ARÛZÎ
Bk. Nizami-i Aruzi.
ARVÂSİ, Abdülhakim
Bk. Abdülhakim Arvasi
ARZ
Bk. Arazi
ARZ
Bk. Yer.
ARZ
Belli zamanlarda askerin teftişi, resmigeçit sırasında genel yoklama anlamında bir terim. Bk. Isti’raz.
ARZ
Genel olarak hadislerin karşılaştırılması ve hocanın onayına sunulması anlamında bir terim.
Sözlükte “Ortaya koymak, göstermek, sunmak, bir şeyi gözden geçirip durumuna bakmak, teklif etmek” gibi mânalara gelir. Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın göklere, yere, dağlara ve insana “emanet”i taşımayı teklif etmesine 805 ve isimlerini sormak üzere varlıklarını meleklere göstermesine 806 arz denilmiştir. Biri arz, diğeri emir tarzında olmak üzere iki türlü teklif vardır. Arz şeklindeki teklifin kabul edilmesi mecburi değildir. Nitekim gökler, yer ve dağlar emaneti taşımayı kabul etmemişlerdir. 807 Emir şeklindeki teklifin kabulü ise mecburidir. Allah'ın, kullarının işledikleri amelleri âhirette önlerine sermesine, kulların Allah'ın huzuruna çıkarılmasına da arz denilmiştir. 808 Cehennemde azapla karşılaşma Kur'-ân-ı Kerîm'de arz kelimesiyle ifade edildiği gibi 809 Kur'an'da geçen “Kolay bir hesap” ifadesi de 810 hadislerde, “Kulun yaptıklarının âhirette kendisine gösterilip bildirilmesi” mânasına aynı kelime ile açıklanmıştır. 811
Mahşerdeki en önemli yerlerden biri, sorgulama ve hesaba çekme mahalli olan “Mevkıfü'l-arz”dır.
Hadis ilminde arz değişik mânalarda kullanılmıştır.
1) Talebenin, hocasının huzurunda onun rivayet ettiği hadisleri okuması. “Arzu's-semâ” ve “Arzu'l-kırâat”da denilen bu usulle talebe okuduğu hadisleri hocadan alıp öğrenmiş olur. Bazı âlimler hadis öğrenme 812 yollarından biri olan kıraate arz adını verirler.
2) Talebenin herhangi bir yerden elde ettiği veya hocasına ait hadis kitabından istinsah ettiği kendi nüshasını ona vermesi, hocanın da bu kitabı inceledikten sonra talebesine iade etmesi. Bu usul, tahammül’-hadîs yollarından biri olup daha çok “Arzu'l-münâvele1 diye bilinir. Bu çeşit arz, hadis öğreniminde, bazı âlimlerce semâ* değerinde kabul edilmekle beraber birçoklarınca semâ ve kıraatin altında sayılmıştır.
3) Talebenin öğrenip yazdığı hadisleri, onları kendisine rivayet eden hocasının 813 veya başka bir güvenilir râvinin hadisleriyle karşılaştırması. Mukabele ve muâraza terimleriyle de ifade edilen bu husus, öğrenilen hadisi rivayet edebilmek için zaruri görülmüştür. Mukabele edilmeyen eserlerden hadis rivayet edenleri Hâkim en-Nîsâbûrî tenkit etmiştir. Ancak mukabele edilmemiş kitaplardan hadis rivayeti de bazı şartlarla caiz görülmüştür. Arz işi hocanın veya hocanın hocasının aslıyla yapılabileceği gibi 814 bunlarla karşılaştırılmış tâli bir eserle de 815 yapılabilir. Rivayet eden hoca ile talebenin, talebe ile bir başkasının beraberce, biri okuyup diğeri takip ederek karşılaştırma yapması mümkündür. Karşılaştırma yapılırken daha önce hadislerin sonuna konan küçük dairelerin içine nokta koyma, arzın yapıldığına işaret olarak uygulanan bir usuldü. Karşılaştırmanın yapıldığını sadece kitabın sonunda belirtmekle de yetinildiği olmuştur. 816
Bibliyografya:
1- Buhârî. “İlim”, 35, “Tefsir”, 84/1.
2- Sehâvî, Fethu'l-muğiş, Kahire 1388/1968, II, 25, 102, 166.
3- Süyûtî, Tedrbir-râvi, II, 12, 92-94.
4- Ali el-kârî. Muştlahâtü ehli'l-eşer, İstanbul 1327, s. 264.
5- Talât Koçyiğit Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 38 vd.
ARZ
Osmanlılar'da genellikle devlet işleriyle ilgili bir mesele hakkında padişaha sözlü veya yazılı olarak bilgi sunma.
Padişaha arzda bulunabilecek olanların belirtildiği Fâtih Kanunnâmesi'ne göre, sözlü olarak bizzat arzda bulunma hakkı devlet ve sarayın en yüksek kademelerindekılere tanınmıştı. Bunlar başta sadrazam olmak üzere kazaskerler, defterdarlar ile Enderun'dan kapı ağası, has odabaşı, hazinedarbaşı, kilercibaşı ve saray ağası idi. Beylerbeyiler, ümerâ ve kadılar ise padişaha ancak yazılı olarak arzda bulunabilirlerdi.
Fâtih devrinden itibaren padişahların bizzat Dîvân-ı Hümâyun müzakerelerine katılmaması, bu toplantılarda görüşülen meselelerle alınan kararların padişaha bildirilmesi ve tasdiki zaruretini doğurdu. Bu sebeple divan üyeleri haftanın belli günlerindeki toplantılardan sonra padişahın huzuruna çıkmaya başladılar. “Arza girme” denilen bu olay, Topkapı Sarayı'nın üçüncü avlusunda Bâbüssaâde'nin karşısında, ilk inşası Fâtih devrinde yapılan Arz Odası'nda cereyan ederdi. Fâtih Kanunnâmesi'ne göre haftada dört gün arza girilirdi. XVI. yüzyılda Divân-ı Hümâyun'un haftada dört gün toplanmaya başlamasıyla arz günleri de pazar ve salı olmak üzere ikiye inmiş, divanın haftada iki gün toplandığı XVII. yüzyıl sonlarında ise sadece salı günleri arza girilmeye başlanmıştır.
Arza girilecek günlerde Dîvân-ı Hümâyun toplantılarının bitiminde, divan üyelerinin arza kabulleri ricasını bildiren telhis reîsül küttâb tarafından bağlanıp mühr-i hümâyunla mühürlenerek kapıcılar kethüdası ile padişaha gönderilirdi. Padişahın izni geldikten sonra arza önce yeniçeri ağası girer ve ocak hakkında bilgi sunardı. İkinci olarak Rumeli ve Anadolu kazaskerleri arza girerler ve her biri kendi bölgeleri içindeki kadıların tayinleriyle ilgili telhis*leri okurlardı. Padişahın arzedilen hususlara dair sorulan olursa cevaplarlar, soru olmadığı takdirde kısa bir müddet bekledikten sonra çıkarlardı. Rumeli ve Anadolu beylerbeyilikleri payesi veya vezâretleri olan defterdar ve nişancılar, sadrazam ve Kubbealtı vezirleriyle arza girerlerdi. Ayrıca yeniçeri ağası da vezâreti olduğu takdirde ikinci defa sadrazamla beraber arza kabul edilirdi. Paye veya vezâreti olmayan defterdar, ulufe divanlarında arza girdiğinde ulufe telhisini okuyup çıkardı. Yıl sonu muhasebe bilançosu mahiyetindeki bütçe de padişaha yine defterdar tarafından okunurdu. Defterdar, telhisin okunmasından sonra padişahın yönelteceği sorulara da sadrazamın aracılığıyla cevap verirdi. İdarî konular sadrazam tarafından padişaha arzedilir, gizliliği olan meseleler ise vezirlerin Arz Odası'nı terketmelerinden sonra konuşulurdu.
Dîvân-ı Hümâyun'un önemini kaybetmesinden ve devlet işlerinin Paşa Kapısı'na 817 intikalinden sonra Dîvân-ı Hümâyun sadece ulufe ve elçi kabulü günleri yapıldığından arza da bu toplantılardan sonra girilir olmuştur. XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Kubbealtı veziri tayin edilmediğinden arza sadrazamla birlikte kaptanpaşa da girmeye başlamıştır. Bundan böyle sadrazamın padişahla görüşme ihtiyacı duyduğunda bir telhisle müsaade alması gerekmiştir. Padişahın yazılı iznini gerektiren hususlarda da konu ile ilgili telhisler Paşa Kapısı'ndan gönderilmiştir. II. Mahmud döneminde padişaha hitaben yazılan telhislerin yerini ise Mâbeyn-i Hümâyun başkâtipliğine yazılan arz tezkireleri almıştır.
Sadrazamın telhisine Mâbeyn başkâtibi tarafından cevap verilmesi keyfiyetine ilk olarak Tahmiscioğlu isyanı sırasında Cemâziyelevvel 1248'de 818 rastlanmaktadır. Ancak bu tarihten sonra telhisler hemen arz tezkiresine dönüşmüş değildir. Daha bir süre hatt-ı hümâyun usulü devam etmiş ve 1250'den 819 sonra telhis yerini tamamen
arz tezkiresi veya tezkire-i ma'rüzaya bırakmıştır. Telhis üzerindeki padişah emri bizzat padişahın kaleminden çıktığından hatt-ı hümâyun, arz tezkireleri üzerindeki ise şifahî emir olması dolayısıyla irade olarak adlandırılmıştır.
Telhislerle arz tezkireleri arasında şekil bakımından da farklılık vardır. Telhislerde yazı kâğıdın üst yarısından başladığı ve padişahın cevabı telhisin üst tarafında yer aldığı halde arz tezkirelerinde yazı kâğıdın alt yarısında bulunmakta, Mâbeyn başkâtibi tarafından verilen cevap ise, kâtibin sadrazamdan daha aşağı bir mevkide olması dolayısıyla, arzın alt tarafında sağ üstten sol alta doğru eğik olarak yazılmakta idi. Ancak iradenin uzun olduğu için alta sığmaması halinde kâğıt ters çevrilerek üste devam edilebiliyordu. Arz tezkirelerine de telhislere olduğu gibi ilk zamanlarda tarih atılmıyordu. Bir istisna olarak Rauf Paşa'nın sadâreti sırasında 1253 tarihli bazı arz tezkirelerinde hem tarih hem de arzın altında sadrazamın, iradenin altında ise Mâbeyn başkâtibinin mühürleri bulunmaktadır. 820 Fakat bu usul devamlı olmamıştır. Onun için 1255'e kadarki iradelerin tarihleri, ya ekleri olan belgelerden veya eğer varsa arka yüzün sol üst köşesine konulmuş olan tarihten çıkartabilmektedir. 821 Tanzimat'tan sonra gerek arz tezkirelerine gerekse iradelere tarih konulmaya başlanmıştır. Uzun süre telhisler gibi arz tezkirelerine de imza atılmayıp sadece arzın altına bir “Mim” (f) harfi konulurken asrın son çeyreğinden itibaren arzın altında sadrazamın, iradenin altında ise Mâbeyn başkâtibinin imzası da yer almıştır. Bununla beraber 1295'te imzalı arz tezkireleri yanında hâlâ imzasızlara da rastlanmaktadır. 822 Arz tezkirelerinde başlangıçta genellikle “Seniyyti'l-himemâ, kerimü'ş 823 -şiyemâ, devletli, atûfetlü efendim hazretleri” yahut “Seniyyü'l-himemâ. inâyetlü atûfetlü efendim hazretleri” gibi elkablar kullanılırdı. Sadrazamın, Mâbeyn başkâtibinden yaşça büyük olması halinde “Atûfetlü”-den sonra bir de “oğlum” kelimesi eklendiği de olurdu. 824 Bilhassa asrın sonlarına doğru “Atûfetlü efendim hazretleri” gibi kısa elkablar daha fazla kullanılır olmuştur.
Sadrazam tarafından padişaha iletilmek üzere Mâbeyn'e sunulan arz tezkirelerinden başka alt makamdan üst makama resmî mahiyette yazılan dilekçelere de arz adı verilirdi. Tarih bulunmayan, sadece alta imza atılan arzların da “Arz-ı bendegî budur ki”, “Dergâh-ı felek-medâr ve bârgâh-ı gerdün-iktidâr türabına arz-ı bende-i bî-mikdâr budur ki”, “Atebe-i gerdûn-iktidara arz-ı bende-i bî-mikdâr ve zerre-i hâksâr oldur ki” 825 “Südde-i seniyye-i saâdet-nişân ve atebe-i adâlet-unvâna arz-ı bende-i nâtüvân oldur ki” 826 vb. çok değişik başlangıç formülleri vardı. Kadı ve nâibler tarafından sunulan arzlarda genellikle arz yerine çok defa ma'rûz kelimesi kullanılırdı. Yine kadılar tarafından sunulan arzlarda daha XVI. yüzyılda bile tarih atıldığı görülmektedir. 827 Nitekim “Evâhir-i Safer” 1017 828 tarihli bir kadılık beratında da kadının göndereceği arzlara tarih koyması gerektiğine beratın sonunda işaret edilmektedir. 829 Arzların altına genellikle “Ez'afü'l-ibâd” denilerek isim yazılır veya mühür basılırdı. Bazan da hem imza hem de mühür kullanılırdı. Sadece mühür kullanıldığında, mühürlerin benzer olması ve sahibinin sıfatının mühürde bulunmaması halinde İstanbul dışından gönderilen arzlarda karışıklıklar meydana gelebildiğinden, 1846'da arzlarda mühür ve imzanın bir arada kullanılması hususunda taşra valiliklerine emirler gönderilmişti. 830 Alt makamdan gelen bir arz, bazan sadrazam tarafından arzın üzerine yazılan kısa bir telhisle padişaha sunulur, padişah da kararını bildiren hatt-ı hümâyunu üst kısma yazardı. 831
Bibliyografya:
1- BA, A. DVN, Hatt-ı Hümâyun ve İrade tasnifleri belgeleri içindeki arzlar.
2- TSMA'daki arzlar.
3- Teşrifatîzâde Mehmed, Defteri Teşrifat, İÜ Ktp. TY, nr. 9810, vr. 49a-50a.
4- Mustafa Münif. Defter-i Teşrifat, İÜ Ktp. TY, nr. 8892, vr. 91s-92b.
5- Teşrifat-ı Kadîme, s. 91-96.
6- Abdülkadir Özcan, “Fâtih'in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizam-ı Alem İçin Kardeş Katli Meselesi”, 70, sy, 33 (1982), s. 33-34.
7- Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, s. 30-35.
8- Uzunçarşılı, . Saray Teşkilâtı, s. 68-69.
9- Uzunçarşılı, “Kayserili Ahmed Paşa Hakkında İkinci Abdüthamid'in Bir hatt-ı Hümâyûnu”,
VII Belleten , s. 523.
Dostları ilə paylaş: |