Bir demet nur



Yüklə 0,6 Mb.
səhifə3/15
tarix29.08.2018
ölçüsü0,6 Mb.
#75837
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


Arap yarımadası, toplumun bütün kesimlerinde toplumsal bağlara ilişkin gevşeme ve kopma belirtilerinin açıkça ortaya çıktığı bir dönemde, Muhammed’in ismi bir yıldız gibi parlamıştı. Bu toplumsal çöküşün aksine Muhammed’in kişiliği günden güne parlaklığını ve yüceliğini arttırmış, tutarlı ve sapmaz kişiliği, davranışlarının ve ahlaki mükemmelliğinin bütün yönlerinde görülmeğe başlamıştı. Öyle ki, cahiliye dönemi Arapları içine düştükleri her çıkmazda, onun hakemliğine başvurarak, onun güven veren kararlarından faydalanırlardı.

Yine Kureyş ve Mekke ileri gelenleri bir konuda çıkmaza düşmüş, aralarındaki fikir çatışması neredeyse savaşmalarına neden olacak bir ciddi hal almıştı. O dönemde de Kâbe Araplar arasında saygın bir konuma sahipti. Cahiliye döneminde de oraya özen gösteriyor, düzenli olarak orayı ziyaret ediyorlardı.

O dönemde meydana gelen büyük ve azgın bir sel felaketi Kâbe’yi yıkmış, büyük bir hasar vermişti. Bunun üzerine toplanan Kureyşliler, Kâbe’yi genişleterek yeniden inşa etmeyi kararlaştırmışlardı. Bu amaçla, Kureyş ve Mekke ileri gelenleri hiç vakit kaybetmeden hemen işe koyulmuş, el birliğiyle o kutsal mekânın inşasına başlamışlardı. Bina yükselip de sıra Hacer-ul Esved’in konulacağı yere gelince, bu taşı kimin yerine koyacağı konusunda, Kureyş ve Mekke ileri gelenleri arasında anlaşmazlık baş göstermişti. Her kabile bu şerefin sadece kendilerine ait olduğunu savunuyordu. Uzun münakaşalar sonucunda anlaşma olmayınca, her kabile kendi yaşlarını toplayarak, savaş hazırlığına başladılar. Bu arada Kâbe’nin inşası yarım kalmıştı. Mekke’nin ileri gelenlerinden biri, gidişatı beğenmeyip, ciddi bir savaşı önleyebilmek adına, bir yol sundu her iki taraf temsilcilerine:

—Bu gidişat pek hayıra hizmet etmiyor. Gelin bir konuda anlaşalım. Bu andan itibaren, bu toplantıya ilk gelecek kişinin hakem olmasını ve o hakemin göstereceği çözüm yolunu takip etmeği teklif ediyorum.

Toplantıya katılan her iki taraf temsilcileri de bu teklifi mantıklı bulmuşlardı. Her iki tarafın rıza göstermesi sonucunda hakem konusunda anlaşma sağlanmıştı. Her kes toplantıya ilk gelecek kişiyi beklerken, Allah’ın inayetiyle Muhammed, içeri girdi. Muhammed’i karşılarında gören kabile temsilcileri:

—Tamam işte. Tam doğru insan geldi. Dediler. Muhammed emindir. Onun vereceği karara razıyız. O hangi çözüm yolunu gösterirse, seve seve uyarız.

Muhammed, işin içini bilmiyordu.

—Hayırdır neler oluyor, diye sorunca, Kureyş Kabilesinin temsilcilerinden biri hemen atıldı:

— Hacerü’l Esved Taşını yerine kimin koyması gerektiği konusunda Mekkelilerle aramızda anlaşmazlık çıktı. Bu şerefli görevi yapmak konusunda her iki kabile, sadece kendilerinin hak talebiyle hareket etmeleri sonucunda, toplantıya ilk gelecek kişinin

Hakemliğiyle bu sorunu çözeceğimiz konusunda anlaştık. Ve sen ilk gelen kişi olduğun için de bu sorunun çözümü konusunda bize hakemlik etmeni istiyoruz.

Muhammed, gayet kararlı bir biçimde, Hacerü’l Esved’i yere serdiği bir elbisenin üzerine koydu ve etrafındakilere dönerek:

—Hadi, dedi. Her kabile elbisenin bir kenarından tutup kaldırsın.

Kabile temsilcileri onun dediğini yapıp, taşı konacağı yerin hizasına kadar kaldırdıklarında, Muhammed kendi elleriyle taşı alıp, onu konması gereken yere yerleştirdi. Onun gösterdiği bu ciddi tutum, oradaki kabilelerin vicdanlarında büyük bir etki bırakmış, dikkatleri onun liderlik yeteneğine ve idarecilik maharetine çevirmişti. Böylece onun yüce bilgeliğine, üstün zekâsına ve benzersiz güvenirliliğine duyulan güven yoğunluk kazanmıştı.

Her iki kabile de, Muhammed’in kendilerine sunduğu çözüm formülünü uygulayarak içine düştükleri anlaşmazlıktan kurtulmuş, tekrar elbirliğiyle Kâbe’nin inşası için çalışmaya başlamışlardı.

* * *

Recep ayının on üçüydü. Ebu Talib’in eşi Fatıma, gebeliğinin son günlerini yaşıyordu. Ani bastıran doğum sancılarıyla kıvranan Fatıma, Allah’ın inayeti ve Lütfuyla gaipten duyduğu ve kendisini Kâbe’ye davet eden bir sesin peşine takılarak, o mübarek beldeye doğru yola çıkmıştı. Kâbe’ye geldiğinde, ortalıkta kimsecikler yoktu. Amansız bastıran doğum sancılarının acısıyla kendini zor atabilmişti Kâbe’nin duvarının dibine. Doğum sancıları tamamen şiddetini arttırmıştı ki, Allah’ın hikmeti tecelli etmiş, Kâbe’nin duvarı bir kapı aralığı kadar yarılmıştı. Fatıma’yı Kâbe’ye davet eden o esrarengiz ses, aralanan duvardan içeriye davet ediyordu bu defa o mübarek kadını. Fatıma, yaşadığı olayların şaşkınlığından, çektiği acıları unutmuştu. Zoraki kendini toparlayarak açılan duvardan içeri girdi. Sonra duvar tekrar kapandı. Fatıma, orada tam üç gün kaldı. Yeni doğmuş oğluyla Kâbe’den çıktığında onu ilk karşılayan Muhammed olmuştu. Yengesinin yanına yaklaşarak, amcasının o taze goncasını kucağına aldı. Sonra bağrına basıp, kulağına bir şeyler okudu. Yengesine dönerek:



—Ne mutlu sana, dedi. Ali gibi bir can doğuran anaya ne mutlu…

Fatıma gayet sakin bir dille:

—Ali mi? Diye sordu. Ali mi dedin Muhammed?

—Evet, yenge. Allah’ın Lütfuyla onun adı Ali olsun.

Fatıma, gülümseyerek Muhammed’i onayladı. Muhammed’in ona isim koymasında bir keramet olduğunu biliyordu çünkü. Tıpkı onu Kâbe’ye çağıran o esrarengiz ses gibi. Ve Kâbe’den çıktığında onu karşılayan tek kişinin Muhammed olduğu gibi, Ali isminin konulmasında da bir keramet vardı muhakkak.

Sonra Ali’yi kucağına alarak yengesiyle beraber Ebu Talib’e o mübarek doğum müjdesini vermek üzere evin yolunu tuttular. Eve geldiklerinde, Ebu Talib’i kendilerini beklerken bulmuşlardı. Muhammed, kucağında sımsıkı tuttuğu o mübarek goncayı amcasına uzatarak:

—Müjdeler olsun amca! Müjdeler olsun dedi. Bak sana Ali’yi getirdim. Allah’ın bizlere en güzel armağanını sana getirdim.

Ebu Talib, hiçbir tepki vermeden, Muhammed’in kucağından oğlunu alıp bağrına bastı:

—Ali gibi bir evlat bağışladığı için, Yaradan’a şükürler olsun, dedi. İnşallah adı gibi yücelir ve yüceldikçe bizleri de yüceltir.

Sonra eşi Fatıma’ya döndü:

—Ey Gülizar-ı gönlümün Gülü, dedi. Allah sana rahmetiyle hükmetsin. Bana bu güzel armağanı verdiğin için. Dileğim o ki, evlatlarının hayırlarıyla ödüllenesin.

* * *


Bu yeni doğan bebek, anne babası ile amcasının oğlu Muhammed’in kucaklarında, her geçen gün biraz daha serpilerek büyüyor, Muhammed’in kendisine gösterdiği özel ilgi ve sevgiden dolayı, günden güne Muhammed’e vazgeçilmez bir bağ ve muhabbetle bağlanıyordu. Öyle ki, bir an bile Muhammed’den ayrı kalmıyor, sık sık onun evine gidiyordu. Muhammed de, Ali’ye hiç kimseye göstermediği duygu ve ilgi ile yaklaşıyordu. Uyanıkken ona okşayıcı sözler söylüyor, onu göğsünde taşıyor ve uyutmak için kendisi bizzat onun beşiğini sallıyordu. Uzun yıllar boyunca devam eden bu ilgi, Ali’nin davranışlarında ve zihni yapısında etkisini göstermeğe başlamıştı.
O yıl Mekke bölgesinde kuraklık nedeniyle büyük bir kıtlık yaşanmış, aileler geçimlerini sağlayamaz bir hale gelmişlerdi. Özellikle kalabalık aileler için bu durum daha da vahim bir hal almıştı. Muhammed de kalabalık bir aileye sahip olan ve durumu pekiyi olmayan amcasına yardımcı olmayı düşünmüş, bu amaçla konuyu diğer amcası Abbas’a açmıştı.

—Sevgili amcacığım! Biliyorsun ki Amcam Ebu Talib’in durumu pekiyi değil. Hele bu kıtlık durumunu iyice vahim kıldı. Sizin durumunuz da iyi sayılır. Diyorum ki, amcamın çocuklarının bakımını üstlenerek ona yardımcı olabiliriz.

Abbas, Muhammed’in bu mantıklı çözümü karşısında:

—Çok güzel düşünmüşsün, dedi. Hamza’yı da bu durumdan haberdar edelim. Elimizden ne geliyorsa yapalım.

Hiç zaman kaybetmeden Hamza’ya da durumu açtılar. Hamza’nın da onayını aldıktan sonra, Abbas, Ebu Talib’in oğlu Talib’i, Hamza, Cafer’i yanına alarak bakımını üstlendiler. Ebu Talib, Akil’in kendi yanında kalmasını istedi. Bu durumda Muhammed, amcasına dönerek:

—İyi o zaman, ben de Ali’yi alıyorum yanıma, dedi. Yüce Allah’ın benim için sizin üzerinize seçtiği kişiyi alıyorum.

Böylece Ali, amcasının oğlu Muhammed’in evine taşınarak onun gözetimine girdi. Muhammed her ne kadar zahiren Ebu Talib’e yardımcı olmak amacıyla Ali’yi yanına aldıysa da, asıl hedef farklıydı. Asıl hedef, Ali’nin Muhammed’in yanında yetişip, terbiye görmesi ve onun azminden faydalanmasıydı. O dönemde Ali, Muhammed’in sevgisinden, şefkatinden nasiplenerek, güzel ahlakının ve yüksek meziyetlerinin örneklerini kişiliğine aktarmaya, Muhammed’in siyasi ve ilmi birikimiyle donanmaya başlamıştı. Öyle ki, bir an olsun Muhammed’den ayrılmıyor, onun olaylara ve tabiata karşı gösterdiği tepkileri, sergilediği tavırları gözlemleyerek, hayatı idrak etmeğe, Muhammed’in felsefesini özümlemeğe çalışıyordu. Bu yüzden Muhammed’i en iyi tanıyan, onu en güzel şekilde anlayan ve onun ahlakını layıkıyla hayatına tatbik eden kişi, hiç şüphesiz Ali’ydi. Bu donanım, onu ileriki hayatında, Muhammed’in üstleneceği ilahi misyonunu yaşama geçirme konusunda, Muhammed’e en büyük destekçi ve yardımcı kılacaktır.


Yüklə 0,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin