Bibliyografya: 5 Bibliyografya: 9


BURÇ Kale bedenleri üzerinde bir kısmı beden duvarlarının dışına taşacak şekilde inşa edilen savunma kuleleri.119 BURÇ



Yüklə 405,34 Kb.
səhifə10/13
tarix27.12.2018
ölçüsü405,34 Kb.
#86790
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13

BURÇ

Kale bedenleri üzerinde bir kısmı beden duvarlarının dışına taşacak şekilde inşa edilen savunma kuleleri.119



BURÇ

Güneşin bîr yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızdan her biri.

Burç (çoğulu burüc ve ebrâc) sözlükte "güzel olmak, örtülerinden sıyrılmak, yük­selerek görünür olmak" mânalarına ge­len berec kökünden Arapça bir isimdir. Gökteki burçlar yükselmeleri, görünür olmaları veya açığa çıkmalarından Ötü­rü bu adı aldıkları gibi surlarla çevrili bir şehrin veya sarayın kuleleriyle bir kalenin yüksek ve stratejik mevzileri de ay­nı sebeplerden burç olarak adlandırıl­mıştır.

İslâm Öncesi. Burçla ilgili en erken ta­rihî bilgilere, Sumerler'e ait çivi yazılı metinlerde muğlak bir şekilde rastlan­maktadır. Bununla birlikte Ön Asya'da buna ait sistemli bilgiler, milâttan ön­ce II. binyıldan itibaren yazılan Akkad-ca, Elamca ve Hititçe metinlerde göze çarpmaktadır. Ninova'da (Ninive) Asur-lular'a ait kral kütüphanesinde ele geçi­rilen metinler, Tanrı Marduk'un yörün­geyi nasıl on iki burca böldüğünü anla­tır. Ancak milâttan önce I. binyıldan iti­baren tam olarak ele geçen Asur-Bâbil burç isimleri şöyledir120: Kusarikku (Koç), Alpu (Boğa), Tuâmu rabû-ti (İkizler), Pulukku (Yengeç olmalı), Arû (Aslan), Sim (Başak), Zibânitu (Pençe, tam bilinmiyor), Akrabu (Akrep), Qastu (Ok), Saha (Keçi, tam bilinmiyor), Kâ (Kova ol­malı), Nunu (Balık). Daha erken devirlere ait metinlerde adları tam olarak tesbit edilemeyen bu burçların yılın belli dö­nemlerinde sabit bir yörünge boyunca hareket ettiğine ve bu hareketlerinin yeryüzündeki hayatı etkilediğine inanı­lırdı. Mezopotamya geleneğinde gök ci­simlerinin tanrı olarak kabul edilmesi ile bu inanç arasında yakın bir ilişki mev­cuttur. Buna göre insanlar hangi bur­cun altında doğarlarsa o burcun tanrı­sının etkisi ve himayesinde olurlardı. Meselâ Akrep döneminde doğanlar, en kızgın ilâhların hâkimiyetinde oldukları için tehlikeli insanlardı. Boğa dönemin­de doğanlar ise savaş tanrılarının hima­yesinde bulunduklarından iyi birer sa­vaşçı özelliği taşırlardı. Mısır'da Helenis­tik döneme kadar burçlarla ilgili her­hangi bir kayda rastlanmamış, orta kral­lık döneminde ise "dekan" adı verilen değişik bir burç sistemi ortaya çıkmıştır.

Burçların insan üzerine yaptığı etki hakkında en ayrıntılı bilgiler Mezopotam­ya ve özellikle Asur geleneğini takip eden Yahudi-İbrânî literatüründe görülür. İbrânîce'de burç mezzolot adını alır. Eski Ahid'in çeşitli yerlerinde121 burçla­ra atıflar vardır. Eyub ve Amos'ta zikre­dilen burçların Oriyon ve Ülker olması mümkündür (IDB, IV, 242). İbranî litera­türünde Kitâb-ı Mukaddes dışında burç­lara ait en erken bilgiler, Lut gölü civa­rında bulunan Kumran'daki dördüncü mağarada ele geçirilen metinlerde tesbit edilmiştir. Bu fragmanlarda Mandeen-ler'inkine benzer şekilde zodyak burçlarının simgeleri sıralanmıştır UNES, XLVI1I, 201). Yörüngenin burçlara bölünmesine ait ilk net bilgilerse Ortaçağ'lara ait Se­fer Yesirah adlı bir kitapta ortaya çık­mıştır. Buna göre İbranî literatüründeki on iki burcun adı şöyledir: Taleh (Koç), Shor (Boğa), Te'omim (İkizler), Sartaz (Yen­geç), Aryeh (Aslan), Betullah (Başak), Moz-nayim (Terazi), Akrav (Akrep), Keshet (Yay), Gedi (Oğlak). Deli (Kova). Dağım (Balık). Bu burçların tekabül ettiği zaman dilim­leri bugün kabul edilen sıranın aynıdır.122

Talmud'da burçlara ait açık seçik bir bilgi bulunmamakla birlikte yahudi bil­ginleri insanın belli bir burç altında doğ­duğuna ve herkesin bir semavî bedeni­nin (mazzal) bulunduğuna inanırlardı. Herkesin kendisini etkileyen bir yıldızı vardı; aynı burç altında doğanlar mane­vî açıdan akraba sayılırlardı. Yine bu te­lakkiye göre her burç belli bir olayı sem­bolize ediyordu. Meselâ yaratılış sırasın­daki aydınlığı Koç, karanlığı Boğa, sek­si İkizler, evliliği Başak, insanı ise Yen­geç burcu sembolize etmekteydi. Burç­lar oluşturdukları dört elemana (hava, su, ateş, toprak) göre de üçerli gruplara ayrılırdı. Meselâ Balık. Akrep ve Yengeç su elemanını oluşturmaktaydı. Burçlar insanları etkilemek üzere kehanetlerde de kullanılabiliyordu, fakat bütün yahu-dilerin burçların kötü etkisinden uzak olduğu kabul edilirdi.123

Grek dünyasında burçlara ilk defa te­mas eden Homeros'tur. Milâttan önce IV. yüzyılda yaşayan Grek matematik­çisi Eudoxus kırk dört burç adı sayar, Ptolemy124 ise kırk sekiz burç sıralar. Grekler'de kullanılan ve çoğu hay­vanlara ait olan burç adları geleneksel olarak Hipparchus'a (m.s. 1. yüzyıl) atfe­dilir. Bugün kullanıldığı şekliyle on iki burç adı ise Latin literatüründe ortaya çıkmıştır. Greko- Romen astrolojisine gö­re on iki burç on iki "hâne" oluşturmak­ta ve her hâne insanın belli bir yönünü etkilemektedir. Buna göre Koç burcu be­den ve kişiliği, Boğa zenginliği, İkizler bilgi ve ifade gücünü, Yengeç sadakati, dehayı ve merak güdüsünü, Aslan soy, zevk ve hayalciliği, Başak sağlığı ve gö­rev bilincini, Terazi evlilik ve ortaklık duy­gusunu, Akrep yeniden doğum ve ölümü, Yay ideolojiyi ve başka ülkelere merakı, Oğlak meslek ve statüyü, Kova umut ve dostluğu, Balık sınırlama ve kuşatma güdüsünü etkiliyordu.

Hinduizm'de naksatra denilen yirmi sekiz burç vardır. Burçlar Hindu literatürüne göre ayın karıları ve Daksa'nın kızlarıdır. Budizm'de de Hinduizm'in et­kisi altında gelişen yirmi sekiz burç mev­cuttur ve bunlar aynı şekilde nakşatra adını alır. Budist telakkiye göre tanrı ni­teliği taşıyan burçlar insan üzerine doğ­rudan etkilidir.

Sâsânî dönemine ait İran metinlerin­de on iki, Çin geleneğinde de siu adını alan yirmi sekiz burç vardır.

İslâm öncesi telakkilerde burçların astronomik detaylardan ziyade insan üzerine olan etkilerinin işlenişi, bu telakkinin dinle olan yakın temasından ile­ri gelmektedir. Buna göre ilâh olan gök cisimleri insan eylemlerini yönetmekte­dir. İlâhlarla ve dolayısıyla gök cisimle-riyle ilişki kurma çabasından da özel ke­hanet formülleri geliştirilmiştir. Böylece burçlarla kehanet yahut da fal arasında çok yakın bir ilişkinin bulunduğuna ina­nılmaktadır.



Bibliyografya:

R. Brown, SemtÜc infiuence in Hellenic Mythology, London 1898, s. 180; M. J. Dres-den, "Science", IDB, IV, 236-244; F. Rochberg Halton. "New Evindence for the History of Astrology", JHES, XU1I, 2-5; J. C. Grennfıeld -M. Sokoloff. "Astıological and Related Omen Texts in Jewish Palestinİan Aramak", a.e., XLVIII, 201-215; Alexander Artmann. "Astro­logy", EJcL, in, 788-795; Arthur Beer, "Astro-nomy", a.e., III, 795-807; "Zodiac", a.e., XVI, 1191-1192; E. N. Fallaize, v.dğr.. "Sun, Moon andSters", ERE, XII, 63-102.

İslâm Literatüründe Burç. Kur'ân-ı Ke-rim'de dört defa çoğul şeklinde geçip bir sûrenin de adını125 oluşturan ke­lime, bir yerde "kale burcu"126, diğerlerinde "gökteki burç"127 anlamında kullanılmıştır. Müfessirler bu iki anlamı bazan "semavî surların kule­leri" şeklindeki bir benzetmeye yol aça­cak şekilde birleştirmişlerdir. Genellikle burç kelimesinin "zuhur eden, yüksekte olan; kale veya saray burcu" anlamların­dan hareketle açıklamalarda bulunmuş­lar ve göklerdeki burçlara da benzetme yoluyla bu ismin verildiğini belirtmişler­dir. Yine onlara göre burçlar aynı zaman­da ayın menzillerini de işaretleyen yıl­dızlardır. Zaman zaman "gök kapıları" anlamında kullanılan burç kelimesine bazan da -dikkat çektiği için olsa gerek-"büyük yıldız" anlamının verildiği görülmektedir.128

Tefsirinde kozmolojik teorilere geniş yer vermesiyle tanınan Fahreddin er-Râzî de burçları gezegenlerin katettikleri merhaleler düzeni olarak anlar ve onları gökteki yüksek saraylara benze­tir. Burçlar güneşin ve ayın geçtiği ko­naklardır; ayrıca Allah'ın üzerlerine ye­min ettiği "yıldızların mevkileri" ifadesi de129 yıldızların doğdukla­rı veya battıkları yerler anlamına geli­yor olmalıdır. Râzrye göre âyetteki "me-vâkıu'n-nücûm" tabiriyle şeytanların gök­lerden kovuldukları veya yıldızların kı­yamet günü saçılacaklar! esnadaki mev­kiler de kastedilmiş olabilir130. Burçların bu şekilde şeytanların gayb âlemine sızmalarını önlemek üzere taş­landıkları gök surlarının kulelerine ben­zetilmesi güzel bir istiare örneğidir.

Klasik açıklamaları ana hatlarıyla tek­rarlayan Elmalılı Muhammed Hamdi de kelimenin Batlamyusçu anlamının, söz konusu benzetmelerin ötesinde gittikçe yaygınlaştığına işaret ederek burçların gökteki belirgin konumlarını, bir şehrin planındaki yüksek binaların veya bir ül­kenin haritasındaki önemli şehirlerin far-kedilirliğiyle kıyaslamaktadır. Burçlar ku­şağının bölümlenmesi ve adlandırılması konusunun çok eskilere dayandığını be­lirten Elmalılı, geleneğin İslâm kültürün­de felekiyyâtın kurucusu olarak tanınan Hz. İdrîs'e kadar uzandığını kaydetmek­tedir.131

Gökteki sabit yıldızlar küresinin ve özellikle burçlar kuşağındaki farazî şe­killerin milâttan önce III. binyıldan beri benimsendiği tahmin edilmektedir. Ye­rin hareket ettiği esasına dayanan bu­günün astronomisine göre güneş bir yıl­da ekliptiğin etrafında tam bir dönüş gerçekleştiriyor gibi görünür. Ekliptik, büyük âlem küresini yatay olarak ikiye bölen gök ekvatorunu 23,5 derecelik bir açı ile keser. Bu kesişme noktalan da ilk­bahar ve sonbahar ekinokslarını (gündüz -gece eşitliği) oluşturur. Ekliptiğin her iki yanından 8,5 derecelik bir kuşak farze-den eskiler, bu kuşağa burçlar kuşağı adını vermişlerdir. Güneşin 21 Mart'ta girdiği ilkbahar ekinoksundan başlamak üzere burçlar kuşağı on iki eşit parçaya bölünmüş ve bu parçaların her birinde yer alan takımyıldızlara burç denilmiş­tir. Ancak yüzyıllardır gündüz-gece eşit­liklerinin gerilemesinden (ekinoks preses-yonu) ötürü meydana gelen kayma so­nucu burçlar bugün eski mevkilerini ko-rumamaktadırlar. Her yıl meydana ge­len kaymanın yaklaşık 30 açı saniyesi (50.26") ve burç sembolleriyle takımyıl­dızlar arasındaki bugünkü kaymanın da 36 derece kadar olduğu göz önünde tu­tularak burçlara bilinen adların yaklaşık 2600 yıl önce verildiği hesaplanmakta­dır.132

Mezopotamya medeniyetlerinden bu yana genelde hayvanlarla temsil edilen burçlar sembolizmi kültürden kültüre az çok farklılık göstermektedir. Grekçe'­de "zödiakos kyklos" (hayvanlar dairesi) veya "to zödia" (küçük hayvanlar) olarak anılan takımyıldızlar dizisi, İslâm felekiy-yâtında "felekü'l-burûc" veya "dâiretü'l-burûc" adını almıştır. Esas itibariyle Bat-lamyus1 un el -Metisti'sindeki şekliyle benimsenen burçlar kuşağı. İslâm astro­nomi literatüründe güneş ve diğer ge­zegenlerin hareketini açıklamada daima başvurulan bir merhaleler düzeni ola­rak aynı geleneği sürdürmüştür. Güne­şin gökyüzündeki hareketi sırasında belli tarihlerde girdiği burçların isim ve sıra­ları Latin kültüründe de benzer şekiller­de benimsenmiştir. 360 derecelik daire­vî kuşağın 30'ar derecelik on iki bölüme ayrılması sonucu oluşan burçlar, Arap­ça ve Latince karşılıkları ve güneşin bur­ca girdiği tarih itibariyle şu şekilde sıra­lanmaktadır: Koç133, Boğa134, İkizler135, Yengeç136, Aslan137, Başak138, Terazi139, Ak­rep140, Yay141, Oğlak142, Kova143, Balık144. Güneşin burçlar kuşağı üzerindeki bu hareketi mevsimlerin başlangıç ve bitiş noktaları gibi gündüz ve gecenin uzayıp kısalmasını da takvime bağlar.

İhvân-ı Safa, burçların çeşitli isimler alması konusu üzerinde birçok bakım­dan ayrıntılı şekilde durmuşlardır145. Yükselip alçalmala­rına, kuzey veya güneyde bulunmaları­na, gece ve gündüz doğmalarına, dört unsur (anâsır-j erbaa), dört ahlat (ah-lât-j erbaa) ve dört keyfiyete olan nis-betlerine göre çeşitli isimler alan burç­lar, böylece gerek gözlemcinin yerdeki konumu, gerekse gök ve yer arasındaki tabiat düzeninin tasviri açısından belli nitelikler kazanır. İhvân-ı Safâ'ya göre burçlar bir kare ve dört üçgenin daireyi on iki kısma ayırmasıyla gruplanır. On­ların yaptığı bu gruplandırma esas itibariyle dairenin on iki bölmeye ayrılma­sına dayanır. Güneşin yıllık hareketiyle takip ettiği yol kuşak dairesi üzerinde ilkbahar ve sonbahar ekinoksu ile yaz ve kış inkılâbı noktalarını tayin eder. Bu şekilde daire üzerinde bir kare teşkil edilmiş olur. Bu dört noktanın teşkili, dairenin bir altıgenle bölünmesi ve ayrı­ca üçer üçer dilimlenmesi suretiyle on iki noktayı kendiliğinden ortaya çıka­rır. Dolayısıyla burçlar bir daire üzerin­de hem üçgen hem de kare ilişkisi için­de bulunurlar.146 Böylece mesela birinci üçgen Ha­mel, Esed ve Kavs burçlarını gruplan-dırır; bu burçların ortak tabiatı kuru­luk ve sıcaklık keyfiyeti, ateş unsuru ve tabiata mensup oluşlarıyla biçimlenir. İkinci üçgenin gruplandırdığı Sevr, Sün-büle ve Cedî burçlarının ortak karakte­ri ise toprak unsuruna mensup soğuk, kuru ve güneye ait oluşlarıdır; öteki üç­genler de benzeri gruplandırmaları ger­çekleştirir. Burçların dört üçgenie belli özelliklere sahip ana gruplara ayrılma­larının yanı sıra bir burcun üçte bîrinin veya yansının bile kendilerine göre etki­leri bulunmaktadır. Burçların kendi ara­larında olduğu kadar güneş, ay ve diğer beş gezegenle olan münasebetleri de önemlidir. Gezegenlerin burçlara nisbet-le "beyt-vebal", "şeref-hubût", "evc-ha-dîd" şeklinde anılan belli mevkileri var­dır ve bunlar, özellikle ayrıntılı astrolo­jik haritaların çıkarılması ve gezegenle­rin etkilerinin en yüksek güce ulaştığı yerlerin bulunması açısından önemlidir. Söz konusu münasebetleri bilen münec­cim, bir olay cereyan ettiğinde veya bir karar verildiğinde zaman ve yere göre yıldızların bir şemasını çıkarıp sabit ve seyyar yıldızların mevkileri arasındaki münasebetleri tesbit ederek geleceğe ait tahminlerde bulunabilir.



İslâm düşünce ve bilim tarihinde XI. yüzyıla kadar astronomi ve astroloji ara­sındaki ayırım pek belirgin değildi. Müs­lüman filozof ve bilginlerin bir kısmı, astronominin yanı sıra "yıldızların mev-kilerinden belirli anlamlar çıkarma sa­natı" şeklinde nitelendirilen astrolojiyi147 bir ma­tematik veya tabiat bilimi olarak kabul etmiş, bir kısmı ise reddetmiştir. Ancak astroloji, birçok ilim adamı tarafından reddedilmesine ve bir hurafe olduğunun iddia edilmesine rağmen148 gerek gizli bilim gerekse sembolizm temelinde önemini daima korumuştur.

Burçlar kuşağı ise astronomi ve astro­lojinin açıklama tarzlarında gezegen-yıl­dızların hareketini tayin eden veya an­lamlı kılan bir sabit referans sistemi ola­rak iş görmüştür. Abdurrahman es-Sû-fî'nin Batlamyus'un el-Mecisp'sme da­yanarak hazırladığı ve burçlar kuşağı­nı da incelediği149 resimli gök atlası türünden ese­riyle Bîrûnf nin astrolojinin ilkelerini tar­tıştığı Kitâbü't-Tefhîm'i gibi eserlerin etkili olduğu İslâm felekiyyat literatürü, burçlar feleğini merkezî bir kavram ola­rak kullanmıştır150. Özellikle âlemin ve âlem-insan münasebetlerinin bir bütünlük içinde ele alındığı kozmolojik izahlarda burçlar feleği âdeta metafizik âlemle fizik âle­mi birleştiren bir kuşak ve metafizik var­lık nurunun içinden geçip farklılaştığı ve kutuplaştığı bir prizma gibi düşünülmüş­tür. Zuhur âlemini varlığın çeşitli renk­lerine büründüren bu prizma, Allah'ın varlığının hem perdelendiği hem de zu­hur ettiği nesnelerin başlangıçtaki ilk ve ilâhî örnekleri olan "enmûzec-i ewel"le-ri151 mey­dana getirir. Varlığın zaman, mekân ve sayı nisbetleri içinde belirmesi şeklinde yorumlanan bu tasavvur, göklerin yer üzerine yaptığı farzedilen tesir hakkın­daki eski inanışla birleştirilmiş ve böy­lece burçlar, yön ve zaman ölçümünden tabii hadiselerin oluşumuna, buradan da olayların tahminine kadar uzanan bir­çok açıklamanın semavî ilkesi durumu­na getirilmiştir. Sayılarla unsurlar ve un­surlarla keyfiyetler arasında kurulan iliş­ki, mevsimlerin ve rüzgârların zamanı, yönü ve keyfiyetiyle ilgili meteorolojik tezahürlerin ilkesini oluşturmuştur. Dört unsur, dört keyfiyet ve dört ahlatla iliş­kisi içinde kâinatın küçük bir numunesi olan insan da doğumundan ölümüne ka­dar aynı semavî etkilere açıktır; böylece organları ve vücut salgıları ile insan fiz­yolojisi burçlarla ilişkiye girmiş olur. Her organa karşılık bir burcun bulunuşu ve­ya burçların dört unsur ve dört ahlat ile ilgili özellikleri, geleneksel İslâm tıbbın-da da bir bilgi disiplini olarak önem ka­zanmıştır. Bîrûnî'nin Kitöbü't-Tefhim'-de, İhvân-ı Safâ'nın derlediği bilgiye çok şey ekleyerek incelediği bu konular da­ha sonra Muhyiddin İbnü'l-Arabî tara­fından sembolik anlamlar katılarak zen­ginleştirilmiştir. Onun ortaya koyduğu kozmolojik şema, âlemi vahdet içinde te­fekkür edebilmek için bir yoğunlaşma aracı görünümündedir. Bu şemada burçların arketip özelliklerine tekabül eden varlık mertebeleri, ilâhî isimlerin fizik ve metafizik âlemdeki "taayyün"lerine de karşılık olacak şekilde sıralanır. İlâhî nefes ile özdeşleştirilen ilk maddeden ar­şa kadar uzanan âlem. bu nefesin harf­lere dönüşmesiyle beliren nesneleri bel­li bir sayı ve harf sembolizmi içinde ih­tiva ederken burçların kuşatıcı etkile­riyle çevrelenir. Yedi feleğin her birinde bir büyük peygamberin ruhaniyetinin bulunduğu bu semavî âlem, burçlarla ilişkisi çerçevesinde Hz. Muhammed'in mi'racında anlatılan bir kâinat suretine veya kutsal bir coğrafyaya dönüşmüş olur.152

Burçlarla ilgili olarak ana hatlarıyla yukarıya aktarılan bilgi ve yorumların İslâm kültür tarihinde nasıl geliştirilip sistemleştirildiğini ve Osmanlı Türkçe-si'ndeki zengin literatüre nasıl yansıdığı­nı görmek için bir geç dönem eseri olan Mârifetnâme'yi incelemek yeterlidir (s. 52-54).

Burçların veya halk tabiriyle yıldızla­rın insan üzerindeki etkisine inanmak, İslâm'ın ilâhî iradeye atfettiği mutlak hâkimiyet prensibiyle çatışmaktadır. Ko­nunun İslâm inancı bakımından önemli görülen diğer bir yönü de geçmiş devir ve kavimlerde görüldüğü üzere, burç ve yıldızlar gibi semavî cisimlere müstakil bir kudret nisbet eden ve onlara tap­maya varan inanışların tevhid akîdesiy-le bağdaşmayışıdır. Buna yıldızlara ba­karak geleceği bilme iddiasıyla ortaya çıkanların söz ve davranışlarını da ekle­mek gerekir. Ayrıca eski astrolojik te­lakkilerin bu şekilde bir falcılık ve kehanet sanatına dönüştürüldüğü, geçmişte olduğu gibi günümüz insanını da yaygın şekilde etkisi altına aldığı bilinmekte­dir. Bu sebeplerle tarih boyunca İslâm âlimleri gereken hassasiyeti göstererek müslümanları konunun akideye yönelen tehlikelerinden korumak için sert uyarı­larda bulunmuşlardır. Bununla birlikte bazı mutasavvıflar, bir kısım İslâm dü­şünürleri ve sanatkârlar astrolojik sis­temle buna bağlı sembolleri, kâinatı bü­tünüyle kavramaya imkân veren bir cazi­beye sahip olmalarının da tesiri altında ilgiyle karşılamışlardır. Böylece burçlarla ilgili semboller geniş bir şekilde İslâm sanat ve edebiyatına da yansımıştır.

Bibliyografya:

Lisânü'l-cArab, "bre" md.; Fârâbî, el-Mec-mûc, Kahire 1325/1907, s. 87-88; Makdisî, el-Bed* ue't-târth, 11, 15-16; Abdurrahman es-Sûfî, Şuverü'l-keuâkib153, Frankfurt 1986, s. 177-311; Bîrûnî, The Book of instruc-tion in the Elemente ofAstrology,154 London 1934; Jhvân-ı Safa, Resâ'il, Beyrut 1376-77/1957, I, 115-135; Zemahşerî, el-Keşşaf, II, 534; Fahreddin er-Râzî, Mefâtt-hu'i-ğayb, XXiV, 106; XXIX, 188; XXXI, 113; İbrahim Hakkı Erzurûmî, Mârİfetrtâme, İstan­bul 1310, s. 52-54; Elmalılı. Hak Dini, V, 3608-3609; VII, 5688-5689; T. Burckhardt, Mystical Astrology According to Ibn 'Arabi155, Gloucestershire 1974, s. 32-33; Seyyid Hüseyin Nasr, An Introduction to Islamİc Cos-moiogical Doctrines, Great Britain 1978, s. 151-165; a.mlf., İslâm oe İlim: İslâm Medeniyetin­de Aklî İlimlerin Tarihi ve Esasları156, İstanbul 1989, s. 95-134; Larousse Encyciopedia ofAstronomy157, Feltham, Middlesex 1968, s. 48-50; "Astroloji", TA, III, 500-503; "Burç", a.e., VIII, 423-424; "Zadyab", a.e., XXXIII, 505; C. A. Nal-lino, "Astroloji", İA, I, 682-686; "Zodiac", EBr, XXIII, 982.

Sanatta Burç. Eski medeniyet ve din­lerde burçların insanın maddî ve mane­vî dünyasındaki yeriyle var sayılan ilgisi, her devirde çeşitli sanat eşyasında ve mimari tezyinatta burç sembollerinin yer almasına sebep olmuştur. İslâm me­deniyetinde de genellikle figür tasvirin­den kaçınan müslüman sanatkârların taş süslemeler, seramik, çini ve özellikle minyatürlü elyazmalarında burç sem­bollerini özenle çizdikleri görülmekte­dir. Burç sembolleri, kaynağı en eski de­virlere inen yerli halk inançları ve bazı müslüman ilim adamlarının geliştirdik­leri yorum tarzıyla karışarak fal ve tıl­sım kitaplarından tpla ilgili yazma ki­taplara kadar birçok alana girdiği gibi mimari eserlerde de yer almaya başla­mış, tezyinatta görülen hayvan ve insan suretlerinin de birçoğu burçlara bağ­lanmıştır.

Burç tasvirleri İslâm sanatına yansır­ken bazılarında burçlar kuşağı sayı ve düzen bakımından eksiksiz, bazılarında ise gezegenler ve Öteki astral semboller­le yan yana gösterilmiştir. Mimari eser­lerdeki burçlarla ilgili tasvir örnekleri­nin en eskilerinden bir grup, Dicle nehri üzerindeki İbn Ömer Köprüsü'nün bü­yük ayakları üzerine işlenmiştir.158 Panolar halinde taşa ka­zılan bu figürlerin çoğunun gezegenler ve burçları temsil ettiği hususunda pek çok araştırmacı görüş birliği halindedir. Herzfeld'e göre bu kabartmalar sağdan sola doğru şu düzene göre sıralanır:



1- Satürn ve Terazi,

2- Jüpiter ve Yengeç,

3- Mars ve Oğlak,

4- Güneş ve Aslan,

5- Venüs ve Balık,

6- Merkür ve Başak,

7- Ay ve Boğa,

8- Yay burcu ve yanında tam teşhis edilemeyen bir başka figür. Burç figürlerinin böyle bir eserde yer alışı, ay­rıca köprünün inşa edildiği yıl ile de bağ­lantılı görülmektedir.

Bugün Berlin Devlet Müzesi'nde bulu­nan ve göbek kısmındaki kitabeden Ab-dülvâhid adlı bir sanatkârın eseri oldu­ğu anlaşılan 971 (1563-64) tarihli bir çi­ni tabakta çepeçevre sıra halinde bütün burçların işlendiği görülmektedir. Burç­ları bir tek parça üzerinde böylesine açık ve fonksiyonel bir kompozisyonla verme­si ve kesin bir tarih taşıması bakımın­dan seçkin bir yere sahip olan bu tabak­la mavi-beyaz renk düzeninde her biri ayrı daire içine alınarak resmedilen burç­lar, saat kadranı düzenindeki gibi on iki madalyon halinde sıralanmıştır.

Maden sanatında dikkati çeken burç tasvirli eserlerden biri 608 (1211-12) tarihli bir divit kutusudur. Bugün British Museum'da bulunan eser, kitabesine gö­re İran'da Mahmûd b. Sungur tarafın­dan yapılmıştır. Kapağın üst kısmında yer alan enlemesine kompozisyon, on iki burç sembolünün de yer aldığı zengin bir tezyinatla şekillendirilmiştir. Burçlar ise biri ortada, diğerleri iki yanda olmak üzere düzenlenen üç daire içinde dörtlü gruplar halinde resmedilmiştir.

Bibliyografya:

İbn Yûnus, al-Zldj al-kabir al-hâkimi159, Notices et Extmits des Manuscrits, VII (1804), s. 16-240; S. J. Kug-ler. Sternkunde und Sterndienst in Babel, Münster 1907, i, 39-40; Seyyİd Hüseyin Nasr, İslâm ue İlim: İslâm Medeniyetinde Aklî İlim­lerin Tarihi ue Esasları160, İs­tanbul 1989, s. 95-134; A. K. Coomaraswamy. "The Nine Planets", Bulletin of Worcester Art Museum, XIV/1 (1923), s. 6-10; W. Hartner, "The Pseudoplanetary Nodes of the Moon's Orbit in Hindu and Islamic Iconographies", A/,V/2(1938), s. 113-154; J. P. Roux. "Le decor anime du caravansarail de Karatay en Ana-tolie", Syria, XL.DC, Paris 1972, s. 371-397.

Edebiyatta Burç. Gök cisimleri, kozmik âlem ve bu âlemdeki unsurlar genel ola­rak bütün edebiyatlarda yer almakta­dır. Yıldızlar İlkçağ'lardan beri insanoğ­lunu hayret içinde bırakmış, bu sebeple astronomi hemen her devir ve kültürde üzerinde ilgiyle durulan bir konu olmuş, bazan din ile kaynaşmış, bazan da dinî duygu ve fikirler doğurup beslemiştir. İslâm milletlerinin edebiyatlarında oldu­ğu gibi Türk edebiyatının manzum ve mensur eserlerinde de gök cisimleriyle ilgili çeşitli bilgiler yanında birtakım re­miz ve mazmunlara, bunlann özellikleri üzerine kurulmuş teşbih, tevriye, cinas vb. edebî sanatlara sık sık rastlanmak­tadır.

Konuyla ilgili eserleri iki grupta top­lamak mümkündür. İslâm dünyasında ilm-i nücûm, ilm-i tencîm, ilm-i ahkâm-ı nücûm ve ilm-i zîc adlarıyla bilinen ilim­lere dair yazılan eserlerle ansiklopedik mahiyetteki çalışmalar ve umumi tari­he ait eserlerin giriş bölümlerindeki bil­giler birinci grubu teşkil eder. Bunun dışında kalanlar ise doğrudan edebiyat­la ilgili olan, kaside ve gazel gibi divan şiirinin çeşitli formlarında yazılmış şiir­lerle bilhassa tevhid, münâcât türünde­ki manzumeler ve mi'racnâme gibi dinî, Hüsn ü Aşk, Deh-mürg vb. aşk ve ma­ceraya dayalı mesneviler konuya dolaylı şekilde temas eden, ifadeyi zenginleştirmek için kozmik unsurlara bir malzeme olarak yer veren eserlerdir. Birinci gru­ba Kasımpaşalı Osman b. Mehmed'in mensur Câmiu'l-ahkâm fî mesâili'l-hûs ve'l-âm adlı eseriyle manzum Muradnâme, Âlî'nin Künhü'l-ahbâr'ı ve Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Mârifet-nome'si örnek gösterilebilir. Tarihî eser­ler arasında da Aynfnin İkdü'l-cümân'\ örnek gösterilebilir. Eserin baş tarafın­da kâinatın yaratılışı hakkında bilgi ve­rilirken burçlar da geniş olarak ele alı­nır. Hatta bu eserin bazı yazmalarında burçlarla ilgili minyatürler yer almıştır.161 Nevide Netâ-icü'l-fünûn ve mehâsinü'l-mütûn adlı eserinin "ilm-i nücûm" faslında konuyu objektif bir şekilde ele almış, bu arada ilm-i ahkâm-ı nücûm (astroloji) aleyhin­deki âyet ve hadisleri de zikretmiştir.

Başta güneş ve ay olmak üzere bü­tün gezegenler farklı müddetler içinde doğudan batıya doğru süren kendi tabii

dönüşlerinde burçları dolaşırlar. Her yıl­dızın bir hanesi, bir burcu vardır. Geze­genler burada belli bir müddet bulunur, bu sırada o burcun tesiri altında kalır­lar. "Vakt-i kıran" veya sadece "kıran" denilen, gezegenlerin hangi burçlara ne zaman dahil oldukları Muradnâme'öe "Hânehâ-yı Kevâkib-i Seyyare" başlığı altında geniş bir şekilde anlatılır. Elvân-ı Şîrâzî'nin tercüme ettiği tasavvuf! bir mesnevi olan Güîşen-i Röz'ûa da bu ge­zegenlerin burçlarla ilgisi üzerinde du­rulur.

Yıldızların ait oldukları burçta bulun­dukları vakte "şeref veya "vakt-i şeref" denir. Buradan eşref-i saat mefhumu doğmuştur ki çeşitli beyit ve mısralar-da değişik vesilelerle çok tekrar edilen bir unsurdur. Genel olarak da şairin sev­gilisini gördüğü, ona kavuştuğu, ondan haber aldığı anı belirtmek için kullanılır. Figânfnin. "Burc-ı şerefde gün gibi bu! hüsn ile kemâl / Eksikliğini görmeyelim ey kaşı hilâl" ve, "Burc-ı şeref üzre gö­rüp ol ruhları mânı / Ahım sevinip gök yüzüne attı külahı" beyitleri bunun bi­rer örneğidir.

İbrahim Hakkı Mârifetnâme'de geçen, "Hamel ü Sevr île Cevza'da gelir fast-ı bahar / Seretân u Esed ü Sünbüle'dir yaza medar / Tuttu güz faslını Mîzân ile Akreb dahi Kavs / Cedy ü Delv ile Hût kıldı zemistânda karâr" kıtasında burç­larla mevsimler arasındaki ilgiyi açıklar. Ayrıca "burc-ı isnâ aşer" terkibiyle de bazan on iki imam kastedilir. Nitekim Nev'î'nin bir terkibibendinde yer alan, "Bunlar-durur nücûm-ı saadet çerâğ-ı dîn / Bunlar-durur olan on iki burca pâs-bân" beytinde on iki imam burçların bek­çisi olarak zikredilmektedir.

Burçların her biri divan edebiyatında değişik Özellikleriyle ayrıca birer remiz olarak da ele alınmıştır: Hamel (Koç) bur­cu. "Burc-ı bere" adıyla da anılan bu burç­tan genel olarak güneşle birlikte bah­sedilir. Eski takvime göre ilkbaharın bi­rinci ve altıncı gününe Nevruz denir. Nev-ruz'un başlangıcı güneşin Hamel burcu­na girdiği zamandır. Bahardan bahse­den beyit ve mısralarla bahâriyye"ter­de Güneş - Hamel - Nevruz üçlüsüne ve bunlann birbirleriyle yakın ilgisini akset­tiren çeşitli ifadelere rastlanır. Sevr (Bo­ğa) burcu. "Burc-ı süreyyâ" ve "burc-ı gâv" olarak da adlandırılan Sevr ayın burcudur. Sabah olunca görülmemesi ayın kurban edilmesine bağlanır ve gü­neşin doğuşu esnasında gökyüzünde be­liren kırmızı renk de kurban edilen ayın kanı şeklinde yorumlanır. Sevr-kurban ilişkisi sebebiyle ıydiyye'lerde rastlanan bu motif, ayrıca boğanın ağır işlere da­yanıklı olması ve yük taşıyabilmesi do­layısıyla da söz konusu edilir. Felek onu ağır şeyleri taşımada kullanır. Ancak Sevr eflâkin yükünü taşıdığı halde şairin gö­nül yükünü, gam yükünü taşıyamaz, boy­nu kırılır. Cevza (İkizler) burcu. "Burc-ı dü-peyker" adıyla da anılan bu burç, di­ğer gök cisimleri gibi yükseklik ve yü­celik bildiren ifadeler içinde zikredilir. Şairin övdüğü kimsenin eşiğini süpür-mekte ve sevgilinin ayağının tozu Cevza'­ya baş tacı olmaktadır. Seretân (Yengeç) burcu. "Burc-ı harçeng" adıyla da anılır. Ayın hanesi oluşundan kinaye "burc-ı hi­lâl" de denilir. Esed (Arslan) burcu. Gü­neşin en tesirli olduğu zaman, "burc-ı şîr" olarak anılan bu burçta bulunduğu zamandır. Genellikle övülen kişi arslanın çeşitli Özellikleriyle anlatılır. Ayrıca "esed" lakabıyla anılan Hz. Ali ile Arslan burcu arasında bağ kurulduğu da görülmek­tedir. Sünbüle (Başak) burcu. "Burc-ı hû-şe" olarak anılan bu burca beyitlerde "hûşe-i çarh" ve "hûşe-i sipihr" şeklin­de rastlanır. Cedy (Oğlak) burcu. "Burc-ı buzgâle" diye de adlandırılan bu burç, "nahs-ı ekber" olan Zühal'in hanesi ol­duğundan çoğunlukla bu gezegenle bir­likte anılır. Yedinci felekte ve gezegen­lerin en üstünde bulunduğu için "pâs-bân" (gözcü) olarak vasıflandırılır ve bek­çilerin yüksek kulelerde (burç) bulunma­sına dayanan çeşitli hayaller içinde yer alır. Delv (Kova) burcu. "Delv-i sipihr" ola­rak da anılan bu burcun kelime mâna­sından hareketle su ve kuyu ile ilgisini ön plana çıkaran özelliklerinden bahse­dilir. Hût (Balık) burcu. "Burc-ı mâhî" de­nilen bu burç "hût-i felek" şeklinde de geçer. Kejdüm (Akrep) burcu. Ay Akrep burcunda iken sefere çıkılmamasi ge­rektiğine inanıldığından yanak ve saç ay ve akrebe benzetilerek sevgilinin ka­pısından ayrılmama bahanesi olarak ile­ri sürülür. Kavs (Yay) burcu. "Burc-ı ke­man" veya "hâne-i keman" da denilen ve kaş için müşebbehün bih olarak zik­redilen bu burç, çoğunlukla divan ede­biyatında Zühre'den sonra en çok adı geçen bir gezegen olan müşteri ve ok kelimeleriyle birlikte anılır. Mîzan (Tera­zi) burcu. Zühre gezegeninin hanesi ol­duğundan onunla birlikte anılır.

Hamel, Esed, Kavs burçlarına "burc-ı âteşî" (ateş); Cevza, Mîzan ve Delv'e "burc-ı bâdı" (hava); Sevr, Sünbüle ve Cedy'e "burc-ı hâkî (toprak); Seretân, Ak-reb ve Hut'a "burc-ı âbî" (su) denilir. Bu şekildeki adlandırmalarla dört unsurun (anâsır-ı erbaa) burçlarla münasebeti be­lirtilmiş ve tabiatlarına işaret edilmiş olur. "Burc-ı çihil-sâle" Hz. Âdem'i, burc-ı Mesîh ise sekizinci feleği sembolize eder. Yerleri belli ve sabit olduğu için burçlar felekte şehirleri de temsil ederler. Me­selâ "burc-ı evliya" terkibi Bağdat şeh­rini anlatır.



Bibliyografya:

Cinânî, Cüâü'I-kulab162, İstanbul 1990, s. 157-158; Levend. Divan Ede­biyatı, s. 209-217; Ali Nihat Tarlan. Şeyhî Di-uanını Tedkik, İstanbul 1964, s. 238-240, 244; Abdülkadir Karahan, Figânî ve Divançesi, İs­tanbul 1966, s. 11, 18, 20, 76, 125; Mehmed Çavuşoğlu, Necati Bey Dîuânı'nın Tahlili, İs­tanbul 1971, s. 238-241, 252; Harun Tolasa, Ahmed Paşa'nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 434-436; Cemâl Kurnaz. Hayalî Bey Dîüânı (Tahlil), Ankara 1987, s. 440, ayrıca bk. İndeks; Nejat Sefercioğlu, Neu'tDîüânı'mn Tahlili, An­kara 1990, s. 335-336; Dihhudâ, Luğatnâme, VIII, 834-835; Pakalın, I, 246-247.




Yüklə 405,34 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin