ASAF
İslâm dünyasında vezir karşılığı veya vezirin sıfatı olarak kullanılan bîr terim.
İbrânîce'den Arapça'ya geçmiş olan bu kelime, Hz. Süleyman'ın hikmet ve tedbiriyle tanınan veziri Âsaf b. Berahyâ'nın adından gelmektedir. Osmanlılar’da vezir ve özellikle veziriazamlar için kullanılmıştır. Çeşitli kelimelerle birleşerek “Vezire ait” mânasına âsafî, sadrazam konağı ve Babıâli için Bâb-ı Âsafî, itibar ve haysiyet sahibi kişiler için âsaf-câh, ileri görüşlü kimseler için âsaf-rey ve âsaf-nazîr vb. terkipler ortaya çıkmıştır. Lutfî Paşa da (ö. 1564) Osmanlı devlet idaresine dair tanınmış eserine Asafnâme* adını vermiştir. Edebiyatta ise vezirlerden bahsederken veya sadrazamlara yazılan kasidelerde övgü için kullanılmıştır. Âsaf kelimesine Türk-İslâm toplumlarında erkek adı olarak da rastlanmaktadır. 1083
Bibliyografya:
1- Kamus Tercümesi, III, 518.
2- Türk Lügati, I, 90.
3- Pakalın, I, 92.
4- Ömer Rıza Doğrul, “Âsaf”, İTA, I. 532.
ASAF b. BERAHYA
İslâmî kaynaklarda Hz. Süleyman'ın kâtibi veya veziri olduğu kaydedilen kişi.
Âsaf b. Berahyâ b. Şimea b. Mikael b. Baaseya b. Malkiya 1084 Ahd-i Atîk'e göre, Levioğulları'na mensup Gerşom ailesinden Berekya'nın 1085 oğludur. Hz. Dâvûd zamanında kendisine, ahid sandığı*nın Obededom'un evinden esas yerine taşıtılması sırasında, Heman ve Eytan 1086 ile birlikte, yüksek ses çıkaran tunç zillerle sandığa kılavuzluk etme işi verilmiştir. 1087 Daha sonra Hz. Dâvüd tarafından ahid sandığı önündeki merasimde bu zilleri çalmakla görevlendirilmiş 1088 ibadetin düzenlenmesinin ardından da çeşitli mûsiki aletleriyle ilâhi söyleyip peygamberlik etmeleri için vazifelendirilen üç aileden birinin reisi olmuştur. 1089 Hz. Süleyman'ın mabedi bina etmesinden sonra, ahid sandığının mâbeddeki yerine nakli sırasında da aynı görevi sürdürmüştür. 1090 Mezmurlar”dan onikisi 1091 onun adını taşımaktadır. Onun “Peygamber” veya “Gören” olduğu da kaydedilmektedir. 1092
İslâmî kaynaklarda Âsaf b. Berahyâ Hz. Süleyman'ın teyzesinin oğlu, çok güvendiği bir kişi, sıddîk. hatta Hz. Süleyman'ın kâtibi ve veziri olarak gösterilmekte, ism-i a'zam'ı bildiği, duasının kabul edildiği, keramet sahibi olduğu nakledilmektedir. Tarihçiler ve müfessirler onun adını Hz. Süleyman'la ilgili bir vakayı izah ederken zikrederler ki bu vak'a Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde nakledilmektedir: Hz. Süleyman Sebeliler'in teslim olmalarını istedi ve çevresindekilere,
“Ey ulular, dedi; bana teslim olarak gelmelerinden önce hanginiz onun 1093 tahtını bana getirir?, Cinlerden bir ifrit, 'Sen yerinden kalkmadan önce ben onu sana getiririm' dedi. 'Bunu yapmaya gücüm yeter ve ben güvenilir bir kimseyim'. Kendisinde kitaptan ilim bulunan zat ise, 'Sen gözünü açıp kapayıncaya kadar ben onu sana getirebilirim” dedi. 1094 Sebe melikesinin tahtını göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir sürede getireceğini söyleyen zatın kim olduğu hususunda çeşitli rivayetler vardır. Müfessirler çoğunlukla bunun Âsaf b. Berahyâ olduğunu söylemektedirler. Tarihçiler de aynı görüşü paylaşırlar.
Âsaf b. Berahyâ ile ilgili olarak İslâmî kaynaklarda yer alan bir başka rivayet de şöyledir: Hz. Süleyman bir adayı istilâ eder ve ada hükümdarının kızı Cerâde'yi alır. Cerâde, babasının başına gelenleri hatırlayarak mahzun olduğunu söyler ve babasının bir suretinin yaptırılmasını ister. Hz. Süleyman bunu kabul eder. Fakat Cerâde gizlice bu heykele tapmaya başlar. Bu iş Hz. Süleyman'ın bilgisi dışında kırk gün devam eder. Hadiseyi haber alan Âsaf b. Berahyâ bir toplantı yapmak için Hz. Süleyman'dan izin alır ve yaptığı konuşmada, daha önce yaşayan peygamberleri överek anar. Sıra Hz. Süleyman'a gelince, “Çocukluğunda ne kadar uslu idi ve sevilmeyen her şeyden ne kadar uzaktı” demekle yetinir. Hz. Süleyman, niçin sadece gençlik yıllarından bahsedip daha sonraki dönem hakkında bir şey söylemediğini sorunca Âsaf meseleyi anlatıp sarayında kırk gündür puta tapılmakta olduğunu belirtir. Bunun üzerine Hz. Süleyman putu kırdırır, Cerâde'yi cezalandırır ve kendisi de tövbe eder. 1095
Âsaf b. Berahyâ. bunlardan başka, Hz. Süleyman'ın saltanat mührünü kaybetmesi hadisesiyle ilgili olarak da zikredilmektedir. 1096
Bibliyografya:
1- Taberî, Târih (Ebü'l-Fazl), I, 496-499.
2- Taberî, Tefsîr, XIX. 100-103.
3- İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, Beyrut 1398/1978, s. 380.
4- Sa'lebî, ‘Arâ’isul-me’âlis, Kahire 1301, s. 243-248.
5- Fahreddİn er-Râzî, Tefsir, XXIV, 197.
6- İbnü'l-Esîr. el-Kâmil, I, 236-240.
7- İbn Kesîr. et-Bidâye, II, 23.
8- Âlûsî, Rûhu't-me'ânt, XIX, 203-204.
9- B. T. Dahlberg. “Asaph”, IDB, I, 244-245.
10- H. H. Guthrie. JR, “Berechiah”, IDB, I, 385.
11- Elmaİılı. Hak Dini, V. 3679-3681.
12- Ömer Rıza Doğrul, “Âsâf”, İTA, I, 532-535, A. J. Wensinck. “Âsaf”, İA, I, 664.
13- Mecdeddin Keyvanî, “Aşaf b. Berahyâ”, DMBİ, I, 414-416.
ASAF HALET ÇELEBİ
Bk. Çelebi, Asaf Halet.
ASAFİYE CAMİİ
Bağdat'ta Dâvud Paşa Camii adıyla da anılan Osmanlı devri camii.
Şüheda Köprüsü'nün 1097 yanında, yıkılan Mevlevî tekkesinin yerine Bağdat Valisi Dâvud Paşa tarafından 1826 - 1830 yılları arasında yaptırılmıştır. 1816-1831 yılları arasında vezirlik rütbesiyle Bağdat valiliği yapan Dâvud Paşa âlim, âdil ve zâhid bir kimse olduğundan “Âsafü'z-zamân” 1098 lakabıyla anılmış ve camiye de bundan dolayı Asafiye Camii denilmiştir. İki kubbeli ve çifte minareli olarak tuğladan inşa edilen cami, tekkeden kalan türbeyle birlikte kare bir plana sahiptir. 1964 yılında köprünün genişletilmesi sebebiyle kuzeybatıdaki minaresi yıkılarak diğer minaresine ikinci bir şerefe eklenmiştir. Daha sonraki tamirlerde de kubbelerle son cemaat yeri, revaklar ve cephe süslemeleri yenilenmiştir.
Müstansıriyye Medresesi'ne kadar uzanan avlunun kuzey ve batısında aynalı tonoz örtülü yapılarla abdest alma yerleri bulunmaktadır. Düz beton tavanla örtülü yeni son cemaat yerinden üç kapıyla harime geçilir. Orta kapı üzerinde dört beyitlik çinili inşa kitabesi yer almaktadır. Ortadan geniş bir kemerle ikiye bölünen harim kısmı dokuzar metre çapında iki kubbeyle örtülüdür. Kubbeler kalın duvar-pâye sisteminin taşıdığı kemerler ve pandantiflere oturtulmuştur. Altta ikişer, üstte birer penceresi bulunan duvarların iki metre yüksekliğe kadar olan kısımları mermer kaplanmış, yukarı kısımları kireçle sıvanmıştır. Kıble duvarında olması gereken mihrap nişi, mekânı ikiye bölen kemerin duvarın orta hizasına rastlayan ayağına açıldığından, cemaatle kılınan namazlarda iki saflık bir alan kullanılamaz durumdadır. İç mimaride mihrap çinilerinin ve pandantiflerdeki baklava motiflerinin dışında süslemeye yer verilmemiştir. Ahşap minber sade ve basittir. Payeler arasında harimi üç taraftan saran mahfil yeni yapılmıştır. Dış cephelerdeki geometrik tuğla süslemelerle kubbeler ve minaredeki mozaik çiniler bölgedeki sanat geleneğinin etkisini taşımaktadır.
Âşafiye Camii, mihrap konumundaki aksaklık dışında, Dicle'nin kıyısında ferah mekânı ile Bağdat mimarisine değişik bir plan anlayışı getiren güzel bir Osmanlı eseridir. 1099
Bibliyografya:
1- Mahmûd Sükrî el-Âlûsî, Târîhu mesâcidi Bağdâd ve âşâruhâ, Bağdad 1346, s. 28.
2- Ya'küb Serkîs. Mebâhişü'irâkıyye, Bağdad 1948, I, 167-169.
3- Abdülazîz Süleyman Nevvâr, Dâvûd Pâşâ: Veti Bağdad, Kahire 1388/1968, s. 301.
4- Y. İbrahim es-Sâmerrâî. Târihu mesâcidi Bağdâdi'l-hadîşe, Bağdad 1977, s. 266.
5- Abdülüs Selâm Uluçam, Irak'ta Türk Mimarî Eserlerinin Gelişmesi (doktora tezi, 1983). Atatürk ünv. Fen-Ed. Fak., s. 115-118.
Dostları ilə paylaş: |