2- Kasım b. Fuzaly diyor ki: "İmam Rıza'ya (a.s.) arzettim: Fedan olayım, acaba sıcaklık ve soğukluk sebebiyle insan elbisesi
nin kolu üzerine secde edebilir mi?" Hazret, "Sakıncası yoktur."
buyurdu. (4)
3- İmamiye ashabından bir grup şöyle nakletmişlerdir. "İmam Bâkır'a (a.s.) şöyle sorduk: Acaba kar ve buz olan bir
yerde olduğumuzda onların üzerine secde edebilir miyiz? Hazret şöyle cevap verdi:
1-"El-Feth" C. l, S. 414:
2-Siretunâ ve sünnetunâ, S. 131, "Neyl-ül Evtâri'den naklen:
3-Vesâil-uş şiâ, C. 3, kitab-us Salât, Ebvab-u Ma Yüscedu aleyh, bab. 4, hadis. 1:
4-Aynı kaynak, Hadis 2:
"Hayır, ama pamuk ve keten gibi bir şey giy onun üzerine koy ve secde et" (1)
Binaenaleyh buraya kadar zikrettiğimiz bunca delillerin karşısında, elbise vb. şeyler üzerine secde etmeyi ve herhangi bir zaruretle şartlandırmadan mutlak olarak nakledilmiş diğer bazı hadisleri de -Usul-i Fıkıh (fıkıh metodolojisi) kaideleri gereğince- zaruret durumlarıyla şartlanan hadislere hamledilmelidir.
Mezkur hadislerin mecmuundan şu iki nükte açıklık kazanmaktadır.
1- Toprak, taş, çakıl ve yerden bitenler gibi (yiyecek ve giyecekler hariç) bir yer parçası bulabilirse aşın sıcaklık veya soğukluk gibi mecburi bir durumda olmazsa yer ve yerden biten mezkur şeyler üzerine secde etmek gerekir.
2- Sadece makbul bir özrü olur veya bir zaruret içinde bulunursa (sıcaklık, soğukluk gibi) veya yerin adı geçen parçalardan birini bulamazsa insan, elbiselerinin bir parçası veya herhangi bir kumaş üzerine secde edebilir. Bu nükte Sünni-Şii her iki grubunda naklettiği rivayetler arasında göze çarpmaktadır.
Bu yüzden Şii Müslümanlar ve Ehl-i Beyt (a.s.) mektebinin takibçileri. Resulullah'ın sünneti ve sireti ile Sadr-ı İslâm Müslümanlarının ameli tarzı ve Peygamber'in (s.a.a.) Ehl-i Beyti'nin sözlerine uyarak ihtiyar haletinde taş, çakıl, tahta parçaları ve benzeri şeylerin üzerine secde etmekte ve kumaş, elbise ve yiyecekler üzerine secde etmekten çekinmektedir. Dolayısıyla Allah karşısında daha fazla tevazu ve ubudiyet izhanında bulunmak için de toprağın üzerine secde etmeyi tercih etmektedirler. Bu maksadla da sahabe, tabiin ve Ehl-i Beyti'n siretine uyarak yanlarında bir parça temiz toprak bulundurmakta ve de bu vesileyle alemlerin Yaratıcısı karşısında tevazu ve ubudiyetin en üst mertebesini izhar etmektedirler. Hatırlatmak gerekir ki, bu amel sadece Şii'lere has bir şey değildir. Çünkü Ehl-i Sünnetin bâzı meşhur şahsiyetleri de bu yolu seçmişlerdir ki, söz fazla uzamasın diye bu konuda yapılan bir sürü nakillerin arasından sadece bazı örnekleri zikretmekle yetiniyoruz:
l- İslâm tarihçi ve muhaddislerinden bir grup şöyle nakletmekdedirler:
"Ömer b. Abdulaziz'in hasırın üzerine secde etmekle yetinmiyor, bir miktar toprak da hasırın üzerine koyuyor ve üzerine secde ediyordu." (2)
1-Aynı kaynak, Hadis. 7:
2-Feth-ul Bari, C. l, S. 410 ve şer-ul Ahvezi, C. l, S. 272:
2-Urve b. Zubeyr'den nakledilmiştir ki, O yerden başka bir şeyin üzerinde namaz kılmayı sevmezdi." (1)
3-Daha önce de işaret edildiği gibi "Tabakat-ı Kübra'nın yazan şöyle diyor:
"Mesruk b. Ecda (tabiinden biri) yolculuğa çıkarken gemide üzerine secde etmesi için bir parça kerpiç yanında bulunduruyordu." (2)
Bu esas üzere, Şii Müslümanların yere ve yerden biten şeylerin üzerine (yiyecekler ve giyecekler dışında) secde etmeyi gerekli görmeleri ve Allah karşısında daha fazla tevazu ve ubudiyet izharında bulunmak için mukaddes ve temiz bir toprak parçası yanlarında bulundurup onun üzerine secde etmeyi tercih etmeleri şirk olmadığı gibi, kamilen tevhit ruhuyla da bağdaşmaktadır.
Bunun hilafına olan görüşler bir nevi asılsız teşri ve bidat konumunda olup, Peygamber'i Ekrem'in (s.a.a.) sünneti, tabiin ve sahabenin söz ve amelleri ve hakeza Ehl-i Beyt (a.s.)'in menkul rivayetleri ışığında çürük ve temelsiz olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Aşağıda zikredilen söz de bu iddianın apaçık bir delilidir:
"Hafız Ebu Bekir b. Ebi Şeybe kendi kitabında (El-Müsan-nef/C. 2) Said b. Müseyyib ve Muhammed b. Sirin'den şöyle nakletmiştir: "Tenefese" (kürkten bir nevi yaygı) üzerinde namaz kılmak sonradan çıkarılmış bir şeydir ve Resulullah'dan sahih bir senedle rivayet edilmiştir ki, "işlerin en kötüsü sonradan çıkanlardır. (Dinde) Sonradan çıkan her şey de bidattir." (3)
Şii Müslümanlar, Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt'in sözlerine ve siretlerine uyarak namazda Allah için secdenin İslam şehidlerinin efendisi Hz. Hüseyin'in türbeti olan Kerbala toprağının üzerine yapılmasını müstahab biliyorlar.
Burada da şu soruyla karşılaşmaktayız: Niçin şiiler dünyadaki bunca bölge arasında sadece Kerbala toprağını seçmiş ve namazda onun üzerine secde edilmesini tercih etmişlerdir. Neden Kerbala toprağından bir parçasını mescidlerde, evlerde veya yolculukta kendi yanlarında bulunduruyorlar?
Burada bu soruya cevap olarak, Resulullah'ın ve Ehl-i Bey-ti'nin sünnet ve sireti ışığında şianın açık delillerini siz okuyuculara sunmaya çalışacağız.
1-Aynı kaynak:
2-Tabakât-ul-kubrâ, C. 6, S. 79 Beyrut baskısı, Mesruk b. Ecda'mn hayatı bölümünde:
3-Sîretunâ ve sünnetunâ, S. 134:
l- Malumdur ki şiiler her türlü toprak ve taşa secde etmeyi caiz bilmektedirler. Ama sahih İslami rivayetlerin de tasrih ettiği gibi ilahi şiar ve mukaddesata veya Allah'ın velilerine intisabı (nisbetinin olması) sebebiyle bazı yerlerin diğer yerlere göre özel bir kutsallık ve öncelik taşıdığına inanmaktadırlar.
Şüphesiz Mekke-i Mükerreme bünyesinde Beytullahil Müker-reme ve Kabe-i Muazzama'yı bulundurduğu hasebiyle ilahi emniyet haremi sayılmakta ve de özel bir kudsiyete sahib bulunmaktadır. Bu temizlik ve kudsiyet sebebiyle de müşrik ve kafirlerin bu mukaddes bölgeye girmeleri yasaklanmıştır. Hakeza Medine topraklan hakkında da nakledilen hadisler ışığında oldukça yüce bir değer ve kutsallığa sahib bulunmaktadır.
İslami rivayetler açısından mukaddes beldelerden biri de Kerbeladır. Kerbala, Resulullah'ın (s.a.a.) evlatlarının (başlarında Hz. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib (a;S.) olmak üzere) Allah yolunda kurban olduğu yerdir. Şimdi de bu hususta her iki Müslüman grubun özellikle de Ehl-i sünnet alimlerinin kitablarmda yer alan muteber hadislerden bazı numuneler vereceğiz. Böylece Kerbala topraklarının kudsiyet ve özel değeri apaçık anlaşılmış olur.
"İbn-i Hacer-i Haysemi Es-sevâik-ul Muhrike" adlı kitabında şöyle naklediyor:
"Hz. Hüseyin (a.s.) Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna vardı ve hızla Resulullah'a doğru koşup kendini Resulullah'ın üzerine attı. Peygamber'i Ekrem de onu okşayıp öpmeye başladı. Meleklerden biri (ki Hazretin huzurunda bulunuyordu.) O Hazrete "Onu seviyor musun?" diye sordu. Peygamber "evet" dedi. Melek şöyle devam etti: "Senin ümmetin onu şehid edecektir. Eğer istersen onun şehid olacağı yeri göstereyim sana. Sonra o mekanı Resulullah'a gösterdi. O kendisiyle beraber bir miktar çakıl taş veya kırmızı toprak getirdi. Ümmü Seleme de (Resulullah'ın zevcesi) o toprağı alarak elbisesinin içine koydu: "Sabit diyor, "Biz, o bölge Kerbeladır" diyorduk"
Aynı hadis ibn-i Ahmed'in naklinde şu cümleyle bitmiştir: Peygamber (s.a.a.) o toprağı koklayarak şöyle buyurdu: Bu toprak kerb (hüzün keder) ve bela kokusu vermektedir." (1)
Hakeza ibn-i Sad'dan ve o da Şa'bî'den şöyle nakletmektedir:
"Ali b. Ebi Tâlib (a.s.) Sıffın'e giderken Kerbela'ya yolu düştü, Fırat kenarındaki Neyneva köyüne yetiştiği vakit durdu ve o bölgenin adını sordu. Hazret'e oranın "Kerbala" olduğunu söylediler. Emir-el Müminin (a.s.) o kadar ağladı ki, gözyaşlarından yer ıs-
1- Es-Sevai-ul Muhrike, S. 192:
landı. O zaman şöyle buyurdu: Bir gün Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna varınca hazretin ağladığını gördüm. Hazret'e "Niçin ağlıyorsun?" diye sordum, şöyle buyurdu:
"Bir kaç dakika önce Cebraâil yanıma gelerek, bana evladım Hüseyin'in Fırat'ın kenarında Kerbala adında bir yerde öldürüleceğini bildirdi. O zaman Cebrail koklamam için oranın toprağından bir avuç bana verdi. Bu yüzden ağlamaktan alamıyorum kendimi." (1),
İbn-i Hacer başka bir yerde şöyle rivayet etmektedir: "Cebrail Peygambere 'Senin ümmetin onu öldürecek" diye haber verdi. Peygamber 'Evladımı mı?' diye sordu. Cebrail, 'Evet, eğer istersen onun şehid edileceği yeri göstereceğim." diye cevap verdi. Sonra da "Teff (Kerbelanın diğer adıdır) denilen yere işaret etti. Oradan bir miktar kırmızı türbet alarak Peygamber'e gösterdi ve şöyle dedi: "Bu O'nun şehid düşeceği yerin toprağındandır." (2)
Sihah kitablarında ve Ehl-i sünnet müsnedlerinde yer alan bu ve benzeri bir çok hadislerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Resulullah, Emir-el Mü'min'in ve İslâm muhaddislerinin nazarında Kerbala bölgesi çok mukaddes ve değerli bir türbedir. Oranın pak topraklan da özel bir imtiyaza sahibdir.
Bazı rivayetlerde yer aldığı üzere Peygamber'i Ekrem (s.a.a.) Kerbala toprağım kokladıktan sonra o mukaddes toprağın üzerine gözyaşı döküyor ve şöyle buyuruyor: "Ne mutlu bu toprağa." (3)
Evet gerçi bütün toprak, taş ve temiz yerler üzerine secde etmek caiz ve meşrudur; ama zahiri nezafet ve temizliğin yanı sıra özel bir manevi değer ve kudsiyeti de olan topraklar üzerine secde etmek daha da iyi ve faziletlidir.
Mezkur iki mukaddemeden şu neticeyi alıyoruz ki, Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve paklık ve teharetinin yanısı-
1-Es-sevâik-ul Muhrike, S. 193:
2-Es sevâik-ul Muhrike, S. 193: bu hususta Sünni-Şii kitaplarında bir çok hadisler mevcuttur. Daha fazla bilgi edinmek için şu kitaplara müracaat edilebilir:
Kenz-ul Ummâl, C. 13, S. 111-112, El-Hesâis (suyuti) C, 2, S. 125, Menâkıb-i İbn-i Megâzili ve "Bihâr-ul C. 44 ve El-Mucem-ul kebir (Taberâni), S. 144 ve El ikdul ferid, c. 2 ve Essevâik-ul Muhrike ve benzeri bir çok hadis kitapları:
3-İhkâk-ul Hak C. 11, S. 347 Mucem-ul kebir, Tehzib-üt Tehzib Kifâyet-ut Tâlib (genci-i şafii), Maktel-ul Huseyn (a.s.) (Harezmi) ve benzeri kitaplardan naklen:
ra manev kudsiyeti de ispat edilen Kerbela gibi bölgelerin İslâm-i mukaddesat veya ilahi veliler ve Allah-u Teâla'nın dergahının azizleri ile bir bağlantı intisabı vardır. O mükerrem türbelerin şerefeti de sahihlerinin ilahi şerefetinden kaynaklanmaktadır. Zira Peygamber'i Ekrem (s.a.a.) insanları Ehl-i Beyt'ine uymaya davet etmiş ve de hükümlerini Kur'an'ı Kerim'in hükümleri yanında hüccet kabul etmiştir.
2- Burada zikredeceğimiz ikinci delil ise Peygamber'in (s.aa.) Ehl-i Beyt'inden olan imamların hadisleridir ki, bunların da Resulullah'ın sünneti açısından muteber ve hüccet oldukları önceki bahislerde ispat edilmişti.
Vesail-uş Şia'da şöyle nakletmiştir:
"İmam Cafer Sadık (a.s.)'ın ipek cinsinden san renkli bir torbası vardı ki, içinde Hz. Hüseyin (a.s.)'in türbesinden bir miktar toprak mevcut idi. Bu toprağı seccadesinin üzerine bırakıyor ve (namazda) üzerine secde ediyordu." (1)
Aynı kitapta şöyle yer almıştır:
"İmam Sadık (a.s.) Hz. Hüseyin'in toprağından başka bir şey üzerine secde etmiyordu. Bu, Allah karşısında daha çok tevazu ve ubudiyet izharında bulunması içindi." (2)
Burada başka iki nükteyi de hatırlatmak gerekir:
1- Ehl-i Beyt imamlarının Kerbela toprağına secde etmesi veya diğerlerinde bunu tavsiye etmeleri, İmam Hüseyin'in (a.s.) toprağı üzerine secde etmenin müstehap ve faziletli olduğu içindir. Nitekim bütün Şia fakihleri de "İmam Hüseyin'in (a.s.) toprağının üzerine secde etmek müstehab ve faziletlidir" diye fetva vermişler.
2- Ehl-i Beyt imamlarının, Hz. Hüseyinin (a.s.) mukaddes türbesi üzerine secde etmeye önem vermelerinin sebebi ise O Hazretin Allah'ın gerçek dinini yayma ve tevhid kelimesinin yücelmesi yolunda şahadete ermesi ve Allah'ın özel bir inayet ve lutfuna mazhar olmasıdır. Bu yüzden Şia'nın masum imamları O Hazretin toprağına secde etmeyi başka topraklara tercih ediyor ve bu yolla Allah'ın rızasını daha fazla elde etmek ve Alemlerin Rabbinin karşısında tevazu ve ubudiyet izharında bulunmak istiyorlardı.
Nitekim önce de naklettiğimiz gibi İmam Sadık (a.s.) namazda Allah'a tevazu ve ubuduyet izharında bulunmak için sadece İmam Hüseyin (a.s.) türbetinin üzerine secde ediyorlardı.
1-vesâil-uş şia, C. 3, S. 608.
2-Önceki kaynak:
Geçen bahislerin ışığından anlaşılmaktadır ki, Peygamberin Ehl-i Beyti'ne göre -ki sekaleyn hadisi gereğince Kur'an-ı Kerim'in eşidirler- İmam Hüseyin'in toprağı üzerine secde etmek daha faziletli ve uygundur. Bu esas üzere Resulullah'ı (s.a.a.) ve Ehl-i Beyti'n siret ve sünnetini takib eden Şiiler de İmam Hüseyin'in türbeti olan Kerbela toprağının üzerine secde etmeyi müstehab biliyor, namazlarda alınlarını o pak ve mukaddes topraklar üzerine koyarak Yüce Allah'ın karşısında olan huzu, tevazu ve ubudiyetlerini daha çok artırmak istiyorlar.
3- Resulullah'ın şecaatlı ve yiğit evladı Hz. Hüseyin (a.s.) ve o Hazretin ashab ve çocukları, Beni Umeyye hükümetinin icad ettiği tahrif ve bidatlar tufanı karşısında İslam ve tevhid dinini himaye etmek için kıyam edip bu yolda şahadete erdikleri için o İslam ve Kur'an fedailerinin ancak fedakarlık hatıralarını canlandırıp yaşatmak onların mukaddes hedeflerini ve kısaca İslam dinini ihya etmek demektir,
Hz. Hüseyin'in (a.s.) kendisi de Kerbela'ya doğru ilerlerken mukaddes kıyamının hikmet ve felsefesini şöyle beyan etmiştir:
"Ben hedefsiz ve abes olarak veya fesad çıkarmak ve zulüm yapmak maksadıyla kıyam etmedim. Sadece ceddimin ümmetini ıslah maksadıyla kıyam ettim. Ben iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak ve de ceddim ve babam Ali b. Ebi Talib'in sireti üzere amel etmek istiyorum." (1)
Açıktır ki eğer Müslüman bir insan Allah için secde esnasında İslam şehidlerinin efendisi olan Hz. Hüseyin'in (a.s.) toprağını karşısında müşahade eder ve her namazda alnını o mukaddes toprağın üzerine koyup secde edecek olursa o, Allah yolunun azizleri ve velilerinin eşsiz fedakarlıklarını hatırlar (ki can, mal, çocuklarını ve dostlarını İslam dinin hakimiyeti için feda etmişlerdir.) ve de bu hadiseden özgürlük, şeref, insanlık ve İslam ve Kuran'ı himaye dersleri alır.
Bu esas üzere Kerbela toprağının üzerine secde etmek insanı tevhid yolundan çıkarmadığı gibi onun halisane secdesine daha da bir mana kazandırmakta ve Müslümanları Kur'an ve İslam yolunda fedakarlıkta bulunmaları için daha fazla bir basiret ve hazırlık içinde Allah'a ibadete sevk eder.
Bütün bu açıklamalardan da malum olduğu gibi Şii Müslümanların imam Hüseyin'in (a.s.) türbetinin üzerine secde etmenin müstehab olduğuna inanmaları Peygamber'in sünneti Ehl-i Beyt'in amel tarzı ve akl-ı selim açısından tamamen meşru ve
l- Avalim-ul ulum, C. 17, S. 179, Bihâr-ul Envâr, C. 44, S. 329:
mantıki bir şeydir ve tevhid dininin esas ve usulleriyle de tamamen bağdaşmaktadır.
Değerli Allame Hz. Ayetullah Emini (r.a.) "Siretuna ve Sünne-tuna" adlı eşsiz kitabında şöyle buyurmaktadır:
"Acaba Allah'ın dinini, mukaddesatım ve İslami değerleri savunma ve himaye etme dersleriyle dolu olan (Hz. Hüseyin'in) mübarek türbeti (toprağı) üzerine secde etmek, Allah'a yakınlaşmak, O'nun rızasını kazanmak ve Hak Teala’nın karşısında tevazu ve ubudiyet izharında bulunmak için daha da uygun değil midir?! Acaba İlahi azamet, büyüklük ve kibriyalık remzi olan ve Allah karşısında en üst mertebede bir kulluk ve tevazu sırlarıyla yoğrulmuş bir toprağın üzerine secde etmek yerin üzerine secde etmenin sırıyla daha fazla uyum sağlamaz mı?!
Acaba tevhid ve tevhid yolunda fedakârlık nişanelerini taşıyan bir toprağın üzerine secde etmek daha uygun ve münasib değil midir?! Öyle bir toprak ki, bizleri merhamet, deruni rahmet, şefkat ve muhabbete davet etmektedir." (1)
Hakeza büyük Şii alimi Allame "Kaşıf-ul Gıta" (r.a.) da bu hususta şöyle diyor: "Şia'nın İmam Hüseyin'in toprağının üzerine secdeyi müstahab ve faziletli bilmesinin sebebi bu konuda birçok deliller ve hadislerin bulunduğu ve türbetin genellikle diğer yer parçalarının maruz kıldığı toz, mikrop, kir vb.den uzak ve temiz olmasının yanı sıra bir sebebi de belki bu mukaddes türbetin, yüce hedefler ve ulvi maksatlar için yapılan fadakârlıkları hatırlatmasıdır. Zira şuurla namaz kılan bir insan alnını böyle bir mukaddes toprağın üzerine bırakınca o değerli önderin, Ehl-i Beyt'in ve ashabının İslami usuller ve inancı uğrunda ve de zulüm, fesad ve diktatörlüğü yok etmek için gösterdikleri fedakarlıkları hatırlar. (2)
Burada da başka bir soruyla karşılaşıyoruz; İmam Hüseyin'in toprağının üzerine secde etmek buna ehemmiyet vermek ve müstehab olarak kabullenmek bir nevi Allah'ın velilerinin eserlerinden teberrük ummaktır. Acaba Allah'ın velilerinden ve onların eserlerinden teberrük ummak tevhidle bağdaşır mı?"
Bu sorunun cevabı olarak imamların ve Allah'ın velilerinin eserlerinden teberrük ummak unvanı altındaki bir bahsi siz okuyuculara sunmaya çalışacağız.
Allah'ın velilerinin eserlerinden teberrük ummak müslümanlar arasında yeni çıkmış bir şey değildir. Çünkü bu amelin kökle-
1-Siretuna ve sünnetuna. s. 141:
2-El Arz ve Turbet-ul Hüseyniye:
rini Resulullah'ın ve sahabenin hayat tarihinin derinliklerinde bulmak da mümkündür. Sadece Peygamber-i Ekrem ve dostları değil, Önceki peygamberler de buna amel etmişlerdir. Şimdi de Allah'ın velilerinin eserlerinden teberrük ummanın Kur'an ve sünnet açısından da meşru olduğunun delillerine geçelim:
1- Kur'an da yer aldığı üzere Hz. Yusuf kendisini kardeşlerine
tanıttığında ve onların hatalarını affettiğinde şöyle buyurdu: "Şu gömleğimi alın da götürün, babamın gözlerine sürün iyileşir görmeye başlar." (Yusuf, 93) Bir başka âyette ise şöyle buyuruyor:
"Müjdeci gelip de gömleği gözlerine sürünce Yakub'un gözleri açıldı, görmeğe başladı" (Yusuf, 96)
Kuran'ın bu beliğ sözü Allah'ın bir Peygamber'inin (Yakub'un) başka bir Peygamber'in (Yusuf un) gömleğine teberrük ettiğine apaçık bir delildir. Hatta mezkur gömleğin Hz. Yakub'un yeniden görmesine sebep olduğunu bile âyet-i kerime beyan etmektedir.
Acaba bu iki Peygamber'in sözünün tevhid çerçevesinin dışında olduğu söylenebilir mi?!
2- Şüphesiz Peygamber-i Ekrem de Beytullah'ı tavaf ederken
Hacer-ül Esved'e el sürüyor veya öpüyordu. Buharı kendi sahi
hinde şöyle diyor: "Bir şahıs Abdullah b. Ömer'e Hacer-ül Esved'e
el sürmenin hükmünü sorunca, kendisine şöyle cevap verdi:
"Resulullah'ı ona el sürerken ve de öperken gördüm." (1) Halbuki eğer bir taşı öpmek veya ona el sürmek Allah'a şirk koşmak olsaydı, tevhidin bir rüknü olan peygamber asla böyle bir işe kalkışmazdı.
3- Sihah ve Müsned, tarih ve siyer kitaplarında peygamber'in sahabesinin, Hazretin eserlerinden -Elbise, abdest suyu, su taşı vb. şeylerinden- teberrük umduğunu ifade eden bir sürü rivayetlerle doludur. İnsan bu kitaplara müracaat ederse bu amelin meşru olduğu hususunda herhangi bir şüphesi kalmaz.
Bu sahadaki rivayetlerin hepsine yer verebilmek imkansız olduğu için onlardan sadece bir kaçma yer vermeğe çalışacağız:
l- Buhari kendi sahihinde Peygamber ve ashabının bazı özelliklerini şerheden uzun bir rivayetin zımnında şöyle demektedir:
"Peygamber her abdest almak istediği zaman müslümanlar onun abdest suyunu ele geçirebilmek için az kalsın birbirleriyle savaşıyorlardı." (2)
1-Sahih-i Buhari, 2. cüz, kitab-ul Hac Bab-u Takbilil Hacer, S. 151-152, Mısır baskısı.
2-Sahih-i Buhari, C. 3, Bab-u Ma yecuzu min-eş şurut-i fil İslam, Bab-uş şurut fil cihadvel musalaha, S. 195.
2- İbn-i Hacer şöyle diyor:
"Peygamber'e (s.a.a.) çocuklan getiriyor ve böylece onlara teberrük olmasını umuyorlardı." (1)
3- Muhammed Tâbir Mekki şöyle diyor:
"Ümm-ü Sabit'ten şöyle nakledilmiştir" "Resulullah yanıma geldi ve asılı olan tulumdan ayakta su içti. Ve ben de kalkarak o tulumun ağzını kestim."
Sonra Muhammed Tâhir Mekke şöyle devam ediyor:
Bu hadisi Tirmizi de naklettikten sonra diyor ki,: sahih ve ha-sen bir hadistir. Bu hadis için Riyaz-us Salihin'in yazan şöyle diyor: "Ümmü Sabit, tulumun ağzını, Peygamber'in mübarek ağzının değdiği yeri korumak ve ondan teberrük ummak için kesdi." Sahabeler de Peygamber'in su içtiği yerden su içmeye çalışıyorlardı." (2)
"Medine'nin hizmetçileri sabah namazında su kablarıyla Peygamber'in yanına geliyorlardı. Peygamber'i Ekrem de mübarek elini o su kablarının hepsine sokuyordu. Hatta bazen soğuk günlerde bile sabah erken Peygamber'in huzuruna vardıklarında Peygamber yine de elini su kafalarına sokuyordu." (3)
Böylece Allah'ın velilerinin eserlerinden teberrük ummanın caiz olduğu açıklığa kavuştu. Dolayısıyla Şiayı bu ameli için şirkle suçlayanların da bir yandan ithamda bulundukları, bir yandan da tevhid ve şirkin gerçek manasını tahlil edemedikleri anlaşılmaktadır. Zira şirkin manası insanın, Allah'ın yanı sıra başka birini de ilah olarak kabullenmesi veya ilahi işlerden birini ona nisbet vermesi ve onu vücut verme ve tesir bırakmada müstakil ve Allah'tan müstağni olarak görmesidir.
Halbuki şiâ Allah'ın velilerinin eserlerini de kendileri gibi, Allah'ın bir yaratığı olarak kabullenmektedir. Hem vücut ve yaratılış meselesinde hem de eserlere menşe olabilmede Allah'a muhtaç olarak görmektedir onları.
1-El-isâbe, c. 1. kitabın hutbesi, S. 7, Mısır baskısı:
2-Teberrük us sahabe (Muhammed Tahir Mekki) 1. Fasıl S. 29 Farsça tercümesi. .
3-Sahih-i Müslim, 7. cüz, Kitab-ul Fezâil, S. 79: daha fazla bilgi edinmek için şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz:
l-Sahih-i Buharı, kitab-ul Eşrube
2-Muvatta-i Mâlik, C. l, S. 138, Bab-u salavat alen nebi.
3-Üsd-ul Gâbe, C. 5, S. 90.
4^ Mâsned-i Ahmed, C. 4, S. 32.
5- El-istiâb "İsabe" (c. 3, S. 631) haşiyesinde.
6-Feth-ul Bari, C. l, S. 281-282.
Şia sadece imamlara ve Allah'ın dininin önderlerine saygı göstermek ve onlara karşı halisane muhabbetlerini izhar etmek için, onların eserlerinden teberrük ummaktadırlar.
Eğer Şiiler Peygamberin ve Ehl-i Beyt'inin türbelerini ziyaret edip onu öpüyor, kapı ve duvarlarına el sürüyorlarsa bu Peygamber'e ve ehl-i Beytine besledikleri derin muhabbetten kaynaklanmaktadır. Bu da aşık ve seven insanların fıtratına koyulan duygusal bir olayıdır.
Tatlı dilli bir edip şöyle diyor:
"Selma diyarından geçtiğim zaman
Taşı duvarları öptüm durmadan
Gönlüme taht kuran değildi diyar
Duvarı öptüren diyardaki yâr"
Bu esas üzere İmam Hüseyin'in (a.s.) türbesinin üzerine secde etmek ve de ondan teberrük ummak, Kerbela'da Peygamberin şehid düşen evladı ve fedakâr dostlarının Allah'ın en büyük mahbublarından aldıkları içindir. Onların hatırasını canlandırmak aslında İlahi şiarları ihya etmektir. Kur'an'ı Kerim de İlahi şiarları ihya etmeyi övüyor ve şöyle buyuruyor:
"Ve kim Allah dininin hükümlerini ulularsa şüphe yok ki bu hareket yüreklerdeki çekinme duygusundandır." (Hacc, 32)
Takiyye Meselesi
Şüphesiz ki İslam'a göre bazı farzlar ve haramlar hususunda Takiyye yapmak haramdır. Nitekim Mes'ade b. Sadaka'dan nakledilen bir rivayette şöyle yer almıştır: "Müminin sadece dinde fesada sebep olmayacak şeylerde Takiyye etmesi caizdir."
Takiyye Peygamber'in emriyle de onaylanmış Kur'ani bir ilkedir. Peygamber zamanında sahabeden bir çoğu canım korumak için Takiyye etmişlerdir. Peygamber de onları reddetmemiş bilakis onaylamıştır. Ammar b. Yasir olayında olduğu gibi. Resulullah müşriklerin işkencesine maruz kalırsa tekrar Takiyye yoluna başvurmasını emretmiştir.
Ama inhidam ve tahrib amacıyla gizli teşkilatlar kurmak için yapılan Takiyye şia'da da reddedilmiştir. Bu Şiilerin kabul ettiği Takiyye değildir. Ayrıca müfessirler de Takiyye ile ilgili ayetleri tefsir ederken Şia'nın kabul ettiği takiyyenin cevazına hükmetmektedirler. Ayrıca bilmek gerekir ki Takiyye sadece kafirler için yapılmaz. Kardeşine zulmetmek isteyen zalim ve mutasssıb insanlar karşısında da Takiyye yapılır. Bir Müslüman bazı müslümanlar nahiyesinden kendisini tehlikede hissediyorsa Takiyye yapabilir.Elbette Takiyye de teklif hükümleri gibi haram, helal,mekruh, müstahab ve mubah diye beş kısma ayrılır. Ama Takiyye insanın şahsım ilgilendiren hususlar dışında yapılamaz. Şahsi olaylarda da sadece korku olduğu yerlerde kullanılır. Eğer bir Müslüman başka bir Müslüman karşısında korkudan inançlarım gizliyor ve Takiyye yapıyorsa bu Takiyye eden insanın suçu değildir. Suç kendisinden inançlarını gizlediği ve Takiyye ettiği kimsenindir. Zira Müslüman insanların elinden ve dilinden emanda olduğu bir kimsedir. Halkın elinden ve dilinden emanda olmadığı ve şerrinden korktuğu bir insan Müslüman olduğunu iddia ediyorsa kendini yeniden gözden geçirmelidir.
Dostları ilə paylaş: |