Bibliyografya



Yüklə 1,07 Mb.
səhifə8/26
tarix07.01.2019
ölçüsü1,07 Mb.
#90905
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   26

DİNSİZLİK153




DİPLOMATİK

Belgelerin özelliğini inceleyen bilim dalı.

Grekçe asıllı bir kelime olan diploma "ikiye katlanmış şey. katlanmış kâğıt" anlamına gelir. Kelime eski Yunan'da "iki levha arasına yazılmış hukuk akdi" için de kullanılmıştır. Latince'deki karşı­lığı ise "tavsiyenâme veya salâhiyet kâ-ğıdı'dır. Roma'da imparator veya sena­to tarafından posta vasıtalarında kulla­nılmak üzere verilen pasaporta ve as­kerlik yapanlara bazı imkânlar sağlayan imtiyaznâmeye de diploma denmiştir. Ortaçağ'da resmî devlet daireleri tara­fından diploma kelimesi yerine "berat, mektup, belge" mânalarına gelen charta, epistola, littera, pagina, briet ve urkun-de kelimeleri kullanılmıştır. Fransızca'da diplöme "şehâdetnâme, berat, imtiyaz" anlamlarını taşımakta; aynı kökten gelen diplomatik ise -şehâdetnâme, imti-yaznâme ve eski ahid ve kanunlarla be­rat vb. şeyleri halletme fenni", daha ge­niş anlamda "hukukî ve idarî önem taşı­yan belge ve resmî kayıtlan malzeme ve muhteva yönünden inceleyen bilim dalı" şeklinde tarif edilmektedir. Diplomatika olarak da kullanılan diplomatik, çeşitli belgelerin yazılış tarz ve şartları, kulla­nılma yerleri, ihtiva ettiği unsurları ve zaman içinde belgelerin özelliklerinde meydana gelen değişiklikleri inceler.

Diplomatiğin bir ilim olarak ortaya çık­ması pratik bir ihtiyaçtan doğmuştur. Ortaçağ Avrupası'nda savaşlar sonucu kaybolan belgelerin yenilenmesi sırasın­da sahtelerinin de düzenlenmiş olması hakikî ve sahte belgelerin tesbiti işini gündeme getirmiş ve bunların özellikle­rinin belirlenmesi konusundaki çalışma­lar neticesinde de diplomatik ilmi orta­ya çıkmıştır. XVII. yüzyıl sonlarında Mi­lanolu piskoposluk üyelerinin, hakikili­ğinden şüphelenerek incelenmek üzere papalığa gönderdikleri. Papa III. Innocent (1198-1216) tarafından yazıldığı iddia edi­len mektubun sahte olduğu anlaşılınca gerçekle sahte bir belgenin farkları pa­palıkça ortaya konmaya çalışıldı. Bun­dan sonra diplomatikle ilgili bazı çalış­malar yapıldı; hatta Cizvit Daniel van Papebroeck. 1675'te yayımlanan Açta santrum'daki yazısında Saint Deniş Ma­nastın'ndaki krallık belgelerinin hepsini ayınm yapmaksızın sahte olarak vasıf­landıracak kadar ileri gitti. Diplomatik hakiki mânada ilim olma hüviyetini, an­cak Fransız Benedictin tarikatı mensu­bu olan Dom Jean Mabillon'un 1681'de Latince olarak kaleme aldığı De re dip­lomalıca libri sexadlı eseriyle kazandı. Bu eserle arşiv belgelerinin özellikleri tesbit edilerek araştırma ve inceleme usullerinin temelleri atıldığı gibi hakiki ve sahte belgelerin ayırt edilmesi husu­sunda kaideler de kondu.

Jean Mabillon'un eserini, XVIII. yüzyıl­da diğer Avrupa devletlerinde diploma­tik üzerine yayımlanan kitaplar takip et­ti. İngiltere'de Madox Fomulare Angli-canum (1702), İtalya'da Maffei Istoria Diplomatica (1727), Fransa'da Rene Pros-per Tassin ve Charles François Toustain Nouveau traite de diplomatique154; D. de Vaines. Diction-naire de Diplomatique Gatterer, Ele-menta Artis Diplomaticae155, Schoneman, Essai de systeme ge­neral de diplomatique156 adlı eserleriyle diplomatik ilmine

yenilikler getirdiler, ilk diplomatik öğ­retimi yapan müessese olan Ecoles des Chartes ise 1821'de Fransa'da açıldı; bu­nu XIX. yüzyılın ortalannda Viyana ve diğer Avrupa ülkelerinde açılanlar takip İslâm Devletlerinde Diplomatik. Diplo­matiğin tarihi İslâm'da Hz. Peygamber zamanına kadar gider. Bu konuda yapı­lacak araştırmalara ışık tutacak malze­me, bugüne ulaşabilmiş az sayıdaki bel­geden ziyade kâtipler ve diğer görev­liler için kaleme alınmış çeşitli türden eserlerdir. Hicrî ilk asırlardan itibaren düzenlenmiş olan evrak ve defterlerin nasıl tutulması gerektiği konusunda ol­dukça iyi ve sistemli şekilde hazırlan­mış el kitapları metodik olarak ele alın­dığında bunların birer diplomatik kita­bı olduğu görülür. Çünkü modern dip­lomatiğin ele aldığı bütün konular, bu erken dönem inşâ ve küttâb kitapların­da bulunmaktadır. Nitekim Kalkaşendî (ö. 821/1418), kendi zamanına kadar bu alanda yapılan belli başlı çalışmaları gö­rüp Şubhu'1-a'şâ iî şmöcaîi'i-inşâ adıy­la on dört ciltlik bir İslâm diplomatik an­siklopedisi meydana getirmiştir.

Câhiliye dönemi Arap toplumunda ol­dukça zengin şifahî kültür ve edebiya­tın bulunmasına karşılık yazılı evrak ge­leneğinin çok zayıf olduğu bilinmekte­dir. 610 yılında İslâmiyet'in ortaya çıkı­şı hemen her konuda yeni bir dönemin başlangıcı olmuş, 622'de hicretle birlik­te Medine şehir devletinin kurulması ise devlet geleneğinde yeni bir devir baş­latmıştır. Hz. Peygamber'in dinî bir li­der, devlet başkanı ve orduların kuman­danı olması onun dinî, siyasî ve askerî alanlarda kararlar almasını, civarındaki kabileler ve devletlerle, hatta Bizans ve Sâsânî gibi o dönemin en büyük iki im­paratorluğu ile temasa geçmesini, yazış­malar yapmasını zaruri kılmıştır. İbn Sa'd Hz. Peygamber'in İslâm'a davet mek­tuplarını eserinde bir araya getirmiştir157. Oldukça yoğun sayılabilecek bu yazılı muhaberat Arap dünyası için tamamen yeni olan yazış­ma ilmini ortaya çıkarmıştır. Hz. Pey­gamber kalem ve mürekkebin kullanılış biçimi, yazının tertibi, kimlere nasıl hi­tap edileceği, besmele, selâm, dua ifa­deleri, mühür ve tarih koyma gibi mo­dern diplomatik ilminin temel konula­rı ve problemleriyle bizzat ilgilenmiş, mektup ve yazılar yazdınrken istihdam ettiği kırktan fazla kâtibe açıklamalar­da bulunmuştur.158

Hz. Peygamber devrinde divan usulü­nün henüz benimsenmediği. Halife Ömer dönemindeki tartışmalardan anlaşılmak­tadır. Ancak Asr-ı saâdet'te münferit belgelerin dışında bazı defterlerin tutul­duğu konusunda kaynaklarda bilgi bu­lunmaktadır. Hz. Peygamber'in, "Bana müstüman olanları yazınız"159 emriyle ilk nüfus sayımının yapılması; hanımı hacca gitmek isteyen bir sahâbînin, "Ben orduya yazıldım" İfa­desinin hadiste yer alması160; Hay-ber'in fethi sırasında Resûl-i Ekrem'in Zeyd b. Sabit'i müslümanların sayısının tesbitiyle görevlendirmesi; Tebük seferi hazırlıklarından bahseden Kâ'b b. Mâ-lik'in, "Mücahidlerin künyelerini divan defterleri almıyordu" demesi bu dönem­de malî. askerî maksatlarla defter tu­tulduğunu göstermektedir161. Hulefâ-yi Râşidîn zamanında bu uygulama artarak devam etmiş, özellik­le Halife Ömer devrinde divan teşkilâtı­nın kurulmasi ve divan adıyla çeşitli def­terlerin tutulması önemli bir gelişme ol­muştur. Muhammed Hamîdullah başta Hz. Peygamber'in davet mektupları ol­mak üzere Hulefâ-yi Râşidîn dönemini de içine alan resmî yazışmalara ait ve­sikaların metinlerini doktora tezi olarak Fransızca'ya çevirmiş162, daha sonra da Arapça asıllarını yayımlamıştır.163

Divanın, yapılan fütuhatta elde edilen ve "fey" adı altında toplanan cizye, ha­raç ve ticaret mallan gibi vergilerin âdil bir sistemle idaresi için yapılan istişare toplantıları sırasında İranlı olan ve İran'ı tanıyan bazı sahâbîlerin tavsiyesi üzeri­ne ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Divan defter tutma sistemidir. "Levha" adıyla da anılan bu defterlerin Medine dışında Medâin. Küfe, Basra, Dımaşk. Humus, Ürdün, Filistin ve Mısır'da da tutulduğu bilinmektedir. Hz. Ömer'in kurduğu bu divanın dili merkezde ve taşrada Arap­ça'dır. Buna karşılık meselâ Basra ve Kû-fe'de biri orduya, diğeri vergilere ait olan iki divandan birincisinin dili Arapça, ikin­cisinin Farsça idi. Suriye'de de biri Arap­ça, diğeri Rumca iki divan tutuluyordu.164

Emevîler döneminde hem sayı hem de mahiyet açısından divan teşkilâtında önemli gelişmeler olmuştur. Şüphesiz bu durum, defter ve evrak olarak divan kayıtlarının çoğalmasına da zemin hazırlamıştır. Bu dönemde kâtiplerin, hali­felerin bütün kararlarını yazmaları bir gelenek haline gelmişti. Yazışma tekni­ği gerek biçim gerekse üslûp bakımın­dan büyük bir gelişme kaydetmişti. Eme-vîler'de resmî dil Arapça idi ve divanda kaleme alman belgeler Arapça yazılıyor­du. Ancak 701'de Deyrülcemâcim Sava-şı'nda bütün divanların yanması, Emevîler zamanında divanın nasıl işlediği ko­nusunda bilgi edinilmesini engellemiş­tir. Ancak Muâviye döneminde belgeler­de tahrifata yeltenilmiş olmasından do­layı bunu Önlemek için Dîvânü'l-hâtem denilen bir büronun kurulduğu bilinmek­tedir.

Abbasîler devrinde divan teşkilâtı mü­kemmel halini almış, Dîvânü'r-resâil ve'l-inşâ, önemli evrak ve defterlerin yer al­dığı devlet divanı olmuştur. Çok geliş­miş bir bürokrasi ve divan geleneğine sahip olan İran'ın tesiriyle Bağdat ilim, sanat ve edebiyatın yanında inşâ ve ki­tabetin de merkezi olmuştur. Bu dönem­de inşâ ve kitabette geliştirilen usul ve kaideler. Ortaçağ boyunca meydana çı­kan irili ufaklı pek çok İslâm-Türk hâne-danınca model alınmıştır.

Abbasî divan ve inşâ usulü, diğer İs­lâm devletlerinde de gelenek halinde ge­liştirilerek devam ettirilmiştir. Ayrıca bu devletler zamanında inşâ ve kitabette kaydedilen gelişmeler bu konuda yazı­lan eserlerle sonraki nesillere aktarılmış­tır. Fâümîler zamanında İnşâ ve kitabet­te önemli gelişmeler olmuştur. Ebü'l-Kâ-sım İbnü's-Sayrafî (ö. 542/1147), bu ko­nuyla ilgili Kânûnü dîvâni'r-resâ'il ad­lı eserinde geniş bilgi verir. Memlükler döneminde divanın işleyişine dair Şehâ-beddin İbn Fazlullah'ın (ö. 749/1349) et-Ta'rif bi'1-muştalahi'ş-şerifi, Halîl b. Şahin ez-Zâhirî'nin (ö. 873/1468) Züb-detü Keşfi'î-memâîik'i ve özellikle Kal-kaşendî'nin Şubhu'l- a cşâ adlı eseri önemlidir. Kalkaşendî eserinde Dîvânü"l-inşâ'nın çalışması ve burada görevli ki­şiler hakkında etraflıca bilgi vermiştir.

Kullanılan belge çeşitleriyle ilgili ge­nel tabirler kitap, vesika, sak, senet, hüc­cet, zahîr ve sicildir. Ülkelere göre ba-zan bunlardan biri daha çok tercih edi­lirdi. Önceleri devlet belgeleri genelde "kütüb" şeklinde adlandırıldı; daha son­ra kütübü'l-hâssa ve kütübü'l-âmme ola­rak ikiye ayrıldı. Bunlar da konularına gö­re kitâbü'l-evkaf, kitâbü's-sicil, kitâbü'l-eymân gibi alt bölümlere ayrılırdı. Res­mî yazışmalara mükâtebât, bununla İl­gili büroya da dîvânü'l-mükâtebât denilirdi. Ayrıca mürâselât, resâil ve dîvânü'r-resâil, inşâ ve divânü'1-inşâ gibi tabirler de kullanılmıştır.

Kalkaşendî, tayin mektuplarını "vilâ­yet" başlığı altında değerlendirir. İlgili olduğu konuya göre de "vilâyetü'l-ahd, vilâyetü'd-dîvân. vilâyetü'l-hisbe, vilâye-tü'l-Kâhire" gibi ifadelere yer verir. Muh­telif derecelerdeki tayinler için yaygın olarak kullanılan tabirler ise ahid. tak-lid, tefvîz. mersûm, tevki" ve menşurdur. Antlaşmalar için ahid, akid ve mîsâk gi­bi genel tabirler kullanılmıştır. Ahid özel­likle siyasî antlaşmalarda, akid özel söz­leşmelerde yaygındır. Mîsâk kelimesine ise seyrek rastlanır. Ayrıca iktâ tahsisi, vergi anlaşmaları, iş ve ticaretle ilgili belgeler de vardır. Müsâhemât. daha çok vergi konusunda muafiyeti ve gösteri­len kolaylıkları ifade ederdi. Tarhaniyyât ise yaşlı memurları vergiden muaf tut­ma veya onlara belli bir maaş tahsisiyle ilgili olan belgelerdir.

Hukukî konulara gelince, bunlardan yabancı gayri müslimlerin memleket için­de serbest dolaşım izinlerini ihtiva eden belgelere "eman" denir. Kalkaşendî bu­nun tarihini Hz. Peygamber zamanına kadar götürür ve Emevî, Abbasî, Fatı­mî ve Memlükler devrinden örnekler verir. Ortaçağ boyunca hukukî sahada­ki gelişmeleri ayrıntılı olarak ele alan Kalkaşendî, bu konuda başlıca şu bel­gelerden bahsetmiş ve bunlara ait yüz­lerce örneği metinler halinde eserine dercetmiştir: Biatlar, akidler, icazetler, mülattıfât, taklidler, tevfîzler, tevki'ler, vasiyetler, yeminler, vakfiyeler ve fet­valar.

Belgeleri muhtevalarına ve ait olduk­ları meslek ve kalemlere göre tasnif et­mek de mümkündür. Belge türlerinin devletlere ve devirlere göre farklı mâ­nalar kazandığı dikkate alınırsa bunla­rın her birinin tarihî seyir içinde ayrı ay­rı incelenmesinin zarureti ortaya çıkar. Meselâ "menşur" terimi, Mısır'da önce­leri köylülerin mürur tezkiresi anlamın­da kullanılıyordu. Abbâsîler'de timar sa­hiplerine verilen belgelere menşur de­nilirken Fâtımîler'de belirli tayinler. Ey-yûbîler'de ve hatta Selçuklular1 da ge­nel olarak tayinler menşurla yapılmıştır. Memlükler'de ise dirlik imtiyazları men­şurlarla verilmiştir. Belgelerde kullanı­lan yazı türleri hakkında yeterince ilmî araştırma yapılmamıştır. KalkaşendTde, Arapça belgelerde bulunan bazı işaret­lerin ne mânaya geldiğine dair listeler vardır.

Mağrib'de belge yazımında takip edi­len yol daha basittir. Mağrib belgeleri­nin kayda değer özelliklerinden biri, Mu-vahhidler döneminde geliştirilen belge­nin sıhhatini gösteren özel işaretlerdir. "Alâmet" adı verilen bu işaretler daha sonra kâğıdın baş kısmına, besmele ve salvelenin altına yazılmaya başlanmış­tır. Muvahhidler'den Ya'küb el-Mansûr zamanında (1184-1199) bu işaretler di­nar üzerine işlenmiş, Hafsfler dönemin­de (1228-1574) bunlara "ve'ş-şükrü lil-lâh" ibaresi eklenmiştir. Endülüs'te Nas-rîler "ve lâ galibe illallah" tabirini kul­landılar. Önceleri hükümdarların bizzat yazdığı bu özel işaretler daha sonra "sâ-hibü'I-alâme" unvanlı bir görevli tara­fından kaleme alındı. Bu görevli çok de­fa meşhur âlimlerden biri olurdu. Me­selâ İbn Haldun Tunus'ta bu görevde bulundu.

Fas'ta Muvahhidler'in Sa'dfler'in so­nuna kadar kullanıldığı alâmetin sade­ce yazı stili değişti ve alâmet oldukça zor okunan stillerde yazıldı. Bunda Os­manlı tuğrasının rolü olduğu söylenebi­lir. Filâlîler döneminde Muvahhidler'in icat ettiği alâmet tamamen terkedildi. Onun yerine hamdele ve salvele arasın­daki boş yere yuvarlak mühür işareti ko­nuldu. Kuzey Afrika diplomatiğinin önem­li bir özelliği de belgenin sona erdiğini belirtmek için kullanılan, kuyruğu sağa doğru uzatılmış "intehâ" (sona erdi) an­lamında bir "hâ'nın bulunmasıdır.

İslâmî devirde İran'da diplomatiğin tarihi, bu yörede Türk devletlerinin ku­ruluşuna kadar gider. Sâmâniler, İran kültüründen çok yönlü etkilenmiş olma­larına rağmen yazı dili olarak Arapça'­yı kullanmışlardır. Gazneli Mahmud'un (999-1030) Farsça'yı resmî dil kabul et­mesiyle Farsça diplomatik dili olmuştur. Benzeri bir gelişme Selçuklular döne­minde de görülür. Gazneliler'le hilâfet merkezinin yazışmaları Arapça belgele­rin Farsça'ya, Farsça olanların da Arap­ça'ya çevrilmesini zorunlu kıldı. Bunun yanı sıra özellikle İlhanlılar devrinde be­lirgin olan Türkçe'nin etkisini de zikret­mek gerekir.

Farsça belgeler genelde daha önce anı­lan Arapça belge çeşitleriyle aynıdır. En önemli ayınm. tasdik edici ve emredici belgeler arasında yapılabilir. Birincisi hu­kukî işleri ve şahitli, kayıtlı belgeleri ih­tiva eder. Bu belgeleri düzenleme. İslâm hukukuyla ilgili görevlilerin yetkisi dahi­linde bulunurdu. Kabâle, temessük, akidnâme, nikâhnâme, vasiyetname, veka-letnâmçe gibi. Bunlardan ayrı olarak emir ihtiva eden belgeler idarî mekanizmanın üst kademesine aittir. Hükümdar veya onun temsilcisi tarafından uygulanır ve divanda kayıtlı bulunur. Kural olarak hü­kümdarın isteği fermanla ifade edilir. Fermana ilâveten çok çeşitli belgeler için menşur terimi kullanılır. Diğer belge tür­leri taklid. tefvîd, teslim ve misaldir. Ni­şan ve mektup tabirleri Timur dönemin­de ortaya çıkmış ve XVII. yüzyıla kadar kullanılmıştır. Hükümdarın emirlerine hüküm de denirdi. Kaçarlar döneminde adlandırma belgenin çıktığı makama gö­re yapılır ve sadece şahın emirlerine fer­man adı verilirdi. Hanedana mensup va­lilerin emirlerine rakam, diğer yönetici­lerin emirlerine hüküm denirdi. Hüküm­darların elinden çıkan mektuplar (dest-i hatt-ı hümâyun) belge ile diğer yazışma­lar arasında bir durumdadır; bunların muhtevası da bir işin bizzat yönetici ta­rafından yapılmasından gizli mesajlara kadar değişir.

Belgelerde dış şekil muhtevadan da­ha çok değişikliğe uğramış olup tuğra Selçuklular tarafından kullanılmıştır. Sel­çuklular döneminde tuğrada hükümda­rın ismi ve unvanı bulunurken Moğollar buna "bahadır" ve "üge manu" (benden bir emirdir! ifadesini eklediler. Tuğra XVII. yüzyıla kadar belli belgelerde kullanıldı ve Buhara hanları İle Altın Orda sultan-larınca da benimsendi. Akkoyunlu bel­gelerinde tuğranın yanı sıra damga da yer alırdı. Moğollar bu uygulamaya bir yenilik getirdiler. Uygurlar'dan alınan uygulamada ilk satır içeriden başlıyor ve burada hükümdarın ismi vurgulanı­yor, yeni satırın başına "yarlık" kelimesi ekleniyordu. Önemli değişikliklerle bir­likte bu uygulama XVII. yüzyıla kadar sürmüştür. Şah İsmail döneminde bazı belgelerden tuğra çıkarılmış, fakat ilk iki satırın içeriden başlama uygulaması devam ettirilmiştir. Önceleri belgenin al­tında yer alan mühür belgenin başına konulmaya başlandı.

Orjjinal doküman yokluğu sebebiyle Selçukluların kullandığı yazı stili hak­kında yeterli bilgi yoktur. Tuğranın ka­lın uçlu kalemle yazıldığı bu dönemde Abbasîler zamanında geliştirilen yazı çe­şitlerinin kullanıldığı tahmin edilebilir. Bu arada eski bir Farsça satış akdine bakarak ta'lik kullanıldığı söylenebilir. İlhanlılar'dan kalma Moğol belgeleri Uy­gur alfabesiyle kaleme alınmış, satır aralarına da bunların Arap harfleriyle yazılı şekline yer verilmiştir. Moğol sonrası di­vanlarda genellikle talik, bazan da sü­lüs, XVI. yüzyılda ise nesta'likle birlikte şikeste kullanılmıştır.

İran'da ilk zamanlarda belgeler ve ya­zışmalar Dârü'l-inşâ veya Dîvânü"r-re-sâil denilen yerde hazırlanırken XVII. yüz­yıldan itibaren tuğralı belgeler vak'anü-vislerin dairelerinde hazırlanmaya baş­landı. Kimin hangi tür belgeleri hazır­layacağı tesbit edilmişti. Ferman ihtiva eden belgeler münşiüT-memâlik, bunun dışındakiler ise vak'anüvisler tarafından hazırlanırdı. Ayrıca defterhâne denilen bürolar da bir kısım belgeleri hazırla­maya yetkiliydiler. Bunların hazırladığı belgeler tuğra taşımazdı.

Divanlarda Farsça bölümlerin yanında Gazneliler'den itibaren yabancı dillerle ilgili bölümler de yer almıştır. Meselâ İlhanlılarda bu durum açıkça görülür. Bâbürlüler. Osmanlılar'la bazan Arap­ça bazan da Doğu Türkçesi'yle yazıştı­lar. Safevîler ise Osmanlıca yazışıyorlar­dı. Kaçar hanedanı döneminde yaban­cı ülkelerle yapılan yazışma dili Fransız­ca idi.

Belgenin Rükünleri. Belgenin ihtiva et­tiği unsurlar diplomatik biliminin temel konusudur. İlk dönemden itibaren bel­gelerin temel unsur ve rükünleri bes­mele, unvan ve elkâb, hamdele, teşeh-hüd, salvele, selâm, ba'diye (amma ba'd), metin, selâm, tarih, imza ve mühürdür. Besmele, Hz. Peygamber'in mektupla­rında devamlı yer verilen ve nadiren ter-kedilen temel unsur olup Kur'an'da zik-redildiği ve bugün kullanıldığı şekilde uzun olabildiği gibi daha kısa şekilde de yazılırdı. Nitekim 6 {628) yılında Mekke-liler'le yapılan Hudeybiye Antlaşması'nın besmele ile başlamasına Mekke müşrik­leri karşı çıkarak "bismikellâhümme" yazılmasını istemişler ve Hz. Peygam­ber'in tasvibiyle bu şekil yazılmıştır. Baş­langıçta bütün belgelerde besmele, ham­dele, salvele unsurları bulunduğu halde bunların hangi dönemlerde nasıl bir de­ğişikliğe uğrayarak terkedildiği hususu -meselâ Osmanlı belgelerinde bu rükün­lere hiç yer verilmemiştir- araştırılmaya değer bir konudur.

Unvan ve elkâb, mektupların giriş kı­sımlarının temel unsuru olup daima mu­hafaza edilmiştir. Metnin kimden kime gönderildiğini belirten bu bölüm, "min fülân ilâ fülân" tabirinde en genel ifadesini bulur. Kalkaşendf bu tabirin on beş çeşidini tesbit etmiştir. Ayrıca hitap edilen kimseye dua da önemli bir unsur olup her makam ve lakabın kendine has duası vardı. İslâm diplomatiğinde bel­gelerde şahıslar isimleri, künyeleri, nis-beleri, lakapları ve sıfatlarından {na't-nuût) biri veya birkaçı ile birlikte zikre­dilmiştir. Emevîler zamanında isim ve künye yeterli görülürken Abbasîler1 de lakap ve sıfat da kullanılmaya başlan­mıştır. Memlükler döneminde ise künye kullanımının cok yaygın olduğu görül­mektedir. Devrin en önemli kaynağı Şub-hu'1-a'şâ'ûa 150'nin üzerinde elkâb, 300'ün üzerinde sıfat zikredilir.

Metin belgenin esasını teşkil eden. bel­genin başlangıcı ile bitişini ayıran un­sur durumundadır. Metnin üstü belgenin iftitah, altı hatime kısmıdır. Diplo­matik dilinde metin "mâ-beyne's-selâ-meyn" şeklinde de ifade edilmektedir. Hatime kısmında yer alan tarih, mühür ve imza ise metne sıhhat ve geçerlilik kazandıran ve belgenin güvenilirliğini arttıran üç teknik unsurdur. Hicret esas alınarak tarih konulması genellikle Hz. Ömer'le başlamış kabul edilirse de biz­zat Hz. Peygamber tarafından hicret esa­sına göre tarih yazıldığı kaynaklarda zik­redilmekte, ilk tarih koyanın Hz. Pey­gamber olduğu. Halife Ömer'in ona uy­duğu belirtilmektedir165. İslâm dünyasında esas olarak hicrî tak­vim kullanılmakla birlikte nadiren on iki hayvan takvimi, Yezdicerd takvimi gibi farklı takvimlere de rastlanmaktadır. Kalkaşendî on dokuz eski takvimi ese­rinde değerlendirmiştir.166

Mührün bizzat Hz. Peygamber tara­fından kullanıldığı güvenilir pek çok kay­nakta belirtilmiştir. Buhârî'de Enes b. Mâlik'ten rivayet edilen bir hadiste. Re-sûlullah Bizanslılar'a mektup yazdırmak istediğinde kendisine, "Mektup mühür­lü olmazsa okumazlar" denilmiş, o da gümüşten, üzerinde yukarıdan aşağıya doğru "Allah - Resul - Muhammed" ke­limelerinin sıralandığı "Muhammed Al­lah'ın elçisidir" ibaresini ihtiva eden bir mühür kazdırmıştır167. Bu mührü dai­ma hazır bulunduran bir de mühürdar seçmiştir. Mühür kullanmak sünnet ol­duğu için İslâm ülkelerinde gerek res­mî gerekse hususi mahiyetteki belge­lerde mühür temel bir unsur olarak yer almış, muhteva ve şekil bakımından çok

ilgi çekici mühürler kazdırılmıştır. İran'­da fermanlar ve mektuplar önceleri sultanın tevkii veya imzasını taşırken daha sonra mühür kullanılmaya baş­landı (XVII. yüzyıl). Kaçarlar dönemin­de ise mührün yanı sıra bir de tuğra konuldu. Mühür başlangıçta belgenin en altında idi. Safevîler'in İlk dönem­lerinde dokümanın en üstüne konulur­du; fakat valilerin belgelerinde yine en altta yer alırdı. Kare mührün yanı sı­ra Timurlular bazan yuvarlak mühür de kullanırlardı. Farklı konular için de­ğişik mühürlerin kullanılması Safevîler zamanında da yaygındı. Bazı hallerde ise imzalı yüzükler basılırdı. Büyük mühür­lerde bazan on iki imamın isimleri de bulunurdu, fakat küçüklerde sadece sul­tanın adı yer alırdı. Büyük mühürler ge­nelde yuvarlak iken küçükler dikdörtgen şeklinde olurdu.

Belge suretleri de diplomatiğin önemli bir konusudur. Çeşitli maksatlarla bel­gelerin mükerrer nüshalan hazırlanıyor veya çoğaltılıyordu. Tarafların ellerinde birer tasdikli nüshanın bulunması ge­rektiğinde belgeden iki veya daha çok suret hazırlanıyordu. Nitekim daha hicrî 2. yılda müslümanlarla yahudiler ve di­ğer unsurlar arasında yapılan Medine sözleşmesi, biri Hz. Peygamber'de diğe­ri yahudilerde kalmak üzere iki nüsha hazırlanmıştı. Resmî evrakın suretleri­nin defterlere işlenmesi de muamelât için esastı. Resmî dairelerde hazırlanan esas nüsha ilgili kişiye verilir, bunun ay­nısı veya özet halinde sureti defterlere işlenirdi.

Yazı Malzemesi. Kâğıt, kalem, mürek­kep, hokka vb. bürokraside kâtiplerce ihtiyaç duyulan temel malzemenin te­mini, kalitesi, mahiyeti üzerinde İslâm tarihi boyunca titizlikle durulmuştur. Asr-ı saadette Kur'an âyetleri nazil ol­dukça derhal kayda geçirilmesi esas ol­duğundan Hz. Peygamber'in tarifleri ve tavsiyeleri doğrultusunda âyetler kemik, taş. tuğla, kâğıt, deri vb. üzerine yazıl­mıştır. Cinliler kâğıda, Hintliler beyaz ipe­ğe. İranlılar ve onlara komşu olması do­layısıyla Araplar da manda, sığır, koyun ve vahşi hayvan derilerine, beyaz taş­lara, bakır ve demire, koyun ve devele­rin kürek kemiklerine yazı yazmışlar­dır. Ancak derinin İslâm tarihinde özel bir yeri vardır. Hz. Peygamber yazılarını deriye yazdırmayı tercih etmiştir168. Abbasîler döneminde özel­likle Hârûnürreşîd devrinden (786-809) 0itibaren kâğıdın yaygınlaşmaya başla­dığı bilinmektedir. Kâğıtların muayyen ebatlara göre kesilmesine "kat" denir­di. Ortaçağ boyunca İslâm devletlerinde yaygın olarak sülüsân, nısf, sülüs, rub' ve südüs şeklinde beş muhtelif boy kul­lanılmıştır.

Bibliyografya:

Şemseddin Sami. Resimli Kâmûs-ı Franseuî, İstanbul 1332; C. T. Lewis. Latin Dicüonary, Oxford 1941; H. G. Liddell - R. Scott. A Greek-Engtish Dictionary, Oxford 1968; D. de Vai-nes. Dictionnaire de Diplomatique Gatterer, Elementa Artis Diplomaticae, Göttingen 1765, 1-11; Buhârî. "Cihâd", 140, 181, "Libâs", 52, 55; Müslim. "Hac", 74. 424; İbn Sa'd. et-Tabakât, I, 258-291; İbn Kuteybe, Edebü'l-kâtib (nşr. Max Grünert], Leiden 1900, tür.yer.; Cehşiyârî, el-Vüzerâ' ue'l-küttâb, tür.yer.; Sûlî. Edebü't-küt-tâb, tür.yer.; Kudâme b. Ca'fer. el-hlarâc, Köp­rülü Ktp.. nr. 1072, vr. 9B-lla, 18''; Sâbî. Kü­sümü dâri't-hitâfe, s. 48. 126-127; Batalyev-sî. et-İktidâb "fîşerhi Edebi'l-küttâb (nşr. Mus­tafa es-Sekkâ — Hâmid Abdülmecîd), Kahi­re 1981-83, (-(!!; İbn Fazlullah el-Ömerî. et-Ta'rîf bi'l-muştalahi'ş-şerîf, Kahire 1312; Kal-kaşendr, Şubhu'l-a'şâ, [-XV; Muhammed b. Abdülhâlik el-Meyhenî. Destur-; Debîrî (nşr. Adnan Sadık Erzi), Ankara 1962; Dom Jean Mabillon, De re diplomalıca libri sex, Paris 1681; Madox, Fomulare Anglicanum, 1702; Maffei. Istoria Dipiomatica, 1722; R. P. Tas-sin — C. F. Toustain, Nouueau traitğ de dipio-matique, Paris 1750-65, I-XV; Schoneman. £s-sai de systeme general de diplomatique, Ham­burg 1801, Bahâeddin Muhammed Mü-eyyed el-Bağdâdî, et-Teuessül ile't-teressül, Tahran 1315; MÜntecebüddin Bedf. "Atebe-tü'I-kelebe (nşr. Muhammed Kazvînî — Ab-bas İkbal), Tahran 1329, tür.yer.; Muhammed Hamidullah, Documents sur la diplomatie mu-sulmane a l'epoque du Prophete et des Khali-fes orthodoxes, Paris 1935; a.mlf., et-Veşâ'i-ku's-siyâsiyye, Beyrut 1403/1983; Mez, el-Hadâretül-islâmiyye, I, 129 vd., 153; Cl. Ca-hen, Les Peuples musulmans dans ihistoire mĞdievale, Daman 1977, s. 65-80; M. Mus­tafa el-A'zamî, Küttâbü'n-nebî, Riyad 1401/ 1981, s. 23; Selâhaddin el-Müneccid. en-Nü-zümü'd-dihlûmâsiyye fi'I-İslâm, Beyrut 1403/ 1983. s. 160, 172; Âbidin Sönmez, Rasülul-tah'ın Diplomatik Münâsebetleri ue Sulh. Mu­ahedeleri, İstanbul 1984; Mustafa el-Hıyârî, ed-Deuâoîn min Kitabı7-Harâc ue şmâ'atü'l-kitabe, Amman 1986, tür.yer.; Mustafa Fay­da. "Hazreti Ömer'in Divan Teşkilâtı", Do­ğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstan­bul 1986, 11, 150-151, 160-161; Osman Tu­ran, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Ve­sikalar, Ankara 1988, tür.yer.; Abdtilhay el-Kettânî, et-Terâtîbü'l-idâriyye (Özel), 1, 199-259, 293-294, 297-301; 11, 31 -36; Mehmet Ay-kaç, Abbasî Deuletİ'nin İlk Dönemi İdarî Teş­kilâtında Dîvânlar (1'32-232/ 750-847) (dok­tora tezi, 1993), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 67, 85-86, 87-89; W. Björkman, "Diploma­tik, El2 (Ing.), II, 301-307; G. S. Colin. "Diplo-matic", a.e,, !!, 307-308; H. Busse, "Diplomatic", a.e.,11, 308-313.

Osmanlılar'da Diplomatik. Belgenin OSmanlıca'sı, vüsûk kökünden gelen ve "sağlam delil, senet" mânasını taşıyan vesikadır. Osmanlılar vesika İle birlikte varakın çoğulu olan evrak kelimesini de kullanmışlar, arşivlerine ise "hazîne-i evrak" adını vermişlerdir. Osmanlılar'da ilmî olarak ilk diplomatik çalışmala­rı, II. Meşrutiyet'ten bir yıl kadar sonra 1909'da Târîh-i Osmânî Encümeni'nin kurulması ve 1914'te Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası'nm yayımlanma-sıyla başlamış olmakla beraber Osman­lı diplomatik kaidelerinin esasları Orta Asya'da devlet kurmuş olan Uygurlar'a kadar uzanır. Diğer taraftan Osmanlılar İslâm devletlerindeki diplomatik kaide­lerinin de tesirinde kalmışlar, bütün bu kaideleri zaman içinde geliştirmişlerdir. Osmanlı diplomatik kaideleri, asırlardır derlenen bazı münşeat mecmualarında yer almıştır. Çoğu sadece çeşitli inşâ ör­nekleri İhtiva eden bu mecmualar ilmî bir gaye ile hazırlanmış olmayıp tama­men pratik maksatlarla kaleme alın­mıştır. Bunlarda kâtiplere yol gösterici olarak ferman, nâme, fetihname, ahid-nâme, berat, menşur, telhis, buyruldu vb. adlar taşıyan belgelerin hangi rü­kün ve şartları ihtiva edeceği ve nasıl yazılacağı gibi hususlara yer verilmiş­tir. Bugün diplomatik ilmiyle uğraşan­lar için son derece faydalı bilgiler ihti­va eden bu mecmualar, öğretici mahi­yetteki münşeat mecmuaları olarak ad­landırılabilir. Bu tür mecmualara ilk de­fa Bekir Kütükoğlg tarafından dikkat çekilerek bunların incelenmesinin diplo­matik ilmine büyük katkıda bulunacağı gösterilmiştir.

Belge metinlerini toplayan münşeat mecmuaları içinde hatt-ı hümâyun, tel­his veya mektup gibi sadece bir tür bel­ge cinsine tahsis edilenler yanında de­ğişik belge cinslerine ait örneklerden meydana getirilmiş olanlar da vardır. Ancak bunlann, hakiki belgelerin suret­leri olabilecekleri gibi sadece birer inşâ örneği olarak yazılmış bulunmaları veya daha önceki münşeat mecmualarında mevcut belgelerin biraz şekil değişikliği­ne uğratılarak başka bir şahsa mal edil­miş olmaları da mümkündür. Dolayısıyla bu tür mecmualar kullanılırken dikkatli bir tetkik ve tenkide tâbi tutulmaları ge­rekir. Nitekim Feridun Ahmed Bey'in Münşeâtü's-selâtîn'indeki Osmanlı Dev-leti'nin ilk devirlerine ait bazı belge me­tinlerinin, devrinin değil XVI. yüzyılın dil özelliklerini aksettirmesi dolayısıyla ha­kiki olmayıp intihal olduğu ortaya kon­muştur.169

Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmu-asi'ndaki Osmanlı diplomatiğiyle ilgili il­mî yazıların İlki, son Osmanlı vak'anüvisi Abdurrahman Şeref Bey'in "Evrâk-ı Atîka ve Vesâik-i Târîhiyyemiz"170 adlı makalesidir.

A- Şeref Bey, bu makalesinde Osmanlı res­mî belgelerini nezâretler öncesi ve son­rası belgeleri olarak ayrı ayrı mütalaa etmiş, nezâretler öncesi devri de dört gruba ayırmıştır:

1- Babıâli ve Dîvân-ı Hümâyun'a ait belgeler:

a- Muahede ve mukaveleler;

b- Padişah adına verilen ferman {emir), berat (imtiyaz) ve men­şurlar (vezirlik beratı);

c- Hatt-ı hümâyun­lar (padişahların kendi el yazılı emir ve mü­talaaları);

d- Ordu ve donanma kuman-danlanyla yapılan yazışmalar;

e- Ahkâm defterleri (Dîvân-i Hümâyun'dan çıkan emir ve hükümleri ihtiva eden zabıtlar);

f- Mevâcib defterleri (devletten ulufe alan askerî sınıfların maaş icmalleri);

g- Vilâ­yetlerle yapılan muhabereler;

h- Günlük işlerle ilgili çeşitli yazışmalar,

2- Defter-i hâkanîye ait belge ve defterler (tahrir defterleri).

3- Maliye defterleri (gelir, gi­der ve demirbaş defterleri).

4- Ser'iyye si­cilleri (kadılar tarafından tutulan defter­ler). Mûsâ Kâzım Bey ise aynı mecmua­da yayımlanan "Vesâik-İ Târîhiyyemiz" adlı makalesinde Dîvân-ı Hümâyun'da tutulan defterleri mühimme, ordu ve rikâb mühimmesi, mektûme, Rumeli, nâ-me-i hümâyun gibi kısımlara ayırmış; ayrıca Defterhâne, Fetvahane, maliyeye ait belge ve defterlere de kısaca temas etmiştir.

Osmanlı tarihiyle uğraşan bazı Avru­palı araştırmacılar da Osmanlı diploma­tiğiyle yakından ilgilenmişler, bu konu­da makale ve kitaplar neşretmişlerdir. Bunlann başında, yine Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuasi'nda İlk Osmanlı Padişahlarının Isdar Etmiş Oldukları Ba­zı Beratlar" adlı makalesiyle Friedrich von Kraelitz gelir. Kraelitz, Osmanlı bel­gelerini "hüküm" ve "ahkâm" olarak bir tasnife tâbi tutmuş, hüküm adı verilen belgelerin sıfatlarının ise değişiklik gös­terdiğine temas etmiştir. Gerçekten bu sıfatlar belge cinsine, yazıldığı şahsa ve konuya göre farklılık gösterir.

Osmanlı diplomatiği üzerinde çalışan Avrupalı ilim adamlarından biri de Ma­car Lajos Fekete'dir. Fekete, Einîührung in die osmanish - türkische Diplomatik der türkischen Botmâssigkeit in Ungarn171 adlı eserinde Osmanlı belgelerini laik ve dinî karakterli belgeler olmak üzere başlıca iki grupta toplamıştır. Bunlardan laik olarak vasıf­landırdığı belgeleri şöyle tasnif etmiş­tir:

1- Padişah tarafından ısdar edilmiş olanlar: Ferman, berat, ahidnâme. sulh-nâme, nâme-i hümâyun, emirler, hüküm­ler.

2- Devlet ileri gelenleri ve Dîvân-ı Hü­mâyun üyeleri tarafından çıkarılan bel­geler: Padişaha takdim edilen takrirler, sadrazam ve diğer yüksek rütbeli vazi­felilerin mektupları, serdar gibi olağan üstü vazifelilerin mektupları, beylerbe-yilerin mektupları, beylerbeyilerin emir­leri, küçük dereceli vazifelilere ait bel­geler, yol ve idam hükümleriyle senet­ler, alelade mektuplar.

3- Resmî daire­lerde kullanılan defter ve siciller.

4- Arz-ı haller, rapor ve ihbar mektupları.

5- Mek­tuplar.

6- Kırım hanlarının emir, mektup ve diğer yazıları. Fekete dinî olarak va­sıflandırdığı belgeleri de şer'iyye sicilleri, kadıların verdikleri hüküm ve i'lâmlar, vakfiyeler ve fetvalar olarak ayırmıştır.

Fekete'den sonra Osmanlı diplomatiği üzerinde eser verenlerin bir kısmı, onun tasnifini hemen hemen benimsemiştir. Gerçekten gerek Romen tarihçi Mihail Guboğlu Paleografia si diplomatica Turco-Osmana172, gerek Bulgar Boris Nedkov Osmanotursca Dip-lomatika i Paleogratia173, ge­rekse M. Tayyip Gökbilgin Osmanlı İm­paratorluğu Medeniyet Tarihi Çerçe­vesinde Osmanlı Paleografya ve Dip­lomatik İlmi174 adlı eserle­rinde aşağı yukarı bu tasnife sadık kal­mışlardır.

Polonyalı ilim adamları Jan Reychman ve Ananiasz Zajaczkovvski ise Handbook of Ottoman-Turkish Diplomatics175 adıyla İngilizce'ye çevrilen eser­lerinde Osmanlı belgelerini "yazı" ve "emir" olarak iki gruba ayırmışlardır. Ya­zı adını verdikleri birinci gruptaki bel­gelerde Farsça "nâme", Arapça "mek­tup" ve "kitap" veya çoğulu olan "kü-tüb", Türkçe "yazı" ve "biti" kelimeleri­nin aynı belge içinde birbiri yerine geçmek üzere kullanıldığına dikkat çek­mişler, padişaha ait yazılarda "hatt-ı hümâyun" ve "tevkf" kelimelerinin kul­lanıldığını, XVII. yüzyıldan itibaren ise hatt-ı hümâyun ile padişahın el yazısı­nın kastedildiğini belirtmişlerdir. Emir adı altında topladıkları ikinci grup bel­geleri de Farsça menşeli olup Ortaçağ'-da İlhanlılar tarafından da kullanılmış bulunan "ferman", Arapça "emir", "hü­küm" ve çoğulu "ahkâm", Türkçe "buy-ruldu". Arapça "berat". Türkçe olan ve Kırım hanlarınca kullanılan "yarlık" ol­mak üzere tasnif etmişlerdir.

Bu iki grup dışında "nâme" kelimesiy­le yapılan mülknâme. ahidnâme, sulhnâ-me ve nâme-i hümâyun gibi belge isim­leriyle aynı belge içinde eş anlamlı ola­rak kullanılan "nişan" ve "berat" tabir­lerine dikkat çekmişler; Avrupalıların Osmanlı belgeleri İçin genel olarak "fer­man" tabirini kullandıkları, fakat bu tür belgelerin emir mahiyetinde olup diğer belge cinsleriyle karıştırılmaması ge-\ği, sadrazam ile yüksek rütbeli dev- memurlarına ait telhis, tahvil, tah­rir, tezkire gibi belgelerin ise ayrı mü­talaa edilmesi gerektiği üzerinde dur­muşlardır.

Bulgar ilim adamı Asparuh Velkov da son yıllarda Osmanlı belgeleri üzerinde derinlemesine incelemelerde bulunmuş­tur. Velkov ilgi alanı olarak maliye bel­gelerini seçmiş, Vidove Osmanoturski Dokumenti. Prinos Kim Osmanoturska-ta Diplomatika176 adlı eserin­de özellikle tezkire türü belgeleri incele­miştir. "Les Notes complementaires dans les documents financiers ottomans des XVİe-XVIIIe siecles (Etüde diplomatique et paleographique)"177 adlı ma­kalesinde ise yine maliye belgelerinin gördükleri muameleler üzerinde dur­muştur.

Osmanlı diplomatiği üzerinde eser veren bir diğer ilim adamı Josef Matuz, doktora tezi olarak hazırladığı eserinde178 nâme, hü­küm, nişan (berat) ve sebeb-i tahrîr hük­mü adı verilen belgeleri incelemiş; Scha-endlinger ise179 yine padişaha ait belgeler üzerinde durmuş ve ese­rine bunların tıpkıbasımlarını da ekle­miştir.

Türk tarihçileri belge neşrine önem vermişlerse de bunların diplomatik açı­dan incelenmesi pek yapılmamıştır. Bu konuya en çok eğilen İsmail Hakkı Uzun-çarşılı olmuştur. Belleten 'de yayımlanan makalelerinde belgelerde kullanılan tuğ­ra, pençe ve mühürler üzerinde durdu­ğu gibi padişaha ait belgelerden ferman ve beratlarla sadrazam ve beylerbeyile-rin emirleri mahiyetindeki buyrulduları incelemiştir. Osmanlı merkez teşkilâtıy­la ilgili eserinde ise belge cinslerine yer vermiştir. Diplomatik konusuna ciddi şe­kilde eğilen diğer bir Türk tarihçisi Halil İnalcık'tır. Osmanlı Araştırmaları'nda neşredilen iki makalesinde Osmanlı bü­rokrasisinde aklâm ve muamelât ile arz grubu belgelerini İncelemiştir. 1986"da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi'nce düzenlenen "Tarih Boyunca Paleografya ve Diploma­tik Semineri", Türk tarihçilerinin de ko­nuya ilgi duymaya başladıklarını göster­miştir.

Türkiye'de Osmanlı diplomatiği öğre­nimine gelince, diplomatiğe müstakil bir ders olarak üniversite programlarında yer verilmesine, ilk defa İstanbul Üniver­sitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Ta­rihi Kürsüsü'nde M. Tayyip Gökbilgin ta­rafından başlanmıştır. Bugün aynı ana bilim dalında diplomatik derslerini Ta­rih ve Arşivcilik Bölümü öğrencileri bir arada görmektedirler.

Osmanlı belgelerinde cinslerine göre değişmek üzere belli rükün ve şartlar bulunur. Belge cinsine göre bu rükün ve şartlar artıp azalır. İlk rükün hiç değiş­mez: Osmanlılar'm "tahmîd" veya "tem-cîd" dedikleri bu rükün "da'vet" olarak da adlandırılır. Berat, nâme-i hümâyun, ahidnâme-İ hümâyun gibi bazı belge türleri istisna edilirse da'vet, Allah'ın adı­nın zikredildiği kısa ve stilize edilmiş bir "hüve/hû"dan ibarettir. Beratlarda "nü­ve'1-ganî, hüve'l-muğnî" veya biraz da­ha uzun şekiller yahut "zikrullih-ı teâ-lâ..." ile başlayan formüller görülür. Nâ­me-i hümâyun ve ahidnâme-i hümâyun­larda Allah'ın adının yanında Hz. Muham-med, bazan da dört halifenin adlarının zikredildiği ve şefaat istendiği formül­ler kullanılmıştır. Padişah adına Dîvân-ı Hümâyun'dan yazılmış ferman, berat, sebeb-i tahrîr hükmü, ahidnâme-i hü­mâyun ve Batı hükümdarlarına gönde­rilen resmî mahiyetteki nâme-i hümâ­yunlarda muhakkak padişahın tuğrası bulunur. Belgelerin büyük bir kısmının esas metinleri, muhatabın sıfatlarının sayıldığı elkâb rüknüyle başlar. Bunu dua kısmı takip eder. Elkâb ve dua formül­lerinde muhatabın mevki ve sıfatı çok mühimdir. Osmanlılar bu formüllere bü­yük önem vermişlerdir. Kütüphanelerde mevcut münşeat mecmualarında çeşitli mevkilerdeki şahıslara ait elkâb ve du­aları gösteren pek çok örnek vardır. Tuğ­ra taşıyan belgelerden sadece nâme-i hümâyun ve ahidnâme-i hümâyunlarda olmak üzere padişahın kendisiyle atala­rının adlan ve sahip olduğu memleket­lerin sayıldığı unvan rüknü bulunur. Bel­genin yazılmasına sebep olan mesele "nakil-iblâğ" rüknünde İzah edilir. Giriş kısmı da denilebilen bu rükünler esas metne, "tevkr-i refT-i hümâyun vâsıl otı-cak malum ola ki" şeklinde bir formülle bağlanır. Fermanlarda konu özetlendik­ten sonra emir rüknüne geçilir ki bu kı­sım genellikle iki parçadan meydana gel­miştir. İlk parçada istenilen şey söyle­nir; ardından "emredip büyürdüm ki" denilerek emir tekrarlanır. "Te'kid/tehdid" rüknünde ekseriya, "Şöyle bileşil, alâmet-i şerîfeye itimat kılasız" formü­lü kullanılırsa da tekidin daha uzun tu­tulduğu, bazan "başın sana lazımsa..." gibi tehdit unsuruna yer verildiği, nâdir olmakla beraber lanet yağdırıldığı da vâ-kidir. Tuğra taşıyan belgelerde daima tarih bulunur. Tarihin atılış şekli belge­nin hazırlandığı kalemle yakından ilgili­dir. Maliye kalemlerinde hazırlanmış bel­gelerde kesin tarih bulunmasına karşı­lık Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinde hazırlananlarda her zaman kesin tarih bulun­mayıp çok defa ayın onar günlük devre­leri verilir. Fakat hepsinde "mahall-i tah­rir" denilen belgenin yazıldığı yer mev­cuttur.

Aynı gruba giren belgelerin değişik türleri arasında bile rükün ve şartlarda farklılık mevcuttur. Meselâ nâme-i hü­mâyun grubu belgelerinden fetihname­lerin özel yazılış şekilleri vardır. Bunun gibi beratlarda da cinsine göre zikredi­lecek şeyler değişir. Timara konu olan topraklar, siyâkat yazısı ve bir öbek teş­kil edecek şekilde yazılmış oldukların­dan timar beratları derhal farkedilebilecek bir özellik taşırlar. Yine bir berat türü olan mülknâmelerin ilk devirlere ait olanlarında altta hüccetlerde olduğu gi­bi şahit isimleri görülür.

Her cins belgede bütün rükünler bu­lunmaz. Bazan bir veya birkaç tanesinin ihmal edildiği vâkidir. Belgelerin çoğun­da mahall-i tahrîr yoktur. XIX. yüzyıl or­talarına kadar başlıklı kâğıt kullanılma söz Konusu olmadığından, makam mü­hürlerinde ise yine XIX. yüzyıldan ön­ce makam adı bulunmadığından bazan belgenin nerede ve hangi makamdan yazıldığının anlaşılması da çok zorlaş­maktadır. Ancak XVII. yüzyıldan sonra­ki beylerbeyi buyruldularında metnin içinde çok defa nerenin divanından çık­mış olduğu belirtildiği, pençe bulunan­larda ise pençede şahıs adıyla birlikte makam adı da yazıldığı için belgenin ait olduğu makamın tesbiti mümkün ola­bilmektedir.

Mektup ve arzuhal gibi belgelerin de kendilerine has rükün ve şartları vardır. Ancak bu belgelerde XIX. yüzyıl önce­sinde tarihe rastlanmaz. Muamele gör­müş olanlarında muamele tarihleri tarihlendirmede yardımcı olursa da mua­melenin üstünde yer almadığı belgele­rin tarihlendirilmesi başlı başına bir me­seledir.

İftâ ve kaza organlarınca düzenlenen belgelerden bir kısmının kendilerine mahsus özellikleri vardır. Fetva ve hüc­cetler buna misal gösterilebilir. Belgele­rin üstünde fetvalarda müftüye, hüc­cetlerde kadıya ait tasdik formülleri bu­lunur.

Osmanlı belgelerinin bir kısmında bel­genin arka yüzünde de bazı kayıt veya işaretler bulunur ki bunlar diplomatik açısından fevkalâde mühimdir. Ferman ve beratların hangi kalemden verildiği arkalarındaki işaretlerden kolayca anla­şılır. Maliye kalemlerinden çıkanlarda daima defterdarların kuyruklu imzaları bulunur. Bu imzaların sayısı, şekil ve ye­ri zaman içinde değişiklik gösterir. XVII. yüzyıl ortalarına kadar yanyana bir-üç defterdarın kuyruklu imzalan bulunur ve bunlar kâğıdın enden ortasıyla sol ke­nar arasına, boydan tahminen dörtte bir­lik kısmına yerleştirilirken Sultan İbra­him devrinden (1640-1648) itibaren sa­dece başdefterdara kuyruklu imza koy­ma hakkı tanınmış ve iik imza kuyruk­suz olarak kâğıdın üst kenarına yakın bir yere taşınırken şekli biraz değişikli­ğe uğramış olan kuyruklu İmza bunun altında yer almıştır. Ayrıca belgeyi ya­zan kâtiple çıktığı kalemin adı ve berat­larda alınan harç da kayıtlıdır. Bu tür belgelerin Dîvân-ı Hümâyun kalemlerin­de yazılanlarında, ilk zamanlarda sade­ce üst kenarın ortasında küçük bir "sah" varken sonra sol üst yanya bir de -muh­temelen- reîsülküttâbın imzası eklen­miştir. Eğer konuyla ilgili bir hüccet var­sa o da kaydedilmiştir. Arka yüzdeki hüccet-i zahriyyeler ön yüz yazısıyla aynı istikamette iken diğer yazı ve işaretler ters istikamette yazılmıştır. Bunların ya­zılış sıra ve şekilleri de bellidir. Muame­le görmüş arz ve arzuhal tipi belgeler­de çeşitli kalemlerden çıkarılan kayıtlar Tanzimat'a kadar genellikle belge üze­rinde yer almıştır. Esasen arz/arzuhal yazılırken de bunu temin maksadıyla kâ­ğıdın alt dörtte birlik kısmı kullanılmış, diğer kısımlar boş bırakılmıştır.

Tanzimat sonrasında belgelerin arka­sındaki kayıt ve işaretler gitgide artmış, nezâretler arası vb. sevk muameleleri, hatta Takvim-i Vekâyi'üe yayımlanma­sı keyfiyeti buraya işlenmiştir.

Osmanlı belgelerinin yazı türleri de cinsleriyle yakından İlgilidir. Ferman, sebeb-i tahrîr hükmü ve bazı beratlarda divanî veya divanî kırması kullanılır­ken mühim şahıslara verilen beratlarla nâme ve ahidnâme-i hümâyunlarda ge­nellikle celî- divanî yazı tercih edilmiştir. Buyruldular daima divanî ve iri divanî, telhisler harekesiz nesihle yazılmıştır; ancak bazan yanlış okunma ihtimali olan kelimeler harekelenmiştir. İftâ ve kaza organlarınca düzenlenen belgelerde ise her zaman talik kullanılmıştır. Maliye kayıtlarında genellikle İki cins yazı stili hâkimdir. Ahkâm kayıtlan divanî ile ya­zılırken muhasebe kayıtları siyâkatla tu­tulmuştur. Tahrir defterleri yine siyâkat­la, fakat kısmen nokta kullanılarak ya­zılmıştır. XIX. yüzyılın tipik yazısı ise rik'a ve daha çok da rik'a kırmasıdır. Arz tez­kireleri, iradeler, devlet daireleri arasın­daki yazışmalar vb. hep bu yazı ile kale­me alınmıştır.

Osmanlı belgelerinde kâğıdın cinsi ve ebadı belge cinsine göre değiştiği gibi aynı cins belgelerin kâğıtlan zaman için­de de farklılık gösterir. XVI. yüzyıl fer-manlannın kâğıt ebadı giderek büyü­müş ve XVIII. yüzyılda battal kâğıtlar kul­lanılmaya başlanmıştır. Beratlarda da aynı durum görülmekle beraber berat cinsiyle ebadı arasında daima yakın bir bağlantı olmuştur. Telhislerde, XVIII. yüz­yıl ortalarına göre bu asnn sonlannda ebat küçülmüştür. Kâğıt cinsi olarak ka­lemlerde en çok kullanılan İstanbul kâ­ğıdıdır. Fermanlar ve ikinci derecedeki beratlar da bu kâğıda yazılmıştır. Telhis­lerde ise "telhis kâğıdı" denilen cins ter­cih edilmiştir. Nâme-i hümâyun, ahidnâ­me-i hümâyun, mühim şahıslara veri­len menşur ve mülknâmeler de dahil bü­tün beratlarda âbâdî cins kâğıdın çeşitli kaliteleri kullanılmıştır.

Bibliyografya:

Hutat-ı Hümâyun, İÜ Ktp., TY, nr. 6094, 6110 (İV. Murad'ın hatt-ı hümâyunları); L. Fe-kete, Einführung in die osmanishtürkische Diplomatik der tûrkischen Botmâssigkeit in CJngarn, Budapest 1926; G. Tessier, La diplo-matique, Paris 1952; M. Guboğlu, Paleografia si diplomaüca Turco-Osmana, Bucarest 1958; B. Nedkov, ösmanotursca Dipiomaüka i Pa-ieografia, Sofia 1966, I; J. Reychman — A. Za-jaczkowski. Handbook of Ottoman-Turkish Diplomatics, Paris 1968; ae..- Osmantı-Türk Diplomatikası El Kitabı (trc. M. F. Atay), İs­tanbul 1993; a.mlf.ler. "Diplomatic", El2 (İng.), [I, 313-316; Cengiz Orhonlu. Osman/ı Tari­hine Aid Belgeler, Telhisler (1597-1607), İs­tanbul 1970, s. XI-XXVII; J. Matuz, Das Kanz-İeiıvesen Sultan Süleymans des Prâ'chtigen, Wiesbaden 1974; M. Tayyib Gökbilgİn, Osman­lı İmparatorluğu Medeniyet Tarihi Çerçevesin­de Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul 1979; Schaendlinger, Die Schreıben Süleymans des Pra'chtigen an Kari V., Ferdi-nand I. und Maximüian II., Wien 1983, [; a.mlf., Die Schrelben Süleymans des Prâchügen an uasallen Mititârbeamte, Beamte und Richter, Wien 1986, II; A. Velkov, Vidove Osmanoturski DokumentL Prinos Kim Osmanoturskata Dip-lomatika, Sofia 1986; a.mlf.. "Les Notes comp-lementaires dans les documents financiers ottomans des XVP-XVIlIe siedes (Etüde dip-lomatique et paieographique)", Turcica, XI (1979), s. 37-77; Bekir Kütükoğlu. "Münşeat Mecmualarının Osmanlı Diplomatiği Bakı­mından Ehemmiyeti", Tarih Boyunca Paleog­rafya ve Diplomatik Semineri-Bildiriler, İstan­bul 1988, s. 169-176; Abdurrahman Şeref. uEv-râk-ı Atîka ve Vesâik-i Târîhiyyemiz", TOEM, 1/1 (1328), s. 9-19; Mûsâ Kâzım. "Vesâik-i Tâ­rîhiyyemiz", a.e., 1/2 (1328), s. 65-69; Fried-rich von Kraelitz, "İlk Osmanlı Padişahlarının Isdar Etmiş Oldukları Bazı Beratlar", ae., V/ 28 (13301, s. 242-250; Mükrimin Halil Yınanç. "Feridun Bey Münşeatı", a.e., XI-XIII / 63-77 (1340), s. 161-168; TTEM, XIV/1 (1340), s. 37-46; XIV/4 (1340), s. 216-226; N. H. Biegman, "Some Peculiarities of Fermans Issued by the Ottoman Treasury in the Sixteenth Century", Ar.Ott, I (1969), s. 9-13; Hali! İnalcık, "Osmanlı Bürokrasisinde Aklam ve Muamelât", OsmAr., I (1980), s. 1-14; a.mlf., "Şikâyet Hakkı: 'Arz-ı Hâl ve 'Arz-ı Mahzarlar', a.e., VII-VIII (1988), s. 33-54; TA, XIII, 325; ABr., VII, 304.




Yüklə 1,07 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin