Bibliyografya 7 afganiler tekkesi 7



Yüklə 1,56 Mb.
səhifə2/52
tarix17.01.2019
ölçüsü1,56 Mb.
#97857
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   52

AFGANİLER TEKKESİ

İstanbul Üsküdar'da Çinili Cami yakınında bulunan bir Nakşibendî tekkesi. Kaynaklarda “Afganî Kalender hane­si” adıyla da geçen tekkenip inşa tari­hi 1207 (1792-93) olup banisi bilinme­mektedir. Tarikat yaymak amacıyla ku­rulan herhangi bir tekkeden farklı ola­rak, o dönemde Asya'nın uzak bölgele­rinden özellikle hac yolculuğu sırasında İstanbul'a uğrayan tarikat mensupları­nın banndınlmalanna mahsus diğer ba­zı kuruluşlar (Özbekler ve Hindiler Tek­kesi) gibi Afganiler Tekkesi de Afganis­tan'dan gelen “Mücerred kalenderler” yani bekâr ve seyyah dervişlerin barındırılmaları için kurulmuştur. Tekkenin gerek inşa kitabesinde, gerekse ilgili kaynakların çoğunda kalenderhane adı ile anılması da bu farklı fonksiyonuna işaret etmektedir. Saray ve Babıâli nezdinde bir nevi kültür ataşeliği veya konsolosluk hükmünü taşıyan bir kuru­luş olması sebebiyle tekkenin postuna, kapatılışına kadar yalnız Afganlı mü­cerred Nakşibendî şeyhleri oturmuş­tur. Şeyhlik makamının Nakşibendiyye'-ye verilmesi de bu tarikatın Afganis­tan'daki güçlü durumundan dolayıdır. XIX. yüzyılda birkaç defa tamir edilen tekke, 1925'te kapatıldıktan sonra bir süre daha Afganlı dervişleri barındırmışsa da daha sonra metruk kalarak harap olmuş ve 1942'de büyük kısmı yıktırılarak kitabesi Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi'ne (Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi) götürülmüştür.

Tekkede geniş bir mimari program uygulandığı, konaklama ihtiyaçlarına ağırlık verilerek mescid-tevhidhane, şeyh meşrutası, derviş hücreleri, ima­ret niteliğinde büyük bir mutfak, kiler. taamhane, selâmlık köşkü, çeşme, ha­vuz ve hazîrenin yer aldığı bilinmekte­dir. Bunlardan bugüne kalabilenler iha­ta duvarı, cümle kapısı, çeşme, hazîre ve meşrutanın bir kısmı ile selâmlık köşküdür. Geniş ve ağaçlı bahçeyi çev­releyen duvarın moloz taşlarla örüldü­ğü ve üzerinin eskiden kiremitli bir har-puştayla örtülmüş olduğu anlaşılmak­tadır. Söveleri kesme köfeki taşından yapılmış cümle kapısının üstünde eski­den kitabenin de yer aldığı barok üs­lûpta bir kemer bulunmaktadır. Bahçe­nin güneybatı köşesinde, şeyh meşruta­sı olduğu anlaşılan ve XIX. yüzyılda yeni­lendiği belli olan iki katlı ahşap bir bina yer almaktadır. Kagir bir bodrum üze­rinde yükselen binanın üst katı, payandalara oturan çıkmalarla batı ve güney yönlerinde genişletilmiştir. Cümle ka­pısının sağında moloz taşlarla örülmüş

Afganiler Tekkesinin Selâmlık Köşkü ve bu kostcûn içindeki mermer havuz bir su haznesi ile buna bitişik bir çeş­me taşı bulunmakta ve bahçenin muh­telif yerlerinde de yıkılan binaların duvar kalıntıları göze çarpmaktadır. Hazîrede postnişinlere ve dervişlere ait dikkat çe­kici mezar taşlan mevcuttur. Tekkenin ayakta kalmış en önemli kısmı selâmlık köşküdür. Bahçenin ortasında, tek kollu kagir bir merdivenle çıkılan moloz taş örgülü ve ahşap hatıllı bir set duvarının üzerinde yükselen bu köşk, tek katlı ve tek hacimli müstakil bir yapıdır. Bir şeyh odası niteliğinde olduğu anlaşılan bu mekân dikdörtgen planlı olup ahşap is­keletti duvarları dışarıdan ahşap örtü, içeriden bağdadî sıva ile kaplanmıştır. Kuzey ve güney duvarlarında ikişer, di­ğerlerinde üçer tane olmak üzere on adet penceresi bulunmakta, kapısı ku­zeye açılmaktadır. Köşkün içinde karşı­lıklı iki ahşap seki ile bunların arasın­da bir havuz bulunmaktadır. Bordürsüz sekizgen havuzun ortasında beyaz mer­merden minyatür bir köşk görünümün­de zarif bir fıskiye yer almakta ve bu­nun, XVII. yüzyıl sonlarına veya en geç Lâle Devri'ne tarihlenebilecek daha es­ki bir yapıya ait olduğu anlaşılmakta­dır. Havuzdan geriye kalan satıh, mer­mer çubuklarla dörtgenlere bölünmüş ve bunların içi renkli taş parçalarıyla ya­pılmış geometrik desenli mozaiklerle doldurulmuştur. XVII. yüzyılın başları­na ait Sultan Ahmed Camii'nin pencere içleriyle hünkâr mahfili duvarlarındaki mozaiklere aynı elden çıkmış hissini ve­recek kadar benzeyen bu mozaiklerin de tekkenin yerinde bulunan aynı bo­yutlara sahip daha eski bir yapıdan ge­riye kaldığı söylenebilir. Zemindeki bu göz alıcı süslemeye karşılık duvarlar ve tavan, XIX. yüzyılın ikinci çeyreğine ta­rihlenebilecek oldukça sade görünüm­lü ampir üslûpta tezyinata sahiptir. Bu köşk, olgun nisbetlere mâlik sade yapı­sı ve bu sadelikle çelişki gösteren zen­gin zemin süslemesi ile Türk sivil mi­marisinde önemli bir yere sahiptir. 2



Bibliyografya



1- Asitâne Tekkeleri.

2- Hacı İsmail Bey­zade Osman Bey. Mecmda-i Cevâmi', İstanbul 1304.

3- Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekeyi, İstanbul 1307.

4- Mehmed Râif. Mir'âti İstanbul, İstanbul 1314.

5- Osman Nuri Ergin, Türk Şehirlerinde İmaret Sistemi, İstanbul 1939.

6- Sedad Hakkı Eldem, Köşkler ve Kasırlar, İstanbul 1974.

7- Behcetî İsmail Hakkı el-Üsküdârî, Merâkid-i Mu'tebere-i Üsküdar (nşr Bedü N. Şehsuvaroğlu), İstanbul 1976.

8- İ. Hakkı Kon­yalı. Üsküdar Tarifli, İstanbul 1976.

9- Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ. 3

AFGANİSTAN

Asya kıtasında denize kıyısı bulunmayan bir kara ülkesi.

I- FİZİKİ ve BEŞERİ COĞRAFYA.

II- TARİH.

III- EĞİTİM ve KÜLTÜR.

IV- SOVYET İŞGALİ ve SONRASI.

XVIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren Afgan kavminin idarî bakımdan ağırlık kazanmasıyla siyasî birlik haline geldi. Kuzeyinde Sovyetler Birliği'nin Türkme­nistan. Özbekistan ve Tacikistan cum­huriyetleri, doğusunda Çin .Türkistanı'-nın küçük bir kısmı ve Pakistan, batı­sında İran bulunmakta, güneyini tama­men Pakistan sınırlandırmaktadır. Yü­zölçümü 652.225 km2, nüfusu yaklaşık olarak 20.500.000'dir (Sovyetler Birliği­nin müdahalesinden sonra nüfusun üç milyonu iran'a, iki milyonu da Pakistan'a sığınmıştır). Başşehri Kabil'dir. Afganis­tan yirmi yedi idari bölgeye ayrılmış­tır. Bunlar arasında en önemlileri Ka­bil, Kandehar, Herat. Hezâristan, Sîstan, Nûristan (Kâfiristan), Vahan, Bedahşan ve Türkistan idarî bölgeleridir. En önemli şehirleri, Kabil (1.373.572;1984), Kandehar (277.508; 1984), Herat (140.323; 1984), Pencap, Bedahşan. Belh. Mezârışerif ve Devletâbâd'dır. 4

I- Fiziki Ve Beşerî Coğrafya.

1- Fiziki Coğrafya.

İran yaylasının kuzeydoğuya doğru bir devamı durumunda olan Afganis­tan, ortada yüksek dağlık alan. bunun kuzeyindeki ovalık alan, dağlık kütlenin güneybatısında bulunan plato görünü­mündeki alan olmak üzere üç farklı böl­geden oluşur.

Ülkenin orta kesimini kaplayan dağ­lar, jeolojik bakımdan İtalya'nın kuze­yinden başlayarak Himalayalar'a kadar uzanan ve “Alp kıvrımları” adı verilen dağ sisteminin bu ülke içinde kalan parçalarıdır. Doğuda Pamir yaylasına ulaşan bu yüksek dağlık kütle muhtelif kesimlerinde farklı adlarla anılır. Ülke­nin kuzeydoğusunda Hindukuş (7697 m.) dağlan adıyla bilinen dağlar Kabil'in kuzeyinden itibaren batıya doğru yel­paze gibi açılarak Kûhibâbâ, Sefîdkûh (3500 m.) ve Bendibeyân gibi kollara ay­rılırlar. Bunlardan başka güneyde Süleyman, kuzeyde Benditürkistan dağları yer alır. Afganistan'ın ortasındaki dağ­lık bölge doğuya doğru bir şerit biçimin­de devam eder ve coğrafyacılar tarafın­dan “Vahan Koridoru” olarak adlandırı­lan bir yüksek yöre ile Çin'e komşu olur. Bu yörede vadi tabanları bile 5000 m. yüksekliktedir. Dağlık alanlar kuzeye ya­ni Amuderya vadisine doğru hızla artan bir meyille alçalarak Afganistan Türkistanı'nda yükseklikleri 250-300 m. civa­rında olan ovalık bir alan oluştururlar ki Afganistan'ın en alçak kesimi burasıdır.

Ülkenin güneybatısındaki plato görünüş­lü alan, Sîstan bölgesi adını taşır, çöl ve yan çöllerle kaplıdır. Kaş, Mergo (ölüm çölü), Regastan. Pogdar ve Arbu bu çöl­lerin en önemlileridir.

Afganistan'da akarsu şebekesi olduk­ça sıktır. Kuzeyde 600 km. boyunca Sov­yetler Birliği sınırını oluşturan Amuderya nehri, Kokça ve Kunduz adında önem­li iki kolu ile ülkenin kuzeydoğusunda 250.000 km2'lik bir alanın sularını top­layarak Aral gölüne akıtmaktadır. Bu­nun gibi ülke akarsularının çoğu dışa akmayan, yani okyanuslara ulaşmayan sulardır. Bunların çoğu da çöllerde ve­ya tuzlu göllerde kaybolurlar. Afganis­tan'ın dışa akışlı akarsuyu İndus'a karı­şan Kabil'dir. Ülkenin önemli akarsula-rından biri olan 960 km. uzunluğundaki Hilmend ırmağı Sîstan bölgesindeki ka­palı havzalarda son bulur. Göllere gelin­ce, Vahan Koridoru ve Pamir yaylasında Sarıgöl ve Çakmaktın gölleri, Bedahşan'da Sıva gölü, ortadaki dağlık yöre­de Bendiemîr gölleri, Gazne ve Kandehar arasındaki bölgede Âb-ı İstâde, Herat'ta Namus gölleri bunların en önem­lileridir.

Ülkenin iklimi genellikle sert ve az yağışlı bir iklim olarak nitelendirilebilirse de çeşitli yörelerde değişiklikler gös­terir. Kış dağlık kesimlerde ulaşımı dur­duracak kadar şiddetli, fakat Sîstan'a doğru uzanan Hâmûn havzasında ve ku­zeydeki Amuderya vadisinde yumuşak geçer. Yaz mevsimi sıcak ve çok kurak olup bazı vadilerde sıcaklık 45 dereceye kadar çıkabilmektedir. Fakat genellikle bir yayla ülkesi olan Afganistan'ın ik­limi ilk ve sonbaharda ılık geçer ve bu sebeple ülkede "orta iklim" ürünlerin­den olan üzüm, kavun, şeftali, erik, ka­yısı, ceviz ve fıstık yetişir. Yıllık yağış miktarı ortadaki dağlık eksenin kuzey ve güney yamaçlarında, ortalama olarak, 200-400 mm.dir. Sîstan bölgesinde 100 mm.nin altına düşen yağış, Hindukuş dağlarının doruklarında bir metreyi aşa­bilir. Ülkenin doğu sınırına yakın Celâlâbâd yöresinde farklı bir yağış tipi görül­mekte, burası Hind musonlarının etki alanına girmekte ve bol yağış almakta­dır. Bu sebeple de ülkenin başka kesim­lerinde bulunmayan ya da az bulunan pirinç, turunçgiller ve hatta muz gibi ürünler bu yörede elde edilebilmektedir. 5



2- Beşerî Coğrafya.

a- Nüfus.

Bir tanm ve hayvancılık ülke­si olan Afganistan'da doğum oranı bin­de 48.1, ölüm oranı ise binde 22.3'tür.

Nüfus artış oranı da binde 25 civarın­da bulunmaktadır. Dağlık ve yaylalık araziye sahip ülkede kilometre kareye düşen ortalama nüfus yirmi altı kişi ol­makla birlikte verimli tarım arazilerinin bulunduğu bölgelerde ve şehir merkez­lerinde bu oran çok daha yüksektir. Ta­rımla uğraşanlar toplam nüfusun yüzde 75'i kadardır. Ülkedeki nüfusun yakla­şık beşte birini oluşturan göçebe ve ya­rı göçebe halde yaşayan kitleler güney ve kuzey bölgelerinde yaşamakta olup genellikle hayvancılıkla uğraşmaktadır­lar. Afganistan'da şehirleşme oranı dü­şüktür. Nüfusun yaklaşık yüzde 80'i kır­sal alanlarda yaşamaktadır. Erkeklerin toplam nüfus içerisindeki oranı kadınla­ra göre daha yüksek olup nüfusun yüz­de 51.42'sini erkekler, yüzde 48.58'ini de kadınlar oluşturmaktadır. Asya kıtasının okuma yazma oranı en düşük ül­kesi olan Afganistan'da yetişkin nüfu­sun yüzde 76.3'ünün okuma yazma bil­mediği tahmin edilmektedir. 6

b- Etnik Durum.

Afganistan'ın nüfusu­nu meydana getiren ahaliyi Afganlar. Türkler ve Tacikler oluşturur. 7



Afganlar.

Afganistan'da en kalabalık ve hâkim grubu teşkil eden Afganlar'ın ülkeye kuzeyden milâttan önce 480 ci­varında geldikleri ve Süleyman dağları etrafına yerleştikleri bilinmektedir. Ku­zeyde yaşayan kabilelere Pehtûn, güneydekilere de Peştûn denilmektedir. Konuştukları dil bugün Afganistan'ın resmî dili olan Peştuca'dır. Pehtûn ve Peştûnlar 480'den sonra yine kuzeyden gelen Halaç (Ak Hun veya Eftalit) Türkleri'yle karıştıkları için halkın etnik ya­pısı değişerek bugünkü Afganlar mey­dana gelmiştir. Bu karışmaya rağmen Halaç Türkleri, Galzaylar adı ile kendi karakterlerini uzun zaman korumuşlar ve hatta bir ara Pehtûnlar ve Peştûnlar'dan ayrı olarak Kandehar yöresinde bağımsız bir devlet kurdukları gibi kısa bir süre de İran'ı ellerine geçirmişlerdir. Afganistan'da yaşayan Afganlar bugün 8.000.000 civarındadır. 8



Türkler.

Afganistan'ın ikinci kalaba­lık etnik grubunu teşkil eden Türk ka­bilelerinin nüfusunun, Halaçlar hariç. 5.500.000 kadar olduğu tahmin edil­mektedir. Türk grupları içinde en ka­labalık olanı, nüfusu 1.700.000'i geçen Özbekler'dir. Genellikle ticaret ve tarım­la uğraşırlar ve Afgan Türkistanı deni­len bölgede yaşarlar. Büyük çoğunluğu hayvancılıkla uğraşan ve otlak bulmak için sık sık yer değiştirmek mecburiyetinde kalan Türkmenler'in nüfuslarının 600.000 civarında olduğu sanılmakta­dır. Türkmenlerin çoğunluğunu Alieli. Teke. Salur, Sarık, Çavdur ve bilhassa Ersan boylarından oymaklar oluştur­maktadır. Nüfuslarının 700.000 civarın­da olduğu tahmin edilen, Büyük ve Kü­çük Pamir dağları bölgesinde yaşayan Kırgızlar, Kazaklar, Kıpçaklar, Karluklar, Celâlâbâd çevresindeki Karakalpaklar ile Çağataytar diğer etnik Türk grupla­rıdır. Ayrıca Afganistan'ın merkezi ile Afgan Türkistanı arasında yaşayan ve nüfuslan 200.000'i geçen Hezâreler ile Aymaklar da bu etnik grup içinde yer almaktadır. 9



Tacikler.

Yaklaşık 4.500.000'e varan nüfuslarıyla üçüncü etnik grubu teşkil eden Tacikler ülkenin kuzey ve kuzey­doğu bölgelerinde yaşarlar. Hint-Avrupa ırklarının temel Akdeniz alt grubuna bağlı olup İran dillerinden Darî adı verilen bir dili konuşurlar. İlk çağlardan be­ri yerleşik hayat tarzına sahiptirler. Su kanalları yardımıyla yürüttükleri bahçe tarımıyla geçinirler. Halk edebiyatları zengindir. Ahşap oymacılığında gayet sanatkârdırlar. Bazı kabileleri İsmâilî olup ekseriyetle Sünnî'dirler.

Afganistan'ın güney kısımlarında sa­yıları 700.000'e yaklaşan Hintli ve Ârî topluluklara da rastlanmaktadır. Ülkede bulunan diğer etnik gruplar ise batı ve kuzeybatıda Belûcîler (300.000), Afgan-İran sınırında Farslılar (700.000), güneybatıda Brâhûîler (25.000), doğuda Nûristânîler (80.000), Kızılbaşlar (100.000) ve Paşaîler'dir (110.000). 10

c- Dil.

Afganistan'da Peştu ve Darî dilleri resmî diller olarak kabul edilmiş­tir. Ülke nüfusunun yansından çoğu (% 55-60) Peştu dilini, beşte biri de Darî di­lini konuşmaktadır. Resmî dillerin dışın­da ülkede ayrıca beş millî dil ve yirmi­den fazla mahallî dil konuşulmaktadır. 1980'den itibaren Belûcîce. Özbekçe, Türkmence, Paşaîce ve Nûristânîce millî dil olarak kabul edilmiştir. Bu dillerde İlk öğretim için ders kitapları hazırlan­dığı gibi radyo, gazete ve kitap yayınları da yapılmaktadır. Afganistan'da konu­şulan diller, esas itibariyle İran dil aile­sine mensup İse de bazıları Türk-Moğol ve Hint-Aryan dil grubuna aittir. Afganlılar'ın başlıca dilleri olan Peştu ve Darî dilleri İran karakterlidir. Yer yer Hint­çe'nin de etkisinin görüldüğü Peştu di­linde Türkçe ve Arapça'dan geçen bazı kelimelere de rastlanır. Genellikle Af ga­nîler tarafından konuşulan Peştu dilinin ülkenin kuzeybatı, güneybatı, kuzey­doğu ve güneydoğu bölgelerinde konu­şulan farklı lehçeleri vardır. Farsça'nın bir lehçesini oluşturan Darî dilini daha çok Tacikler konuşmakta olup İran'daki Farsça'dan oldukça farklıdır. Paraçi ve Urmuri lehçeleri ülkenin güneydoğu­sunda konuşulur. Hint-Aryan dil gru­bundan olan Nüristânîce, çeşitli lehçeleriyle Hindistan'a yakın bölgelerde Hint kökenli etnik gruplar arasında konuşul­makta olup Hintçe'nin etkisi altındadır. Türk-Moğol dil ailesinden Özbekçe ve Türkmence ülkenin kuzeyinde, Kırgızca Pamir bölgesinde yaşayan Kırgızlar ara­sında, Uygurca Kabilde yaşayan Uygur-lar'ca, Moğolca ise sadece Heraftaki bazı şehirlerde konuşulmaktadır. Bu dillerin dışında Batı Baktriya'da ve Me-zârışerif in batı bölgelerinde Arapça da konuşulmaktadır. Ayrıca Zargarî. Lâzemî, Brâhûî ve Jet gibi değişik dillerin bazı küçük gruplar arasında konuşul­duğu görülmektedir. 11



d- Din.

Bir İslâm ülkesi olan Afganis­tan'da nüfusun % 99'u müslüman olup ekseriyeti Hanefî mezhebine mensup­tur. Sünnîler'in dışında Şîa'nın farklı kol­larına mensup olanlar da % 15-20 gibi önemli bir oranı temsil etmektedir. Af­ganistan'da az sayıda Hindu. Sih ve yahudi de yaşamaktadır.

Afganistan toplumunun dinî hayatın­da tasavvuf ve tarikatların önemli yeri vardır. Tarihte olduğu gibi günümüzde de tasavvuf, dinî ve sosyal hayatı etki­leyen temel unsurlardan biridir. İslâm dünyasının meşhur tasavvuf merkezle­rinden olan Horasan bölgesinin bir kıs­mı, Gazne, Herat ve Belh gibi önemli şe­hirler bu ülkenin sınırları içerisinde bu­lunmaktadır. İbrahim b. Edhem (ö. 161/777), Şakik-i Belhî (ö. 164/780), Ebü'l-Hasan el-Bûşencî (ö. 348/959) gibi süfîler hep Belhli ve Afganistanlıdır. Ta­savvufun temel kaynaklarından Keşiü'l-mahcûb müellifi Hücvîrî (o. 470/1077) ile Menazilü's-sâ’irîn ve Tabakötu'ş-şûfiyye müellifi Hâce Abdullah-ı Ensâri (ö 481/1088) başta olmak üzere pek çok sûff şair ve yazar buradan yetişmiş, fütüvvet hareketi de burada gelişme göstermiştir. Moğol istilâsı üzerine ba­tıya göç eden Horasan erenlerinin bir kısmı bu bölgedendir. Bahâeddin Veled (ö. 628/1230), oğlu Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 671/1273) Belh'ten Konya'ya gelmişlerdir. Afganistan'ın İs­lâmlaşmasında önemli tesirleri bulunan tarikatlar günümüzde de etkili olmaya devam etmektedirler. Burada Kübreviyye, Kâdiriyye. Sühreverdiyye, Şüttâriyye, Çiştiyye ve Nakşibendiyye gibi bü­yük tarikatların taraftarları vardır. Af­ganistan'ın belli başlı şehirlerinde çok sayıda zaviye, hankah, tekke, türbe ve yatırlara rastlamak mümkündür. Hint dinlerinin etkisi altında gelişen bazı ta­rikatlar Sünnî tarikatlardan büyük ölçüde sapmışlardır. Bâyezîd-i Ensârfnin (ö. 993/1585) Revşeniyye tarikatı bun­lara örnek gösterilebilir. Halkın eğitil­mesinde, İslâmî ve geleneksel kültürün yeni nesillere aktarılmasında, kitlelerin harekete geçirilmesinde ve İslâm kül­türü için bir tehlike oluşturan modernizme karşı durmada tasavvuf ve tari­katların önemli fonksiyonları olmuştur. İşgalci Sovyet birliklerine ve komünist yönetime karşı başlatılan mücadelede çeşitli tarikat şeyhleri ve onların müridleri fiilen cihada katılarak büyük rol oynamışlardır. 12

e- Ekonomik Durum.

Afganistan eko­nomisinin en önemli kaynaklarını tarım, hayvancılık, ticaret, endüstri ve maden­cilik teşkil etmektedir. Afganistan, bütün geri kalmışlığına rağmen İslâm ül­keleri içinde planlı kalkınma gayreti gös­teren ilk ülkelerden biridir. 1956-1961 arasında İlk beş yıllık kalkınma planının uygulanmasına başlanmış ve bunu ta­kip eden yıllarda yeni beş yıllık planla­ra devam edilmiştir. Memleketin büyük bir kısmı dağlık ve kayalık, iklimi de ku­rak olduğu halde, nehirlerden faydala­nılarak meydana getirilen sulama ka­nalları sayesinde ziraat yapılan pek çok verimli arazi bulunmaktadır. Buralarda bol miktarda tahıl, sebze, meyve ve pa­muk yetiştirmek mümkün olmaktadır. Hayvancılık da gelişmiş olup bilhassa hayvan ürünlerinden karakul kuzuları­nın astragan kürk yapımında kullanı­lan postu, ihraç edilen malların başında gelmektedir.

Afganistan'ın yer altı zenginlikleri yö­nünden büyük bir potansiyele sahip ol­duğu bilinmektedir. Ancak özellikle na­kil güçlüklerinden dolayı madenler ye­terince işletilememektedir. Hindukuş dağlarının kuzey yamaçlarında birçok kömür havzası bulunmakta ve yılda 118.700 ton civarında (1980-1981) kömür çıkarılmaktadır.

AFGANİSTAN'LA İLGİLİ EKONOMİK RAKAMLAR ZİRAAT VE HAYVANCILIK (1985)



Ziraat Ürünleri

(Ton)

Hayvancılık

(Adet)

Buğday

2.850.000

Koyun

20.000.000

Arpa

340.000

Sığır

3.750.000

Pirinç

480.000

Keçi

3.000.000

Mısır

800.000

Eşek

1.250.000

Üzüm

510.000

At

110.000







Deve

270.000

ENDÜSTRİ

Tabii Gaz (1984) 2.715.000.000 m3

Elektrik (1984) 1.045.000.000 (kw/sa)

Kömür (1984) 170.000 ton

Dokuma (1981-82) 2.770.000.000 (AF).

DIŞ TİCARET

İthalât (1981-82) 30.797.800.000 AF

Başlıca ithal edilen ürünler (%): Taşıtlar, petrol ürünleri,

İhracat (1981-82) 34.354.300.000 AF Başlıca İhraç edilen ürünler (%):

dokuma ve kumaş Şeker, hayvansal-bitkisel yağ vb.

48.6 16.3

Doğalgaz Kurutulmuş ve taze meyveler

39.2 32.5

İthalât yapılan başlıca ülkeler

(%):

ihracat yapılan başlıca ülkeler

(%):

Sovyetler Birliği Japonya Honkong

58.6 12.6

4.4


Sovyetler Birliği Pakistan Hindistan

59.4 8.8 6.2

GSMH (1984): 2.800.000.000 ABD$ (Kişi başına 195 ABD$)

Kuzey Afganistan'­da (Şibergan ve Saripul) bulunan tabii gaz Sovyetler tarafından işletilmekte ve yılda 2.790.000 m3 (1980-1981) gaz el­de edilmektedir. Bu doğal gaz bir boru hattıyla Sovyetler Birligi'ne taşınmak­ta, başka bir boru hattıyla da Mezârışerifte kurulan termik santrala gönderil­mektedir. Ayrıca demir, çinko, kurşun, petrol bulunmakta, ülkenin güneyinde dünyanın en zengin berilyum ve yakut yatakları yer almaktadır. Ülkenin ka­ya tuzu yatakları yeterli ölçüde olmakla birlikte ulaşımın yetersiz oluşu bu ko­nudaki üretimi sınırlamaktadır.

Afgan endüstrisi yeni gelişmekte olup fabrikaların çoğu günlük hayatın ihtiyacı olan mallan imal etmektedir. İngiliz, Sovyet Alman ve Amerikan yar­dımı ile kurutan tekstil, deri, ayakka­bı, plastik, bisiklet, cam ve şişe fabrikaları, başta Kabil olmak üzere memle­ketin belli başlı yerleşme merkezlerin­de toplanmıştır. Afgan ordusunun mü­himmat ihtiyacını karşılayacak bazı as­kerî fabrikalar da kurulmuş bulunmak­tadır. Muhtelif yerlerinde çimento, şe­ker ve gıda maddeleri fabrikaları ile çe­şitli imalâthaneler mevcuttur.

Afganistan'da ulaşım alanında daha çok karayolları kullanılmakta, ülkenin dağlık olması demiryolu yapımını güç­leştirmektedir. 1978'lerde bir Fransız firması Kabil, Kandehar ve Herat'ı birbi­rine bağlayacak ve batıda İran'a, gü­neyde de Pakistan'a kadar uzanacak olan demiryolunun yapımını üzerine al­mışsa da tamamlayamamıştır. Karayol­larının Kan deha Çaman, Kâbil-Kandehar. Kâbil-Torham ve Herat-İslâmkale kısmını Amerikalılar. Kâbil-Kunduz-Kızılkale ile Pulikumri-Mezârışerif kıs­mını da Sovyetler yapmıştır. Ulaşımda, Amuderya üzerinde çalışan küçük deniz araçlarından da faydalanılmaktadır.



Afganistan'ın resmî para birimi af-ganî olup bir afganî yüz puliden ibaret­tir. Konvertibl bir para olmadığından milletlerarası para piyasalarında afganî, aranan bir para değildir. 13

II- Tarih.

1- İslâmiyet'ten Önceki Devir.


Asya kıtasının istilâ yollarından birinin üzerin­de bulunan Afganistan, eski çağlardan beri çeşitli orduların gelip geçtiği bir yer olmuştur. Afganistan'ın bu strate­jik konumundan ilk faydalananlar eski İranlılar'dır. Milâttan önce 500'de İran Hükümdarı Dârâ'nın (I. Darius) ordula­rı Afganistan'ı işgal ederek güneydeki İndus vadisine inmeye çalıştılar ve ülke, iki yüzyıla yakın İranlıların hâkimiyetin­de kaldı. Batıdan gelen Büyük İsken­der, İranlılar'ı yendikten sonra Afganis­tan'ı işgal etti ve Hindukuş dağlarını aşarak Soğdlar ülkesine kadar ulaştı (m.ö. 331) İskender İmparatorluğunun parçalanmasından sonra Selevkid Krallı­ğı topraklarında kalan Afganistan'a da­ha sonra yine Yunan menşeli Baktriana Devleti hâkim oldu (m.ö 187). Fakat bu hâkimiyetin kurulmasından bir asır son­ra Hindistan'da gelişen Çandragupta Devleti, Baktriana ile amansız bir mü­cadeleye girişti. Uzun süre devam eden bu mücadele sonunda Baktriana Devle­ti zayıf düşerek bu arada kuzeyden ge­len baskılara dayanamayıp yıkıldı (m.s. 50). Afganistan, 50-125 arasında ku­zeyden gelen Sakalar'ın (İskitler), 125-480 arasında Türk oldukları tahmin edi­len Kuşanlar'ın hâkimiyetleri altında kal­dı. 480'den sonra ise Afganistan'a Ak Hunlar olarak bilinen Halaç Türkleri ge­lip yerleştiler ve bir asır kadar devam eden bir devlet kurdular. 14

2- İslâmî Devir.



İslâmiyet'in Afganis­tan'a ulaşması Halife Hz. Osman veya Muâviye devrinde. Basra valisinin Abdurrahman b. Semüre'yi bölgeye gön­dermesiyle başladı. Araplar'ın bu mem­lekette uzun zaman kalmamalarına rağmen İslâmiyet hızla yayılmaya de­vam etti. Bundan sonra Afganistan'da herhangi büyük bir kuvvetin hâkimiyet kuramadığı, halkın “Şah” unvanı verilen kabile reisleri tarafından idare edildiği görülmektedir. Bu durum İran'da kuru­lan Sâmânî Devleti'nin IX. yüzyılın ikinci yarısında Afganistan'ın büyük bir kıs­mını işgal etmesine kadar devam etti. X. yüzyılın sonlarına doğru Sâmânî Dev­leti'nin zayıflaması üzerine ordunun büyük kısmını teşkil eden Türkler, Sebük Tegin önderliğinde. Gazne şehri merkez olmak üzere Gazneli Devleti'ni kurdular. Bilhassa Gazneli Mahmud za­manında (998-1030) müslüman Türk un­sur Afganistan'a iyice yerleşti. Afganis­tan'daki Gazneli hâkimiyeti. Sultan Mesud'un (1030-1041) 1040'ta Selcuklular'a yenilmesiyle son buldu. Bunlardan son­ra başlayan Selçuklu hâkimiyeti, ülke­nin güneydoğusundan Hindistan'a doğ­ru uzanan sahada yer alan Gurlular tarafından zaman zaman tehdit edilmek­le beraber, XII. yüzyılın ortasına kadar devam etti. Son Selçuklu Hükümdarı Suttan Sencer'in ölümünden (552/1157) sonra Gurlular Afganistan'ı kontrolleri altına almışlarsa da XII. yüzyılın sonları­na doğru Hârizmşahlar'a terketmek zo­runda kaldılar. Gur Devleti'nin parça­lanmasından sonra Afganistan Hârizmşah Sultanı Alâeddin Muhammed tara­fından işgal edildi. Alâeddin'in annesi Türkân Hatun yönetimindeki Hârizmşahlar bu devirde altın çağlarını yaşadı­lar; topraklarını doğuda Türkistan'a, batıda İrak'a kadar genişlettiler. Kısa bir süre sonra Moğollar bölgeyi istilâ ederek (1220) ülkeyi yüz elli yıl kadar ellerinde tuttular. Moğollar Timur tara­fından yıkıldıktan sonra onun torunla­rından Bâbür (1483-1530), Afganistan'da uzun zaman devam edecek yeni bir devlet kurmayı başardı. Bâbür'ün kur­duğu devletin sınırları Hindistan içleri­ne kadar genişlemekle beraber devletin ağırlığını zamanla Hindistan'a kaydır­ması, kuzeyden Özbekler'in, kuzeybatı­dan da Safevîler'in saldırmalarına ve ülkede huzursuzlukların baş gösterme­sine yol açtı: nitekim bu huzursuzluklar sebebiyle Afgan kabilelerinden Yusuf-zaylar güneye göç ederek Peşâver vadi­sine yerleştiler. Bunu. XVII. yüzyılın or­talarına doğru Abdâlî ve Galzay adlarını almış olan Halaçlar'ın dağlık bölgeler­den inerek Kandehar ve Zemindâver'in daha verimli olan bölgeleri ile Tarnak ve Argandâb vadilerine yayılmaları ta­kip etti. Bâbürlüler'de görülen zaafın XVIII. yüzyıl başlarında giderek artması, özellikle İranlılar ile Bâbürlüler arasında sık sık el değiştiren Batı Afganistan'da kuvvetli kabilelerin daha bağımsız dav­ranmalarına sebep oldu. Öte yandan kabileler arasındaki rekabet, Galzay-lar'ın Bâbürlüler'i. Abdâlîler'in de Safevîler'i desteklemeleriyle düşmanlık hali­ne dönüşünce, Galzaylar'ın tam mana­sıyla müstakil hareket etmeye başla­maları üzerine Abdâlîler de Herat'a hâ­kim oldular. 1709'da Vaiz Han'ın Kan-dehar'daki İran valisi Gurgın Han'a kar­şı giriştiği ayaklanma. Afganistan'da millî bir devletin uyanışının başlangıcı oldu. Bu olaydan cesaret alan Heratlılar da İranlılar'a karşı ayaklanarak bölgele­rinde bağımsız bir yönetim kurmayı ba­şardılar. Ancak başlangıçtaki bu hare­ketlerin başarısı uzun sürmedi. Nâdir Şah Kandehar ve Herat'ı tekrar ele ge­çirerek bütün Afganistan'ı yönetimi al­tına aldı (1738)15.

3- Millî Afgan Devleti.

Afgan kabileleri­ne dayanarak ilk millî Afgan Devleti'ni kuran Ahmed Şah Dürrânî oldu. XVII. yüzyıl sonlarına doğru Herat civarına gelip yerleşen Abdâlîler'in Sadozay ko­lunun reisi olan Muhammed Zaman Han'ın oğlu Ahmed Şah, gösterdiği ce­saret, zekâ ve kabiliyet ile kısa zaman­da Afganistan'ı ele geçiren İran Hüküm­darı Nâdir Şah'ın gözüne girerek Mâzenderân valisi tayin edildi. Nâdir Şah'ın seferlerinin çoğuna katılarak kuman­danlık tecrübesi edinen Ahmed Şah. 1747'de Nâdir Şah'ın öldürülmesinden sonra İran'ın içine düştüğü karışıklıktan faydalanarak Kandehar'ı ele geçirdi ve orada Abdâlî reisleri tarafından hüküm­dar ilân edildi. Bu arada kendisine biat eden kabile reislerinin aldığı bir kararla “İnciler incisi” mânasına gelen “Dürr-i dürrân” unvanı verilen Ahmed Şah, Ka­bil ve çevresini de devletine kattıktan sonra sırasıyla Galzaylar'ı, Özbekler'i. Tacikler'i ve diğer kabileleri idaresi altı­na alarak Afganistan'ın yegâne hâkimi oldu. Kurduğu devletin sınırlarını geniş­letmek amacında olan Ahmed Şah Dürrânî, 1748-1760 yıllan arasında Hin­distan'a yaptığı dört seferde Bâbürililer'e karşı başarılar elde etti ve daha sonra da İran'a karşı giriştiği fetih ha­reketleri ile Herat ve Meşhed'i ülkesine katmaya muvaffak oldu. Bu arada, İs­tanbul'a elçi gönderip Osmanlı Hüküm­darı III. Mustafa'ya, birlikte hareket ederek İran Devleti'ni ortadan kaldır­mayı teklif ettiyse de müsbet cevap alamadı. Ahmed Şah, Hindistan'da bir kuvvet haline gelen Sihler üzerine 1762 ve 1764'te iki sefer yaparak güney hu­dutlarını emniyet altına aldı.

Ahmed Şah'ın 1772'de ölümünden sonra yerine geçen oğlu Timur Şah za­manında (1772-1793), içte kabileler arasındaki çekişmeler hızlandı. Dışta ise Sihler'e karşı başarı sağlanamaması do­layısıyla Lahor elden çıktı (1775) Diğer taraftan Belûcîler'in daha müstakil ha­reket etmelerine göz yumuldu. Devletin başşehri Kabil'e taşındı (1775). Timur Şah'ın ölümü üzerine (1793), yerine geçen oğlu Zaman Şah'ın yedi yıllık ikti­dar döneminde iç karışıklıklar haneda­nın yıkılmasına sebep olacak kadar bü­yüdü, ayrıca bu dönemde büyük toprak kayıpları da oldu. Zaman Şah'ın tutumu kardeşleri Mahmud ve Şücâülmülk'ün saltanat iddiasıyla isyan etmelerine ve daha önce babasını öldürttüğü Barakzaylar'ın (Muhammedzay) reisi Fetih Han'ın Mahmud ile birleşmesine sebep oldu; bu birleşik kuvvetlere mağlup olan zaman Şah iktidardan uzaklaştırılarak yerine kardeşi Mahmud Şah geçti. An­cak Fetih Han'ın büyük kabile isyanlarını bastırmaya çalıştığı sırada Şücâülmülk Kabil'i ele geçirip Mahmud Şah'ı hap­settirdi ve tahta çıktı. Fakat harekete geçen Fetih Han'ın önünde mağlûp olan Şücâülmülk Hindistan'a kaçıp hâkim durumdaki İngilizler'e sığınınca Mah­mud Şah da ikinci defa tahta çıkma fırsatı buldu. Bu gelişmeler Barakzaylı Fetih Han ve kardeşlerinin büyük nüfuz kazanmalarına ve Mahmud Şahı ta­hakkümleri altına almalarına yol açtı. Mahmud Şah'ın rızasıyla Fetih Han'ın Öldürülmesi (1818) üzerine, kardeşlerin­den Dost Muhammed, Mahmud Şah'ın üzerine yürüdü ve onu bozguna uğrata­rak Sadozaylar'ın kontrolünde olan Herat'a kaçmak zorunda bıraktı (1819), Bu arada, daha önce İngilizler'e sığınmış olan Mahmud Sah'ın kardeşi Şücâülmülk. topladığı kuvvetlerle Kandehar'a hücum etti. Şücâülmülk'ü tekrar mağlûp eden Dost Muhammed, Kandehar'ı kardeşi Kühendil'e bırakarak kendisi Kabil'de hükümdarlığını ilân etti (1819) ve böyle­ce Afganistan'da hanedan değişmiş ol­du. Bu iç karışıklıklar sırasında Sihler Peşâver'i ele geçirdiler. Kuzey Hindistan'daki eyaletlerin de elden çıkmasın­dan sonra Dost Muhammed, Afgan Devleti'nin hükümdarı oldu. Ancak Ruslar'ın kışkırtması ile Herat'ı almaya kal­kışan İran'ın saldırmasından çekinen İngilizler. 1839'da Sihler'le ittifak yapa­rak Afganistan'ı işgal ettiler. İngiliz iş­galinin Afganistan üzerinde etkileri menfi oldu. Her ne kadar Dost Muham­med üç yıl İçinde İngilizler'i ülkeden çı-kardıysa da dağılan birliğin yeniden sağ­lanması yıllar aldı.

Dost Muhammed'in 1863te ölümüy­le oğulları arasında başlayan saltanat mücadelesi kanlı bir iç savaşa dönüş­müşse de. beş yıl sonra, büyük oğlu ve meşru veliahdı Şîr Ali kardeşlerini yene­rek tek başına tahta hâkim oldu (1868). Ancak Ruslar'ın Afganistan'a yaklaşma politikası takip etmeleri üzerine İngiliz­ler ülkeyi 1878 sonlarında ikinci defa işgal ettiler. Bu duruma engel olama­yan Şîr Ali Han kaçarak, Türkistan'ı iş­gal etmiş olan Ruslar'a sığındı ve orada öldü (1879). İngiliz işgalinin 1880'de so­na ermesi üzerine, daha önce amcası Şîr Ali Han'a yenilip Türkistan'da Rus­lar'a sığınmış olan Abdurrahman Han Afgan tahtına geçti (1880). Onun zama­nında İngillzler'in bugünkü Güney Afganistan sınırını tesbit etmeleri ve Hayber Geçidinin Hindistan sınırlan (şimdi­ki Pakistan) içinde bırakılması, pek çok Afganh'nın anavatan dışında kalmasına yol açtı. İngiliz tekliflerini reddetmesi halinde ülkenin yeniden işgal edilme­sinden korkan Abdurrahman Han, 12 Kasım 1893’te, “Durand Hattı” olarak bilinen antlaşmayı imzalamak mecburi­yetinde kaldı ve bu parçalanma daha sonraları Afganistan'ın felâketine yol açan gelişmelerin başlangıcı oldu. Ab­durrahman Han iç çekişmelerin ve dış istilâların altüst ettiği Afganistan'ı ve düşman kamplara bölünmüş olan Af­gan halkını çok sert ve kanlı tedbirlerle kontrol altına aldıktan sonra, sağlığının bozulması sebebiyle, tahtını büyük oğlu Habîbullah Han'a bıraktı ve üç gün son­ra da öldü (1901). Habîbullah Han ise. babasının döneminde sürgüne gönderi­len birçok hanedan mensubunu geri çağırarak yeni görevlere tayin etti. Av­rupa teknolojisi de Afganistan'da bu dönemde yayılmaya başladı.

19 Şubat 1919'da öldürülen Habîbul­lah Han'ın yerine, yenilik taraftan bir kişi olan oğlu Emânullah Han geçti. Ka­yınpederi Mahmud Beg Tarzf nin yardı­mı ile Afgan Devleti'nin iç teşkilâtını ye­niden düzenleyen Emânullah Han. Af­ganistan'ın istiklâlinin tanınması çalış­malarına da girişti. Mahmud Beg Tarzî Afganistan'ı tanıtmak için Mahmud Velî Han başkanlığında bir heyeti Rusya ve Avrupa devletlerine göndermekle işe başladı. Emânullah Han'ın bu bağımsız siyaseti ve bilhassa Sovyet rejimi ile münasebetlerini geliştirmeye çalışması, İngilizler'le arasının açılmasına sebep oldu ve bu anlaşmazlık kısa zamanda savaşa dönüştüyse de çok geçmeden 8 Ağustos 1919'da Ravalpindi Antlaşması imzalanarak savaşa son verildi. Daha sonra Sovyetler Birliği ile 28 Şubat 1921'de bir antlaşma imzalandı, ertesi gün Türkiye Büyük Millet Meclisi hükü­meti ile yapılan 1 Mart 1921 tarihli ant­laşmayla da Türkiye'den uzman öğret­men ve subay gönderme taahhüdü alındı. Emânullah Han'ın çıktığı Hindis­tan, Avrupa, Sovyetler Birliği ve Türkiye gezisinden (1927-1928) döndükten son­ra, daha önce giriştiği sosyal reformla­ra hız vermesi halk arasında tepki ile karşılandı. Bu tepkiler bir süre sonra isyanlara dönüşünce sonuçta Emânul­lah Han ülkesini terketmek zorunda kaldı (1929).

Başşehir Kabil'in isyancıların eline geçmesi üzerine, daha önce Emânullah Han tarafından Fransa'ya sürgüne gön­derilmiş olan ordu kumandanı Nâdir Han ve kardeşleri derhal geri dönerek Peşâver üzerinden Afganistan'a girdiler ve topladıkları kuvvetlerle kısa zaman­da Kabil'i kurtardılar. 16 Bu başarı halk tarafından memnuniyetle karşılandı ve kabile reislerinin iştirak ettiği bir mecliste, hanedanın kurucusu Dost Muhammed Han'ın kardeşinin to­runu olan Nâdir Han Afganistan hüküm­darı ilân edildi. 17 “Şah” un­vanını alarak Afganistan tahtına çıkan Nâdir Han, halkın benimsemediği re­formlardan mümkün olduğu kadar uzak kalıp din adamlarının da fikirlerini alarak İslâmî esaslara dayalı bir idare kurdu ve kısa sürede sükûneti temin etmeye muvaffak oldu. 31 Ekim 1931 tarihinde yürürlüğe giren anayasa, kü­çük ilâvelerle 1964 yılına kadar geçerli­liğini korudu. Eğitim ve öğretime Önem veren Nâdir Şah Afgan ordusunu da ye­niden ve modern bir şekilde teşki­lâtlandırdı. Mevcudu 40.000 civarında olan orduya devamlı subay yetiştirmek için askeri okullar ve akademiler açtı. Nâdir Şah ayrıca memleketin bütün bölgelerini başşehir Kabil'e bağlayacak şekilde yol yapımına girişti. Kasım 1933te şahsî bir düşmanı tarafından öldürülen Nâdir Şah'ın yerine, ülkede kargaşalık çıkmasına fırsat vermeyen kardeşlerinin desteğiyle, oğlu Zahir Şah geçti. Zahir Şah devrinde Afganistan'ın dış politikası tarafsızlıkla yürütülmeye çalışıldı. 1937'de Türkiye, İran ve İrak ile birlikte Sâdâbâd Paktı'na giren Af­ganistan. 11. Dünya Savaşı'nda da bu tu­tumunu devam ettirdi. İngilizler'in Hin­distan'dan çekilmesi üzerine. 1947'de Pakistan ve Hindistan adı altında iki ay­rı devlet kuruldu; ancak daha önce Du­rand Hattı ile Hindistan'a bırakılmış olan Afganlar'la meskûn yerleri Afga­nistan'ın istemesi Pakistan ile ihtilâfa yol açtı. İngiltere'nin yeni silâhlar vere­rek Pakistan ordusunu modernize et­me çabaları Afganistan'ı Sovyetler Birliği'ne yaklaşmaya şevketti. İki ülke ara­sında başlayan siyasî dostluk 1954-1961 arasında karşılıklı ziyaretlerle ve imzalanan ekonomik, kültürel anlaşma­larla takviye edildi. Yeni yollar, fabrika­lar ve elektrik santralleri inşası ile Af­ganistan'da etkisini göstermeye başla­yan Sovyetler Birliği'nin İçteki taraftar­ları Başbakan Dâvud Han ile Dışişleri Bakanı Nâdir Han oldu.

Zahir Şah ülkede gittikçe artmakta olan Sovyet nüfuzunu önlemek için Dâvud Han't başbakanlıktan azledince, bu durum birtakım yeni gelişmelere yol açtı. Sovyetler, Dâvud Hanı destekleye­rek 1973'te Zahir Şah'ı kansız bir darbe ile devirmeyi başardılar ve arkasından, kendi ülkelerindeki okullarda yetişmiş olan sivil ve askerî personeli devletin önemli idarî kadrolarına yerleştirmeye ve Afganistan'ı hızla kontrolleri altına almaya başladılar. Bu durum karşısında Dâvud Han, ülkesinin Sovyet hâkimiye­tine girmekte olduğunu anladı ve ted­bir olarak. Muhammed Nur Terekî ile Babrak Karma başta olmak üzere, önemli Marksist liderleri tutuklattı. Fa­kat geç alınan bu tedbir fayda yerine zarar getirdi ve Afgan ordusundaki Marksist subaylar, diğer subayları etki­siz bıraktıktan sonra kumandaları altın­daki birliklerle başkanlık sarayını ele geçirerek bütün aile fertleriyle birlikte Dâvud Han'ı öldürdüler ve Muhammed Nur Terekfyi devlet başkanı yaptılar. Aynı zamanda başbakanlık vazifesini de üzerine alan Terekrnin ilk işi, üyelerinin çoğunluğunu Sovyet taraftarlarının teş­kil ettiği yeni Afgan hükümetini ilân et­mek oldu. 18

Terekrnin Afganistan'da kurmak is­tediği Sovyet taraftarı iktidar ülkede büyük tepkilere yol açtı ve halkın silâhlanıp direnişe geçmesine sebep oldu. Terekînin sert tutumuna, Hafîzullah Emin ve taraftarları başta olmak üzere bazı çalışma arkadaşları karşı çıktılar ve Eylül 1979 başlarında Tereki’yi de­virmeyi başardılar; böylece Hafîzullah Emin Sovyetler'in arzusu hilâfına, Afga­nistan'daki Marksist rejimin başına geçmiş oldu. Bunun üzerine Sovyetler, doğrudan askerî müdahalede buluna­rak Hafîzullah Emin'i öldürdüler ve ye­rine Babrak Karman geçirdiler. Bu müdahaleye karşı halkın mukavemete başlaması üzerine Karmal ve iktidarını korumak amacıyla ordu göndererek ülkeyi milletlerarası hukuka aykırı şe­kilde işgal ettiler. Ancak bu işgal üzeri­ne halkın direnişi, Sovyetler'le birleşen hükümet kuvvetlerine karşı bir iç sava­şa dönüştü. Hizb-i İslâmî adı altında birleşen mücahidlere karşı Sovyet ve Afgan hükümet kuvvetlerinin başarı kazanamamaları üzerine, 1986'da Sov­yetler hükümete yine müdahale ederek Babrak Karmal'ı görevden uzaklaştırdı­lar ve yerine Muhammed Necîbullah'ı geçirdiler. 19



III- Eğitim Ve Kültür.

1- Edebiyat ve Sanat.

Afganistan'da dil ve edebiyat, komşu dil ve edebiyatların etkisi altında gelişme göstermiştir. Peş­tu dili ve edebiyatı üzerinde Hintçe'nin, Darı dili üzerinde ise Farsça'nın etkisi büyüktür. Ülkenin kuzey bölgelerinde konuşulan çok sayıda mahallî dil üze­rinde de Orta Asya dilleri ve kültürleri­nin etkisi görülür. Birkaç farklı lehçesi bulunan Peştu dilinde yazılmış çok sayı­da edebî ve dinî kitap vardır. XVI. yüz­yıla kadar bir geçmişe sahip bulunan Peştu edebiyatının en önemli eserleri Âhund Derveze'nin Mahzen-i Peştu ve Mahzen-i İslâm adlı eserleriyle Efdal Han Hatak'ın Târih-i Murass adlı ki­tabıdır. Afganistan'ın yetiştirdiği büyük edip ve şairler arasında, devletin kuru­cusu olan Ahmed Şah Dürrânî ile oğlu Timur Şah ve Şah Şûca' sayılabilir. Bu hükümdarların birer Farsça divanı var­dır. XIX. yüzyıl Kandehar valilerinden olan Mİhridil Han da büyük bir şair ol­duğu gibi etrafına topladığı şair ve edip­lerle Edebistân-ı Kandehar adı altında yeni bir edebiyat ve şiir ekolü kurarak Afgan edebiyatında bir çığır açmıştır. Edebistân-ı Kandehar ekolünden yeti­şen edebiyatçıların en meşhuru Gulâm Muhammed Han Tarzrdir. Emîr Abdur-rahman Han ile arasının açılması üzeri­ne Türkiye'ye yerleşen Gulâm Muham­med Han Tarzfnin Türkiye'de yetişip öğrenim gören oğlu Mahmud Beg Tarzı (ö 1933), Afgan edebiyatında yeni bir çığır açmıştır. Devrin diğer tanınmış şa­irleri ise Abdülgafur Nedim (ö, 1926), Abdülgafur Müstağni (ö. 1933), Abdürresul Han (ö. 1934) ve Abdullah Kârfdir (ö. 1943).

XX. yüzyılın başlarında görülmeye başlayan gazetecilik alanında Sirâcü'l-ahbâr, Emîn-i Afğân, Enîs ve Islâh gibi gazetelerin adlarını anmak gerekir. 1978'deki Marksist hükümet darbesin­den sonra radyo, televizyon ve gazeteci­lik alanlarındaki yayınlar Sovyet işgal güçlerinin ve komünist yönetimin etki­sine girmiştir.

Farklı etnik gruplara mensup kitlele­rin yaşadığı Afganistan'da zengin bir müzik kültürünün varlığı gözlenmektedir. Ülkede dil ve kültürleri az çok farklı halkların yaşamaları ve kendilerine has müzik kültürlerine sahip bulunmaları. Afgan müziğinin karma ve zengin bir yapıda olmasını sağlamıştır. Çeşitli ne­fesli, vurmalı ve yaylı müzik araçları Hint, İran ve Orta Asya kültürlerinin etkisini yansıtır. Komşu ülkelerin ve kül­türlerin tesiri, edebiyat ve dil alanında olduğu gibi müzik alanında da görül­mektedir.

Afganistan'daki zengin tarihî ve mi­mari eserler, ülkenin kültür mirasını yaşatan önemli yapılardır. Milâttan ön­ce üç bin yıllarına kadar giden tarihî eserler Helenistik döneme aittir. Ülke­nin çeşitli yerlerinde Budist tapınakları­na rastlanır. Ortaçağ'dan kalan çeşitli kaleler, camiler, türbeler ve zaviyelerin dışında özellikle Gazneliler'den kalma çok sayıda dinî eser vardır. Cam Mina­resi (12. yüzyıl), Herat yakınlarında Kili­se Camii (13-14. yüzyıl). Herat Camii (15. yüzyıl), Gevher Şah Türbesi. Belh'te Ho­ca Ebû Nasır Paşa Camii ve Türbesi (15 yüzyıl) bu dönemden kalan önemli eser­lerdir. Ülkenin kuzeyinde Mezânşerif şehrinde bulunan Mezânşerif Camii (15-17. yüzyıl) ile Gazne'de bulunan Gazneli Mahmud'un diktirdiği zafer âbidesi, İslâm sanatının en güzel örneklerinden­dir. Herat mektebi tarafından temsil edilen Ortaçağ'daki güzel sanatlardan halı, seramik ve el sanatlarının örnekle­ri günümüze kadar intikal etmiştir. Mo­dern dönemde, bilhassa ülkenin baş­şehri Kabil'de inşa edilen Kabil Üniver­sitesi kompleksi, bir otel ve havaalanı, belli başlı mimari yapılar olarak anılma­ğa değer. 20

2- Eğitim ve Öğretim.

Afganistan, ilim ve kültür faaliyetleri bakımından bugün sesini fazla duyurabilen bir ülke değilse de tarihte İslâm dünyasının önemli ilim ve kültür merkezlerinin gelişmesine sahne olmuştur. Gazneliler zamanında Gazne. Timurlular zamanında Herat şehirleri, dönemin çok sayıda ilim adamı yetiştiren en önemli ilim ve kültür merkezleri idiler. Savaşçılığının yanı sıra ilim, edebiyat ve kültüre verdiği önemle de dikkati çeken Gazneli Mahmud'un sarayında büyük matematikçi, coğraf­yacı, filozof, astronom ve edipler yetiş­miştir. Bunlardan Bîrûnî, Beyhaki. Utbî ve Firdevsî en meşhur olanlardır. İran edebiyatının Unsurî, Ferruhî, Ascedî, Ce-zâirî gibi tanınmış şairleri de ondan büyük himaye ve yardım görmüşlerdir.



İktisadî ve sosya! bakımdan az geliş­miş bir ülke olan Afganistan'da eğitim ve öğretim kurumlan yeterli seviyeye ulaşamamıştır. Nüfusun büyük çoğun­luğunun kırsal kesimde yaşadığı ülkede okuma yazma oranı çok düşüktür. Kır­sal alanlarda geleneksel öğretim ve eğitim kurumu olarak cami ve medreselerin yanında tarikatların etkisi büyüktür. Dinî ilimler alanında eğitim ve öğretim yapılan bu kültür ve eğitim ku­rumlarının bir kısmı devletin deneti­minde, bir kısmı ise özel olarak faaliyet göstermektedir. İlk öğrenim dışında or­ta ve yüksek öğrenimin de parasız ol­duğu Afganistan'da modern anlamda ilk lise, ancak 1903 yılında açılabilmiş­tir. Modern eğitim kurumlarının geliş­mesi, 1921 yılında Eğitim Bakanlığı'nın kurulması ve dışarıdan alınan yardım­larla başlamıştır. 1920'lerden itibaren Türkiye'den getirilen pek çok Türk eği­timcisinin okulların kurulmasında ve geliştirilmesinde büyük hizmetleri ol­muştur. Önceleri Batı'nın ve özellikle İngiltere'nin. M. Dünya Savaşı'ndan son­ra da Sovyetler Birliği'nin nüfuzu altına giren ülkede eğitim sistemi bu durum­dan en çok etkilenen alan olmuştur. Meslekî, teknik ve genel nitelikli öğre­nim veren orta öğretim kurumları ülke kalkınmasında önemli bir rol oynamış­tır. Yüksek öğretim kurumları sadece ülkenin Kabil, Kandehar ve Herat gibi büyük şehirlerinde toplanmıştır. On üç fakülteyi ve çeşitli ilmî araştırma ve in­celeme kurumlarını bünyesinde topla­yan ve ülkenin ilk üniversitesi olan Kabil Üniversitesi (1932) ile Celâlâbâd Üniversitesi (1963) ülkenin en önemli yüksek öğretim kurumlarıdır. Afganis­tan'da gerçekleştirilen ilmî yayınların çoğu Kabil Üniversitesi tarafından yapılmaktadır. 1920 yılında kurulan Kabil Halk Kütüphanesi, Afganistan'ın en önemli ve en zengin kütüphanesidir. Önemli tarih ve sanat eserlerinin, yaz­maların, minyatür ve benzeri çalışmala­rın sergilendiği Kabil Tarih ve Etnograf­ya Müzesi, başlıca kültür kurumları arasında yer almaktadır. 21

Bibliyografya



1- V. Eyre. The Military Operations at Kabul, London 1843.

2- J. P. Ferrier. History of the Afghans, London 1858.

3- H. W. Bellew. Journal of a Political Mission to Afghanistan in 1857, London 1862.

4- H. H. Durand. Causes of the First Afghan War, London 1879.

5- The Cambridge History of India, Cambridge 1929-37.

6- S. i. Ali Shah. Modern Afghanistan, Lon­don 1938.

7- Zeki VelidîTogan, Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Târihi, İstanbul 1942-47.

8- Y. Hikmet Bayur. Hindistan Tarihi, III, tür. yer.

9- W. K. Fraser-Tyiler. Afghanistan A Study of Political Deuelopments in Central Asia, Lon­don 1950.

10- L. Lockhart, The Fail of the Safaoid Dynasty and the Afghan Occupation of Per-sia, Cambridge 1958, tür. Yer.

11- M. G. Pikulin. Razvitie ekonomik! kultury Afghanistana 1955-1960, Taşkent 1961.

12- C. E. Bosvrarth, The Ghazneuids, Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran 994-1040, Edinburgh 1963. 13- M. Anwar-Khan, England, Russia and Central Asia, Peşâver 1963.

14- V. Gregorian, The Emer-gence of Modem Afghanistan, Stanford 1969.

15- L. B. Poullada. Reform and Rebellion in Af­ghanistan 1919-1929, Ithaca 1973.

16- Harvey H. Smith. Area Handbook for Afghanistan, Wash­ington 1973.

17- L. W. Adamec, Afghanistan s For-eign Affairs to the Mid-Tıveneth Century, Tucson 1974.

18- L. W. Adamec, Afghanistan 1900-1923, Los Angeles 1976.

19- Anthony Hyman. Afghanis­tan under Souiet Domİnation 1964-1983. Lon­don 1984.

20- The Middte East and North Af rica 1984-1985, London 1984, I, 219-239.

21- Mehmet Saray, Türk Afgan Münasebetleri, İstanbul 1984.

22- Richard V. Weekes, Müslim Peopies, Westport, Connecticut 1984.

23- Muhanv med Abdülkâdir Ahmed. el-Müslimûn fî Afga­nistan, Peşâver 1404/1984.

24- T. Davletshin. “Sovlet Cultural and Economic Penetration in Afghanistan”, Bulletin: Institute for the Study of the ÜSSR, Münih 1962.

25- N. Snider, “Mosque education in Afghanistan”, The Müslim World, LVIII/1, New York 1968.

26- M. Longworth Dames-Abdülvehhâb Tarzı, "”Efganistan”, lA, IV, 133-178.

27- V. Minorsky, “Nâdir”, İA, IX, 21-31.

28- “Afghanistan”, El2 (İng.), I, 221-233.

29- “Afganistan”, UDMİ, II, 939-1013.

30- “Afghanistan”, GSE, II, 29-40.

31- “Afghanistan”, Elr., I, 486-566. 22

IV. Sovyet İşgali ve Sonrası.

Sovyetler Birliği yanlısı olmakla birlik­te ılımlı bir lider kişiliğiyle tanınan Dâvud Han'ın komünistler tarafından kanlı bir darbe ile devrilmesinden sonra Af­ganistan Demokratik Cumhuriyeti ku­ruldu (1978) ve Devrim Konseyi'nin baş­kanlığına, başbakanlığa ve Afganistan Demokratik Halk Partisi (Cem'iyet-i Demokratik-i Halkı Afganistan) genel sek­reterliğine Nur Muhammed Terekî ge­tirildi. Komünist liderlerden Hafîzullah Emin ile Babrak Karmal da başkan yar­dımcılıklarına tayin edildiler; ancak kısa zamanda aralarında bir iktidar mücade­lesi başladı. Terekî, Babrak Karmal'ı Çe­koslovakya'ya elçi olarak gönderirken güçlü komünistlerden Nur Muhammed Nur, Anahita Ratıbzad ve Muhammed Necîbullah'ı da değişik ülkelere elçi ta­yin etti. Komünist liderleri ülke dışına çıkaran Terekî. Sovyetler çizgisinde ra­dikal reformlar yapmaya başlayınca ge­leneklerine ve dinî inançlarına bağlı Af­gan halkının şiddetli tepkisiyle karşılaş­tı. Yönetime karşı başlayan halk ayak­lanması kısa zamanda ülkeye yayılırken yurt dışında elçilik göreviyle bulunan ve birbirini ihanetle suçlama yarışına giren komünist liderler görevlerinden alına­rak partiden ihraç edildiler. Bu olay komünistler arasındaki iktidar çatışmasını açıkça ortaya koydu. Büyükelçilik görevinden alınan Babrak Karmal Mos­kova'ya sığındı.

Sovyet yanlısı Afgan yönetimine karşı mücahidlerin organize ettikleri silâhlı halk hareketleriyle baş edemeyen Tere­kî, Hafîzullah Emin'i Mart 1979'da baş­bakanlığa getirdi. Ayaklanmaları dur­duramayan yönetim Moskova'dan silâh ve cephanenin yanı sıra askerî ve sivil görevli yardımı da aldı. Buna rağmen siyasî kargaşa durmadı ve Hafîzullah Emin'i CIA ajanlığıyla suçlayan Terekinin Moskova'dan dönerken Kabil ha­vaalanında vurulması 23 üzerine Hafîzullah Emin başa geçti.

Afganistan'ın yeni lideri Hafîzullah Emin, ülkedeki ayaklanmaları ve karı­şıklığı durdurmak için Amerika Birleşik Devletleri ve Pakistan'dan yardım yolla­rı aramaya teşebbüs edince Sovyetler'in ve komünistlerin harekete geçmesine sebep oldu. Siyasî ve sosyal karışıklıklar sürerken Sovyetler Birliği 24 Aralık 1979'da Kabil'e asker indirerek ülkeyi işgale başladı. Üç gün sonra da Hafîzul­lah Emin öldürüldü ve radyodan Moskova'da bulunan Babrak Karmal'ın baş­bakanlığa, Devrim Konseyi başkanlığına ve Afganistan Demokratik Halk Partisi genel sekreterliğine getirildiği ilân edil­di. 28 Aralıkta, Sovyetler'in 5 Aralık 1978 tarihli Dostluk, iyi Komşuluk ve İşbirliği Antlaşmaşı'na istinaden Afga­nistan hükümetinin daveti üzerine bu ülkeye yardım için girdikleri açıklandı; oysa Sovyet birlikleri 24 Aralıkta Afga­nistan'a girerek fiilen bu ülkeyi işgal etmiş oldukları gibi 28 Aralıkta ülkede böyle bir davette bulunacak meşru si­yasî otorite de yoktu. Karmal 1 Ocak 1980'de Moskova'dan Afganistan'a dön­dü ve yönetimin başına geçti.

Afganistan'ın Sovyetler Birliği tara­fından işgal edilmesi milletlerarası ca­miada büyük yankı uyandırdı. Sovyet yöneticilerin Afganistan hükümetinin daveti üzerine yardım için bu ülkeye girdiklerini açıklamalarını kimse ciddiye almadı ve işgalden dolayı Sovyetler Bir­liği çok sert eleştirilere muhatap oldu. İşgalle birlikte Babrak Karmal tarafın­dan kurulan komünist yönetim içte ve dışta büyük problemlerle karşı karşıya geldi. Gelir düşüklüğü, fakirlik, adalet­siz gelir dağılımı gibi sosyo-ekonomik problemlerin yanı sıra en önemli prob­lem, yönetime karşı ayaklanarak silâha sarılan müslümanları etkisiz hale getir­mekti. Karmal yönetimi müçahidlerle mücadelede başarılı olamadı. İşgalden hemen sonra Karmal ülkede güçlendiyse de Afganistan Demokratik Halk Par-tisi'nin Halk ve Perçem kanatlan ara­sındaki iktidar mücadelesine ve müça­hidlerle olan çatışmalara son veremedi. Hükümet ülkenin şehir merkezlerine hâkim olurken kırsal alanlar mücahidlerin hâkimiyetinde kaldı. Ordunun ve güvenlik güçlerinin büyük kısmı müca-hidlerin saflarına geçince ülkede kamu düzenini sağlama işi Sovyet askerlerine kaldı. Afganistan'da komünist yöneti­me karşı savaşma imkânı bulamayan mücahidler ülkeyi terkedip mücadeleyi yurt dışından yönlendirdiler. Çoğu Pa­kistan ve İran'a göç eden milyonlarca Afganlı çok zor şartlarda hayatlarını sür­dürmeye çalışırlarken Afgan yönetimi­ne ve işgal güçlerine karşı yürütülen si­lâhlı mücadeleye de katıldılar. İslâm dün­yasından ve bazı Batı ülkelerinden yar­dım gören mücahidler yönetime âdeta nefes aldırmadılar, yolları, askerî birlik­leri, stratejik noktalan havaya uçurdu­lar. Müçahidlerle mücadelede başarısız kalan yönetim, milletlerarası camiada da sık sık eleştirildi. İslâm Konferansı Teşkilâtı İslâmâbâd'daki olağan üstü toplantısında (1980) Sovyetler'in Afga­nistan'dan çekilmesini istedi ve Sovyet­ler Birliğini açıkça işgalci olarak ilân et­ti. Bu toplantıda Karmal yönetiminin ta­nınmaması ve Afganistan'ın İslâm Kon­feransı Teşkilâtı üyeliğinin askıya alın­ması da kararlaştırıldı. 1984 yılında ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Afganistan'dan yabancı askerlerin çekilmesi kararı aldı (2 Ocak), fakat Sovyetler Bir­liği bu kararın uygulamasına yanaş­madı.

Sovyetler Birliği'nin yeni lideri Mihail Gorbaçov, iktidara geldikten sonra Af­ganistan'ın kanayan bir yara olduğunu söyleyerek buradaki yenilgilerini kabul etmek zorunda kaldı ve mücadelede başarılı olamayan Babrak Karmal'ı göz­den çıkardığını belli etti. 4 Mart 1986'da sağlık durumunun bozulduğu gerekçe­siyle görevden ayrıldığı bildirilen Bab­rak Karmal'ın yerine, Afgan gizli istih­barat teşkilâtı başkanı Muhammed Necîbullah, Afganistan Demokratik Halk Partisi genel sekreterliğine ve Devrim Komuta Konseyi başkanlığına getirilir­ken Karmal, devlet başkanı olarak kal­dı. Fakat Karmal, aralık ayında bu gö­revinden alınıp yerine Hacı Muhammed Çamkani getirildi.

İktidarı ele alan Necîbullah. Babrak Karmal'ın taraftarlarını iş başından uzaklaştırdı ve arkasından, ülkede işgalden bu yana devam eden iç savaşı durdurmak için tek taraflı ateşkes ilân etti; ancak mücahidler bunu reddettiler ve mücadeleyi sürdürdüler. Necîbul­lah. ateşkes çabalarının başarısızlığa uğraması üzerine rejimin İslâmî oldu­ğunu söylemeye ve her konuşmasına besmele ile başlayıp sözlerini dinî mo­tiflerle süslemeye gayret gösterdi. Yeni camiler inşa ettirdi ve din görevlilerine maaş bağlattı. Fakat komünist rejime müslüman halk nazarında meşruiyet kazandırmaya yönelik bu çalışmalar ba­şarısızlıkla sonuçlandı. Eylül 1986'da ya­pılan Afganistan Demokratik Halk Par­tisi Kongresi'nde Karmal taraftarlanyla Necîbullah taraftarları arasında kanlı kavgaların çıkması ve Karmal'ın yakın­larından Mahmud Beryali ile Anahita Ratıbzad'ın yaralanmaları, partinin yö­netiminde bir iktidar mücadelesinin ol­duğunu ortaya koydu. Beryali ile Ratıbzad partiden ihraç edildiler ve Karmal da Mayıs 1987'de tedavi gerekçesiyle Sovyetler Birliğine gitti. Temmuz 1987’de devletin adı Afganistan Cumhuriyeti olarak değiştirildi.

Muhammed Necîbullah 1988 başla­rında yönetimde bazı değişiklikler ya­parak başbakanlığa ılımlı olarak bilinen Hasan Şark'ı getirdi. Öte yandan, Sov­yet birliklerinin geri çekilmesine ve iş­galden sonra ülkelerini terkedip Pakis­tan ve İran'a göç etmek zorunda kalan milyonlarca göçmenin ortaya çıkardığı Afganistan meselesine barışçı bir çö­züm getirmek için, Birleşmiş Milletler genel sekreterinin özel temsilcisi Diego Cordovez tarafından Afganistan ve Pa­kistan arasında sürdürülen dolaylı gö­rüşmeler olumlu şekilde sonuçlandı ve 14 Nisan 1988'de Cenevre Antlaşması imzalandı. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin garantör olarak imza koydukları bu antlaşmaya göre, Sovyet birliklerinin Afganistan'dan çe­kilmeleri 1989 yılının ilk aylarında tamamlandı ve ülke, yurt dışında bulunan Afganlı göçmen ve mücahidlerin dönme­lerinden sonra yeni bir siyasî yapıya ka­vuşmuş olacaktı. 24



Mücahid Teşekkülleri.

Sovyetler Birliği fiilen Afganistan'a askerî müdahalede bulunmadan önce, Sovyet yanlısı yöne­timle mücadele etmek için teşkilâtlan­maya başlayan müslüman halkın bir kısmını bünyesinde toplayan ilk müca­hid grupları, Gülbeddin Hikmetyar'ın li­derliğindeki Hizb-i İslâmî ile Burhâned-din Rabbânrnin liderliğindeki Cem'iyyet-i İslâmrdir. İşgal öncesinde yöneti­me karşı mücadele veren mücahidler, işgalden sonra hem Sovyet işgal güçle­riyle hem de işgalcilerin desteğindeki gayri İslâmî komünist yönetimle savaş­mak zorunda kaldılar. Afgan halkı ülke­de uygulanan politika ve şiddet eylem­lerine karşı mücahidlerin yanında yer alarak onlarla birlikte savaşmaya başla­dı. Çeşitli şekilde teşkilâtlanan mücahidlerle halk, komünist yönetim ve iş­gal güçlerinin baskı ve zulmü karşısın­da ülkelerinden hicret ederek Pakistan ve İran'daki göçmen kamplarında zor şartlar altında hayatlarını sürdürmeye ve bağımsızlık için mücadele vermeye çalıştılar.

1978 yılından sonra askerî müdaha­leye ve rejime karşı Afgan halkını teşki­lâtlandıran çok sayıda grup kuruldu. Bunların en önemlileri şu anda Afgan Mücahidleri İslâm İttihadı (İttihâd-i İslâmî-i Afgan Mücâhidîn) adlı birliği oluş­turan yedi teşkilâttır ve bunların ikisi dışında kalanlar 1978 yılından sonra kurulmuştur. 25

Hizb-i İslâmî.

İşgalden önce kurulan ilk mücahid grubudur, liderliğini Gülbeddin Hikmetyar'ın yaptığı, ülkedeki gençlerin büyük bölümünü bünyesinde toplamış bulunan bu teşkilât, mücahid gruplarının en güçlüsü kabul edilmek­tedir. Yaklaşık olarak kırk beş bin kişi­lik organize mücahid gücüne sahip bu­lunan Hizb-i İslâmî, bilhassa Paktiya, Kandehar, Logar. Gazne, Kunar, Neng-rehar. Kunduz, Samangan, Mezânşerif ve Kabil eyaletlerinde etkili olmaktadır. 26



Cem'iyyet-i İslâmî.

İşgalden önce ku­rulan ikinci teşkilâttır. Hizb-i İslâmi’den sonra en güçlü durumda bulunan bu grubun liderliğini tanınmış ilim adamla­rından Prof. Burhâneddin Rabbânî yap­maktadır Ülkenin her yerinde etkinliği olan Cem'iyyet-İ İslâmî yirmi beş bin kadar mücahide ve ayrıca altmış beş bin kişilik savaşçı bir güce sahip bulunmaktadır. Bedahşan, Tohar ve Herat eyaletlerinde daha güçlüdür. 27



İttihâd-ı İslâm-ı Afganistan.

İşgalden sonra. 1982'de Babrak Karmal'ın hapis­ten çıkardığı Prof. Abdürresul Seyyaf tarafından kuruldu. Kabil ve Paktiya eyaletlerinde daha faaldir ve gücü lide­rinin kişiliğinden gelmektedir. Az sayıda mücahidi bulunmasına rağmen gruplar arasında önemli bir yere sahiptir. 28



Hareket-i İnkılâb-ı İslâmî.

Mevlevî Mu­hammed Nebi’nin liderliğini yaptığı bu teşkilât, ılımlı karakteriyle tanınmakta­dır. Afganistan'ın daha çok güney ve doğu eyaletlerinde etkilidir ve savaşçı gücü on bin kişi kadardır. 29



Hizb-i İslâmî.

Hİkmetyarın liderliğin­deki Hizb-i İslâmrden bazı görüş farklı­lıkları sebebiyle ayrılan Yûnus Hâlis'in kurduğu bu ikinci Hizb-i İslâmî teşkilâtı beş bin kadar mücahide sahip olup Nengrehar, Kabil ve Paktiya eyaletlerin­de etkilidir. 30



Me'haz-ı Mill-i İslâmî.

1978’den sonra kurulan en önemli mücahid grubudur ve on bin kadar savaşçıya sahiptir. Li­deri, halk arasında itibarlı bir yeri bulu­nan Geylânî ailesinden Seyyid Ahmed-i Geylânrdir. Abdülkâdir-i Geylâni’nin to­runlarından olan Ahmed-i Geylâni’nin güçlü bir tarikat ailesinden gelmesi, teş­kilâtın halk arasındaki nüfuzunu arttırmaktadır. 31



Cephe-i Necât-ı Millî.

Sibgatullah Müceddid’nin liderliğindeki bu grup ılımlı karakterde olup on bin kişilik bir savaş­çı gücüne sahiptir. Müceddidî bir süre Libya'da kalmış, Libya'nın yardımı ile Danimarka'da bir İslâm merkezi açarak başkanlığını yapmıştır. İşgalden sonra da Pakistan'a dönüp cihada katılmıştır.

Yukarıdaki yedi teşekkül Sünnî müslümanlara ait olup ayrıca, ülkedeki müslüman nüfus içerisinde azımsanmaya-cak bir nisbeti temsil eden Şiî müslümanlann da Sovyet işgaline ve yöneti­me karşı mücadele vermek üzere teşkil ettikleri çeşitli gruplar bulunmaktadır. Özellikle Afganistan'ın orta kesimlerin­de yaşayan Şiîler'in Seyyid Ali Behişirnin liderliğindeki Sûrâyı İttifâk-ı İslâmî ve Şeyh Âsaf Muhsinfnin liderli­ğindeki Hareket-i İnkılâbı İslâmî adları­nı taşıyanlar önemlidir ve bunlar Peşâver'deki mücahid gruplarıyla birlikte hareket etmektedirler. Bu ikisinden baş­ka iran'la yakın münasebeti olan Şarman-ı Nasr teşkilâtı da önemlidir.

Çeşitli gruplara dağılmış olan Afgan mücahidleri. işgalcilere ve komünist yö­netime karşı daha etkili mücadele ver­mek için. 1982 yılında bütün teşekkül­lerin gayretiyle Afgan Mücahidleri İs­lâm İttihadı adıyla bir birlik oluşturdu­lar. Fakat bu teşekküller kendi grupla­rının feshine yanaşmadıkları için birlik kısa zaman sonra dağılmak zorunda kaldı. 1985 yılında ikinci bir anlaşma ile yine aynı adı taşıyan yeni bir birlik ku­ruldu ve başına ilk başkan olarak Ab-dürresul Seyyafın yardımcısı Ahmed Şah getirildi. Varılan anlaşmaya göre başkanlığa, üç aylık sürelerle dönüşüm­lü olarak yedi mücahid grubunun tem­silcileri geleceklerdi. Sovyet işgal birlik­lerine ve onların desteğiyle ayakta du­ran yönetime karşı mücadele veren ye­di mücahid grubun birleşerek ortak ha­reket etmeleri, güçlerini arttırdığı gibi faaliyetlerin koordineli yürütülmesine de yardımcı oldu. Muhammed Necîbullah'ın uzlaşma tekliflerini reddeden Af­gan Mücahitleri İslâm İttihadı. Sovyet birliklerinin Cenevre Antlaşması uyarınca 15 Mayıs 1988'de Afganistan'dan çe­kilmeye başlamalarından sonra Haziran 1988'de sürgünde bir hükümet kurup başkanlığına Ahmed Şah'ı getirdi.

15 Şubat 1989da Sovyet birliklerinin Afganistan'dan tamamen çekilmeleri üzerine ortaya çıkan yeni durumu görüşmek amacıyla, Tahran yanlısı Şiî mü­cahid grupların katılmamalarına rağ­men Sünnî mücahid teşkilâtların iştira­kiyle Afgan Mücahidleri Danışma Mecli­si Pakistan'ın Ravalpindi şehrinde top­landı. Şûra adı verilen bu meclis takip edilecek yeni stratejileri belirledi ve bü­tün grupların temsil edildikleri bir mücahid hükümeti kurdu. Şûra, devlet başkanlığına Sibgatullah Müceddidryi. başbakanlığa Abdürresul Seyyaf ı ve dış işleri bakanlığına da Gülbeddin Hikmetyar'ı getirdi. Mücahidlerin kurdukları bu hükümeti Suudi Arabistan. Sudan ve Bahreyn tanıdı. Hikmetyar, XVIII. İslâm Ülkeleri Dış İşleri Bakanları Konferansı'nda 13-14 Mart, I989 Riyad, mücahid hükümetini temsil etti. 32

Bibliyografya



1- Syed Shabbir Hussain v.dğr.. Afghanistan undur Souiet üccupation, İslamâbâd 1980.

2- Tahir Amin. Afghanistan Crisis: Implications and Options for Müslim Wor!d, Iran and Pakistan. Islamâbâd 1982.

3- Arı-thony Arnold, Afghanistan's Tıuo-Party Com-munism: Parcham and Kha!q, Califomia 1983.

4- Anthony Hyman. Afghanistan under Snuiet Domination 1964-1983, London 1984.

5- Malcolm E. Yapp, “Afghanistan (History)”, The Far East and Austratasia 1988, London 1987. 33


Yüklə 1,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin