ONUNCU BÖLÜM
Hicretin beşinci yılı sona ermek üzereydi. Müslümanların karşılaştıkları bütün olaylar, yaptıkları bütün savaşlar, genç devleti savunma ve Medine çevresinde emniyeti daha da yerleşik kılma amacına yönelikti. İslam dinine ve İslam devletine düşman çevreler ve odaklar tarafından meydana gelen olaylar, tür ve sayı bakımından daha önceki yıllara göre farklılık gösteriyordu. Yahudiler, bu çeşitliliği lehlerine kullanarak bu olayları bir noktada merkezileştirmeğe, zenginleştirmeğe, güçlendirmeğe ve düşmanlık dürtüsünün kışkırtıcı unsuru yapmaya çalışıyorlardı. Tek amaçları bu yolla İslamiyet’in varlığını Arap yarımadasında yok etmekti. Bu amaçla da gerek müşriklerle gerekse diğer münafık kavimlerle çeşitli istişarelerde bulunarak, kendilerine amaçlarını gerçekleştirmek için yandaşlar, askeri destekler oluşturma yoluna gittiler.
Müşriklere karşı İslamiyet’i ve peygamberi karalayarak ve putperestliği överek işe giriştiler. Öncelikle müşrik kabileleri birleştirip kendilerine askeri bir dayanak oluşturup, onları İslam’ın başkenti konumundaki Medine’ye sefer düzenlemeğe ikna etmekle başladılar işe. Bunu da başardılar. Alınan kararla Ben-i Nazir ileri gelenlerinden olan Sellam Bin Ebi Hukayk ve Hüyye Bin Ehteb, bir heyet başkanlığında Mekke’ye doğru yola çıktılar. Mekke’ye vardıklarında ilk iş olarak Mekke ileri gelenleriyle temasa geçerek, onlara şöyle dediler:
—Muhammed, bizleri de sizler gibi hedef almıştır. Ben-i Kinka ve Ben-i nazir Yahudilerini vatanı terk etmek zorunda bırakmıştır. Siz ey Kureyşliler! Kıyam ediniz. Sizinle bir olan diğer kabilelerden de yardım isteyiniz. Biz Ben-i Kureyza Yahudileri yedi yüz kişilik kılıçlı bir güçle Medine’nin girişinde sizlerin yardımınıza koşacağız.
Onların bu boş ve fuzuli lafları, Müslümanlara karşı ihtirasla yanıp tutuşan Kureyşlileri yeniden tahrik etmişti. Ama Kureyş ileri gelenlerinde biri Yahudi elçilerine dönerek:
—Her şey güzel de, sizler Semavi dinlerin takipçileri ehli kitapsınız, dedi. Bütün hak ve batıl dinleri birbirinden ayırt edebilmektesiniz. Ayrıca sizler de biliyorsunuz ki, biz Muhammed’e bizim tanrılarımıza ve ayinlerimize muhalif olan ayinler getirdiği için itiraz etmekteyiz. Şimdi söyleyin bakalım bizim dinimiz mi doğrudur, yoksa Muhammed’in tevhid üzerine kurulu dini mi?
Yahudi elçileri kendilerine yöneltilen bu kasıt içeren soruya hayâsızca şöyle cevap verdiler:
—Putperestlik dini, Muhammed’in dininden daha iyidir. Sizler kendi dininize tabi kalınız. Kalbinizde Muhammed’in dinine en ufak bir temayüle yer vermeyin. Zaten bizler Muhammed’in dinini tasvip etmiş olsaydık, ona tabi olur ve onunla savaşmayı göze alamazdık.
Yahudilerin bu boş ve kaypakça vaatleri karşısında iyice iştahları kabaran müşrikler, hemen savaş hazırlıklarına başlayacaklarına dair onlara söz verdiler.
Böylelikle Hz.Peygamber(s.a.v)’in ahde vefa göstermemelerinden dolayı Medine dışına sürdüğü Ben-i Nazir Yahudileri, Mekke’ye giderek Kureyşlileri Müslümanlar aleyhine kışkırtarak, bütün Yahudi ve Arap güçlerini İslam’a karşı savaşmak için seferber etti. Ardından da güçlü bir askeri ordu oluşturarak Medine’ye doğru hareket ettiler.
Bu hareket, tedbirli, uyanık ve her türlü siyasi hareketi güvenilir gözlerle yani casuslarıyla yakından izleyen bir başkomutan olan Hz.peygamber efendimizin kulağına çok çabuk ulaştı. Hz. Peygamber(s.a.v), bu ani gelişme karşısında yapılması gerekenleri sahabeleriyle istişare ederek, nihayi kararını Müslümanlara açıkladı. Alınan kararlar gereğince, düşman güçleri engellemek için Medine’nin sursuz olan tarafının önünde hendekler kazılacaktı. Peygamber efendimiz, alınan kararı Müslümanlara açıkladıktan sonra, onları çalışmaya teşvik etmek onlara şöyle seslendi:
—Ey inananlar! Bilin ki, Ahiret hayatından başka hayat yoktur. Allah’ım! Ensarı ve Muhacirleri bağışla.
Peygamber efendimizin sözleri karşısında daha da gayretlenen Müslümanlar, heyecanla çalışarak kısa zamanda Medine’nin gereken tarafındaki hendekleri tamamladılar. Artık bir nebze olsun Medine güvendeydi.
Sayıları on binden fazla olan müşrik güçler, Medine’nin etrafını sardı. Şehrin sursuz olan tarafına kazılmış olan hendekler içeri girmelerine engel olduğu kadar, daha önce hiçbir yerde görmedikleri bu savunma yöntemi onları dehşete düşürmüştü.
Hz.Peygamber(s.a.v), üç bin savaşçısı ile birlikte Sel tepesine çıktı. Buradan müşriklerin sürpriz girişimlerine karşı koymak için askerlerinin görevlerini belirledi ve onları gereken yerlere yerleştirdi.
Müttefik güçler, bir aya yakın bir zaman Medine’yi kuşatma altında tuttular, fakat -hendekleri geçmeği bir türlü başaramadılar. Beklemekle geçen günler müşriklerin sabrını yavaş yavaş tüketmeğe başlamış, bunun üzerine Amr Bin Abdulved, İkrime bin Ebu Cehil, Hubeyra bin Vehebe, Nevfel Bin Abdullah ve Zirar Bin Hattab isimli Kureyş yiğitleri silahlarını kuşanarak, atlarına bindiler. Amr, kendine has bir gururla Ben-i Kinane kabilesinin karşısında durarak:
—Savaşa hazırlanın! Diye haykırdı. Arapların gerçek kahramanları kimmiş bu gün göreceksiniz.
Sonra atlarını hızla sürerek hendeğin nispeten dar olan noktasından karşı tarafa geçtiler. Bu müşrik yiğitleri, Müslüman okçuların hedeflerinden de kurtulmayı başarmışlardı. Bu hassas nokta hemen muhasara altına alınarak başkalarının geçişi önlenmişti.
Müslüman ordusunun merkezine yakın bir yere geldiklerinde durdular. Amr, ileri atılarak:
—Benimle savaşacak yiğit yok mu aranızda? Diye naralar atmaya başladı.
Arap yarımadasında yiğitliği ve pehlivanlığıyla nam salan Amr, o haliyle Müslüman askerlerin üzerinde derin bir tedirginlik meydana getirmişti. Müslüman askerlerin sükûtu onu daha da cesaretlendirmiş olacak ki, sesini daha da yükselterek:
—Cennet iddia edenler nerede? Diye bağırdı. O bizim ölülerimiz cennette sizinkiler de cehennemde diyen İslam milleti sizler değil miydiniz? Aranızda beni cehenneme gönderecek bir yiğit yok mu? Veya gelsin de ben onu cennete göndereyim.
Amr’ın azgınca naraları kesilince peygamber efendimiz, Müslümanlara dönerek:
—İçinizden bir yiğit kalksın da bu adamın şerrini Müslümanların üzerinden defetsin, diye buyurdu.
Fakat Müslümanlar arasından bu çağrıya Hz.ali dışında hiç kimse cevap vermedi. Amr, sesini daha da yükselterek, alaycı ve şeytanvari bir şekilde gülümsedi:
—Yok, mu aranızda Cennete gitmek isteyen? Sırf cennet vaadiyle kanmadınız mı Muhammed’e? Vallahi kendime rakip istemek için bağırıp çağırmaktan yoruldum.
Peygamberimiz, Müslümanlara dönerek çağrısını tekrarladı. Yine Hz.Ali (as) ayağa kalkarak, Amr’la savaşmak istediğini dile getirdi. Diğer Müslümanların tepkisiz kaldığını gören Hz.peygamber(s.a.v) efendimiz, ayağa kalkarak Hz.Ali’nin başına özel bir sarık bağladı. Ve şöyle buyurdu:
—Allah’ım sen Ali’yi düşmanların şerrinden koru. Beni yalnız bırakma. Sen varislerin en iyisisin.
Sonra diğer Müslümanlara dönerek:
—İşte imanın bütünü şirkin bütününün karşısına çıktı, diye buyurdu.
Hz. Ali(as), Hz.Peygamber(s.a.v)’in izniyle Amr’ın karşısına dikildi. Amr, Hz.Ali(as)’ı tanımazlıktan gelerek:
—Sen kimsin? Diye sordu.
Hz.Ali(as); şöyle cevap verdi:
—Ali Bin Ebu Talib…
Amr, şöyle devam etti:
—Ben senin kanını dökmem. Zira senin baban benim yakın dostumdu. Ben senin amcaoğlunu düşünüyorum. Nasıl olur da seni benim karşıma çıkarır? Ben seni mızrağımın ucuyla kaldırır şu gök ve yer arasına salarım. Öyle ki ne tamamıyla ölür, ne de sağ kalırsın.
—Sen benim ölümüme üzülme. Ben her halükarda saadet sahibiyim. Zira yerim cennettir. Ama cehennem seni arzuyla beklemektedir.
Amr, aslında Hz.Ali(as)’dan korkuyordu. Nihayetinde onun Bedir ve Uhud’da nasıl kahramanca savaştığına ve nice Kureyş yiğitlerini cehenneme gönderdiğine bizzat şahit olmuştu. O anlamsız konuşmaları sırf Hz.Ali’yi kendisiyle savaşmaktan caydırmak için sarf ediyordu.
Amr, tekrar konuşmaya başladı:
—Ali! Bu adilane bir taksim değildir. Cennet de cehennem de senin malın olsun.
Hz.Ali’nin gayreti sabrını zorlamaya başlamıştı artık. Amr’a dönerek:
—Konuşmayı bırak da savaşalım artık. Hadi beni cennete gönder, diye haykırarak düşmanının üzerine atıldı.
İlk hamleyi Amr yapmış ve Allah’ın Aslanı’nın o mübarek başında küçük bir yara açmıştı. Amr’ın hamlesinin karşılığı gecikmemişti. Hz. Ali (as), ani bir hareketle düşmanının bedeninde derin bir yara açmış, daha sonra tıpkı bir aslan gibi, Zülfikarı sallayarak Amr’ın kafasına indirip tek darbede onu ikiye ayırmıştı. Bunu gören diğer Müşrik yiğitleri arkalarına bakmadan kaçışmaya başladılar.
Hz.Ali(as), görevini layıkıyla yapıp peygamber efendimizin huzuruna vardığında, Resulullah(s.a.v) ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
—Bu Fedakârlığının değeri, benim ümmetimin bütün amellerinden daha yücedir. Zira küfür ordularının en büyük kahramanlarından birinin mağlubiyeti sayesinde, tüm Müslümanlar aziz, kâfirler ise hor ve zelil oldu.
* * *
Medineli Yahudilerin desteklerini Kureyşlilerden çekmeleri, Medine’yi kuşatan Ebu Süfyan ve Yandaşlarını savaşa son verip, Mekke’ye geri dönme noktasına getirmişti. Bütün Kureyşlilerde kuşatmanın sonuçsuz kalacağı inancı hâkimdi. Sonra en çok güvendikleri pehlivanların uğradıkları hezimet ve Amr’ın Hz.Ali(as) tarafından öldürülmesi, onları iyice korkuya düşürmüştü. Bunca olumsuzluğun yanı sıra bir de doğal felaketler nedeniyle hayvanlarının telef olması, askerlerin açlık sınırına gelmesi ve ani bastıran bir kasırganın ordugâhlarını tarumar etmesi onları kuşatmayı kaldırıp geri dönmeğe zorlamıştı. Öyle ki sabahleyin gün ağardığında müttefik savaşçılardan tek bir kişi bile yerinde kalmaksızın Medine çevresini terk etmişlerdi.
Bu olayı Allah’u Teala Kutsal Kitabında şöyle dile getirmiştir:
“Ey iman edenler! Düşman orduları üzerinize geldiğinde Allah’ın verdiği nimetleri hatırlayın. İşte o zaman düşmanlarınızın üstüne bir kasırga ve görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptığınız her şeyi görmekteydi. Onlar yukarıdan ve aşağıdan üzerinize geldiğinde ve gözlerinizin ışığı kaybolup yürekleriniz ağzınıza geldiğinde, Allah hakkında çelişkili düşünceler bir bir aklınızdan geçtiğinde işte orada ve o anda inananlar sınandı ve şiddetli bir şokla sarsıldılar.”
Dostları ilə paylaş: |