyla ilgili olarak Maarif Nezâreti'nden tezkire­ler çıkarılmıştır. 3 Receb 1280(14 Aralık 1863) tarihli ayrıntılı tezkirenin son bölü­münde, rüşdiye mezunlarından yetenekli olanların devlet dairelerine alınırken hat, imlâ ve ifadede başarısız olmaları sebe­biyle dairelerde mahcup duruma düşme­lerinden dolayı bir yıl daha öğrenime de­vam etmeleri için Mahrec-i Aklâm'ın açıl­dığı, ancak bu bir yıllık eğitimin de yeterli olmadığının anlaşılması üzerine üç sınıfa çıkarılmasının kararlaştırıldığı belirtilir.

Üç sınıflı Mahrec-i Aklâm'dan 1281 (1864) yılında ilk defa mezun olan yirmi yedi adayın Meclis-i Maârife getirilerek hat, İmlâ ve ifadeden imtihan edilip ba­şarı gösterenlerin istedikleri bürolara ta­yin edildikleri, bunlardan onunun Fransız-ca'daki başarıları sebebiyle Babıâli kalem­lerinde dolgun maaşlarla istihdam edil­diği bilinmektedir. Mahrec-İ Aklâm'ın üç sınıfında ayrıca Arapça, Farsça ve Fran­sızca, hat, tarih ve coğrafya, hesap ve hendese, fizik, kimya ve resim dersleri okutuluyordu. Lise seviyesinde olduğu an­laşılan bu mektepte 1875'te kırk dört öğ­renci bulunuyordu. 1876 yılında yeni bir değişikliğe gidilerek daha yüksek seviyeli devlet memuru yetiştirmek amacıyla Mekteb-i Fünûn-ı Mülkiyye açılınca Mah­rec-i Aklâm kapatıldı.

Başarılı memur yetiştirmek için okul­lar açıldığı gibi Mühendishâne-i Bahrî ve Mühendishâne-i Berrî İle Mektebi Harbiyye'ye yetenekli öğrenci yetiştirmek üzere orta dereceli Mahrec-i Mekâtib-i Askeriyye 1281 'de (1864) faaliyete başlamış'tır. Dört sınıf halinde düzenlenen oku­lun programında değişik seviyelerde Os­manlı Türkçesi, Arapça ve Fransızca gra­meri, mantık, hesap, hendese, coğrafya ve tabiat bilgisi derslerine yer verilmiştir.

Açılış amaçları ve programları bakımın­dan her iki mahreç mektebinin de belirli bir mesleğe hazırlık okulu niteliği taşıdı­ğı dikkati çeker. Ancak Tanzimat dönemi nezâretleri, kalemleri ve mekteplerinin ortak özelliği çok sık aralıklarla isim ve müfredat değiştirmesi olup kurulan bu yeni okulların da bu uygulamadan kurtu­lamadığı, gerek isim ve derecelerinin ge­rekse müfredatlarının birkaç defa deği­şikliğe uğradığı bilinmektedir.


Bibliyografya :

Mahmud Cevad, Maârif-i ümûmiyye Nezâre­ti Târİhçe-i Teşkilâtı ue icrââtı, İstanbul 1338, s. 130, 138, 156, 157; Türkiye Maarif Tarihi, l-ll, 476-480; Uzurçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, bk. İn­deks; Hasan Ali Koçer, Türkiye'de Modern Eği­timin Doğuşu ue Gelişimi (1773-1923), İstan­bul 1991, s. 74-77; Pakalın, III, 385-387; F. Mü­ge Göçek, "Makhredj", EF- (İng), VI, 133. Mehmet İpşirli



MAHREM

Birbiriyle evlenmesi dinen yasaklanmış akraba anlamında fıkıh terimi.

Sözlükte "helâl olmayan, yasaklanan şey" mânasındaki mahrem kelimesi, fıkıh terimi olarak kendileriyle evlenilmesi di­nen yasaklanmış bulunan belli dereceler­deki akrabayı ifade eder. Farsça bir terkip olan nâmahrem ise "aralarında evlenme yasağı bulunmayan kişiler" demektir. Kur'ân-ı Kerîm'de geçmeyen mahrem ke­limesinin hadislerde hem sözlük hem te­rim anlamında kullanıldığı görülür.422

İslâm dini, karşı cinsler arasındaki iliş­kilerde insanın tabiat ve eğilimlerini göz önünde bulundurarak hem fıtratı ve tabii olanı korumak hem de aşırılıkları önlemek amacıyla tarafları muhtemel sapmalar­dan koruyucu bazı sınırlamalar getirmiş, yakın hısımlar arasında belli ölçülere bağlı olarak evlenme yasağı koymuştur. Kur­'ân-ı Kerîm'de kendileriyle evlenilmesi sü­rekli olarak yasaklanan akrabalardan bah­seden âyetten hareketle 423 İslâm hukukunda kadın ve erkeğin birbi­riyle evlenmesine engel teşkil eden se­bepler kan hısımlığı, sıhrî hısımlık ve süt hısımlığı olmak üzere üç grupta toplan­mıştır.424 Kan hısımlığı

dolayısıyla evlenilmesi yasak olan akraba­lar usul (üst soy hısımları), fürû (alt soy hısımları), ana babanın fürûu ile dede ve ninenin çocuklarıdır. Evlenmeden doğan hısımlık (sıhriyyet) sebebiyle evlenilmesi yasak olanlar ise dört grupta toplanır: Usulün eşleri (üvey anne ve üvey nine), fü-rûun eşleri (gelinler), eşin usulü (kayın­valide ve eşin her îki taraftan nineleri), eşin fürûu.425 Çocuğu öz annesi dışında emziren kadın ve onun belli derecedeki yakınları arasında oluşan süt hısımlığı sebebiyle evlenilmesi ya­sak olan akrabalar da şunlardır: Süt usul (sütanne, baba, sütnine ve dede), süt fü­rû (süt çocuklar ve torunlar), sütanne ve babanın nesep ve sütten olan fürûu (süt kardeşlerve onların çocukları), sütdede ve ninenin çocukları (süthalalar ve sütteyze-ler), eşin sütannesi ve ninesi, eşin sütten olan kız çocukları ve kız torunları, sütba-ba ve dedenin sütanne ve nine olmayan eşleri, sütten olan fürûun eşleri. Aralarında bu tür hısımlıklar do­layısıyla evlenme engeli bulunan erkek ve kadınlar birbirlerinin mahremi sayılır.

Süreklilik göstermediği için ortadan kalkması mümkün olan geçici evlenme engelleri olarak şunlar zikredilebilir: Halen başkasıyla evli olma, kocasından boşan­mış olup iddet bekleme süresi içinde bu­lunma, birden fazla evlilik durumunda hanımının kız kardeşi, halası ve teyzesi gi­bi yakın hısımı olma, dört hanımla evli bir kimse için beşinci evlilik ve evlenecek ki­şiler arasında din farkı bulunma. Bu tür engellerin ortadan kalkması durumunda taraflar arasında evlilik mümkün olur.

Birbirinin mahremi olan kimselerle il­gili dinî hükümlerde nâmahrem kişiler arasındaki ilişkilere göre bazı farklılıklar söz konusudur. İslâm âlimleri kadının ör­tünmesinden, karşı cinse bakmasından ve kadına göre mahrem sayılan kişilerden bahseden Nûr süresindeki ilgili âyetten 426 bir arada yaşamanın ge­tirdiği bazı mecburiyetleri ve mahrem olan akrabalar arasında fıtrî olarak şehvet duygusunun bulunmamasını göz önünde bulundurup mahrem olmayanlara göre daha esnek bir yaklaşım ortaya koymuş­tur. Hanefî mezhebine göre bir kadın mahremi olan erkeklerin yanında başını, kollarını, gerdanını, ayaklarını ve bacaklarının diz kapağından aşağı kısmını açık bulundurabilir; erkek de mahremi olan hanımın anılan yerlerine bakabilir. Şafiî mezhebine mensup fakihler bu sının da­ha geniş tutarak erkeğin mahremi olan kadının diz kapağı ile göbek arasının dı­şında kalan organlarına bakabileceği gö­rüşündedir. Hanbelî ve Mâliki âlimleri ise baş, boyun, yüz, el ve ayaklar dışındaki or­ganlara bakmanın caiz olmadığını söyle­mişlerdir. Öte yandan erkeğin avret yeri göbekle diz kapağı arası olduğundan fa-kihlerin çoğunluğuna göre bir kadın, mahremi olsun olmasın bir erkeğin vücu­dunun göbeğiyle diz kapağı arası dışında kalan yerlerine bakabilir.

Fakihlerin çoğunluğuna göre bir kadı­nın mahremi olmayan erkeklerin yanın­da yüz ve ellerinin dışında kalan bütün organlarını örtmesi gerekmektedir. Bazı fakihler yüz ve elleri örtmenin de gerekli olduğu görüşündedir. Şafiî ve Hanbelî mezhebine mensup fakihler ayakların ör­tülmesini gerekli görürken Hanefî ve Mâ-Iikîler bunun gerekli olmadığını söyle­mişlerdir.427 Mahrem olmayan kadın ve erkeklerin günlük hayatın zaruretleri çerçevesinde birbirinin örtülmesi icap etmeyen yerle­rine bakmalarında bir sakınca olmamakla birlikte bunlara şehvet hissiyle bakmaları hiçbir şekilde meşru görülmemiştir.428

Hanefî, Şafiî ve Mâliki mezhebine men­sup âlimler, mahremlerin birbirlerinin bakmasında sakınca bulunmayan organ­larına dokunmasının da caiz olduğu gö­rüşündedir. Nâmahrem kadın ve erkek­ler için bu husus ancak zaruret halinde caizdir. Ahmed b. Hanbel'in, bir erkeğin annesinin dışındaki kadınlarla tokalaşma­sını mekruh kabul ettiği ve sadece uzun yoldan gelen mahrem yakınlarını öpme­sini caiz gördüğü nakledilmektedir.

Hz. Peygamber'in, "Yanında mahremi bulunmayan bir kadınla -nâmahrem- bir erkek halvet halinde bulunmasın; kadın yanında mahremi bulunmadan yolculuğa çıkmasın" mealindeki hadisinden 429 hareketle âlimler, mahrem olmayan bir erkekle bir kadının başkala­rının giriş ve görüşüne açık olmayan bir ortamda baş başa kalmalarını (halvet) caiz görmemişlerdir. Bu durum, birbiri­nin mahremi olan kişiler için söz konusu olmadığı gibi yanlarında mahremi bulu­nan nâmahrem kadın ve erkeğin bir arada bulunmaları da halvet sayılmamıştır.430

Yine anılan hadis ve zamanın ulaşım ve güvenlik imkânları göz önünde bulundu­rularak özellikle iffet ve namusunun zarar görmesi gibi birtakım muhtemel olumsuzlukları önlemek amacıyla kadının, yanında mahremi olmadan uzun mesafeli yolculuk yapması uygun kabul edilmemiş­tir. Bununla birlikte yol güvenliğinin sağ­lanması veya kadınların ayrı bir kafile oluşturması durumunda bir kadının ya­nında mahremi olmadan yolculuk yapma­sında sakınca görülmemiştir. Buna bağlı olarak yanında kocası ya da mahremlerin­den bir erkek bulunmayan kadının sefe-rîlik hükümlerinin uygulanacağı bir mesa­feyi katedecek şekilde hac yolculuğuna çıkması konusunda mezhepler farklı gö­rüşler ileri sürmüşlerdir.431 Mah­remiyetle ilgili hükümler müslüman bir erkek veya kadınla gayri müslim mahre­mi arasında da geçerlidir.

Aralarında mahremiyet ilişkisi bulunan yakınlar birbirlerinin cenazelerini yıkama, namazlarını kıldırma ve kabre indirme hususunda başkalarından önce hak sahi­bidirler. Şâfiîler, cenaze namazını kıldır­madaki yetki sırası konusunda önceliği yakın akrabaya verir. Konuyu daha çok ka­mu düzeni açısından ele alan Hanefî fa-kihlerine göre ise cenaze namazı cuma namazına benzetildiğinden birinci dere­cede yetkili kişi devlet başkanı veya bu işle görevlendirilmiş kimsedir; daha sonra ölen şahsın yakın akrabaları gelir.


Bibliyografya :

Lisânü'l-'Arab, "hrm" mi; Wensinck, el-Mu'cem, "hrm" md.; Müsned, I, 222; II, 276, 317; III, 339; Buhârî. "İstPzân", 12, "Ahkâm", 49, "Nikâh", 111, 112; Müslim, "Hac", 424, "Kader", 20-21;Tirmizî, "Radâc", 16, "Fiten", 7; Cessâs, Ahkâmü'l-tSur'ân, İM, 314-318; Se-rahsî, el-Mehsût, X, 147-158; Kâsânî. BedâV, V, 119,12l;Fahreddiner-Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb, XXIII, 206; İbn Kudâme, el-Muğrıî, III, 190; VII, 456-462; Kurtubî, el-Câmi', XII, 232-233; Ne-vevî, Şerhu Müslim, IX, 109; Hattâb, Mevâhi-bü'l-celll. Kahire 1328,1, 500;Şİrbînî. Muğni'l-muhtaç, II!, 129, 132; Şemseddin er-Remlî. Nİ-fıâyeiü'l-muhtâc, Beyrut 1404/1984, III, 251; VI, 185; Buhûtî, Keşşâfül-kmâc, III, 8-9; İbn Âbidîn, Reddü'l-mulıtâr, VI, 367; Behî el-Hülî, el-Mer"ebeyne'l-beyt ue'l-müctema'1, Kahire, ts. (Mektebetü dâril-Urûbba), s. 206-208; Muham­met! el-Ebâsîrî Halîfe, et-Mer'e ue't-terbiyetü'l-İslâmiyye, Kuveyt 1404/1984,s. 135-i39;Ab-dülkerîm Zeydân, el-Mufaşşalft ahkâmi'l-mer'e ue'l-beyti'l-müslim fı'ş-şerfati'l-İslâmiyye, Bey­rut 1413/1993, III, 143-269; Müsâid b. Kasım el-Fâlih, Ahkâmü'l-'avre ue'n-nazar bi-delîli'n-naş ue'n-nazar, Riyad 1413/1993, s. 35, 46, 89, 100; "Erhâm", Mo.Fl, V, 17-22. Salim Öğüt



MAHREME B. NEVFEL

Ebû Safvân (Ebü'l-Misver) Mahreme b. Nevfel b. Üheyb (Vüheyb) b. Abdimenâf (ö. 54/674)

Hicretten altmış yıl önce dünyaya gel­diği tahmin edilmektedir. Kureyş kabile­sinin Benî Zühre koluna mensup olup Hz. Peygamber'in annesi Âmine bint Vehb'in amcasının torunu, Sa'd b. Ebû Vakkâs'ın amcasının oğludur. Annesi, Hâşim b. Ab-dümenâf'ın torunu Rukayka bint Ebû Sayfi'dir. Ebü'l-Misver künyesiyle de anı­lır. Abdurrahman b. Avf in kız kardeşi olan muhacirlerden Âtike ile evliydi.

Mahreme b. Nevfel'in Kureyş tarihin­de ve savaşlarında önemli bir yeri vardır. Ficâr savaşlarında Kureyş ordusu içinde yer alan Benî Zühre birliğine kumandan­lık yaptı. Aynı zamanda Kureyş'in şiir râ-vilerinden, tarih ve ensâb âlimlerinden-dir. Şahıslar ve kabileler arasında mey­dana gelen ihtilâflarda hakemlik yapar­dı. 2 (624) yılında Ebû Süfyân idaresinde Suriye'ye giden ve Bedir Gazvesi'nin vuku bulmasına sebep olan kervanda o da bu­lunuyordu. Kervanın Mekke'ye ulaşması­nın ardından Benî Zühre, Bedir Gazvesi için yola çıkan Kureyş ordusundan ayrıla­rak Mekke'ye dönmüş, bunun üzerine Ebû Süfyân Benî Zühre'den bazılarının mallarına el koymuştu. Mahreme b. Nev-fel'in bu uygulamaya karşı çıkarak kabile mensuplarına mallarının teslim edilme­sini sağlaması onun Kureyş içindeki say­gınlığını göstermektedir.

Mekke'nin fethi sırasında Nîkul'ukâb'-da 432 veya Sukyâ mevkiinde 433 Hz. Peygamber'i karşıla­yan Abbas b. Abdülmuttalib'in yanında Mahreme b. Nevfel de bulunuyordu. Mek­ke'nin fethinde müslüman olan Mahreme İslâm ordusu safında Huneyn Gazvesi'ne iştirak etmiş, Resûl-i Ekrem onu müelle-fe-i kulûbdan sayarak kendisine Huneyn ganimetlerinden elli deve vermiştir. Kay­naklarda Mahreme'nin bundan sonra sa­mimi bir müslüman olduğu kaydedilir.

Mahreme b. Nevfel Mekke'nin fethin­den sonra Medine'ye yerleşti. İbn Sa'd 434 İbn Ümmü Mek-tûm'un Suffe'nin inşasından bir süre son­ra Mahreme b. Nevfel'in dârülkurrâ diye bilinen evinde misafir olduğunu kaydet­mektedir. Ancak Mahreme'nin Mekke fethinde İslâm'ı kabul edinceye kadar Mekke'de yaşadığı ve İbn Ümmü Mektûm'un da Medine'ye çok erken bir dö­nemde hicret ettiği dikkate alınırsa evin mülkiyetinin daha sonra Mahreme'ye geçtiği anlaşılır.

Sert mizaçlı bir kimse olan Mahreme'­ye Hz. Peygamber yumuşak davranırdı. Rivayete göre Mahreme b. Nevfel, Resûl-i Ekrem'in kendisine hediye olarak gelen elbiseleri dağıttığını duyunca oğlu Mis-ver'i yanına alarak Resûlullah'ın evine git­miş ve oğlundan onu dışarıya çağırması­nı istemişti. Misver'in bundan çekindiğini gören Mahreme, "Yavrum, o cebbar de­ğildir" demiş, Misver'in çağırması üzerine elinde kıymetli bir elbiseyle dışarı çıkan Resûl-i Ekrem, "Ey Mahreme, bunu sana ayırdım" diyerek elbiseyi kendisine ver­miştir.

Hz. Ömer, hilâfeti döneminde Mahre­me b. Nevfel'i bazı sahâbîlerle birlikte Mekke hareminin sınırlarını işaretlemek­le görevlendirdi. Ayrıca 20 (641) yılında di­van tertiplemeye karar verince bu işi tan­zim görevini Akil b. Ebû Tâlib, Cübeyr b. Mut'im ve Mahreme b. Nevfel'e verdi. Mahreme, bir Kureyşli'ye iftira etmesi sebebiyle Hz. Ömer tarafından had ceza­sına çarptırıldı. Hz. Osman döneminde gözlerini kaybeden Mahreme 54 (674) yılında ve muhtemelen 118 yaşında Me­dine'de vefat etti. Mahreme b. Nevfel, Fuat Sezgin'in Geschichte des Arabisc-hen Schrifttums adlı eserinin Arapça tercümesinde 435 yan­lış olarak tabiînin büyükleri arasında sayılmıştır.


Bibliyografya :

Buhârî, "Far&i'ı-rjumus", 11, "Hibe", 19, "Li­bâs", 12,44, Şehâdât", 11; Müslim, "Zekât", 129, 130; Ebû Dâvûd, "Libâs", 4; Vâkıdî, el-Me-ğâzl, 1, 44-45, 200; 11, 812; İM, 946; İbn Sa'd, ef-Jabakât, II, 153; 111, 295; IV, 205; VIII, 51; a.e. (nşr. Ali Muhammed Ömer), Kahire 1421/2001, VI, 69-70; Zübeyrî. Nesebü'l-Kuregş (nşr. E. Levf - Provençal). Kahire 1953, s. 262; Halîfe b. Hayyât, et-Târîh (Ömerî), s. 90, 223; İbn Habîb, el-Muhabber,s. 170, 171, 232, 296; a.mlf., el-Münemmak, s. 171, 332, 386,395, 404; Câhiz. el-Beyân ue't-tebyîn,\\, 323; İbn Kuteybe, e/-Ma'âriflUkkâşe), 313, 379, 430; Taberî. Târih (Ebü'1-Fazl), II, 427; ili, 52, 90; IV, 209-210; İbn Abdülber, el-İsttâb, III, 395-396; Muvaffakud-din İbn Kudâme, et-Tebyîn fi ensâhi'l-Kureşiy-yîn (nşr, M. Nâyif ed-Düleymî], Beyrut 1408/ 1988, s. 112, 174, 291-292, 302; İbnül-Esîr, Ûsdü'l-ğabe (Bennâ). V, 125-126;Zehebî. A'lâ-mü'n-nübelâ', il, 543-544; Makrîzî, /mtâ'u'/-esmâ5 (nşr. Mahmûd M. Şâkir], Kahire 1941, s. 66, 69, 362, 367; İbn Hacer. el-Işâbe, III, 370-372; W. Wüstenfeld, Geneahgische Tabellen der Arabİschen Stâmme und Famİlien, Göt-tingen J852, Tabellen S. Register 278; Sezgin. GAS,\, 259; a.e. (Ar.), 1/2, s. 31.

İbrahim Sarıçam


Yüklə 1,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin