BURÇ
Kale bedenleri üzerinde bir kısmı beden duvarlarının dışına taşacak şekilde inşa edilen savunma kuleleri.119
BURÇ
Güneşin bîr yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızdan her biri.
Burç (çoğulu burüc ve ebrâc) sözlükte "güzel olmak, örtülerinden sıyrılmak, yükselerek görünür olmak" mânalarına gelen berec kökünden Arapça bir isimdir. Gökteki burçlar yükselmeleri, görünür olmaları veya açığa çıkmalarından Ötürü bu adı aldıkları gibi surlarla çevrili bir şehrin veya sarayın kuleleriyle bir kalenin yüksek ve stratejik mevzileri de aynı sebeplerden burç olarak adlandırılmıştır.
İslâm Öncesi. Burçla ilgili en erken tarihî bilgilere, Sumerler'e ait çivi yazılı metinlerde muğlak bir şekilde rastlanmaktadır. Bununla birlikte Ön Asya'da buna ait sistemli bilgiler, milâttan önce II. binyıldan itibaren yazılan Akkad-ca, Elamca ve Hititçe metinlerde göze çarpmaktadır. Ninova'da (Ninive) Asur-lular'a ait kral kütüphanesinde ele geçirilen metinler, Tanrı Marduk'un yörüngeyi nasıl on iki burca böldüğünü anlatır. Ancak milâttan önce I. binyıldan itibaren tam olarak ele geçen Asur-Bâbil burç isimleri şöyledir120: Kusarikku (Koç), Alpu (Boğa), Tuâmu rabû-ti (İkizler), Pulukku (Yengeç olmalı), Arû (Aslan), Sim (Başak), Zibânitu (Pençe, tam bilinmiyor), Akrabu (Akrep), Qastu (Ok), Saha (Keçi, tam bilinmiyor), Kâ (Kova olmalı), Nunu (Balık). Daha erken devirlere ait metinlerde adları tam olarak tesbit edilemeyen bu burçların yılın belli dönemlerinde sabit bir yörünge boyunca hareket ettiğine ve bu hareketlerinin yeryüzündeki hayatı etkilediğine inanılırdı. Mezopotamya geleneğinde gök cisimlerinin tanrı olarak kabul edilmesi ile bu inanç arasında yakın bir ilişki mevcuttur. Buna göre insanlar hangi burcun altında doğarlarsa o burcun tanrısının etkisi ve himayesinde olurlardı. Meselâ Akrep döneminde doğanlar, en kızgın ilâhların hâkimiyetinde oldukları için tehlikeli insanlardı. Boğa döneminde doğanlar ise savaş tanrılarının himayesinde bulunduklarından iyi birer savaşçı özelliği taşırlardı. Mısır'da Helenistik döneme kadar burçlarla ilgili herhangi bir kayda rastlanmamış, orta krallık döneminde ise "dekan" adı verilen değişik bir burç sistemi ortaya çıkmıştır.
Burçların insan üzerine yaptığı etki hakkında en ayrıntılı bilgiler Mezopotamya ve özellikle Asur geleneğini takip eden Yahudi-İbrânî literatüründe görülür. İbrânîce'de burç mezzolot adını alır. Eski Ahid'in çeşitli yerlerinde121 burçlara atıflar vardır. Eyub ve Amos'ta zikredilen burçların Oriyon ve Ülker olması mümkündür (IDB, IV, 242). İbranî literatüründe Kitâb-ı Mukaddes dışında burçlara ait en erken bilgiler, Lut gölü civarında bulunan Kumran'daki dördüncü mağarada ele geçirilen metinlerde tesbit edilmiştir. Bu fragmanlarda Mandeen-ler'inkine benzer şekilde zodyak burçlarının simgeleri sıralanmıştır UNES, XLVI1I, 201). Yörüngenin burçlara bölünmesine ait ilk net bilgilerse Ortaçağ'lara ait Sefer Yesirah adlı bir kitapta ortaya çıkmıştır. Buna göre İbranî literatüründeki on iki burcun adı şöyledir: Taleh (Koç), Shor (Boğa), Te'omim (İkizler), Sartaz (Yengeç), Aryeh (Aslan), Betullah (Başak), Moz-nayim (Terazi), Akrav (Akrep), Keshet (Yay), Gedi (Oğlak). Deli (Kova). Dağım (Balık). Bu burçların tekabül ettiği zaman dilimleri bugün kabul edilen sıranın aynıdır.122
Talmud'da burçlara ait açık seçik bir bilgi bulunmamakla birlikte yahudi bilginleri insanın belli bir burç altında doğduğuna ve herkesin bir semavî bedeninin (mazzal) bulunduğuna inanırlardı. Herkesin kendisini etkileyen bir yıldızı vardı; aynı burç altında doğanlar manevî açıdan akraba sayılırlardı. Yine bu telakkiye göre her burç belli bir olayı sembolize ediyordu. Meselâ yaratılış sırasındaki aydınlığı Koç, karanlığı Boğa, seksi İkizler, evliliği Başak, insanı ise Yengeç burcu sembolize etmekteydi. Burçlar oluşturdukları dört elemana (hava, su, ateş, toprak) göre de üçerli gruplara ayrılırdı. Meselâ Balık. Akrep ve Yengeç su elemanını oluşturmaktaydı. Burçlar insanları etkilemek üzere kehanetlerde de kullanılabiliyordu, fakat bütün yahu-dilerin burçların kötü etkisinden uzak olduğu kabul edilirdi.123
Grek dünyasında burçlara ilk defa temas eden Homeros'tur. Milâttan önce IV. yüzyılda yaşayan Grek matematikçisi Eudoxus kırk dört burç adı sayar, Ptolemy124 ise kırk sekiz burç sıralar. Grekler'de kullanılan ve çoğu hayvanlara ait olan burç adları geleneksel olarak Hipparchus'a (m.s. 1. yüzyıl) atfedilir. Bugün kullanıldığı şekliyle on iki burç adı ise Latin literatüründe ortaya çıkmıştır. Greko- Romen astrolojisine göre on iki burç on iki "hâne" oluşturmakta ve her hâne insanın belli bir yönünü etkilemektedir. Buna göre Koç burcu beden ve kişiliği, Boğa zenginliği, İkizler bilgi ve ifade gücünü, Yengeç sadakati, dehayı ve merak güdüsünü, Aslan soy, zevk ve hayalciliği, Başak sağlığı ve görev bilincini, Terazi evlilik ve ortaklık duygusunu, Akrep yeniden doğum ve ölümü, Yay ideolojiyi ve başka ülkelere merakı, Oğlak meslek ve statüyü, Kova umut ve dostluğu, Balık sınırlama ve kuşatma güdüsünü etkiliyordu.
Hinduizm'de naksatra denilen yirmi sekiz burç vardır. Burçlar Hindu literatürüne göre ayın karıları ve Daksa'nın kızlarıdır. Budizm'de de Hinduizm'in etkisi altında gelişen yirmi sekiz burç mevcuttur ve bunlar aynı şekilde nakşatra adını alır. Budist telakkiye göre tanrı niteliği taşıyan burçlar insan üzerine doğrudan etkilidir.
Sâsânî dönemine ait İran metinlerinde on iki, Çin geleneğinde de siu adını alan yirmi sekiz burç vardır.
İslâm öncesi telakkilerde burçların astronomik detaylardan ziyade insan üzerine olan etkilerinin işlenişi, bu telakkinin dinle olan yakın temasından ileri gelmektedir. Buna göre ilâh olan gök cisimleri insan eylemlerini yönetmektedir. İlâhlarla ve dolayısıyla gök cisimle-riyle ilişki kurma çabasından da özel kehanet formülleri geliştirilmiştir. Böylece burçlarla kehanet yahut da fal arasında çok yakın bir ilişkinin bulunduğuna inanılmaktadır.
Bibliyografya:
R. Brown, SemtÜc infiuence in Hellenic Mythology, London 1898, s. 180; M. J. Dres-den, "Science", IDB, IV, 236-244; F. Rochberg Halton. "New Evindence for the History of Astrology", JHES, XU1I, 2-5; J. C. Grennfıeld -M. Sokoloff. "Astıological and Related Omen Texts in Jewish Palestinİan Aramak", a.e., XLVIII, 201-215; Alexander Artmann. "Astrology", EJcL, in, 788-795; Arthur Beer, "Astro-nomy", a.e., III, 795-807; "Zodiac", a.e., XVI, 1191-1192; E. N. Fallaize, v.dğr.. "Sun, Moon andSters", ERE, XII, 63-102.
İslâm Literatüründe Burç. Kur'ân-ı Ke-rim'de dört defa çoğul şeklinde geçip bir sûrenin de adını125 oluşturan kelime, bir yerde "kale burcu"126, diğerlerinde "gökteki burç"127 anlamında kullanılmıştır. Müfessirler bu iki anlamı bazan "semavî surların kuleleri" şeklindeki bir benzetmeye yol açacak şekilde birleştirmişlerdir. Genellikle burç kelimesinin "zuhur eden, yüksekte olan; kale veya saray burcu" anlamlarından hareketle açıklamalarda bulunmuşlar ve göklerdeki burçlara da benzetme yoluyla bu ismin verildiğini belirtmişlerdir. Yine onlara göre burçlar aynı zamanda ayın menzillerini de işaretleyen yıldızlardır. Zaman zaman "gök kapıları" anlamında kullanılan burç kelimesine bazan da -dikkat çektiği için olsa gerek-"büyük yıldız" anlamının verildiği görülmektedir.128
Tefsirinde kozmolojik teorilere geniş yer vermesiyle tanınan Fahreddin er-Râzî de burçları gezegenlerin katettikleri merhaleler düzeni olarak anlar ve onları gökteki yüksek saraylara benzetir. Burçlar güneşin ve ayın geçtiği konaklardır; ayrıca Allah'ın üzerlerine yemin ettiği "yıldızların mevkileri" ifadesi de129 yıldızların doğdukları veya battıkları yerler anlamına geliyor olmalıdır. Râzrye göre âyetteki "me-vâkıu'n-nücûm" tabiriyle şeytanların göklerden kovuldukları veya yıldızların kıyamet günü saçılacaklar! esnadaki mevkiler de kastedilmiş olabilir130. Burçların bu şekilde şeytanların gayb âlemine sızmalarını önlemek üzere taşlandıkları gök surlarının kulelerine benzetilmesi güzel bir istiare örneğidir.
Klasik açıklamaları ana hatlarıyla tekrarlayan Elmalılı Muhammed Hamdi de kelimenin Batlamyusçu anlamının, söz konusu benzetmelerin ötesinde gittikçe yaygınlaştığına işaret ederek burçların gökteki belirgin konumlarını, bir şehrin planındaki yüksek binaların veya bir ülkenin haritasındaki önemli şehirlerin far-kedilirliğiyle kıyaslamaktadır. Burçlar kuşağının bölümlenmesi ve adlandırılması konusunun çok eskilere dayandığını belirten Elmalılı, geleneğin İslâm kültüründe felekiyyâtın kurucusu olarak tanınan Hz. İdrîs'e kadar uzandığını kaydetmektedir.131
Gökteki sabit yıldızlar küresinin ve özellikle burçlar kuşağındaki farazî şekillerin milâttan önce III. binyıldan beri benimsendiği tahmin edilmektedir. Yerin hareket ettiği esasına dayanan bugünün astronomisine göre güneş bir yılda ekliptiğin etrafında tam bir dönüş gerçekleştiriyor gibi görünür. Ekliptik, büyük âlem küresini yatay olarak ikiye bölen gök ekvatorunu 23,5 derecelik bir açı ile keser. Bu kesişme noktalan da ilkbahar ve sonbahar ekinokslarını (gündüz -gece eşitliği) oluşturur. Ekliptiğin her iki yanından 8,5 derecelik bir kuşak farze-den eskiler, bu kuşağa burçlar kuşağı adını vermişlerdir. Güneşin 21 Mart'ta girdiği ilkbahar ekinoksundan başlamak üzere burçlar kuşağı on iki eşit parçaya bölünmüş ve bu parçaların her birinde yer alan takımyıldızlara burç denilmiştir. Ancak yüzyıllardır gündüz-gece eşitliklerinin gerilemesinden (ekinoks preses-yonu) ötürü meydana gelen kayma sonucu burçlar bugün eski mevkilerini ko-rumamaktadırlar. Her yıl meydana gelen kaymanın yaklaşık 30 açı saniyesi (50.26") ve burç sembolleriyle takımyıldızlar arasındaki bugünkü kaymanın da 36 derece kadar olduğu göz önünde tutularak burçlara bilinen adların yaklaşık 2600 yıl önce verildiği hesaplanmaktadır.132
Mezopotamya medeniyetlerinden bu yana genelde hayvanlarla temsil edilen burçlar sembolizmi kültürden kültüre az çok farklılık göstermektedir. Grekçe'de "zödiakos kyklos" (hayvanlar dairesi) veya "to zödia" (küçük hayvanlar) olarak anılan takımyıldızlar dizisi, İslâm felekiy-yâtında "felekü'l-burûc" veya "dâiretü'l-burûc" adını almıştır. Esas itibariyle Bat-lamyus1 un el -Metisti'sindeki şekliyle benimsenen burçlar kuşağı. İslâm astronomi literatüründe güneş ve diğer gezegenlerin hareketini açıklamada daima başvurulan bir merhaleler düzeni olarak aynı geleneği sürdürmüştür. Güneşin gökyüzündeki hareketi sırasında belli tarihlerde girdiği burçların isim ve sıraları Latin kültüründe de benzer şekillerde benimsenmiştir. 360 derecelik dairevî kuşağın 30'ar derecelik on iki bölüme ayrılması sonucu oluşan burçlar, Arapça ve Latince karşılıkları ve güneşin burca girdiği tarih itibariyle şu şekilde sıralanmaktadır: Koç133, Boğa134, İkizler135, Yengeç136, Aslan137, Başak138, Terazi139, Akrep140, Yay141, Oğlak142, Kova143, Balık144. Güneşin burçlar kuşağı üzerindeki bu hareketi mevsimlerin başlangıç ve bitiş noktaları gibi gündüz ve gecenin uzayıp kısalmasını da takvime bağlar.
İhvân-ı Safa, burçların çeşitli isimler alması konusu üzerinde birçok bakımdan ayrıntılı şekilde durmuşlardır145. Yükselip alçalmalarına, kuzey veya güneyde bulunmalarına, gece ve gündüz doğmalarına, dört unsur (anâsır-j erbaa), dört ahlat (ah-lât-j erbaa) ve dört keyfiyete olan nis-betlerine göre çeşitli isimler alan burçlar, böylece gerek gözlemcinin yerdeki konumu, gerekse gök ve yer arasındaki tabiat düzeninin tasviri açısından belli nitelikler kazanır. İhvân-ı Safâ'ya göre burçlar bir kare ve dört üçgenin daireyi on iki kısma ayırmasıyla gruplanır. Onların yaptığı bu gruplandırma esas itibariyle dairenin on iki bölmeye ayrılmasına dayanır. Güneşin yıllık hareketiyle takip ettiği yol kuşak dairesi üzerinde ilkbahar ve sonbahar ekinoksu ile yaz ve kış inkılâbı noktalarını tayin eder. Bu şekilde daire üzerinde bir kare teşkil edilmiş olur. Bu dört noktanın teşkili, dairenin bir altıgenle bölünmesi ve ayrıca üçer üçer dilimlenmesi suretiyle on iki noktayı kendiliğinden ortaya çıkarır. Dolayısıyla burçlar bir daire üzerinde hem üçgen hem de kare ilişkisi içinde bulunurlar.146 Böylece mesela birinci üçgen Hamel, Esed ve Kavs burçlarını gruplan-dırır; bu burçların ortak tabiatı kuruluk ve sıcaklık keyfiyeti, ateş unsuru ve tabiata mensup oluşlarıyla biçimlenir. İkinci üçgenin gruplandırdığı Sevr, Sün-büle ve Cedî burçlarının ortak karakteri ise toprak unsuruna mensup soğuk, kuru ve güneye ait oluşlarıdır; öteki üçgenler de benzeri gruplandırmaları gerçekleştirir. Burçların dört üçgenie belli özelliklere sahip ana gruplara ayrılmalarının yanı sıra bir burcun üçte bîrinin veya yansının bile kendilerine göre etkileri bulunmaktadır. Burçların kendi aralarında olduğu kadar güneş, ay ve diğer beş gezegenle olan münasebetleri de önemlidir. Gezegenlerin burçlara nisbet-le "beyt-vebal", "şeref-hubût", "evc-ha-dîd" şeklinde anılan belli mevkileri vardır ve bunlar, özellikle ayrıntılı astrolojik haritaların çıkarılması ve gezegenlerin etkilerinin en yüksek güce ulaştığı yerlerin bulunması açısından önemlidir. Söz konusu münasebetleri bilen müneccim, bir olay cereyan ettiğinde veya bir karar verildiğinde zaman ve yere göre yıldızların bir şemasını çıkarıp sabit ve seyyar yıldızların mevkileri arasındaki münasebetleri tesbit ederek geleceğe ait tahminlerde bulunabilir.
İslâm düşünce ve bilim tarihinde XI. yüzyıla kadar astronomi ve astroloji arasındaki ayırım pek belirgin değildi. Müslüman filozof ve bilginlerin bir kısmı, astronominin yanı sıra "yıldızların mev-kilerinden belirli anlamlar çıkarma sanatı" şeklinde nitelendirilen astrolojiyi147 bir matematik veya tabiat bilimi olarak kabul etmiş, bir kısmı ise reddetmiştir. Ancak astroloji, birçok ilim adamı tarafından reddedilmesine ve bir hurafe olduğunun iddia edilmesine rağmen148 gerek gizli bilim gerekse sembolizm temelinde önemini daima korumuştur.
Burçlar kuşağı ise astronomi ve astrolojinin açıklama tarzlarında gezegen-yıldızların hareketini tayin eden veya anlamlı kılan bir sabit referans sistemi olarak iş görmüştür. Abdurrahman es-Sû-fî'nin Batlamyus'un el-Mecisp'sme dayanarak hazırladığı ve burçlar kuşağını da incelediği149 resimli gök atlası türünden eseriyle Bîrûnf nin astrolojinin ilkelerini tartıştığı Kitâbü't-Tefhîm'i gibi eserlerin etkili olduğu İslâm felekiyyat literatürü, burçlar feleğini merkezî bir kavram olarak kullanmıştır150. Özellikle âlemin ve âlem-insan münasebetlerinin bir bütünlük içinde ele alındığı kozmolojik izahlarda burçlar feleği âdeta metafizik âlemle fizik âlemi birleştiren bir kuşak ve metafizik varlık nurunun içinden geçip farklılaştığı ve kutuplaştığı bir prizma gibi düşünülmüştür. Zuhur âlemini varlığın çeşitli renklerine büründüren bu prizma, Allah'ın varlığının hem perdelendiği hem de zuhur ettiği nesnelerin başlangıçtaki ilk ve ilâhî örnekleri olan "enmûzec-i ewel"le-ri151 meydana getirir. Varlığın zaman, mekân ve sayı nisbetleri içinde belirmesi şeklinde yorumlanan bu tasavvur, göklerin yer üzerine yaptığı farzedilen tesir hakkındaki eski inanışla birleştirilmiş ve böylece burçlar, yön ve zaman ölçümünden tabii hadiselerin oluşumuna, buradan da olayların tahminine kadar uzanan birçok açıklamanın semavî ilkesi durumuna getirilmiştir. Sayılarla unsurlar ve unsurlarla keyfiyetler arasında kurulan ilişki, mevsimlerin ve rüzgârların zamanı, yönü ve keyfiyetiyle ilgili meteorolojik tezahürlerin ilkesini oluşturmuştur. Dört unsur, dört keyfiyet ve dört ahlatla ilişkisi içinde kâinatın küçük bir numunesi olan insan da doğumundan ölümüne kadar aynı semavî etkilere açıktır; böylece organları ve vücut salgıları ile insan fizyolojisi burçlarla ilişkiye girmiş olur. Her organa karşılık bir burcun bulunuşu veya burçların dört unsur ve dört ahlat ile ilgili özellikleri, geleneksel İslâm tıbbın-da da bir bilgi disiplini olarak önem kazanmıştır. Bîrûnî'nin Kitöbü't-Tefhim'-de, İhvân-ı Safâ'nın derlediği bilgiye çok şey ekleyerek incelediği bu konular daha sonra Muhyiddin İbnü'l-Arabî tarafından sembolik anlamlar katılarak zenginleştirilmiştir. Onun ortaya koyduğu kozmolojik şema, âlemi vahdet içinde tefekkür edebilmek için bir yoğunlaşma aracı görünümündedir. Bu şemada burçların arketip özelliklerine tekabül eden varlık mertebeleri, ilâhî isimlerin fizik ve metafizik âlemdeki "taayyün"lerine de karşılık olacak şekilde sıralanır. İlâhî nefes ile özdeşleştirilen ilk maddeden arşa kadar uzanan âlem. bu nefesin harflere dönüşmesiyle beliren nesneleri belli bir sayı ve harf sembolizmi içinde ihtiva ederken burçların kuşatıcı etkileriyle çevrelenir. Yedi feleğin her birinde bir büyük peygamberin ruhaniyetinin bulunduğu bu semavî âlem, burçlarla ilişkisi çerçevesinde Hz. Muhammed'in mi'racında anlatılan bir kâinat suretine veya kutsal bir coğrafyaya dönüşmüş olur.152
Burçlarla ilgili olarak ana hatlarıyla yukarıya aktarılan bilgi ve yorumların İslâm kültür tarihinde nasıl geliştirilip sistemleştirildiğini ve Osmanlı Türkçe-si'ndeki zengin literatüre nasıl yansıdığını görmek için bir geç dönem eseri olan Mârifetnâme'yi incelemek yeterlidir (s. 52-54).
Burçların veya halk tabiriyle yıldızların insan üzerindeki etkisine inanmak, İslâm'ın ilâhî iradeye atfettiği mutlak hâkimiyet prensibiyle çatışmaktadır. Konunun İslâm inancı bakımından önemli görülen diğer bir yönü de geçmiş devir ve kavimlerde görüldüğü üzere, burç ve yıldızlar gibi semavî cisimlere müstakil bir kudret nisbet eden ve onlara tapmaya varan inanışların tevhid akîdesiy-le bağdaşmayışıdır. Buna yıldızlara bakarak geleceği bilme iddiasıyla ortaya çıkanların söz ve davranışlarını da eklemek gerekir. Ayrıca eski astrolojik telakkilerin bu şekilde bir falcılık ve kehanet sanatına dönüştürüldüğü, geçmişte olduğu gibi günümüz insanını da yaygın şekilde etkisi altına aldığı bilinmektedir. Bu sebeplerle tarih boyunca İslâm âlimleri gereken hassasiyeti göstererek müslümanları konunun akideye yönelen tehlikelerinden korumak için sert uyarılarda bulunmuşlardır. Bununla birlikte bazı mutasavvıflar, bir kısım İslâm düşünürleri ve sanatkârlar astrolojik sistemle buna bağlı sembolleri, kâinatı bütünüyle kavramaya imkân veren bir cazibeye sahip olmalarının da tesiri altında ilgiyle karşılamışlardır. Böylece burçlarla ilgili semboller geniş bir şekilde İslâm sanat ve edebiyatına da yansımıştır.
Bibliyografya:
Lisânü'l-cArab, "bre" md.; Fârâbî, el-Mec-mûc, Kahire 1325/1907, s. 87-88; Makdisî, el-Bed* ue't-târth, 11, 15-16; Abdurrahman es-Sûfî, Şuverü'l-keuâkib153, Frankfurt 1986, s. 177-311; Bîrûnî, The Book of instruc-tion in the Elemente ofAstrology,154 London 1934; Jhvân-ı Safa, Resâ'il, Beyrut 1376-77/1957, I, 115-135; Zemahşerî, el-Keşşaf, II, 534; Fahreddin er-Râzî, Mefâtt-hu'i-ğayb, XXiV, 106; XXIX, 188; XXXI, 113; İbrahim Hakkı Erzurûmî, Mârİfetrtâme, İstanbul 1310, s. 52-54; Elmalılı. Hak Dini, V, 3608-3609; VII, 5688-5689; T. Burckhardt, Mystical Astrology According to Ibn 'Arabi155, Gloucestershire 1974, s. 32-33; Seyyid Hüseyin Nasr, An Introduction to Islamİc Cos-moiogical Doctrines, Great Britain 1978, s. 151-165; a.mlf., İslâm oe İlim: İslâm Medeniyetinde Aklî İlimlerin Tarihi ve Esasları156, İstanbul 1989, s. 95-134; Larousse Encyciopedia ofAstronomy157, Feltham, Middlesex 1968, s. 48-50; "Astroloji", TA, III, 500-503; "Burç", a.e., VIII, 423-424; "Zadyab", a.e., XXXIII, 505; C. A. Nal-lino, "Astroloji", İA, I, 682-686; "Zodiac", EBr, XXIII, 982.
Sanatta Burç. Eski medeniyet ve dinlerde burçların insanın maddî ve manevî dünyasındaki yeriyle var sayılan ilgisi, her devirde çeşitli sanat eşyasında ve mimari tezyinatta burç sembollerinin yer almasına sebep olmuştur. İslâm medeniyetinde de genellikle figür tasvirinden kaçınan müslüman sanatkârların taş süslemeler, seramik, çini ve özellikle minyatürlü elyazmalarında burç sembollerini özenle çizdikleri görülmektedir. Burç sembolleri, kaynağı en eski devirlere inen yerli halk inançları ve bazı müslüman ilim adamlarının geliştirdikleri yorum tarzıyla karışarak fal ve tılsım kitaplarından tpla ilgili yazma kitaplara kadar birçok alana girdiği gibi mimari eserlerde de yer almaya başlamış, tezyinatta görülen hayvan ve insan suretlerinin de birçoğu burçlara bağlanmıştır.
Burç tasvirleri İslâm sanatına yansırken bazılarında burçlar kuşağı sayı ve düzen bakımından eksiksiz, bazılarında ise gezegenler ve Öteki astral sembollerle yan yana gösterilmiştir. Mimari eserlerdeki burçlarla ilgili tasvir örneklerinin en eskilerinden bir grup, Dicle nehri üzerindeki İbn Ömer Köprüsü'nün büyük ayakları üzerine işlenmiştir.158 Panolar halinde taşa kazılan bu figürlerin çoğunun gezegenler ve burçları temsil ettiği hususunda pek çok araştırmacı görüş birliği halindedir. Herzfeld'e göre bu kabartmalar sağdan sola doğru şu düzene göre sıralanır:
1- Satürn ve Terazi,
2- Jüpiter ve Yengeç,
3- Mars ve Oğlak,
4- Güneş ve Aslan,
5- Venüs ve Balık,
6- Merkür ve Başak,
7- Ay ve Boğa,
8- Yay burcu ve yanında tam teşhis edilemeyen bir başka figür. Burç figürlerinin böyle bir eserde yer alışı, ayrıca köprünün inşa edildiği yıl ile de bağlantılı görülmektedir.
Bugün Berlin Devlet Müzesi'nde bulunan ve göbek kısmındaki kitabeden Ab-dülvâhid adlı bir sanatkârın eseri olduğu anlaşılan 971 (1563-64) tarihli bir çini tabakta çepeçevre sıra halinde bütün burçların işlendiği görülmektedir. Burçları bir tek parça üzerinde böylesine açık ve fonksiyonel bir kompozisyonla vermesi ve kesin bir tarih taşıması bakımından seçkin bir yere sahip olan bu tabakla mavi-beyaz renk düzeninde her biri ayrı daire içine alınarak resmedilen burçlar, saat kadranı düzenindeki gibi on iki madalyon halinde sıralanmıştır.
Maden sanatında dikkati çeken burç tasvirli eserlerden biri 608 (1211-12) tarihli bir divit kutusudur. Bugün British Museum'da bulunan eser, kitabesine göre İran'da Mahmûd b. Sungur tarafından yapılmıştır. Kapağın üst kısmında yer alan enlemesine kompozisyon, on iki burç sembolünün de yer aldığı zengin bir tezyinatla şekillendirilmiştir. Burçlar ise biri ortada, diğerleri iki yanda olmak üzere düzenlenen üç daire içinde dörtlü gruplar halinde resmedilmiştir.
Bibliyografya:
İbn Yûnus, al-Zldj al-kabir al-hâkimi159, Notices et Extmits des Manuscrits, VII (1804), s. 16-240; S. J. Kug-ler. Sternkunde und Sterndienst in Babel, Münster 1907, i, 39-40; Seyyİd Hüseyin Nasr, İslâm ue İlim: İslâm Medeniyetinde Aklî İlimlerin Tarihi ue Esasları160, İstanbul 1989, s. 95-134; A. K. Coomaraswamy. "The Nine Planets", Bulletin of Worcester Art Museum, XIV/1 (1923), s. 6-10; W. Hartner, "The Pseudoplanetary Nodes of the Moon's Orbit in Hindu and Islamic Iconographies", A/,V/2(1938), s. 113-154; J. P. Roux. "Le decor anime du caravansarail de Karatay en Ana-tolie", Syria, XL.DC, Paris 1972, s. 371-397.
Edebiyatta Burç. Gök cisimleri, kozmik âlem ve bu âlemdeki unsurlar genel olarak bütün edebiyatlarda yer almaktadır. Yıldızlar İlkçağ'lardan beri insanoğlunu hayret içinde bırakmış, bu sebeple astronomi hemen her devir ve kültürde üzerinde ilgiyle durulan bir konu olmuş, bazan din ile kaynaşmış, bazan da dinî duygu ve fikirler doğurup beslemiştir. İslâm milletlerinin edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatının manzum ve mensur eserlerinde de gök cisimleriyle ilgili çeşitli bilgiler yanında birtakım remiz ve mazmunlara, bunlann özellikleri üzerine kurulmuş teşbih, tevriye, cinas vb. edebî sanatlara sık sık rastlanmaktadır.
Konuyla ilgili eserleri iki grupta toplamak mümkündür. İslâm dünyasında ilm-i nücûm, ilm-i tencîm, ilm-i ahkâm-ı nücûm ve ilm-i zîc adlarıyla bilinen ilimlere dair yazılan eserlerle ansiklopedik mahiyetteki çalışmalar ve umumi tarihe ait eserlerin giriş bölümlerindeki bilgiler birinci grubu teşkil eder. Bunun dışında kalanlar ise doğrudan edebiyatla ilgili olan, kaside ve gazel gibi divan şiirinin çeşitli formlarında yazılmış şiirlerle bilhassa tevhid, münâcât türündeki manzumeler ve mi'racnâme gibi dinî, Hüsn ü Aşk, Deh-mürg vb. aşk ve maceraya dayalı mesneviler konuya dolaylı şekilde temas eden, ifadeyi zenginleştirmek için kozmik unsurlara bir malzeme olarak yer veren eserlerdir. Birinci gruba Kasımpaşalı Osman b. Mehmed'in mensur Câmiu'l-ahkâm fî mesâili'l-hûs ve'l-âm adlı eseriyle manzum Muradnâme, Âlî'nin Künhü'l-ahbâr'ı ve Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Mârifet-nome'si örnek gösterilebilir. Tarihî eserler arasında da Aynfnin İkdü'l-cümân'\ örnek gösterilebilir. Eserin baş tarafında kâinatın yaratılışı hakkında bilgi verilirken burçlar da geniş olarak ele alınır. Hatta bu eserin bazı yazmalarında burçlarla ilgili minyatürler yer almıştır.161 Nevide Netâ-icü'l-fünûn ve mehâsinü'l-mütûn adlı eserinin "ilm-i nücûm" faslında konuyu objektif bir şekilde ele almış, bu arada ilm-i ahkâm-ı nücûm (astroloji) aleyhindeki âyet ve hadisleri de zikretmiştir.
Başta güneş ve ay olmak üzere bütün gezegenler farklı müddetler içinde doğudan batıya doğru süren kendi tabii
dönüşlerinde burçları dolaşırlar. Her yıldızın bir hanesi, bir burcu vardır. Gezegenler burada belli bir müddet bulunur, bu sırada o burcun tesiri altında kalırlar. "Vakt-i kıran" veya sadece "kıran" denilen, gezegenlerin hangi burçlara ne zaman dahil oldukları Muradnâme'öe "Hânehâ-yı Kevâkib-i Seyyare" başlığı altında geniş bir şekilde anlatılır. Elvân-ı Şîrâzî'nin tercüme ettiği tasavvuf! bir mesnevi olan Güîşen-i Röz'ûa da bu gezegenlerin burçlarla ilgisi üzerinde durulur.
Yıldızların ait oldukları burçta bulundukları vakte "şeref veya "vakt-i şeref" denir. Buradan eşref-i saat mefhumu doğmuştur ki çeşitli beyit ve mısralar-da değişik vesilelerle çok tekrar edilen bir unsurdur. Genel olarak da şairin sevgilisini gördüğü, ona kavuştuğu, ondan haber aldığı anı belirtmek için kullanılır. Figânfnin. "Burc-ı şerefde gün gibi bu! hüsn ile kemâl / Eksikliğini görmeyelim ey kaşı hilâl" ve, "Burc-ı şeref üzre görüp ol ruhları mânı / Ahım sevinip gök yüzüne attı külahı" beyitleri bunun birer örneğidir.
İbrahim Hakkı Mârifetnâme'de geçen, "Hamel ü Sevr île Cevza'da gelir fast-ı bahar / Seretân u Esed ü Sünbüle'dir yaza medar / Tuttu güz faslını Mîzân ile Akreb dahi Kavs / Cedy ü Delv ile Hût kıldı zemistânda karâr" kıtasında burçlarla mevsimler arasındaki ilgiyi açıklar. Ayrıca "burc-ı isnâ aşer" terkibiyle de bazan on iki imam kastedilir. Nitekim Nev'î'nin bir terkibibendinde yer alan, "Bunlar-durur nücûm-ı saadet çerâğ-ı dîn / Bunlar-durur olan on iki burca pâs-bân" beytinde on iki imam burçların bekçisi olarak zikredilmektedir.
Burçların her biri divan edebiyatında değişik Özellikleriyle ayrıca birer remiz olarak da ele alınmıştır: Hamel (Koç) burcu. "Burc-ı bere" adıyla da anılan bu burçtan genel olarak güneşle birlikte bahsedilir. Eski takvime göre ilkbaharın birinci ve altıncı gününe Nevruz denir. Nev-ruz'un başlangıcı güneşin Hamel burcuna girdiği zamandır. Bahardan bahseden beyit ve mısralarla bahâriyye"terde Güneş - Hamel - Nevruz üçlüsüne ve bunlann birbirleriyle yakın ilgisini aksettiren çeşitli ifadelere rastlanır. Sevr (Boğa) burcu. "Burc-ı süreyyâ" ve "burc-ı gâv" olarak da adlandırılan Sevr ayın burcudur. Sabah olunca görülmemesi ayın kurban edilmesine bağlanır ve güneşin doğuşu esnasında gökyüzünde beliren kırmızı renk de kurban edilen ayın kanı şeklinde yorumlanır. Sevr-kurban ilişkisi sebebiyle ıydiyye'lerde rastlanan bu motif, ayrıca boğanın ağır işlere dayanıklı olması ve yük taşıyabilmesi dolayısıyla da söz konusu edilir. Felek onu ağır şeyleri taşımada kullanır. Ancak Sevr eflâkin yükünü taşıdığı halde şairin gönül yükünü, gam yükünü taşıyamaz, boynu kırılır. Cevza (İkizler) burcu. "Burc-ı dü-peyker" adıyla da anılan bu burç, diğer gök cisimleri gibi yükseklik ve yücelik bildiren ifadeler içinde zikredilir. Şairin övdüğü kimsenin eşiğini süpür-mekte ve sevgilinin ayağının tozu Cevza'ya baş tacı olmaktadır. Seretân (Yengeç) burcu. "Burc-ı harçeng" adıyla da anılır. Ayın hanesi oluşundan kinaye "burc-ı hilâl" de denilir. Esed (Arslan) burcu. Güneşin en tesirli olduğu zaman, "burc-ı şîr" olarak anılan bu burçta bulunduğu zamandır. Genellikle övülen kişi arslanın çeşitli Özellikleriyle anlatılır. Ayrıca "esed" lakabıyla anılan Hz. Ali ile Arslan burcu arasında bağ kurulduğu da görülmektedir. Sünbüle (Başak) burcu. "Burc-ı hû-şe" olarak anılan bu burca beyitlerde "hûşe-i çarh" ve "hûşe-i sipihr" şeklinde rastlanır. Cedy (Oğlak) burcu. "Burc-ı buzgâle" diye de adlandırılan bu burç, "nahs-ı ekber" olan Zühal'in hanesi olduğundan çoğunlukla bu gezegenle birlikte anılır. Yedinci felekte ve gezegenlerin en üstünde bulunduğu için "pâs-bân" (gözcü) olarak vasıflandırılır ve bekçilerin yüksek kulelerde (burç) bulunmasına dayanan çeşitli hayaller içinde yer alır. Delv (Kova) burcu. "Delv-i sipihr" olarak da anılan bu burcun kelime mânasından hareketle su ve kuyu ile ilgisini ön plana çıkaran özelliklerinden bahsedilir. Hût (Balık) burcu. "Burc-ı mâhî" denilen bu burç "hût-i felek" şeklinde de geçer. Kejdüm (Akrep) burcu. Ay Akrep burcunda iken sefere çıkılmamasi gerektiğine inanıldığından yanak ve saç ay ve akrebe benzetilerek sevgilinin kapısından ayrılmama bahanesi olarak ileri sürülür. Kavs (Yay) burcu. "Burc-ı keman" veya "hâne-i keman" da denilen ve kaş için müşebbehün bih olarak zikredilen bu burç, çoğunlukla divan edebiyatında Zühre'den sonra en çok adı geçen bir gezegen olan müşteri ve ok kelimeleriyle birlikte anılır. Mîzan (Terazi) burcu. Zühre gezegeninin hanesi olduğundan onunla birlikte anılır.
Hamel, Esed, Kavs burçlarına "burc-ı âteşî" (ateş); Cevza, Mîzan ve Delv'e "burc-ı bâdı" (hava); Sevr, Sünbüle ve Cedy'e "burc-ı hâkî (toprak); Seretân, Ak-reb ve Hut'a "burc-ı âbî" (su) denilir. Bu şekildeki adlandırmalarla dört unsurun (anâsır-ı erbaa) burçlarla münasebeti belirtilmiş ve tabiatlarına işaret edilmiş olur. "Burc-ı çihil-sâle" Hz. Âdem'i, burc-ı Mesîh ise sekizinci feleği sembolize eder. Yerleri belli ve sabit olduğu için burçlar felekte şehirleri de temsil ederler. Meselâ "burc-ı evliya" terkibi Bağdat şehrini anlatır.
Bibliyografya:
Cinânî, Cüâü'I-kulab162, İstanbul 1990, s. 157-158; Levend. Divan Edebiyatı, s. 209-217; Ali Nihat Tarlan. Şeyhî Di-uanını Tedkik, İstanbul 1964, s. 238-240, 244; Abdülkadir Karahan, Figânî ve Divançesi, İstanbul 1966, s. 11, 18, 20, 76, 125; Mehmed Çavuşoğlu, Necati Bey Dîuânı'nın Tahlili, İstanbul 1971, s. 238-241, 252; Harun Tolasa, Ahmed Paşa'nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 434-436; Cemâl Kurnaz. Hayalî Bey Dîüânı (Tahlil), Ankara 1987, s. 440, ayrıca bk. İndeks; Nejat Sefercioğlu, Neu'tDîüânı'mn Tahlili, Ankara 1990, s. 335-336; Dihhudâ, Luğatnâme, VIII, 834-835; Pakalın, I, 246-247.
Dostları ilə paylaş: |