ÂHENİ MEHMED ÇELEBİ
(ö. 1112/1700) Türk mûsikisi bestekârı ve hattat. Kaynaklarda hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamakla birlikte ömrünün büyük kısmını İstanbul'da geçirdiği anlaşılmaktadır. Mûsiki bilgisini nereden aldığına dair herhangi bir malumat yoktur. Nefeszâde İsmail Efendi'den sülüs ve nesih hatlarını öğrenerek bu sahada kendini yetiştirdi. Bir müddet Kefe Valisi Ahmed Paşa'nın divan kâtipliği vazifesinde bulundu. Bestekâr ve hattat olarak Sultan IV. Mehmed zamanının (1648-1687) tanınmış sanatkârları arasında yer aldı.
Esad Efendi Atrabü'l-âsar'ında onun otuzdan fazla beste yaptığını kaydetmektedir. Çeşitli el yazması güfte mecmualarında dinî ve din dışı eserlerine rastlanan Âhenf nin zamanımıza sadece bir nühüft beste ve nakış yürük semaisi ulaşabilmiştir. 35
1- Esad Efendi, Atrabü'l-âsâr, Millet Ktp., Ali Emîrî, T, nr. 706.
2- Müstakimzâde. Tuhfe-i Hattatın (nşr. İbnülemin Mahmud Kemâl), İstanbul 1928.
3- S. Ezgi, Türk Musikisi, II, 99, 102; III, 191-192.
4- S. Nüzhet Ergun, Antoloji, İstanbul 1942.
5- T. Kip. TSM Sözlü Eserler Repertuvarı. 36
AHENK
Bir bütünü teşkil eden parçaların veya unsurların estetik ölçüler içinde birbiriyle uyuşması anlamına gelen, çeşitli ilim ve sanat dallarında kullanılan terim. 37
Felsefe Ve İslâm Düşüncesi Alıntı Ahenk
“Uygunluk, düzen” ve “Cümbüş, eğlence” mânalarına gelen ahenk (âheng) kelimesi Türkçe'ye Farsça'dan geçmiştir. Eski Yunan'dan beri filozoflar ve sanat teorisyenleri ahengi tarif etmeye, güzellikle onun arasında ilgi kurmaya çalışmışlar, bunun için de öncelikle sanatta güzelliğin kaynağını, mahiyetini ve boyutlarını araştırarak bu konuda çeşitli teoriler geliştirmişlerdir. Güzelliği de organik ve maddî güzellikler, renk, şekil, ses ve hareketlerin güzelliği, fikrî güzellikler ve manevî güzellikler gibi kategorilere ayırmışlardır. “Güzellik nedir?” sorusunu ilk defa felsefî bir tarzda cevaplamaya ve güzellik ile ahengin ilişkisini göstermeye çalışan Eflatun, güzelliği mutlak ve izafî veya kendiliğinden ve dolayısıyla güzellik şeklinde iki kategoride incelemiştir. İnsan tek tek güzel olandan veya maddî ve bedenî güzellikten mutlak ve kendiliğinden güzel olana yükselir. Maddî güzellikler dünyaya gelmeden önce ideler âleminde seyrettiğimiz yüksek ve mükemmel güzelliklerin hâtıralarını canlandırır. Âlem ve âlemdeki varlıklarda bulunan güzelliklerin temel unsurları düzen, uygunluk, orantı ve simetri gibi değerlerdir. Ruh gibi ahenk de mutlak bir idedir: bu sebeple azlık, çokluk, büyüklük, küçüklük vb. nicelikler kabul etmez.
Ruh güzelliği ahlâkî arınmaya dayandığı ve ahlâkî melekeler arasında bir denge ve ahenk kurulmasıyla gerçekleştiği için aynı zamanda ahlâk güzelliğidir. Böylece “Güzel” ve “İyi”, taşıdıkları ahenk ve denge nitelikleri dolayısıyla bir bakıma aynı anlamı ifade ederler. Çünkü “Kötülük bir ahenk yokluğu, erdem ise bir âhenktir” 38
Aristo, Eflatundun güzellik idesi fikrine katılmamışsa da güzelliğin bir bütünün unsurları arasındaki geometrik orantı veya ahenk olduğunu, “Güzel” ile “İyi”nin birbirine benzediğini, bunun da her iki alandaki denge ve âhenkten ileri geldiğini düşünmüştür.
Plotinus'a göre her şeyin kaynağı olan mutlak “Bir” yani Allah iyi ve güzel olduğu gibi aynı zamanda iyi ve güzelin kaynağıdır; bu sebeple güzellik ilâhî bir değer ve yetkinliktir. Güzellikle ahenk yakından ilgiliyse de ahenk güzelliğin zorunlu bir şartı değildir. Eflatun gibi Plotinus da duyulur nesnelerin güzellik ve âhenginden ayrı, bunların üstünde güzellik ve ahenk idesinin varlığını kabul etmiş, ruhî, manevî, metafizik güzellik ve âhenge büyük önem vermiş, “İyi” ile “Güzel”i aynı değerlerin ifadesi saymıştır. Plotinus, “Erdemin İlâhî parıltısı sende doğuncaya kadar kendi büstünü yontmaya devam et” derken güzellikle iyiliğin aynılığını anlatmak istemiştir.
Âlem ve eşyadaki ahenk ve nizam Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli vesilelerle “Mizan”, “Kader”, “Kist”, “Tesviye”, “Takvîm” gibi kelimelerle ifade edilmiştir. Bir âyette,
“Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık” buyurulmaktadır. 39 Mülk sûresinin ilk âyetlerinde ise (67/1-3) makro kozmosta ki nizam ve ahenk daha çarpıcı ifadelerle anlatılmaktadır. Burada âlemin Allah'ın mülk ve tasarrufunda bulunduğu belirtildikten sonra,
“Rahmanın yarattığında bir ahenksizlik (tefâvüt) göremezsin; dikkatle bir kere daha bak, bir düzensizlik (fütur) görebiliyor musun?” buyurulmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm insanın da bu külli nizamın bir parçası olduğunu kabul eder. Allah insan bedenini toprak ve sudan yaratmış, ona uyumlu bir biçim vermiştir (tesviye). İnsanın varlık yapısındaki ahenk,
“Biz insanı en güzel bir kıvamda yarattık” 40 mealindeki âyette daha açık olarak ifade edilmiştir.
Kur'an'da. hilkatteki nizam ve ahengi temaşa etmek, dikkatle gözlemek, incelemek insan için bir hidayet vesilesi olarak kabul edilmiştir. Nitekim birçok âyette insanlar ısrarla göklere, dünyaya ve bunlardaki varlıklara ibret gözüyle bakmaya çağırılır. Çünkü kâinatta kaos ve anarşi değil, nizam ve kanun hâkimdir. Bunun farkedilmesi insanda bîr yaratıcı, nizam verici ve kanun koyucu fikrini uyandıracaktır. Ayrıca Rahman sûresinin ilk âyetlerinde 41 varlık düzeninde bir denge (mizan) bulunduğu belirtilerek insanın adalet ve hakkaniyet ilkelerine uyması, bu suretle küllî âhenge katılması, onu bozan bir unsur olmaktan kaçınması gerektiğine işaret edilmiştir.
İslâm düşüncesinde de âlemdeki varlık ve olayların kuruluş ve işleyişinde hayranlık verici bir ahengin bulunduğu kabul edilir ve bu ahenk tutarlı bir yönetimin, ince bir düzenin sonucu olarak değerlendirilir. İslâm düşünürleri çoğunlukla gaye ve nizam, bazan da yerine göre adalet, itidal, tenasüp gibi daha başka tabirlerle ifade ettikleri ahengi. Allah'ın inayet inin bir sonucu kabul ederler. Onlara göre inayet. Allah'ın en yüksek derecede hayır ve kemal nitelikleri taşıyan ezelî bilgisinin eseridir. Ahenk, âlemin genel ve küllî kuruluşundan başlamak üzere bütün varlık kademelerine hâkimdir. İslâm felsefesindeki feyiz ve işrâk, “Tasavvuftaki tecellî” nazariyeleri bu küllî inayet ve onun âleme yaydığı ahengin temeli olarak değerlendirilir. Bütün İslâm filozofları bu genel nizamı Allah'ın cömertliğinin (cûd) zorunlu bir neticesi olarak görürler. Gaz-zâlî bu bakımdan âlemde bir kusur veya düzensizlik olduğunu ileri sürmenin Allah'a cimrilik isnat etmek gibi dince fevkalâde mahzurlu bir sonuç doğuracağını belirtmiştir.
Hz. Peygamber'in, “Allah güzeldir ve güzelliği sever” 42 sözünden de faydalanan İslâm düşünürleri güzelliği Allah'ın niteliklerinden biri olarak göstermişlerdir. 43 İyilik (hayır, hayriyyet) ile güzellik (cemâl, hüsün) arasında, aynı şekilde kötülük (şer) ile çirkinlik (kubuh) arasında yakın bir ilişki vardır. Daha önce Grek felsefesinde de benimsenmiş olan bu anlayışa göre genel olarak varlıkta görülen ahenksizlik veya İbn Sînâ'nın tabiriyle “Yapı bozukluğu” 44 yani çirkinlik de bir serdir. Buna karşılık İslâmî literatürde iyi işler daima aşırılıklardan uzak olarak denge (itidal) niteliği taşımaları dolayısıyla aynı zamanda “Güzel” (hasen) terimiyle ifade edilmiştir. Çünkü iyi yalnız akıt ve iradeyi değil, aynı zamanda vicdanı ve bir bakıma estetik duyguyu da tatmin eder. Bütün İslâm düşünürleri, mutlak güzel ve en yüksek hayır olduğuna inandıkları Allah'ın eserlerinde müşahede edilen güzellik ve ahengi, insanın imkân ölçüsünde kendi psikolojik kabiliyetlerine, ahlâkî melekelerine, işlerine ve eserlerine de yansıtması gerektiği görüşündedirler. İşte bu düşüncenin pratikteki görünümlerinden biri de İslâm sanatlarında müşahede edilen âhenktir. 45
Bibliyografya
1- Eflatun, Deulet (trc. Sabahattin Eyüboğlu-M Ali Cimcoz), İstanbul 1985.
2- Eflatun, Şölen (trc. Azra Erhat-Sabahattin Eyüboğlu I, İstanbul 1972.
3- Eflatun, Phaidon (trc. Suut Kemal Yetkin-Hamdi Ragıb Atademir), Ankara 1945.
4- Müslim, “İmân”, 147.
5- Fârâbî, Tahşilus-sa'sde, Haydarâbâd 1345.
6- Fârâbî, et-Talîkât, Haydarâbâd 1346.
7- Fârâbî, Fuşûtu I-medenî (nşr D. M. Dunlop), Cambridge 1961.
8- İbn Sînâ. eş-Şifâ' I: et-İlâhiyyât (nşr. Saîd Zâyid-Eb Kanavâtî). Tahran 1343 hş.
9- Gazzâlî. İhya', Kahire 1332-Beyrut 1402-1403/1982-83.
10- Gazzâlî. Mtzânü't-'amel. Kahire 1328.
11- Suut Kemal Yetkin, Sanat Felsefesi, İstanbul 1934. 46
Edebiyat Alıntı Ahenk
Üslûbun bir niteliği olarak şiir ve nesirde kelime ve cümlelerin, âdeta bir mûsiki tesiri yapacak şekilde ardarda getirilmesi ile sağlanan uyum.
Ahenk, Ta'lîm-i Edebiyattan (1879) beri, yenileşme devri Türk edebiyatında harmonie karşılığında üslûba ait bir özellik olarak edebiyat nazariyesi kitaplarında yer almış bir terimdir. Ondan önce müstakil bir konu halinde ele alınmamış olan ahenk mefhumunu, eski belagatta bazı yönleriyle kısmen fesahat sözü karşılar gibidir. Klasik belagatta da ahenk konusu insicam, tecânüs, teellüf ve selâset terimleriyle ifade olunmuş, ahengi bozacak tenâfür, kesret-l tekrar, tetâbu-i izâfât, garabet, lüknet, kıyasa muhalefet gibi arızalar da ahenk konusunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir. Ahenk kelimesinin bir belagat terimi olarak mazisi bulunmadığından Süleyman Paşa harmonieyi “İnsicam ve ittisak” sözü ile ifadeye çalışmıştır. Recâizâde ise devrinde daha çok mûsiki terimi olarak kullanılan ahenk kelimesini “Harmonie” karşılığında tek başına değil, “Aheng-i selâset” terkibi ile vermiştir. Öte yandan insicam ve selâset konusunun eski belagatta da tek başına ve ayrıntılı bir şekilde ele alınmadığını belirtmek gerekir.
Ahengin. Tanzimat'tan sonra belagat ve edebiyat nazariyesi alanında eser yazmış müelliflere göre “Kelimede ahenk”, “Cümlede ahenk” ve “Taklidî ahenk” olmak üzere üçe ayrıldığı görülmektedir. Fakat yazarların hepsi bu tasnifi aynen benimsemediği için ahenk konusunda bazı farklı görüşler de ileri sürülmüştür. Hatta günümüze doğru gelindikçe bu farklılık daha da artmış, kelime ve cümledeki âhenge “Selâset” diyenler bulunduğu gibi ahenk, selâset, âheng-i taklidî, insicam terimlerini müstakil olarak ele alan yazarlar da olmuştur. Esasen bu çeşit karışıklıklar, ahenk konusunun klasik belagat kitaplannda müstakil bir mefhum halinde incelenmemesinin tabii bir neticesidir.
Mûsikide makam ne kadar önemli ise edebî eserde de ahenk o nisbette gereklidir. Çok güzel fikirler ahenksiz bir ifade yüzünden zayıflar ve muhatapta istenen tesir sağlanamaz. Bu sebeple bir fikir veya duygu ifade edilirken ahenkle tamamlanmalıdır. Hatta bazı durumlarda fikirler ve duygular kulak vasıtasıyla ihsas ettirilir. Çok defa konu ile ahenk arasında da bir ilgi kurulmaktadır. Şiirde ahengi sağlamaya birinci derecede yardımcı olan vezin ve kafiyedir. Bunun için nesirde ahenk daha güç sağlanır.
Çeşitli tarz ve vasıtalarla elde edilen ahengin taklidî denilen ayrı ve özel bir türü de vardır. Taklidî ahenk eşyayı, varlıkları ve hadiseleri seslerle taklit ve tasvir etmeye denir. Şiirde ve mensur şiirde daha çok görülen ve uygun düşen bu ahenk tabii olmalı ve zorlama hissi vermemelidir. Ayrıca bütün bir edebî eseri taklidî ahenkle doldurmak doğru değildir ve bu durum metni okunmaz hale getirir. Şeyh Galibin, “Güm güm öter âsmân sadâdan/Güm-geşte zemîn bu maceradan” beytinde gök gürültüsü ilk mısrada “Güm güm” kelimeleriyle taklit edildiği gibi ikinci mısraın ilk kelimesi olan ve “Kaybolmuş” mânasına gelen “Gümgeşte”nin İlk hecesi de gök gürültüsünü hatırlattığı için gizli ve sanatkârane yapılmış taklidi âhenge bir örnektir. Nâmık Kemal'in “Vatan Kasidesindeki, “Hakk'a doğru duralım er kişi niyyetine!” mısramdaki “Er” kelimesinin uzunca okunması, cenaze namazı kıldıran imamın sesini andırmaktadır. Yahya Kemal'in “Sessiz Gemi” şiiri de ahenkli İfadenin güzel bir örneğidir: “Artık demir almak günü gelmişse zamandan/Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan”. Burada şair bir geminin kalkışını, demir alışını aruz vezninin de yardımıyla okuyuculara derinden hissettirmektedir.
Her dilin kendine mahsus bir ahengi vardır. Bu yüzden başka dillerden alınan kelimelerin de çok defa girdikleri dilde yeni bir ahenk kazandığı görülür. Dilde türetilecek yeni kelimelerde de dilin âhengine uymak gerekir. Şu halde ahenk konusunun, sözün öncelikle ses arızalarından kurtarılması yollarını gösteren diğer belagat konulanyla yakın ilgisi olduğunu ve ahenkli bir ifade için bunların bilinmesi gerektiğini söylemek yanlış olmaz.47
Ahengi Bozan Durumlar.
1- Seslerin kulağı rahatsız edici durumda bulunması (tenâfür-cacophonie).
a- Boğumlanma noktaları (mahreç) aynı veya yakın olan sesler bir kelime veya tamlamada toplanırsa, genellikle ahengi bozan bir fonetik hadise meydana gelir ki buna harflerde tenâfür (tenâfür-i hurûf) denir. “Çürütücülerce”, “Koşullaştırılmışlık” gibi.
b- Ardarda gelen bazı kelimelerdeki harfler arasında aşın uyum ve benzerlik bulunması telaffuz güçlüğü meydana getirir. Bu kelimeler telaffuzu güç olduğu kadar kulak zevkini de tahriş eder; buna da kelimelerde tenâfür (tenâfür-i kelimât) adı verilir. “Ey andelîb o gül uyumuşmuş ses istemez” mısraında olduğu gibi.
2- İsim tamlamalarında zincirlenme. İkiden fazla ismin meydana getirdiği isim tamlamaları da (tetâbu-i izâfât) bazan ahengi bozabilir. Ahengi bozanlar bilhassa kurallı tamlamalardır. “Ahmed'in kitabının cildinin yaldızının parlaklığı” gibi.
3- Fiilimsiler (partisip ve gerundiumlar) ile bağlaçlarda zincirlenme,
a- Fiilimsilerde zincirlenme bilhassa niteleyici kümelerin arka arkaya gelmesinde görülür. “Demir kapıyı çalan Ali Bey burada mı? diye soran, burada olmadığını öğrenince içeri giren, uzun uzun onun aleyhinde konuşan, birden ayağa kalkan, şiddetle kapıyı çarpıp giden sen değil miydin?” Örneğinde olduğu gibi. Resmî yazılarda buna çokça rastlanmaktadır. Ayrıca, “Koşarak, vaveyla kopararak, göz yaşı dökerek, annesinin boynuna atılarak anlatmaya başladı” cümlesinde görüldüğü gibi farklı fiillerden aynı kalıba göre yapılan zarf-fi i ilerin bir araya gelmesi de ahengi bozmaktadır,
b- Birden fazla bağlacın ardarda kullanılmasıyla da ahenk bozulur. “Amma ki eğer görevdi inşân /Birden bulamazdı onda noksan” beytinde olduğu gibi.
4- Tekrar sıklığı (kesret-i tekrar). Anlam bakımından katkısı olmadığı halde bir ifadede aynı kelimeye iki defadan çok yer vermektir. Tekrarın fazla oluşu ahenk yönünden bir kusurdur. “Yolda Ahmet Beye, Ahmet Bey'in kardeşine, Ahmet Bey'in eşine, Ahmet Bey'in arkadaşlarına rastladım” örneğinde olduğu gibi. Ancak tekrar sıklığını bir edebî sanat olan tekrir ile karıştırmamak gerekir.
Bunlardan başka, kelimenin dil kaidelerine ve edebî kullanılış tarzına aykırılığından doğan kıyasa muhalefetin (muhalefettin li'l-kıyâs) yanı sıra garabet, lüknet, ta'kid gibi ifade kusurları da bazı edebiyat nazariyesi kitaplarında ahengi bozan hususlar arasında ele alınmaktadır. 48
Bibliyografya
1- Em. Lefrance, Theorique et Pratîque de Lit-terature. Style et Composition, Paris 1839.
2- Recâizâde Mahmud Ekrem, Ta'lîm-i Edebiyyât, İstanbul 1299.
3- Abdur-rahman Fehmi, Tedrİsat-ı Edebiyye, İstanbul 1302.
4- Diyarbekirli Said Paşa, Mîzânü'ledeb, İstanbul 1305.
5- Muallim Naci. Istıtâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1308.
6- Menemenlizâde Tahir, Osmanlı Edebiyatı, İstanbul 1310.
7- A. Pellissier, Princi-pes de Rhetorique Française, Paris 1894.
8- Süleyman Fehmi. Edebiyat, İstanbul 1328.
9- Reşid. Nazariyyât-ı Edebiyye, İstanbul 1328.
10- M. Fuad Köprülü-Sehabeddin Süleyman. .Mâ'lûmât-ı Edebiyye, İstanbul 1330.
11- Muhyid-din, Yeni Edebiyat, İstanbul 1330.
12- Ali Şeydi ve dğr.. Musavver Dâiretü 7-maârif, İstanbul 1332.
13- Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügati (nşr. K Edip Kürkçüoğlul, İstanbul 1973.
14- Mecdî Vehbe-Kâmil el-Mühendis. Mu'cemü'l-mustalahâti'i-'Arabiyye fi'l-luğa ve'l-edeb, Beyrut 1979.
15- M. Kaya Bilgegil. Edebiyat Bilgi ue Teorileri I: Belagat. Ankara 1980.
16- Kâzım Yetiş. Ta'lîm-i Edebiyyât'ın Rnetorique ve Edebiyat Nazariyatı Sahasında Getirdiği Yenilikler (doktora tezi, 1981), İÜ Ed. Fak. Ktp,, nr. THT 35, 1,296, 302.
17- Kâzım Yetiş “Edebiyat Nazariyesi Sahasında Batıya Açılan İlk Kitap: Mebâni'1-inşâ”, Mehmet Kaplana Armağan, İstanbul 1984.
18- Bedevi Tabâne. Mu'cemü'l-belâğâti'l-'Arabiyye. Riyad 1982.
19- Meriç Ökten. “Aheng”, TDEA, I, 49. 49
Mûsiki Alıntı Ahenk
Mûsikide “Düzen, akort” mânasında kullanılan ahenk, çalgıların. özellikle neyin belli sabit bir perdeye göre düzenlenmiş haline denir. Osmanlılar'dan beri, toplu mûsiki icrasında sabit perde yüksekliği ihtiyacı, çeşitli uzunlukta (âhenkte) neylerin kullanılması ile karşılanmıştır. Belli bir uzunluk ve genişlikte kamıştan açılan ney. yapılışı bittikten sonra sabit bir perdeye göre düzenlenmiş olur ve bu perde yüksekliğine göre ad alır. Böylece ney. hanende ve sazendelere düzen verecek bir ahengi kazanmış demektir.
Kantemiroğlu Kitâbü îlmi'l-mûsikî adlı kitabında, hanendelerin sünbüle makamındaki eserleri, sünbülenin tiz ses alanlı oluşundan dolayı şah mansûr perdesinde (şah mansûr neyi ses yüksekliğinde) çok güçlükle okuyabildiklerinden bahseder. Charles Fonton ise 18. Yüzyılda Türk Müziği adıyla tercüme edilen kitabında 50, neyin Şarklılar'ın önde gelen mûsiki aleti olduğunu, diğer sazların hepsinin düzenlerinin neye göre ayarlandığını kaydeder (s. 79). Musuku Kitabı adlı Türkçe eserin müellifi bestekâr Çömlekçioğlu da neyin mûsiki ve sesin ölçüsü olup hanendenin kendi ses alanına göre şah mansûr veya dâvud düzenlerinden biriyle okuduğunu, sazendenin de bu âhenk-lerden birine göre sazını düzenlediğini, böylelikle neyin musikişinaslar arasında icrada çıkacak anlaşmazlıkları önlediğini anlatmaktadır.
Ney cinslerinin bir kısmına ahenk ile ilgili isimler verildiği görülmektedir. Nitekim Evliya Çelebi Seyahatname’sinde “Dü ahenk” ve “Battal dü ahenk”, Çömlekçioğlu diğer âhenklere kıyasla “Bol ahenk” neylerden bahsetmektedir. Ayrıca bestekâr Nuri Bey'in “Bolâhenk” lakabı ile anıldığı da bilinmektedir. Son yüzyıl içerisinde mûsiki nazariyatçıları ve sanatkârlar ney cinslerini birer ahenk kabul ederek bunları “Dâvud”, “Şah”. “Mansûr”. “Kızney”, “Müstahsen”. “Süpürde”, “Bolâhenk” şeklinde adlandırmışlardır. Ayrıca, pest ve tizindeki neylerin adına “Mâbeyn” ilâvesiyle “Şahmansûr mabeyni”, “Mansûr-kızney mabeyni” gibi adlar alan ara neyler vardır. Bu çeşit neylerden ikisine aynca özel adlar verilmiştir: Kızney-müstahsen mabeyni (yıldız), Süpürde-bolâhenk mabeyni (mehtâbiye). Mâbeyn neyleri, tiz ve pestindeki ney adlarının takdim tehiri ile isimlendirmek de mümkündür: “Mansûr-şah mabeyni, şah-mansûr mabeyni” gibi. Neyler kendi aralannda ayrıca “Neyler” ve “Nısfiyeler” olmak üzere ikiye ayrılır. Nısfıyeler genellikle neylerin bir sekizli tiz seslerini verirler.
Türk mûsikisindeki ses akordunun esas kaynağı ney olduğundan, mutlak anlamda ahenk ile ney sazı düzeni mânasındaki ahenk bir bütün teşkil eder. Son bir asır içinde tesbit edilen bu âhenkler ardarda sıralandığında otuz altı âhenklik bir tablo meydana çıkmaktadır. Bu tabloda farazî ve nazarî neyler ile gerçek neyler ve bunların bir kısmını karşılayan âhenkler. neylerin karşılayamadığı nazarî âhenkler bir ahenk merdiveni halinde sıralanmıştır. Bu sıralamada mansûr neyin verdiği dügâh perdesi. 440 titreşim/saniye ile bir sabit ses meydana getirir. Muhtelif boydaki diğer neylerin (veya nısfiyeler) perdeleri de buna göre ahenk ismi alır. Meselâ neva perdesi bu ayırt sesine isabet ederse ney “Bolâhenk ney”, yegâh perdesi aynı ayırt notasına isabet ederse “Bolâhenk nısfiye”dir. Kaba dügâh perdesi bu sabit sese akortlanmış bir ney söz konusu olduğunda bu. mansûr âhenginde bir nısfiyedir. Mansûr nısfiyenin dügâh perdesi ise 880 titreşim/saniyeli bir perdedir ve bu perde istenirse nısfiyeler için bir sabit ses olarak vazife görür. Mansûr neye göre düşünüldüğünde ise saniyede 880 titreşimli perde muhayyerdir. İşte ahenk ve neylerdeki gerek 440, gerekse 880 eskilerde bir ara 864 titreşim/saniyeli sesler; neyler, diğer sazlar ve insan sesleri için bir ahenk ölçüsü kabul edilmiştir.
440 titreşim/saniyeli dügâh perdesi sabit ses kabul edilerek 1894 yılından başlayarak günümüze kadar rastlanan otuz altı adet ahenk, aşağıdaki “Ahenk merdiveni” tablosunda tizden peşte doğru sıralanmıştır. Bu tabloda yer alan 1 ve 2 numaralı ahenk basamaklarının karşılığı olan ney cinsleri, neydeki en pest perdenin kaba rast olması sebebiyle farazî neylerdir. Âhenkler merdiveninin 3 ve 4. derecelerindeki ney cinslerini imal etmek mümkün gibi görünürse de bunlar da nazarî neylerdir. Tablonun 5. sırasındaki mansûr nısfiyeden itibaren gerçek neyler zinciri başlar. Mansûr nısfıye kamışını tabiatta bulmanın güçlüğüne rağmen bu âhenkte neylerin imal edildiği ve nadiren kullanma alanı bulabildiği görülmüştür. Gerçek neyler dizisi dâvud neye kadar devam eder. Dâvud ney çok ender kullanılan bir ney cinsidir. Bundan dolayı mûsiki tarihindeki diğer bir adı “Battal dâvud”dur ve boyu yaklaşık 98 santimetreye ulaşır. 24 numaradaki dâvud âhenginden sonraki neyler ise hemen hemen hiç kullanılmazlar. 27. ahenk olan bolâhenk ney imal edilmekte, fakat 104 santimetreyi bulan uzunluğu yüzünden icra edilememektedir. Böylece 28 ile 36. sıralar arasına yerleşmiş bulunan âhenklerin neyleri de yine nazariyede kalmaktadır. Bu neyler imal edilse bile bunları üfleme imkânı yoktur. Ancak normal ney kamışlarından daha geniş, boyu fazla uzun olmayan, bolâhenk neyden daha pest âhenkleri veren bazı neylerin mevcut olduğu da söylenmektedir. Diğer taraftan Cem Behar, Charles Fonton'un eserine yaptığı tercümede İstanbul Galata Mevlevîhanesi ile Konya Mevlânâ Müzesinde bulunan bazı eski neylerin boğumlarının geniş fakat kamışlarının nisbeten kısa olduğunu söylemektedir. 51
Ahenk merdiveni, ahenk ile ilgili çeşitli tarihlerde neşredilmiş bilgi ve tabloların, tesbit edilen ortak noktalar çerçevesinde tek liste haline getirilmesinden ibarettir. Aşağıda tek tek verilecek bu tablolara, mukayese yapabilme imkânını sağlamak için bir sıra numarası verilmiş, ayrıca parantez içerisinde yayın tarihleri belirtilmiştir. Ahenk tablolarında görülecek ahenk merdiveni numaraları, ahenk adları ve neyler bugünkü anlayışa uygun olarak sıralanmıştır. Ayrıca günümüzün görüşlerine uymayan numara ve isimler soru işaretiyle belirtilmiştir.
Hoca Kâzım Uz, “Osmanlı âhenkleri” yahut “Alaturka âhenkler” adını verdiği âhenklerin yedi tane olduğunu söyledikten sonra bunlara iki mâbeyn ahengi ilâve ederek bu sayıyı dokuza çıkarır. Hoca Kâzım'ın yaptığı tariflere göre müştahsen ahengi, asıl mevkiinin yanında bazan kızney-mansür mabeynine, bazan kızney âhengine. bazan da yıldız mabeyni mevkiine oturur. Ahenkler merdiveninde şah-dâvud mabeyni bulunmamakla birlikte, son zamanlarda oluşan buselik perdesi Karşılığı şah ahengini Hoca Kâzım'ın o tarihlerde düşündüğünü kabul ederek bu örnek de aşağıdaki listeye katılmıştır.
|
AHENK MERDİVENİ
|
|
|
|
|
Mansûr Dügâhı
|
Sıra No:
|
Ahengin Adı:
|
Ney Cinsi:
|
Karşılığı Perdesi:
|
1-
|
Süpürde (Sipürde, Süpürge)
|
Tiz nısfiye
|
Kaba hüseynî-a şiran
|
2-
|
Mansûr-kızney mabeyni (Yıldız)
|
Tiz nısfiye
|
Kaba ırak
|
3-
|
Kızney
|
Nısfiye
|
Kaba rast
|
4-
|
Kızney-mansûr mabeyni
|
Nısfiye
|
Kaba nîm-zirgüle
|
5-
|
Mansür
|
Nısfiye
|
Kaba dügâh
|
6-
|
Mansûr-şah mabeyni
|
Nısfiye
|
Kaba kürdî
|
7-
|
Şah
|
Nısfiye
|
Kaba segah
|
8-
|
Sah
|
Nısfiye
|
Kaba buselik
|
9-
|
Dâvud
|
Nısfiye
|
Kaba çargâh
|
10-
|
Dâvud-bolâhenk mabeyni
|
Nısfiye
|
Kaba nîm-hicaz
|
11-
|
Bolâhenk
|
Nısfiye
|
Yegâh
|
12-
|
Bolâhenk-süpürde mabeyni (Mehtâbiye)
|
Nısfiye
|
Kaba nîm-hisar
|
13-
|
Bolâhenk-süpürde mabeyni {Mehtâbiye}
|
Nısfiye
|
Kaba hisar
|
14-
|
Süpürde (Sipürde. Süpürge)
|
Nısfiye
|
Hüseynî-aşiran
|
15-
|
Müştahsen
|
Nısfiye
|
Acem-aşiran
|
16-
|
Müştahsen-kızney mabeyni (Yıldız)
|
Nısfiye
|
Irak
|
17-
|
Kızney (Kıznay)
|
Ney
|
Rast
|
18-
|
Kızney-mansûr mabeyni
|
Ney
|
Nîm-zirgüle
|
19-
|
Kızney-mansûr mabeyni
|
Ney
|
Zirgüle
|
20-
|
Mansûr (Küçük mansûr)
|
Ney
|
Dügâh
|
21-
|
Mansûr-şah mabeyni
|
Ney
|
Kürdî (Nîm-kürdî)
|
22-
|
Şah (Şah mansûr)
|
Ney
|
Segah
|
23-
|
Şah (Şah mansûr)
|
Ney
|
Buselik
|
24-
|
Dâvud
|
Ney
|
Çargâh
|
25-
|
Dâvud-bolâhenk mabeyni
|
Ney
|
Nîm-hicaz
|
26-
|
Dâvud-bolâhenk mabeyni
|
Ney
|
Hicaz
|
27-
|
Boiâhenk
|
Ney
|
Neva
|
28-
|
Bolâhenk-süpürde mabeyni (Mehtâbiye)
|
Ney
|
Nîm-hisar
|
29-
|
Bolâhenk-süpürde mabeyni (Mehtâbiye)
|
Ney
|
Hisar
|
30-
|
Süpürde (Sipürde. Süpürge)
|
Ney
|
Hüseynî
|
31-
|
Müştahsen
|
Ney
|
Acem
|
32-
|
Müştahsen-kızney mabeyni (Yıldız)
|
Ney
|
Eviç
|
33-
|
Kızney (Kıznay)
|
Kaba ney
|
Gerdaniye
|
34-
|
Kızney-mansür mabeyni
|
Kaba ney
|
Nîm-şehnaz
|
35-
|
Kızney-mansûr mâbeynî
|
Kaba ney
|
Şehnaz
|
36-
|
Mansür
|
Kaba ney
|
Muhayyer
|
ÂHENKLER TABLOSU I (1894)
Ahenk (KAZIM UZUN)
Merdiveni
No: Ahengin Adı:
14-
|
Süpürge (Ahterı)
|
15-
|
Müştahsen (?)
|
17-
|
Kızney
|
20-
|
Mansûr
|
21-
|
Mansûr-şah mabeyni
|
22-
|
Şah
|
23-
|
Şah-dâvud mabeyni (?)
|
24-
|
Dâvud
|
27-
|
Bolâhenk
|
Hoca Kâzım nısfiye neyleri de kabul etmesine rağmen isimlerini zikretmeni iştir.
Rauf Yekta yedi çeşit neyi açıklarken mansûr neyi normal ney olarak ele alır. Bu neyin “Lâ” perdesinin titreşimi saniyede 864'tür. Yedi neyden üçü tiz çalgılar (süpürde, müştahsen, kız), diğer üçü pest çalgılar (şah, dâvud, bolâhenk) bölümlerine girer. Yedi ayrı âhenkte imal edilen bu ney dizisinde dikkate değer bir özellik, müştahsen neyin mansür dügâhı karşılığı perdesinin “Fa” olarak hiçbir yanlış anlamaya mahal vermeyecek bir biçimde belirlenmiş olmasıdır. Bu belirlemeye göre Yektâ'nın müştahsen neyi günümüzün mâbeyn yıldız âhengine tesadüf eder. Rauf Yekta her neyin bir nısfiyesi olduğunu da ifade ederek ney âhenklerini on dörde çıkarır.
ÂHENKLER TABLOSU II (1913)
(Rauf Yekta)
Ahenk Merdiveni No: Ahengin Adi:
1- Süpürde
2- Müştahsen (?)
3- Kız
5- Mansûr |- Nısfiyeler
7- Şah
9- Dâvud
11- Bolâhenk
14- Şüpürde
16- Müştahsen (?) Tiz çalgılar
17- Kız Neyler
20- Mansûr
22- Şah
24- Dâvud Pest çalgılar
27- Bolâhenk
Yukarıdaki tabloda yer alan müştahsen ahengi, ahenk merdivenindeki mâbeyn yıldız âhengine tekabül etmekte ise de Rauf Yektâ'da neyler bölümünde kabul edilmektedir.
Muallim İsmail Hakkı Bey Türk mûsikisinde yedi adet esas ahenk kabul eder. Pestten tize, bolâhenkten süpürdeye uzanan yedi esas ahengin biri mâbeyn âhenktir. Bu yedi âhenge bolâhenkten pest olarak müstahsen ve mehtâbiye de ilâve edilerek ahenk sayısı dokuza ulaşır. Müstahsenin mâbeyn yıldızı âhengine oturtulması halinde mehtâbiyenin kızney kaba ahengi ile buluşması gerekmektedir. 52
ÂHENKLER TABLOSU III (1925)
(Muallim İsmail Hakkı Bey)
Ahenk
Merdiveni No: Ahengin Adi:
14- Süpürde
17- Kıznay
20- Mansür
21- Mansûr-şah mabeyni Esas Âhenkler
22- Şah
24- Dâvud
27- Bolâhenk
28- Mehtâbiye
31- Müstahsen
Muallim İsmail Hakkı Bey mansûr âhengine özel bir önem vermekte, bunu-piyano ahengi diye nitelendirmektedir.
Seyyid Abdülkadir Töre, Türk mûsikisi âhenkleri olarak pestten tize. bo-lâhenkten mehtâbiyeye kadar devam eden on üç ahenk adı verir. Bunların sekizi esas (biri diğerinin sekizlisi), beşi mâ-beyndir. Halen bolâhenk nısfıye ahengi diye bilinen ahenk basamağına ise mehtâbiye ahengini yerleştirmiştir.
ÂHENKLER TABLOSU IV (1941)
(Abdülkadir Töre)
Ahenk
Merdiveni No: Ahengin Adi:
11- Mehtâbiye (?)
13- Mehtâbiye-süpürde mabeyni
14- Süpürde
15- Müstahsen
16- Müstahsen-kızney mabeyni
17- Kızney
19- Kızney-mansûr mabeyni
20- Mansûr
21- Mansür-şah mabeyni
22- Şah
24- Dâvud
26- Dâvud-bolâhenk mabeyni
27- Bolâhenk
Âhenklerin sıralanması mansûr âhenginden başlar. Sekizincisi, birincinin oktavı olmak üzere ilk defa yedi ana ve beş ara ahengin bir araya geldiği bir ahenk tablosu ile karşılaşılmaktadır. Mehtâbiye. ahenk merdivenindeki yerinde değildir. Abdülkadir Töre'deki mansûr dügâhı karşılığı mâbeyn perdeleri olan pest hisar. arak. zirgüle, nîm-kürdîve hicazın ahenk merdivenindeki karşılıkları kaba hisar. ırak. zirgüle, kürdî, hicazdır.
Yılmaz öztuna on iki ahenk adı vermektedir.
ÂHENKLER TABLOSU V (1949. 1969)
(Yılmaz Örtuna)
Ahenk
Merdiveni No: Ahengin Adı:
20- Mansûr
21- Mansûr-şah mabeyni
22- Şah
24- Dâvud
26- Dâvud-bolâhenk mabeyni
27- Bolâhenk
29- Bolâhenk-sipürde mabeyni
30- Sipürde (Ahterî)
31- Müstahsen
32- Müstahsen-kızney mabeyni
33- Kızney
35- Kızney-mansûr mabeyni
Âhenklere mansûr ahengi ile başlanıyor. Bu on iki ahengin her birinin neyleri olduğu ileri sürülüyor.
Laika Karabeyin ney çeşitleri on üçü buluyor.
ÂHENKLER TABLOSU VI (1950)
(Laika Karabey)
Ahenk Merdiveni No: Ahengin Adi:
20- Mansûr
21- Mansûr-şah mabeyni
22- Şah
24- Dâvud
25- Dâvud-bolâhenk mabeyni
27- Bolâhenk
28- Bolâhenk-sipürde mabeyni
30- Sipürde (Ahterî)
31- Müstahsen
32- Müstahsen-kızney mabeyni
33- Kızney
35- Kızney-mansûr mabeyni
36- Mansûr, Nısfiye
Ahenk merdivenindeki otuz altı numaralı mansûr kaba neyin nısfiye olarak zikredilmesi bir yanlışlık eseri olmalıdır.
Feridun Darbaz “Türk mûsikisi düzenleri” adı altında on iki isim vermektedir. Bunlar “Tablo V”te verilenlerin aynıdır.
Ekrem Karadeniz ahenk olarak on üç akort kabul ediyor.
Neyler
ÂHENKLER TABLOSU VII (1978, 1983 [?])
|
Ahenk (Ekrem Karadeniz)
|
Merdiveni
|
NO:
|
Ahengin Adı:
|
9-
10-
|
Dâvud 1 m r ı Dâvud-süpürde mâbeynij Nıst|yeler
|
11-
|
Süpürde (Yıldız. Bolâhenk) (?)
|
|
12-
|
Süpürde-mehtâbiye mabeyni
|
|
14-
|
Mehtâbiye (?)
|
|
15-
|
Müstahsen
|
|
16-
|
Müstahsen-kızney mabeyni
|
|
17-
|
Kızney
|
k.
|
18-
|
Kızney-mansûr mabeyni
|
(1
|
20-
|
Mansûr
|
|
21-
|
Mansûr-şah mabeyni
|
|
22-
|
Şah
|
|
24-
|
Dâvud
|
|
25-
|
Dâvud-bolâhenk mabeyni
|
|
27-
|
Bolâhenk
|
|
Bu tabloda süpürde, yıldız, mehtâbiye ahenginin yerleri ahenk merdivenine göre değişmiş görünmektedir. Süpürde veya bolâhengin her ikisi de başlangıç ahengi olabilir. Ekrem Karadeniz, Türk Mûsikîsinin Nazariye ve Esasları adlı eserinde mansûr dügâhı İçin saniyede 880 titreşimli ses yüksekliğini temel aldığı halde bir makalesinde 53 kızney rastı için aynı titreşimi uygun görmüştür. 880 titreşimli kızney rastının bulunduğu listede her akort bir perde kabul edilerek 880 frekansa (F) göre nisbî titreşimleri hesap edilmiştir: 11 (1174), 12 (1112). 14 (1043), 15 (990), 16 (928), 17 (880). 18 (825), 20 (783), 21 (773), 22 (734), 24 (660), 2S (626). 27 (587). Âhenklerde her akort belli bir titreşim (440/880) karşılığı âhenkteki neyin tekabül ettiği perdeye göre adlandırdığından, her ahenk basamağı karşısına 440 veya 880 F yazılabilir. Bu durumda yukanda verilen nisbî frekanslar ahenk anlayışına aykırı düşmektedir.
Fuat Türkelman on iki çeşit neyle bunların on iki çeşit nısfiyesinden bahseder.
ÂHENKLER TABLOSU VIII (1981) (Fuat Türkelman)
Ahenk
Mardivenl
No: Ahengin Adi:
5- Mansür
6- Mansûr-şah mabeyni
8- Şah
9- Dâvud
10- Dâvud-bolâhenk mabeyni
11- Bolâhenk
12/13- Bolâhenk-süpürde mabeyni
14- Süpürde
15- Müstahsen
16- Müstahsen-kızney mabeyni
17- Kızney
18/19- Kızney-mansûr mabeyni
Ahenk
Merdiveni
No: Ahengin Adi:
20- Mansûr
21- Mansûr-şah mabeyni
23- Şah
24- Dâvud
25/26- Dâvud-bolâhenk mabeyni
27- Bolâhenk
28/29- Bolâhenk-süpürde mabeyni
30- Süpürde
31- Müstahsen
32- Müstahsen-kızney mabeyni
33- Kızney
34/35- Kızney-mansûr mabeyni
Bu tabloda sah âhenginde ilk defa segah perdesi yerine buselik perdesinin esas alınması ve ara âhenklere esas olan perdelerin gösterilmemesi dikkati çekmektedir.
ismail Hakkı Özkan on iki düzenlik bir ahenk listesi veriyor. Bu düzenlerin karşılığı olarak da on iki neyin varlığını kabul ediyor.
ÂHENKLER TABLOSU IX (1984)
(İsmail Hakkı Özkan) Ahenk Merdiveni No. Ahengin Adi:
20.
|
Mansur
|
21.
|
Mansür-şah mabeyni
|
23.
|
Şah
|
24.
|
Dâvud
|
25.
|
Dâvud-boiâhenk mabeyni
|
27.
|
Bolâhenk
|
28.
|
Bolâhenk-süpürde mabeyni
|
30.
|
Süpürde
|
31.
|
Müstahsen
|
32.
|
Müstahsen-kızney mabeyni
|
33.
|
Kızney
|
İsmail Hakkı Özkan'ın verdiği bilgiye göre Türk mûsikisinde esas akort bolâhenktir. Bu akortta 440 titreşimli lâ sesi neva perdesi olarak kabul edilmektedir. Her akordun (ahengin) karşılığı olarak gösterilen nota serisinde lâ (dügâh). sit, si. do, do, re. mib, mi, fa, fa h (diyez olması gerekir), sol. sol (nîm-şehnaz) notalarına başlık olarak, “Her ney veya o neye akortlu saz. dügâh verdiği zaman diyapozondan şu sesler çıkar” ibaresi yazılıdır ki yanlışlık eseri olmalıdır. Bunun yerine, “Diyapozonun dügâhı her neyde şu perdelerden çıkar” başlığının konulması gerekmektedir. Kaba neyler karşılığı âhenkler burada da görülmektedir. Buselik karşılığı şah ahengi ile ikinci defa bu tabloda karşılaşılmaktadır.
Süleyman Erguner, tabiatta yirmi iki adet akort ney oluşundan yola çıkarak çeşitli ülkelerde kullanılan ney, nısfiye ve ara neyleri bir tablo halinde vermektedir.
Süleyman Erguner, neylerde mansûr akordunu (dügâh 440 F) esas almaktadır. Şah akordu bu tabloda artık buselik perdesine tamamen yerleşmiştir. Eski şah ahengi yenisine göre dik kaldığından onu da "dik şah" adı ile ney akortları listesine katmıştır. Neyler pest âhenklerde bolâhenk ney ile sınırlanmıştır. Mâbeyn yıldız akordu, neyler ile nıs-fiyeler arası sınırında bulunmaktadır. Mansûr nısfıyeden daha tiz akortlu mâbeyn ve kız nısfıyeleri Erguner tabiatta mevcut neyler arasında anmaktadır.
Cafer Açın, ney ailesini “İcrada kullanılanlar” ve “Sistemde bulunanlar” şeklinde ikiye ayırmıştır. İcrada kullanılanlar on altı ney ve nısfıyeden ibarettir. Sistemde bulunanlar ise, bunlara sekiz ney ve nısfiye ilâvesiyle toplam yirmi dört âhenge ulaşmaktadır.
ÂHENKLER TABLOSU XI (1988 [?])
(Cafer Açın) Ahenk Merdiveni No: Ahengin Adi;
3- Kızney
4- Kızney-mansûr mabeyni
5- Mansûr
6- Mansûr-şah mabeyni
8- Şah
9- Dâvud
10- Dâvud-bolâhenk mabeyni
11- Bolâhenk
12- Bolâhenk-süpürde mabeyni
14- Süpürde
15- Müstahsen
16- Müstahsen-kızney mabeyni (Yıldız)
17- Kızney
18- Kızney-mansûr mabeyni
20- Mansûr
21- Mansûr-şah mabeyni
23- Şah
24- Dâvud
25- Dâvud-bolâhenk mabeyni
27- Bolâhenk
28- Bolâhenk-süpürde mabeyni
30- Süpürde
31- Müstahsen
32- Müstahsen-kızney mabeyni (Yıldız)
Cafer Açın neylerin en tizini kızney, nısfıyelerin en pestini yıldız âhenkleriyle sınırlamıştır. Ahenk merdivenindeki 3 ve 4 sayılı nısfiyeler ile 25-32 sayılı neyleri nazarî neyler saymış, böylece bu derecelere tekabül eden âhenklerin neylerinin bulunamayacağını, bulunsa bile icradaki imkânsızlıktan dolayı perde gösteremeyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca 17-24 sayılı neyler için sabit sesin 440 F, 5-16 sayılı nısfiyeler için ise 880 F olacağını bildirmiştir.
Mûsiki tarihinde çokça sözü edilen mansûr (küçük mansûr}, şah (şah mansûr) ve dâvud (battal dâvud) neyleri ve âhenklerine zamanla diğer ney ve âhenklerin ilâve edildiği anlaşılmaktadır. Esas ahenk veya ana neyler yedi taneden ibaret olup şunlardır (mansûr dügâhı karşılıkları parantez içerisinde gösterilmiştir): Kızney (rast), mansûr (dügâh), şah (segah), dâvud (çargâh), bolâhenk (neva), süpürde (hüseynî), müstahsen (önce eviç iken sonra aceme çevrilmiş). Bunlara daha sonraları mâbeyn adı verilen ahenk veya ara neyler ilâve edilmiştir. Bu arada mâbeynli karışık ahenk dizilerine rastlanıldığı da görülmektedir.
“Esas ahenk” anlayışını II numaralı âhenkler tablosunda, esas âhenkler ile karışık fakat henüz mükemmel sistem haline gelmemiş mâbeynleri 1 ve III numaralı âhenkler tablosunda (I ve lll sayılı tabloda ayrıca bir dokuzlama geleneğine tesadüf edilmektedir), mâbeynli âhenkler veya ara neyli ney sistemlerini IV-XI numaralı âhenkler tablosunda görmek mümkündür. Esas âhenkler veya ana neylerde segâhlı şah âhenginden bûselikli şah âhengine geçiş ise V1II-XI numaralı âhenkler tablosunda görülüyor. Bu durumda esas âhenkler veya ana neyler şöyle sıralanıyor (mansûr dügâhı karşılıkları ile gösterildiğinde): Dâvud (kaba çargâh), bolâhenk (yegâh), süpürde (hüseynî-aşiran). müstahsen (acem-aşiran). kızney (rast), mansûr (dügâh), şah (buselik). Böylece eskilerin “-“Ümmü'l-makâmât” dedikleri rast makamı dizisi âhenklerinden günümüzün “Ana dizi”si sayılan çargâh dizisine geçişi âhenklerde ve neylerde takip etmek mümkün olur.
Ahenk ve neylerde bir sekizli içinde devreden âhenkler bakımından iki farklı
Ahenk
Merdiveni
No: Ahengin Adi:
3- Kıznısfiye
4- Kıznısfiye-mansûr mabeyni
5- Mansûr
6- Mansûr-şah mabeyni
7- Dik şah
8- Şah
9- Dâvud
10- Dâvud-bolâhenk mabeyni
11- Bolâhenk
12- Bolâhenk-süpürde mabeyni
14- Süpürde
15- Müstahsen
ÂHENKLER TABLOSU X (1986) (Süleyman Erguner)
Nısfiyeler
Ahenk
Merdiveni
No: Ahengin Adı:
16- Müstahsen-kızney mabeyni (Yıldız)
17- Kızney
18- Kızney-mansûr mabeyni
20- Mansûr
21- Mansûr-şah mabeyni
22- Dik şah
23- Şah
24- Dâvud
25- Dâvud-bolâhenk mabeyni
27- Bolâhenk Neyler
görüş ortaya çıkmaktadır: Bolâhenkten bolâhenge devir yapanlar, mansürdan mansûra devredenler. Başlama veya bitiş perdesi olarak bir iki perdeli fark önemli sayılmamaktadır. Bunlardan birinci sıradaki âhenkler I, II, IV. VII. X numaralı tablolarda, ikinci sıradaki âhenkler ise V. VI, VIII ve IX numaralı tablololarda görülmektedir. Bolâhenkten ahenk başlatanların gerekçesi, bu ve buna yakın neylerden itibaren icranın imkânsızlığıdır. Kaba mansûr âhenk-lerden ahenk başlatanların dayanağı ise bolâhenkten pest âhenkler veren geniş ve kısa neylerin mevcut olduğunu söyleyerek bunların bahsedilen özelliklere sahip bulunduğunu belirtmeleridir. Nazarî neyler karşılığı âhenklerden bahsedilmesi için, bunun mümkün olmaması gerekir. Ayrıca nazariyeci ve neyzenlerin mâbeynlerdeki ihtilâfları önemli değildir. Zira usta neyzenler koma farkı gibi küçük farkları neylerinde ustalıkla kapata bilmektedirler.
İcra sırasında solist (hanende) eseri, notasına bağlı kalarak, ancak ses yüksekliğinin seçtiği âhenge uyum sağlayabileceği bir göçürme ile okur. Neyzenler ise aynı âhenkte ney varsa nota ve pozisyon değiştirmeden, hanendenin sesine uygun bir ney yoksa aynı notayı takip ederek fakat amelî bir göçürme ve tabii olarak bir pozisyon değişikliğiyle hanendeye refakat ederler. Diğer sazlar da çalgıya uygun gelmeyen durumlarda aynı notaya bağlı kalarak ancak amelî veya mansûr âhengine göre notayı yeniden düzenlemek suretiyle hanendeye refakat ederler. Türk mûsikisindeki bu âhenkler hanendeye önemli imkânlar vermekte ve ses mûsikisinin gerek öğreniminde gerekse icra sırasındaki göçürmede büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bu yol ile normal ses alanına sahip bir hanende, eğer sesinin dokusu mevcut bir eserin tiz-pest perde sayısına uyarsa, solo yapma imkânına sahip olmaktadır. Muhtelif âhenklerde okuyabilen on değişik sesli hanendeye bir ke-manînin mansûr düzeni notası esas alınmak suretiyle şed yaparak çalabileceği perdeler aşağıda gösterilmiştir. Eserlerin rast, dügâh ve segah perdelerinde karar veren makamlardan meydana geldiği düşünülürse, şu tablo ortaya çıkar. 54
Hanende ve ney noktası (duraklara göre)
Keman notası (duraklara göre)
KABA MANSÛR ÂHENGİNDE Neva karşılığı perde
KABA KIZNEY ÂHENGİNDE Neva karşılığı perde
KABA YILDIZ ÂHENGİNDE Neva karşılığı perde
MUSTAHSEN ÂHENGİNDE Neva karşılığı perde
SÜPURDE ÂHENGİNDE Neva karşılığı perde
MEHTÂBIYE ÂHENGİNDE Neva karşılığı perde
BOLÂHENKTE Neva karşılığı perde
DÂVUD ÂHENGİNDE Neva karşılığı perde
ŞAH ÂHENGİNDE Neva karşılığı perde
MANSUR ÂHENGİNDE Neva karşılığı perde 55
Bibliyografya
1- Evliya Çelebi. Seyahatname, I, 623.
2- Charles Fonton. 18. Yüzyılda Türk Müziği (trc. Cem Behar), İstanbul 1987.
3- Kantemiroğlu, İ'lim't-mûsik (Asai Halet Çelebi hattı). Haydar Sanal özel kitaplığı.
4- Bedros Çömlekçioğlu, Musuku Kitabı (müellif hattı, 4 Şevval 1237), Haydar Sanal özel kitaplığı.
5- İsmail Kâzım (Uz), Talîm-i Mûsikî yahut Mûsikî Istılâ-hâtt, İstanbul 1310.
6- Muallim İsmail Hakkı Bey. Solfej yahut Nota Dersleri, İstanbul 1341.
7- Feridun Darbaz. Türk ve Batı Müziği, İstanbul 1973.
8- M. Ekrem Karadeniz. Türk Mûsikisinin Nazariye ve Esasları, Ankara 1983 [?].
9- M. Ekrem Karadeniz. "Türk Mûsikisinde Âhenkler", TK, sy. 185 (1978).
10- İsmail Hakkı Özkan, Türk Mûsikîsi Nazariyatı ve Usûlleri: Kudüm Velveleleri, İstanbul 1984.
11- Rauf Yekta. Türk Musikisi (trc. Orhan Nasuhioğlu), İstanbul 1986.
12- Süleyman Erguner. Ney: Metod, İstanbul 1986.
13- Cafer Açın. Enstrüman Bilimi (1988) (neşredilmemiş nüshanın “Sistemde bulunan ve icrada kullanılan Neyler TablosıTndan faydalanılmıştır); Laika Karabey, “Ney Çeşitlerine Dair”, Musiki Mecmuası, sy. 34. İstanbul 1950.
14- Fuat Türkelman, “Türk Mûsikîsi Sazları: Ney” Kök Dergisi, sy. 3, İstanbul 1981.
15- S. Abdülkadir (Töre), “Ahenk (Musiki)”, İTA, 1, 152-154.
16- Öztuna, TMA, I, 16, 176; II, 78-80. 56
Hat Alıntı Ahenk
Müslümanlığın doğuşu sırasında henüz tam şekillenmemiş olan İslâm yazıları kısa zamanda estetik değer kazanmaya başladı. İbnü'n-Nedîm eîl-Fihrist'te ilk defa Hz. Ali'nin, kâtibine, “Mürekkebini karıştır, kalemin ucunu uzun tut, satırlar arasında boşluk bırak ve harfler arasında tenasübe riâyet et diyerek güzel yazının usul ve kaideleri hakkında bilgi verdiğini kaydeder. Ebû Bekir es-Sûlî Edebü'l-küttâb, Kalkaşendî Şubhu'1-a zşâ adlı eserlerinde hicrî ilk asırlardaki İslâm yazılarının vasıfları ve estetik değerleri hakkında geniş bilgi vermektedirler.
Ebû Bekir es-Sûlî eserinde (s. 41) güzel yazı ile ilgili olarak şunları kaydetmektedir: “Yazı ne zaman güzel olur? diye soran birine meşhur bir hattat şöyle cevap verdi: Eğer yazının bölümleri tam nisbetlenmiş, elif ve lamlar uzun. satırlar düzgün, harflerin iniş ve çıkışlarındaki kalem vuruşları dengeli, ayınlar açık, râlar nûna benzemeyecek şekilde, kâğıt parlak, mürekkep koyu olursa, harflerin karakterleri bozulmamış, ilk bakışta zihnen kavranıyor ve okunuyorsa o yazı güzeldir”.
Arap harfleriyle kaleme alınan yazılar İslâm'ın ortaya çıkışından bugüne kadar, bilhassa Kur'ân-ı Kerîm yazısı olması sebebiyle nesilden nesile işlenerek sanat seviyesine yükselmiştir. Müslüman sanatkârlar tarafından özellikle hat ve süsleme sanatlarına gösterilen ihtimam neticesinde İslâm yazı çeşitleri geniş biçim ve çizgi zenginliğine ulaşmıştır. 57
Diğer sanatlarda olduğu gibi İslâm yazılarındaki güzellik de fizikî ve manevî ahengin sonucudur. Yazıda maddî ahenk tenasüp ve terkip ile de ifade edilir. Tenasüp, kalem kalınlığına göre harf bünyelerinin en ve boyları ile incelik ve kalınlıkları arasındaki uygunluktur. Bu ölçü yazıda kullanılan kalemin kalınlığı ile yani nokta ile tayin edilir. Meselâ elifbanın birinci harfi olan elif talikte üç, nesihte dört. sülüste altı noktadır. Harflerin diğer harflerle olan nisbeti, aralıkları, çekilişleri, bitişmelerindeki eğrilerin incelik ve kalınlıklarındaki uyum, kelimelerin satır nizamındaki duruşları, oturuşları, satıra olan meyilleri, cereyanı, dik hatlardaki ritim ve sayfaların düzeni, kâğıdın rengi ve mürekkebin tonu gibi hususlar yazının maddî ahengini ve güzelliğini meydana getirir. Eğer yazı satıra oturmamışsa, harfler ve birleşmeleri nisbetsiz, çekilişler bozuksa yazı ahenksizdir ve hiç bir sanat değerine sahip değildir.
Kûff, sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkiî, rik'a, ta'tik, divanî gibi İslâm yazı çeşitlerinin tecrübe ile kazandığı tarihî estetikle beraber millî zevk ve üslûplara göre tesbit edilmiş belirli ölçüleri vardır. Meselâ İran ta'lik yazısındaki sıkışma ve yuvarlanmaya karşılık Türk ta'likinde çanaklar büyük, harfler ferah ve açıktır. Sülüs, talik ve divanî yazılarının aslî ve celî harf bünyelerindeki nisbet farkı açık bir şekilde görülür. Hatta tenasüp yazının göz seviyesinden uzaklığına göre de değişir. Sanatkâr, yazıların fizikî tenasübünde, kendini bağlı olduğu mektebin ve üstadın değişmeyen ölçülerine, klasik fizikî âhengine tâbi sayar. El ve kalem bu kanunlara bağlı kalarak hareket eder.
Celî kompozisyonlarda tenasüple beraber terkip ve istif de aranan önemli sanat unsurudur. Hattatların iradî ve şuurlu olarak uzun müddet denemelerden sonra meydana getirdikleri eserler istif halinde olanlardır. Bir ressamın veya bir şairin eserini tamamlamak için uzun süre çalışması gibi bir hattatın da yepyeni ve orijinal bir istif yapabilmesi için pek çok kompozisyon denemelerine, dikkatli tashihlere ihtiyacı vardır.
İstif ekseriya aşağıdan yukarıya doğru yahut bir satır halinde geometrik veya serbest bir satıhta harflerin ve kelimelerin göze hoş gelecek şekilde kompoze edilmesidir. Terkip, harf ve kelimelerin gelişigüzel bir araya getirilmesi, üst üste yığılması veya çizip taklit etmek suretiyle resmedilmesi değil, hattatın estetik kaidelere uygun bir şekilde ustalıkla kalemini yürütmesidir. Bu kompozisyonlarda daima bir merkez vardır. Bu merkez etrafında çizgi ve kütleler, hiçbir yerinde eksiklik, taşkınlık olmayacak şekilde örülerek, kaynaşarak organik bir bütünlük kazanır ve küplü, çanaklı harfler, keşideler, ce-zim, şedde, tirfil, mühmel işaretleri gibi plastik rumuzlar tam bir denge halinde dağılırlar. Harfleri sınırlayan çizgi ne kadar temiz, keskin, akıcı ve canlı, yazı ne kadar metin, terazili yazılmışsa eser o derece olgun ve tesirli ifadesini bulmuş demektir. Çizgi kudretini, keskinliğini nerede kaybederse orada kopya ve beceriksizlik ortaya çıkar.
Yazı güzelliği sadece çizgilerdeki âhenkten ibaret değildir. Yazıya değer kazandıran önemli bir unsur da İslâm tefekkürü ve hayat anlayışıdır. İslâm'ın, “Yalnız Allah bakidir, O'ndan başka her şey fânidir; suret ve şekil güzelliği geçicidir, bu âlemdeki nakışların nakkaşı da O'dur” tarzındaki dünya görüşünden hareket eden müslüman sanatkârlar duygu ve düşüncelerini dramatik tasvirler ve figürler yerine çizgi yoluyla ve plastik işaretlerle ifade etmişlerdir. Hatlara hükmeden bu manevî değerler sanatkârın ruhî ve fikrî güzellikleriyle kaynaşarak yazının manevî ahengini meydana getirir. Çünkü şekil ve mâna İslâm yazılarında ayrılmaz bir bütündür. Bazan bir aşk. teslimiyet, dua ve iman, bazan da tasavvufî bir mâna yazının maddî âhen-giyle birleşerek sanatkârın şuurunda yeni fikirler ve dinî heyecanlar uyandırır.
İslâm yazılarında dinî değerlerden başka, yazının fizikî âhengiyle bütünleşen zarif, sevimli, muhteşem, sade. metin, oturaklı, ulvî, akıcı olma gibi sanat özellikleri de vardır. Nesih, harf bünyelerinin tam teşekkül etmemiş olması sebebiyle zarafet ve sevimlilik hislerine zemin olmuştur. Padişah iradelerini tesbit eden divanînin sağdan sola doğru yükselerek fasılasız devam eden satırlarında hâkimiyet, kuvvet, azamet gibi duygular bir arada ifade edilmiştir. Sülüs ve celî-sülüs yazılarda metanet, aşın süs ve ihtişam hâkim sanat unsuru olarak tecelli ederken talik ve celî-ta'likte harf bünyeleri tezyinatsız fakat canlı bir şekilde sadelik hissini tasvir eder. Uzayıp giden çekilişler, asılıp katan çanaklar, incelip kıvrılarak akıp giden satırlar, bir mâna ile bütünleşerek insanı mutlak güzellik karşısında hiçleştirir ve sonsuzluk duygusu verir.
İslâm yazılan şekil ve mânanın âhengiyle kazandığı bu sanat ve ifade kudretini tarih boyunca korumuş, İslâm kültürünün sembolü olmuştur. 58
Bibliyografya
1- Ebû Bekir es-Sûlî, Edebul-küttâb (nşr Muhammed Behçet el-Eserî), Kahire 1341.
2- İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist (nşr. G. Flügel), Leipzig 1871.
3- Kalkaşendî, Şubhu'l-a'şâ, Kahire 1383/1963.
4- İsmail'Hakkı Baltacıoğlu. Sanat, İstanbul 1934.
5- a.mlf., Türk Plastik Sanatları, Ankara 1971.
6- Suut Kemal Yetkin. Estetic, İstanbul 1938.
7- G. Miğeon. İslâm Sanatları (trc. Burhan Toprak), İstanbul 1943.
8- L. Hourtica. Sanat Şaheserleri (trc. Burhan Toprak), İstanbul 1946.
9- E. Diez, Türk Sanatı (trc Oktay Aslanapa), İstanbul 1946.
10- M. Şevket İpşiroğlu-Sebahattin Eyüboğlu, Avrupa Resminde Gerçek Duygusu, İstanbul 1946.
11- C. Lalo, Esteti (trc. Burhan Toprak), İstanbul 1948.
12- Şehabettin Uzluk, Mevlevîlikte Resim, Ankara 1957.
13- H. Read. Sanatın Anlamı (trc Cüner inal-Nuşin Asgari), Ankara 1960.
14- Nurullah Berk, “Çağdaş Sanatın Bazı Biçimleri ve Türk-İslâm Yazılan”, Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi 1959, Ankara 1962.
15- Nurullah Berk, “İslâm Yazısında Plâstik ve ifâde”, AÜİFD, II (1955).
16- Süreyya Saltuk, “İslâmî Yazılarda Ahenk”, İTA, I, 154-155.
17- Mahmud Yazır, “Ahenk”, İTA, I, 782. 59
Mimari Alıntı Ahenk
Mimaride ahenk meselesi resim, müzik ve diğer sanat dallarına göre daha farklı yönlere sahiptir. Çünkü mimarlık her şeyden önce inşa etme sanatıdır ve bu durum, ekonomik güçle beraber malzeme ve boyut gibi bağlayıcı faktörleri devreye sokar. Mimarlıkta ölçüler genellikle insana göre ayarlanır, dolayısıyla bu hususlarda yapılacak bir hata bazan psikolojik rahatsızlıklara da sebep olabilir. Ayrıca yapıyla çevresi ve çevrenin topografyası arasındaki ilişki de mimari ahenk tasarlanırken göz önünde bulundurulması gereken bir başka husustur. En geniş anlamda mimari ahenk, yapının yüksekliği ile eni arasındaki orandır. Yunan ve Roma mimarisinde sütun çapı ile sütun yüksekliği arasındaki oran bir birim olarak alınmış, bu birim yapının bütün boyutları için ölçü esası (modül) kabul edilmiştir. Mimaride ahengi sağlayan önemli unsurlardan biri de ritimdir. Benzer veya eş birimlerin belirli aralıklarla düzenli biçimde tekrarlanmasının sağladığı bu hareket, İslâm mimarisinde kemer ve revak sıralarıyla elde edilir. Diğer bir unsur olan simetri, düşey bir eksene göre iki yanda eş şekiller meydana getirmek suretiyle ahengi sağlar. Bu uygulama âbidevî bir tesir uyandırmak üzere pek çok Ortaçağ yapısında kullanılmıştır.
Türk-İslâm mimarisinde ritim, simetri ve oran unsurlarıyla birlik ve bütünlüğü sağlayan bir ahenk arayışı görülmektedir. Ancak yapılarda hangi orantı ilkelerine uyulduğu, mimari projelerin hangi esasa veya plana göre yapıldığı meselesi henüz tam anlamıyla çözümlenememiştir.
Anadolu Selçuklu yapılarının dış görünüşlerinde belirli bir ahenk özelliğini formüle etmek güçtür. Genellikle cami, medrese ve kervansarayların ana cephelerinde dikdörtgen bir çıkıntı teşkil eden taçkapılarda 2/3 oranına rastlanmaktadır. Ancak kemer yüksekliklerinin her örnekte farklı oranlara sahip olması, kararlı bir tutumun benimsen-mediğini göstermektedir. Buna karşılık çifte minareli taçkapılar ve cephenin iki yanındaki kulevâri destekler güçlü bir simetri duygusunu ifade etmektedir. Selçuklu mimarisinde ahengi sağlayan unsurların yapı kütlesinin bütününden çok dekorasyonda kendini gösterdiği söylenebilir. Mimari yüzeylerin belirli kesimlerinde, özellikle dışta taçkapı. içte mihrapta yoğunlaşan süslemeler, oldukça karmaşık fakat o ölçüde dengeli bir tasarıma sahiptir. Yüzeylerdeki koyu ve açık lekeler, motiflerle boşlukların dengeli biçimde kompoze edilmelerinden kaynaklanır. Büyük panolarda güçlü bir simetri esası, bordürlerde ise düzenli aralıklarla tekrarlanan motifler sistemi, yani ritimle elde edilen bir ahenk dikkati çeker.
Osmanlı mimarisi, özellikle klasik devrede, mimari kompozisyon ahenginin zirvesine ulaşmıştır. Yüksekliğin genişliğe oranı dengelenmiş, kübik alt yapı yarım küre şeklindeki kubbelerle örtülmüştür. Dörtgen prizmalarla küre formların sade geometrisi en uygun ölçüler içinde bir araya getirilmiş, diğer yardımcı unsurların tamamı bu ana formların hizmetine sokulmuştur. Yapının ana gövdesi, özellikle selâtin camilerinde görüldüğü üzere, kabaca bir piramidi andıran şema içinde çerçevelenmiştir. Ancak ana kubbe aleminden indirilen hayalî çizgiler, türlü kıvrımlar ve kırılmalar yaparak hareketli bir akışla inişini tamamlamıştır. Bu iniş hareketini, yapı kütlesinin köşe noktalarına oturtulan minareler dengelemektedir. Minarelerin şerefe seviyeleri ve genel yükseklikleri, yapı kütlesiyle hoşa giden uyumlar ve oranlar içinde birleşmektedir. Medrese, hamam, bedesten ve kervansaraylarda da kubbeler dizisi, gerek sayı gerekse Ölçü ve seviyeleri bakımından ritmik bir düzen göstermektedir. Süsleme bina yüzeyine ve iç mekâna dikkatle dağıtılmış olup aşırı renk unsurlarından şiddetle kaçınılmıştır. İran Safevî devri eserlerinde görülen fazla miktarda çini kullanımı veya Arap camilerinde görülen çeşitli renklerdeki taş uygulaması. Osmanlı mimarisinde yerini sade bir malzeme dokusuna bırakmıştır. Çoğu zaman düzgün kesme taşların ve kurşun kaplamaların tabii rengiyle yetinilmiş, zaman zaman tuğla örgüler ve az olarak da çiniler ölçülü bir kullanım alanı bulmuştur. Pencere sayısındaki kararlılık bir yandan cephelerdeki boşlukları belirlerken öte yandan iç mekânın ahengini yeteri kadar ışıkla canlandırmıştır. Aynı şekilde revak sıraları, yükselen bina kütlesini yatay bir hareketle dengelemiştir.
Osmanlı mimarisinde basit ölçülere bağlı olarak ahenk yaratma endişesinin en belirgin örneği pencî kemer denilen formda görülür. Ancak belirli oranlara dayanılarak ortaya çıkarılan bu kemer türü klasik devirde ahenkli bir biçime ulaştırılmıştır. Osmanlı mimarisi, klasik devirden sonra “Güzel” denilebilecek eserler meydana getirmiş olmakla birlikte, bina kütlelerinde görülen yükselme, fazla sayıda açılan pencereler ve nihayet Avrupa mimarisinden gelen aşırı süslemelerle son devirlerde zevksiz bir mimari anlayışına dönüşerek uzun süre değişmeden kalabilen ölçü ve esaslardan kaynaklanan ahengini yitirmiştir. 60
Bibliyografya
1- Le Corbusier, The Moduiar. A Harmonious Measure to the Human Scale Universally Applicable to the Architecture and Mechanics, Cambridge 1954.
2- Modüle. Proportion, Symmetry, Rhythm inşr C Kepesi New York 1966.
3- Y. Corwe, “Divriği: Problems ol Geography, History and Ceonıctry”, The Art of iran and Anatolia from the II, 12. to the 12 Century A.D. Coiloçuics on Art and Archaeology in Asia, sy. 4 (1974). Orhan Cezmi Tuncer, “Orantı ve. Modül Üzerine Selçuklu Yapılarından Bdzı Örnekler”, VD, XIII (1981).
4- Y. Corwe, “Birkaç Selçuklu Taçkapısın da Geometrik Araştırmalar”, VD. XVI (1982).
5- Attila Arpat. “Sinan Camilerinde Kutsdl (Mistik) Boyutlar ve. Modüler Düzen”, Türk Dünyası Araştırmaları, sy. 28. İstanbul 1984. 61
Dostları ilə paylaş: |