Bilim Teknik 16



Yüklə 319,5 Kb.
səhifə5/6
tarix30.04.2018
ölçüsü319,5 Kb.
#49643
1   2   3   4   5   6

Formun Üstü




Bilim Teknik 13.02.2009

HUKUK POLİTİKASI

Hayrettin Ökçesiz

hayret@akdeniz.edu.tr

Siyasal hareketlerin toplum içerisinde devinirken yarattığı değişimler, kendilerine bağlı veya uyruk olmayan kişi, kesim ve kurumlarda ciddi, acı veren sonuçlar ortaya çıkarabiliyor...



Bir Dakika Lütfen!

“Bir siyasal hareketin içerisinde bazı insanlar inandıkları, bazıları da bir çıkarı olduğu için işbirliği yapar. Bir insan dahi kimi zaman inandığı ve kimi zaman çıkarı olduğu ya da hem çıkarı, hem inandığı için bu hareketin içerisinde bulunur. Bir siyasal hareket tüm bunlardan beslenerek, fakat kendisine güç veren insanlardan bağımsız olarak, hatta onların ayrıca bir de kendisine inandıkları toplumsal bir etkene dönüşür. Bir siyasal hareket sağladığı çıkarların sürekliliği ölçüsünde katı ve değiştirilemez, inanç içeriğinin tartışılabilirliği ve yanlışlanabilirliği ölçüsünde esnek ve değişime açık özellik taşır. Bu iki nedenle bir siyasal hareketin içerisinde bu iki özellik arasında gerilim yaşanır. Çıkarlar kesildiği ve inançlar sarsıldığı zaman siyasal hareket gücünü yitirir.” (H.Ökçesiz, Düşündüşlem Deyişler, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul 2008, s.41)

Siyasal hareketler, bir yandan siyasal partiler olarak “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları”ysa da (T. C. Anayasası md. 68/2), yukarıdaki alıntıda ifade ettiğim yapısı ve dinamiğiyle, bir hukuk devletini ve demokratik toplumu ağır bir yıkıma götürecek gizil bir güce de sahiptirler. Bu yüzden Anayasa’nın hemen bu maddesinin dördüncü fıkrasında bunların “tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”

Siyasal hareketlerin toplum içerisinde devinirken yarattığı değişimler, kendilerine bağlı veya uyruk olmayan kişilerde, kesimlerde ve kurumlarda ciddi, acı veren izler, sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Karşıtların bunlara tahammülünün sınırları yukarıdaki ölçütlerle Anayasa’da belirlenmiştir. Bu çizgiler aşıldığında sabır taşı çatlamaktadır. Bir siyasal hareket kendi ideallerinin verdiği coşkuyla değil, aslında o idealleri paylaşmayan yurttaşların tahammülüyle iktidara gelebileceğini, orada bu sabrı taşırmadığı sürece kalabileceğini bilmelidir. Hukukta korumasını bulan her temel hak bir yaptırım olarak onun ihtirasına set çekecektir.

İlk paragraftaki söylediklerim doğruysa, hiçbir siyasal hareket tam demokratik bir yapıda değildir. Olması gerekmemektedir. Çünkü demokrasi bir yönüyle hakikat arayışının sürecidir. Siyasal hareketteyse, bulunmuş bir hakikate bağlılık veya bağımlılık hal ve tavrı geçerlidir. Bir siyasal hareketi demokrasiden daha fazla korumaya kalkmak, toplumu onun bu olası antidemokratik yapısının etkilerine daha açık hale getirmek demek olacaktır. Siyasal hayatın bu vazgeçilmez unsurları, bu vazgeçilmezlik nitelemesiyle, yegane unsur olduklarını sandıkları yerde, demokrasinin bir araç olduğunu mantıksal bir çıkarım olarak herkese dayatacaklardır. Siyasal hareket bencilliğinin demokrasi özgeciliğini ezmeye başladığı nokta burasıdır. Yurttaşların siyasal temel hak ve özgürlükleri bu tür siyasal hareket örgütlenmesinin yaratacağı tehlikeler karşısında özenle korunmalıdır. Demokraside yurttaşlar birbirlerine geçerlilik tanırken, bir siyasal hareket bu geçerliliği kendisi için ister. Demokrasi yurttaşların yaşam tarzıyken, siyasal hareketler için, işe yaramadığında bir kenara itilebilecek bir taşıyıcı olmaktan başka bir anlam ifade edemeyecektir. Kimi siyasilerin bu anlamda söyledikleri sözlerde bir yanlışlık yoktur. Ama bu sözler çok tehlikelidir.

Bundan korunmanın yolu, siyasal hareketlerin içerisinde yer alanların kendilerini birer militan gibi değil, demokratik toplumun bir yurttaşı olarak görmeleri, bu ikinci sıfatlarına daha çok değer verip güvenmeleridir. Bunu başaracak kimseler, siyasi hareketin çıkar örgüsünde yer almaktan çok, doğruluğuna inandıkları için orada çalışanlar olacaktır. Ancak bu duygusal bağlılığın aşılması her zaman çok kolay değildir. Çıkar bağımlılarınınsa demokrasi zaten umurlarında hiç değildir.

Bu sözleri son zamanlarda -belki başından beri- militan kitleler yaratma hevesine kapıldığını düşündüğüm bir siyasi parti için söylüyorum. Bu sözleri tüm yurttaşlar için söylüyorum.


Formun Üstü

Bilim Teknik 30.01.2009

HUKUK POLİTİKASI

Hayrettin Ökçesiz

hayret@akdeniz.edu.tr

İki ay önce, Antiütopya gezegeninde Unitopya adında bir üniversiteler ülkesinden, bu ülkede Akuni adında bir üniversiteden söz etmiştim. Akuni’den haberler verirken, ötekilerinden gelecek haberlerin de bileşik kaplar gibi birbirleri için geçerli olabileceğini söylemiştim.

Unitopya –II

Bunlar onlarca yıldan beri “yok birbirimizden farkımız” marşını söylerler: “Sağrı geri, döş ileri, yahşi kadem arş ileri” komutuyla bir fasit dairede yürür dururlar. Bu ahengi bozan bet seslileri, çarpık bacaklıları bu güzergahın dışına atarak ibretlik cezalar verirler.

Soruşturmacıları birer engizitör gibidir. Olmayan suç kalıpları ihdas ederler. Soruşturma amirleri bir şey söyler, bu dalkavuklar ondan bin şey çıkararak, suçlunun hakkından gelirler. Bir keresinde Akunide bir soruşturmacı, kurbanını, insanlığın binlerce yıldan beri akıl edemediği bir “talep etmek suçu” yaratarak perişan etmişti. Baş engizitör ve kurulu da önerilen cezayı yoğun bir tatmin duygusuyla onaylamıştı.

Unitopya’nın, üniversitelerin arşivleri öğrencilere, hocalara, memurlara verilen cezaların dosyalarıyla doludur. İşlenen disiplin suçları eş zamanlı olmadığından, sayılarının çokluğu ürkütmemektedir. Korkulan şey onca suç fiilinin, sivil bir itaatsizlikle, aynı zamanda işlenmesidir. Ama bu kimsenin hatırına gelmez. Nasıl gelsin ki? Böyle bir ortak eylem için bilinç, inanç, geniş bir ufuk ister! At gözlüklerinden bunları görecek, bilecek hal var mıdır? Bir biçimde, yeri belirsiz bir rahatsızlığı duyumsasa da bu akademik ahali, karnı tok, sırtı pek olmanın verdiği hoşnutlukla “üniversitem, güzel üniversitem” okul şarkısını mırıldanır durur.

Antiütopya yönetimi beşyıllık planlarla Unitopya’ya milyarlarca dolarlık yardım yapar. Bu miktar, diğer ülkelerin gereksinimlerine bakıldığında çok büyük bir meblağı ifade etmektedir. Bu paralar gezegenin perişan halkının kuru lokmasına ortak olarak veya kamunun Güzel-Ütopya çağında kurduğu, geliştirdiği yatırımlarını sömürgen gezegenlerin muhteris egemenlerine peşkeş çekerek toplanmaktadır. Yeterli sayıda ve yeterince yetkin öğretim elemanı bulunmasa da Unitopya’da habire yeni üniversiteler kurulmakta, bu üniversitelere yeni kadrolar verilmekte, yüzbinlerce yeni öğrenci alınmaktadır. Bilgi, bilim, meslek edinme, kendini geliştirme her yurttaşın temel hakkı olsa gerektir. Okusunlar diye çocuklarına bu halk kendi etinden kendi tırnaklarıyla kopararak verir. Bunu yaparken sevinç, coşku duyar. Ne var ki, gözyaşı ve terle yoğrulmuş bu paralar yeni binalar, yeni kampuslar yapılırken, en pahalı makam arabalarına, makam odalarına, devasa bir saltanat donanımına doğru akmaya başlar. Her fırsatta kurulan bu ihtişam gözler kamaştırır. Aksini gören, söyleyen varsa beri gelsin!

İsrafın haddi hesabı yoktur, çünkü bu gezegenin maliye mahkemesinin, kamu harcamalarını yerindelik denetimine tabi tutma yetkisi yoktur. Usulüne göre harcanmışsa, neye harcandığı hiç önemli değildir. Bu gezegende de egemenlik milletindir, ama bu Milletin Meclisi’nin, kamu harcamalarını denetlemekle görevlendirdiği maliye izleme kurumu, bu israfın hesabını soramaz durumdadır. Antiütopya yönetiminin harcamalarında yerindeliği, eylem ve işlemlerinde takdir yetkisini denetlemek milletin de harcı değildir. Kılıf yasalarla milletin rüşdü çoktan elinden alınmıştır. Bir düşünün, bu koca kapıdan, doyumsuz boğazlardan artık neler geçmez ki! Öyle de oluyor zaten. Bir fakültede bir dekana çay ocağı için toplanan paraların hesabını sormak gafletinin maliyetini, okuyorsa bu satırları, o bahtsız çok iyi anımsayacaktır.

Üniversite beyleri saltanatlarının gücünden öylesine emindirler ki, yine bir keresinde, bir senato toplantısında bir üye, böyle bir beye, kendisinden büyük yasa olduğunu söylediğinde, gözle görülür bir şaşkınlık geçirmişti. İdarenin yetkisizliği prensibinden söz edilerek, yasayla bir yetki verilinceye kadar yetkisiz olduğu öğretildiğinde, aklından geçeni yüz ifadesinden herkes bir biçimde tahmin edebilmişti.

Olan iyi şeylerin ne pahasına gerçekleştiğini okurlarımla birlikte bu dizide yazmayı sürdüreceğiz.



Formun Üstü


Bilim Teknik 16.01.2009

HUKUK POLİTİKASI

Hayrettin Ökçesiz

hayret@akdeniz.edu.tr

“Merhaba Hocam, (…)Bizim durumumuzla ilgili bazı gelişmeler oldu: Burada soruşturma açtırmamamız için Dekan bizi tehdit etti, ‘eğer böyle bir şey yaparsanız biz de size her konuda soruşturma açarız, sorunu büyütürüz’ dedi. “



Yine “Bilim Hukuku” Üzerine

“Rektör de ‘Bölüm Başkanıyla iyi geçinin, sıkıntı yaratmayın, sizin için kötü olur’ dedi. Üniversitenin genel yapısı muhafazakâr ve milliyetçi olduğu için herkes birbirini kolluyor, buradan olumlu bir sonuç alamayacağız gibi görünüyor. Bunun üzerine bir avukattan görüş aldık, uğradığımız maddi manevi zararlarla ilgili olarak dava açabileceğimizi söyledi. (…). Son durumumuz işte böyle Hocam. Görüşmek dileğiyle,”.

Kim daha az mağdur, hangi üniversite daha farklı! Biri diğerinin durumuna göz yummakla tıpkılaşmıyor mu sanki... Nerede ayağımızı yere basıyorsak, orada yapacak bir şeylerimiz var! Onları yapmaktan kaçınamayız. Kaçınmakla onurumuzu yitiririz. O zaman, onursuz bir yaşamdır bizimkisi…

Üniversitede kürsüye çıktığım günden beri ısrarla söyleyip yazdığım bir konuya bir kez daha değinmek istiyorum. 12 Eylül öncesinde öğrencisi, sonrasında öğretim üyesi olarak havasını teneffüs ettiğim “Üniversite” ve “Bilim”leri, kendileri kılınmaktan gayri her türlü çabanın konusu ve alanı olmuşlardır. Bu topluluk ve konuları hep dışarıdan tanımlanmış, bunların dışarıdan hadleri çizilmiş ve zaman zaman ağır biçimde hadleri bildirilmiş, içlerinden de sayısına bereket işbirlikçisi çıkmıştır. Bu yüzden yukarıdaki o birkaç satır pek kimseyi yadırgatmaz. Ben ama burada yadırgayanlara konuşmak istiyorum. Yadırgayalım, yadırgamanın gereklerini eyleyelim.

Gazze’ler yanıyor. Guantanamo’larda çığlıklar dinmiyor; işçiler, işsizler sersefil. Yeryüzü yaşamını cansız doğaya çevirmeye kararlı bir güçler savaşının ortasında soluksuz ve umutsuz kalıyoruz. Oysa, öyle olmak ve kalmak zorunda değiliz. İşe daima bulunduğumuz yerden başlayacağız: Üniversiteleri, bilimi, bilimcileri, öğrencileri, kendimizi özgürleştirelim! Özgürlüğümüz için savaşalım. Bilginin, bilmenin, bilimin olağanüstü gücünü biz de görebilelim. Bunları duyduğunda kimileri bu özgürlüğün ne işine yarayacağını ciddi biçimde düşünüyor olacaktır. Hatta bu özgürlüğün özniteliğinin farkında dahi olmadığını geçirecektir hatırından. Ardından, ona bulaşmamaktaki aklını hep bir gurur vesilesi sayacaktır. Bu tür meslektaşlarımızın kahredici rolünü de küçümsemeyelim.

Değinmek istediğim konu şu: Bir “Bilim Hukuku” üzerine çalışmanın zamanı çoktan geldi. Elbette kişisel çalışmalarla ciddi yapıtlar ortaya koyabiliriz. Ama bunlar yapılırken, bu konuda kolektif bir çalışma örgütlenmesine gidilmesi gereğine de dikkat çekmek isterim. Bu tür bir çalışmanın sergileyeceği taslakların, kapsamı ve derinliği yanında üniversite kamuoyundan göreceği itibar ve desteğin de böyle bir bilim hukukunun hayata geçirilmesi bakımından ne denli belirleyici olacağını açıkça görebiliriz. Bu sözlerde bir çağrı da dile gelmektedir: Herkese kendi uzmanlık alanından başlayarak böyle bir örgütlenmenin içerisinde üzerine düşeni yapmaya gönüllü olmaları çağrısıdır bu.

Hukuktan çok daha başka bilimlerin ve bilinç içeriklerinin yardımıyla açılacak geniş bir ufukta belirecek bir bilim hukuku tasarımı bilim ve üniversite mevzuatına gereksindiği ruhu kazandıracaktır. Hukukçular bu tasarıma bakarak kendi mühendislik işlerini layıkıyla yerine getirebileceklerdir.

Bilim Hukuku’na hayat verecek olan kurum ise mahkemelerdir. Üniversite ve bilim sorunlarıyla karşılaşan yargıçların bizim yapacağımız bu araştırmalara ne denli gereksinim duyacağı açıktır. Yargıçlar hukukun genel prensiplerini üniversite ve bilim sorunlarına uygularken bizim ortaya koyacağımız gerçeklik bilgilerine ve hukuk dogmatiği çalışmalarına elbette başvuracaklardır. Bu gereklerle yargı kendi içtihadını oluşturacaktır. Bugün dahi, bu tür yeterli destek materyali bulunmaksızın Danıştay ve idare mahkemeleri, bilimin ve üniversitenin onurunu koruyan, yüzünü ağartan, yüreğini serinleten çok değerli kararlar verebilmektedir.

Yargının denetiminde ve zorlamasıyla idare de bir gün kendisini böyle bir bilim hukukunun sınırları içerisinde algılamaya başlayabilir. Yasama böylesine uzun soluklu ve kapsamlı bir bilim hukuku çalışmasından gereğince yararlanabilir.

Gelin, bu örgütü kuralım ve çalışmaya başlayalım!



Formun Üstü


Bilim Teknik 19.12.2008



HUKUK POLİTİKASI

Hayrettin Ökçesiz

hayret@akdeniz.edu.tr

İnsan anlam veren canlı... Ama başkalarının yaşamına anlam vermeye kalktığında en vahşi hayvandan daha vahşi olabiliyor. Bunun adına uygarlık diyebilecek denli de arsızlaşıyor. Tüm Hukuk bu sorunun bütünüyle yoğunlaşıp düğümlendiği yer!

Anlam

ODTÜ Felsefe Bölümünün, kuruluşunun 25. yılını kutlama etkinliği olarak düzenlediği “Anlam” Kongresi bugün sona eriyor. Bölüm Başkanı Ahmet İnam’ın şahsında bu çeyrek yüzyıla emek vermiş tüm düşün insanlarını gönülden kutluyorum. “Anlam” şu başlıklarda sorunsallaşmış:

Analitik Felsefede Anlam Kavramının Eleştirel İncelemesi: “Anlam Kavramı ve Metafizik Önermeler”, “Dilde Bağlam Duyarlılığı”, “20.Yüzyıl Bilim Felsefesini İç-Dış Sorular Ayrımı Çerçevesinde Yeniden Yazmak”, “Anlam Kavramı Tezine Bir Yaklaşım”, “Deneme’de Anlam Metafiziği”, “Özgün Bir Dil Arayışı Olarak Yazı Heykelleri”, “Göstergebilim ve Sinema Sanatı Bağlamında Bourdieucu Beğeni Yargıları Açısından İklimler Filminin Göstergebilimsel Analizi”, “Yapısalcılık ve Gilles Deleuze: Anlamsızlığın Topolojisi”, “Bunun Anlamı Nedir?” Joseph Kosuth, Kahire Bienali”.. Kültür, Dil ve Anlam: “Anlam(sız)”,“Kültür ve Anlam”,“Anlam Nedir?”, Yaşamın İçinde Anlam: “Anlam Arayışının Tehlikeleri Üzerine”, “Thoreau’da Yaşamın Anlamı”,“Totoloji Döngüsellik ve Sonsuz Gerileme Kıskacında Anlam Sorunu”, Anlamın Anlatısı: “Anlam(lama) Paradoksları Gilles Deleuze & Lewis Carroll”, “Sartre’da Flaubert Örneği Merkezinde Başkasını Anlama”, “Joseph Conrad’da Güç Anlam İlişkisi ve Nihilizm”, Geleneksel Felsefede Anlam: “Locke’un Anlam Teorisinde ‘Kelimelerin Müphemliği’ ”, “Aristoteles’in Diyalektiğinin İkinci Kullanımı:Tanım ve Anlam Çokluğunun Aşılması Sorunu”, “Aristoteles’in Anlam Kuramı ya da De Interpretatione”, Anlam Kavramının Temelleri: “Önermesel Doğru: Doğum ve İkametine Dair Düşünceler”, “Kurgular Arası Karşılaştırmalar ve Anlam”, “ ‘Hiçlik’in Anlamı”, Hukuk Yorumsama ve Anlam: “Anlamını Kaybeden Sosyal Bilimler”, “Anlam, Norm ve Güç İlişkisinin Bir Örneği Olarak Austin’in Hukuki Pozitivizmi”, “Yapısalcı Hukuk Göstergebilimi ve Hukukta Anlam Yaratılması”..

Anlamın Oluşumu: “Anlamın Tarihselliği”, Tarih İçerisinde Kurulan Anlam”, “F. W. Nietzsche’nin Felsefesinde Bedenin Anlamı”, Anlamın Dilde İnşası: “Eğitimde Pragmatist Yapılandırmacılık ve Anlamın İnşası”, “ Wittgenstein’da Özel Dil ve Anlam Sorunu”, “Dil Oyunu”nun Metafizik Statüsü Üzerine”, Politik Anlam: “Varlığın Yarılma Zamanı: Paralaks Anlamın Politik Kurulumu”, “Siyaseten Anlam Var mıdır?”, “Gündelik Yaşamın Laikleştirilmesi Bağlamında Aklın Yeniden Tanınması: Kant’ın ‘İçimdeki Ahlak Yasası’nın Doğurduğu Sorunlara Blochçu Çözüm Denemesi”, Metin ve Yorum: “Semantiğin Dini Metinlerde Uygulanabilirliği”, “Dilsel Göstergebilimdeki Üçlemenin Türkçe Karşılıklarındaki Anlamsal Sorunlar”, “Anlam[a]’nın Kaynağı Olarak Kalp-Ruh-Nefis Üçlüsü: Moses-Mamonides Örneği”..

Değer ve Anlam: “Değer ve Anlam”, “Değer, Çatışma ve Uzlaşma”, “Etik ve Siyaset Bağlamında Anlam”, “Hukukta Anlam ve Değer”, “Değer ve Anlam: Değerler Anlamlar mıdır?”, Dil Felsefesinde Anlam: “Frege’nin Anlam Kuramının Kökenleri”, Kaplamsal Anlam, İçlemsel Anlam ve Teorik Terimler”, “Aşırı Yorum Sorunu ve Grünberg’de Anlamın Sınırları”, “Mantıkta ve Doğal Dilde Anlam”, Fenomenolojide ve Hermeneutikte Anlam: “Yaşantı, Oluşum, Anlam”, “Felsefi Söylem ve Anlam”, “Anlamdaki Yorum, Yorumdaki Anlam”, “Fenomenoloji, Anlam ve Değer”, Bilim ve Anlam: “Teleosemantik ve Karmaşık Kavramların Anlamı” , “Schönfinkel’den Dilbilime Anlam ve Dizim”, “Menon Diyaloğu Işığında Bilim Felsefesindeki Bazı Münakaşalar İçin Höristikler”, “Memetik Modellerin Değerlendirilmesi İçin Ölçüt Geliştirme Denemesi”… Bugün sunacağım bildirinin sonunda söyleyeceğim özetle: “Sonuç olarak, burada ileri sürdüğüm sav, Yargıda anlamın değerden, değerlendirmeden bağımsız tutulmasının siyasal sonuçlarının demokratik düzenlerde bile tehlikeli durumlar yaratabileceği, ancak değerlendiren yargının bu anlam aşan etkinliğiyle yasaya en yetkin anlamını verebileceğidir. Anlama dayalı muhakemenin hukuk güvenliği kaygısını daha çok taşıdığını, değerlendirici muhakemenin vurgusunun adalet arayışında yoğunlaştığını söyleyebiliriz.

Biraz önce çağdaş yasadan, onu hukuk devleti olmayan devletlerin yasalarından ayıran ölçütten söz etmiştim. Bununla bir devleti hukuk devleti kılan yasanın tanımını da vermiş oluyordum. Şunu da söylemeliyim: Bir ülkede yargıçlar yasada düz “anlam”dan başka bir şey bulamıyorlarsa, yani özüne dokunulmasının yasaklandığı, yasanın düzenlerken haddini aşıp aşmadığını görebilecekleri değerleri o metinde okuyamıyorlarsa, bulamıyorlarsa, değerden kopuk anlamanın, güç bela kurulabilmiş adalet ve barış düzenlerini ne denli tehlikeye atabileceğini ya da bu düzenlerin kurulmasını ne denli zorlaştırabileceğini kuşkusuz düşünebiliriz.”

Formun Üstü

Bilim Teknik 05.12.2008

HUKUK POLİTİKASI

Hayrettin Ökçesiz

hayret@akdeniz.edu.tr

Anlayamadığım bir şey var. Siyasetçiler tüm hayatı belirleyebileceklerini, biçimlendirebileceklerini mi sanıyor? Hayatımızı allak bullak edebildikleri doğru. Halk fikrini değiştiren her siyasi liderle kendi fikrini değiştirseydi halimiz nice olurdu? Halkın bilgeliğinin ayırdında olup, ondan bir şeyler öğrenmeye çalışmak siyaset erbabının ufkunu bir nebze genişletebilir.



Cumhuriyet Halkı

Önce şunu görebilirler: TBMM’nin her bir yasama dönemi Milli İrade’nin dile geldiği, temsil edildiği yegâne ortam değildir. Bu irade çok daha geniş bir satıhta güncel ve etkilidir. Bunda kendileri için bir tevazu nedeni bulabilirler. Halk siyaset ve siyasetçi türlülüğünü diktatörlerden, zulümden korunmak için ister. Devlet halkındır. İdaresini her defasında bir başka siyasi partiye verebilme özgürlüğünü özellikle bu yüzden elinde tutmaya çabalar. Verdiği, “vekalet”ten başka bir şey değildir. Kendisi doğrudan yönetse daha iyi olmaz mı? O günlere de geleceğiz!

Halk vekalet vereyim derken, asaleti elden kaptırır çoğun. Bu kapkaççılar halkı kendilerine uyruk kılarlar. Egemenlik hak ve yetkisi bu çığırtkanların eline geçer. Yeni aristokrasiler, oligarşiler, monarşiler “devlet benim” demeye başlar. Bunu demenin bin bir yolu vardır. Ama her birinde bu dayatma yeterince açıktır. Kimse yanlış anlamaz.

Halk nedir? Bir açıdan, bunu bilmek için ağdalı çözümlemelere pek gerek yok. Cebindeki nüfus cüzdanından başka bir kimlik belgesi bulunmayan insanlardan oluşur halk. Kabarık banka hesapları olanlar da halktan değildir. Yani halk imtiyazsız bir kitledir. Kendi içinde zorunlu ama kopuk bir eşitlik hüküm sürer. Bu insanların biri diğerine, kederde ve kıvançta çok benzer. Onların kederi, kıvancı, çok ve üstün kimliklilerin mutsuzluğunun, mutluluğunun konusu olmaz, ortak duyuşlarına dönüşmez. Suyla zeytinyağı gibidirler. Egemenlik bu halk kitlesinindir, ama ötekileri kullanır. Burada bir terslik yok mu? Kim görmemiştir ki bunu? Yalnızca halkın kendisi görmez! Bu halk bölük pörçüktür. Bu halkın insanları birbirlerine nispet yaparak, birbirini çiğneyerek umutlarıyla, korkularıyla, kaygılarıyla, tüm kısa devreleriyle giderler o kapkaççıların kapısına kapılanırlar. Onları saymak yerine kendilerini sayabilselerdi her şey bir günde değişiverirdi!

Olsun, yine de egemenlik bir biçimde halkındır. Bunu zeytinyağı’nın korkusundan, kaygısından, hal ve tavrından anlayabiliriz. Tüm çözümlerin, tüm gücün halktan geldiğini onu seven sevmeyen herkes bilebilmiştir. Bu bilgi bile ciddi bir güç göstergesidir. Bu güç, elbette, kapkaççılarınki gibi çıplak güç değildir. Bu güç kederde, kıvançta ortak bu insanların tüm özlemlerinin, sevinçlerinin, sevgilerinin, şefkatlerinin, hoşgörülerinin, anlayışlarının coşarak aktıkları bir nehir gibidir.

Devlet halkın olacaksa, hukuk da halkın hukuku olmalıdır. Buna Cumhuriyet halkı olmayı başarabilmekle ulaşabiliriz. Aksi halde, tarihten ve günümüzden yeterince “halk cumhuriyeti” biliyoruz. Sonuç değişmiyor. Halkın olan hukuka, hukuk kültürünün üçbin yıldan beri oluşagelen bilgeliklerinin yurttaşların bilincinde ve istencinde yeterince yoğunlaşmasını sağlamakla ulaşabiliriz. Bunun başka bir yolu yoktur.

Bugünlerde Amerikan sermayeli siyaset süpermarketinde çok sayıda promosyonlu ürün sergileniyor: “Anayasa Mahkemesi’nin demokratik meşruluğunu yitirdiği”, Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerinin ilgası”,”Anayasa’da değiştirilemez hüküm varlığının reddi”, “klasik türban söylemi” ve en çarpıcısından “Çarşaf”… Küresel finans krizinin tsunamisi hızla yaklaşırken gazeteler çarşaf çarşaf bunlarla dolu. Halk bunlarla oyalanmak isteniyor. Her zaman bir başka biçimde olduğu gibi.

Artık halk kendi gündemine bakmalı. Kendi gücünü görmeli. Nasıl Cumhuriyet Halkı olabileceğinin yollarını düşünüp bulmalıdır. Atatürk’ün halktan gelmek, hep halka dönmek düşüncesi O’nu cumhuriyet düşüncesine götürmemiş miydi! Şimdi halkın O’nun bu düşüncesine daha çok itibar etmesi, her siyasetçinin kendi tarzında bir “Atatürk” olmaya bakması gerekiyor. Cumhuriyet düşüncesinin ilkeleriyle bu halkın erdemleri eksiksiz örtüşmektedir. Bu Türkiye Cumhuriyetidir.



Yüklə 319,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin