Bir devriMİn anatomiSİ Kadri Çelik



Yüklə 3,6 Mb.
səhifə33/74
tarix03.05.2018
ölçüsü3,6 Mb.
#50098
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   74

Takiyye konusunda Ayetullah Cafer Sübhani şöyle diyor:

"Takiyye Kur'an'ın birçok ayetinde işlenen Kur'ani bir mef­humdur. Bu ayetlerde, mü'minin bu şer'i ruhsatı kullanarak ha­yatının zor durumlarında kendisinin veya başka bir mü'minin ca­nını, ırzını, malını koruyabileceği yerlere açıkça değinilmiştir. Firavun'un imanlı karısı Asiye'nin Hz. Musa'yı ölüm ve cezadan kurtarmak için yaptığı takıyyeyi veya Hz. Ammar'ın müşrikler tarafından esir edilip ölüm ile tehdit edildiğinde Takiyye yaptığını anlatan ayetler gibi...

Sünnette te Takiyye konusuna dair birçok hadisler nakledilmiş­tir. Onun için bu konuda hüküm ve icra bakımından ifrat ve tefri­te düşmemek için Takiyye konusunu mefhum, hedef, delil ve sınır açısından iyice araştırmamız bir zaruret oluşturmaktadır.

"Takiyye" kelimesi, "itteqa-yetteqi" fiillerinin (Arapça dilbilgisi ıstılahıyla) ismi masdarıdır, Takiyye kelimesindeki "ta" harfi "ve" harfinin yerine oturmuştur. Zira aslı "Vikaye" (koruma) maddesindendir. Allah'a itaat etmek anlamında kullanılan "takva" kelimesi de aynı kökten türemiştir. Çünkü itaat eden kimse, itaatıyla kendisini cehennem ve azaptan korumuş olur.

"Takiyye" bir kimsenin batıl ve gerçek dışı olan bir söz veya ameline görünüşte muvafakat etmekle (uymakla) ondan gelebile­cek bir zarardan korunmaya denir.

Takiyyenin anlamı "serden korunma" olduğuna göre Kur'an ve Sünnet açısından takiyyenin mefhumu: "Küfrü izhar edip, imanı gizlemek" veya "batıl şeklinde gözüküp hakkı gizlemektir. Buna göre iman ile küfür birbirinin karşıtı olduğu gibi Takiyye de nifak meselesinin tam karşı noktasıdır. Zira nifak, içyüzü küfür olduğu halde bunu gizli tutup zahirde kendini imanlı, veya batıl taraftan olduğu halde zahirde kendini hak yanlısı göstermektir. Bu yüz-

1-Kasas suresi, ayet: 30

2-Nahl suresi, ayet: 106

den takıyyeyi nifakın bir ferdi ve dalı olarak tanımlamak doğru değildir.

"Nifakı", kayıtsız olarak "zahirin batın ile farklı oluşu" diye açıklayarak Kur'an ve sünnette geçen "takıyyeyi de onun bir ör­neği olarak göstermek, Kur'an dilindeki nifak mefhumuyla bağ­daşmamaktadır. Zira Kur'an münafıkları, "iman maskesiyle orta­ya çıkıp küfürlerini gizleyenler" olarak tanıtmaktadır:

"Münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz gerçekten şahadet ederiz ki sen, kesin olarak Allah'ın elçisisin" derler. Allah da bil­mektedir ki sen, elbette O'nun elçisisin, Allah şüphesiz münafık­ların yalan söylemekte olduklarına şahidlik eder."(1)

Kur'an'ın "münafıklar"ın kimler olduğu hakkında bu açık ifa­desiyle birlikte, kâfirlerin ve asilerin karşısında kendi veya diğer müminlerin canını, ırzını ve malını korumak için gerçek imanını gizleyip zahirde kendini onlara mutabık gösteren birisini de mü­nafık kelimesinin kapsamı altına almak hangi delil ve mantığa sığdırılabilir acaba?"

Kaldı ki, biz İslam'da bazı özel ve sınırlı yerlerde de olsa takiyyenin caiz ve hatta vacip olduğuna hükmedildiğini görüyoruz. O halde bunu her halükârda kötü sayılan nifakın bir kısmı olarak göstermek, Hakk Teala'nın kötü ve kabih bir şeyi emretmiş oldu­ğunu kabullenmek demektir. Bu ise hikmet sahibi Allah'a yakış­maz.

"(Ey Peygamber) De ki: "Şüphesiz, Allah fehşayı (açık kötülük­leri) emretmez. Bilmediğimiz şeyi mi Allah'a isnad ediyorsunuz?"

(2)


Takiyye canı, ırzı ve malı koruma hedefiyle yapılır. Kendini hak ve hakikat üzere gören mü'min birisi, zalim, kahhar ve gaddar güçler tarafından gelebilecek ölüm, işkence, sürgün vb. gibi tehlike ve zararlar yüzünden hak görüşünü açıkça ilan edemediği ve mâkul olan herhangi bir çarenin bulunmadığı zor ve tehlikeli durumlarda kendisinin veya başkasının can, ırz veya malını koru­mak için takıyyeyi kendisine bir siper olarak kullanır ve Hakk Teâla'nın yardımını bekler.

Evet Takiyye, zayıf ve zavallı insanların, zalim ve gaddar güçle­rin karşısında kullandıkları bir silah ve siper mesabesindedir. Öyle güçler ki, sırf kendileri gibi düşünmedikleri ve onların birta­kım fikir ve düşüncelerini onaylamadıkları için insanların kanı­na, ırzına ve malına acımasızca kıyıyor ve her ihanet ve hakareti

1-Münafikun suresi, ayet: l

2-A'raf suresi, âyet: 28

kendileri için caiz biliyorlar.

Takiyye, söz ve amel, görüş ve inanç hürriyetinin kısıtlandığı bir ortamda yaşayan ye kendini ancak susmak veya zahirde ha­kim sultanın istediği şekilde gözükmekle koruyabilecek muhalif birisinin başvuracağı bir çaredir. Bazen de Takiyye, zalimlerin ga­zabına uğrayan mazlum, mustaz'af ve güçsüz birisine, yardım ede­bilmek ve onu kurtarabilmek için zalim sultanın yanında gözük­mekle yapılır.

Takıyyeyi eleştirenlerin çoğu, bu yolla hatmiler ve dinsiz mülhid örgütlerde olduğu gibi birtakım yıkıcı faaliyetleri amaçlayan yeraltı örgütleri oluşturmak istenildiğim zannediyor veya kasden onu öyle göstermek istiyorlar. Halbuki bu, mezkur şahısların kas­den veya cahillikleri yüzünden hiçbir delilleri ve ikna edici her­hangi bir hüccetleri olmaksızın saplandıkları bir hatadan başka bir şey değildir. Görüldüğü gibi takiyyenin gerçek manasıyla bu iddia arasında dağlar kadar fark vardır. Evet, sözü geçen zor du­rumlar ve ağır ve tehlikeli şartlar olmasaydı, bu zayıf düşen ve zalimlerin kahrına uğrayan mü'min cemaatler, hiçbir zaman ta-kıyyeye yönelmezler ve inançlarını saklamaya gereksinim duyma­dan onu açıkça başkalarına da tebliğ ederlerdi. Fakat zorbalık ve kılıcın bir silah olarak zalim ve fasit zorbalar tarafından muhalif­lerine karşı kullanıldığı herkese açıkça malumdur.

Esasen Takiyye, savunma konumuna sahip olup, adı geçen gizli örgütlerin bizzat hakimiyeti ele geçirmek için gerçekleştirdikleri eylemlerden mahiyyeten farklıdır. Onların çoğu plan ve eylemle­rinde herkesçe bilinen meşhur bir prensipleri vardır: "Hedef, vesi­le ve aracı meşru' kılar." Onlara göre aklın kötü saydığı veya şeri­atın yasakladığı her türlü pislik, hedefe ulaşma doğrultusunda caizdir. Halbuki İslam böyle bir şeye kesinlikle karşıdır. Bu yüz­den kendini, kardeşlerini, mallarını, ırzlarını ve esasen varlıkları­nı korumak ve savunmak için takıyyeyi bir siper olarak kullanan kimseleri onlara benzeten kimse ancak iki zıt şeyi birbirine ben­zetmiş ölür.

Eski Sovyetler Birliği'nde yaşayan Müslümanların durumu bu­nun canlı bir örneğidir. Onların çektiği zulüm ve baskılar akıl alacak gibi değildir ve onun haddini yalnızca Allah bilir. Komü­nistler, İslami bölgeleri sultaları altında bulundurdukları süre içerisinde Müslümanlara yapmadıkları hakaretler ve zulümler kalmadı; mal ve servetlerini yağmalayıp, evlerini, medrese ve okullarını müsadere etiler; kütüphanelerini yakıp yıktılar. Onlar­dan bir çoğunun canına vahşice kıydılar. Böylesine bir vahşet or­tamında ancak iman ve itikadını gizleyip zahirde kendini onlardan gösteren ve dini merasimlerini gizlice yapan, namaz ve ben­zeri dini vazifelerini evlerinde ve gizli bir şekilde yerine getirenler kurtuldu. Ve böylelikle müslümanlar en azından kendi mevcudi­yetlerini koruyabildiler ye bilahare Hakk Teala o kâfir ve gaddar sultayı yıkmakla Müslümanları kurtarıp onları yeniden sahneye çıkardı. Böylece müslümanlar kendi arazi ve varlıklarına sahip çıkıp günden güne haysiyet, şeref ve hakimiyetlerinin iadesine daha çok muvaffak oluyorlar. Bütün bunlar Hakk Teala'nın mer­hamet ve lütfuyla mustaz'aflar için mubah kıldığı takiyyenin ver­diği meyvelerdir.

Görüldüğü gibi bu mefhum ve manayı taşıyan ve bu hedefler doğrultusunda yapılan Takiyye, tamamen fıtri bir şeydir ve her şeyden önce insanı ona sevk eden, insanın aklı ve fıtratıdır. İşte bu yüzden, tarih boyunca, kendi görüş, karar ve menfaatlerinden gayri bir şeye saygı duymayan ve bu yolda her türlü gayr-i insani hareketlere başvuran gaddar ve zalim sultacılara müptela olan müslümanlar, Şiisiyle sünnisiyle takıyyeye sığınmış ve onu ken­dileri için bir korunma vesilesi edinmişlerdir. Bütün bunlar takiyyenin ne derece faydalı bir hüküm olduğunu açığa vurmaktadır. Bu yüzden biz, burada takiyyenin ne derece faydalı bir hüküm ol­duğunu açığa vurmaktadır. Bu yüzden biz, burada takiyyenin Kur'an ve sünnetteki delillerini açıklamaya çalışacağız.

Takiyye hükmü bizzat Kur'an'in nassıyla teşri' edilmiştir. Aşa­ğıda bu konudaki âyetleri getirip hakkında mümkün olduğu ka­dar bahsedeceğiz.

1. Ayet:


"Kim imanından sonra Allah'a -karşı küfre sapıp- kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç küfre göğüs açarsa, işte onların üzerine Allah'tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır." (Nahl suresi, ayet: 106)

Görüldüğü gibi Allah Subhanehu ve Teala, zorlanan ve mecbur edilen biri için küfrü izhar etmeyi, korku halinde kafirlerle aynı gözükmeyi caiz kılmıştır. Ancak o halde kalbi imanla tatmin ol­muş olmalıdır. Kur'an müfessirlerinin birçoğu da buna tasrih et­mişlerdir. Biz onların sadece bazılarına değinmekle yetiniyoruz; daha geniş bilgi edinmek isteyenler tefsir kitaplarına müracaat et­sinler:

l- Tebersi (Mecma-ül Beyan): "Bu ayet küfre zorlanan Ammar, babası Yasir ve annesi Sümeyye hakkında inmiştir. Bu hadisede Ammar'ın anne ve babası küfrü izhar ve Peygamber (s.a.a.)'den beraat etmedikleri için öldürüldüler, ancak Ammar onların diledi­ğini yerine getirdiği için onu bıraktılar. Ammar, Resulullah (s.a.a.)'e gelerek durumu anlattı ve böylece bu haber müslümanlar arasında yayıldı. Bazılarının "Ammar kafir oldu" demesi üze­rine Resul-i Ekrem (s.a.a.)'e şöyle buyurdu: "Hiç de öyle değildir; Ammar başından ayağına kadar imanla dolmuş, iman onun eti ve kanma! karışmıştır. (Bütün vücuduna işlemiştir.)" İşte sözü geçen âyet bu hadisede nazil oldu. Bu durum üzerine Ammar gözyaşı döküp ağlamaya başladı. Resulullah da onun gözyaşlarını silip: "Eğer bir daha yakalar ve aynı muameleyi yaparlarsa, sen yine aynı şekilde davran." diye buyurdu ona.(1)

2- Zemahşeri (El-Keşşaf) "Rivayet edilmiştir ki, Mekkelilerden


bir grup İslam'a girdikten sonra kâfirlerin fitneleri neticesinde mürted oldular. Ancak bunlardan bazısı kalplerinde iman bulun­duğu halde dillerinde küfrü izhar etmeye zorlandılar. Ammar b.Yasir, babası Yasir, annesi Sümeyye, Süheyb, Bilal ve Habbab da bu gruptan idiler. Bu zorlama üzerine Ammar onların istediğini dilinde izhar etti."

3- Hafız ibn-i Mâce (Sünen): "İslamlarını ilk açığa vuran Müslümanlardan bir grubu müşrikler tarafından muhtelif işkencelere tabi tutuldular. İşte o zor durumda müslümanlar Takiyye ederek zahiren müşriklerin istekleriyle mutabık kaldılar. Evet, Takiyye böyle bir durumda caizdir. Zira Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: "Kalbi imanla mutmain olduğu halde (küfrü izhar etmeye zorla­ inan kimse istisna." 3)

4- Kurtubi (El-Cami): "Hasan şöyle demiştir: "Takiyye kıyamet
gününe kadar insan için caizdir." Sonra şöyle eklemiştir: "İlim eh­li (İslam alimlerinin hepsi icma etmişlerdir ki, ölüm derecesine kadar zorlanan kimsenin, kalbi imanla mutmain olduğu halde zahirde küfrü izhar etmesinin bir günahı yoktur ve bununla insan karısından ayrılmaz. Böyle birinin küfrüne de hükmedilmez. Bu, Malik'in, Kufe'lilerin ve Şafii'nin sözüdür."

5- El Hazin (tefsirinde): "Takiyye, ancak ölüm tehlikesi olduğu zaman imanın niyyetle korunması şartıyla caiz olur. Allah-u Tea­la şöyle buyurmuştur: "Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (küfrü izhar etmeye) zorlanan kimse istisna." Sonra (bilinsin ki) bu Takiyye bir ruhsattır (azimet değil)."(5)

6- Hatib Şirbini (Es-Sirâc-ül Münir): "Ayetten anlaşılıyor ki,

1-Mecma-ul Beyan, C. 3, S. 388.

2-El-Keşşâf u An Hakaik-it Tenzil, C. 2, S. 430.

3-Sünen-i İbn-i Mace, c. l, s. 55, hadis. 150.

4-Eyl-Cami-u Li Ahkâm-U Kur'an, c. 4, s. 57.

5-Tefsir-ül Hazin, c. l, s. 277.

küfrü dilde ve sözde izhar etmeye zorlandığı halde bunu yapar, ancak kalbi iman ile mutmain olursa üzerine hiçbir sorumluluk gelmez; zira imamın yeri kalptir." (1)

7- İsmail Hakkı (Ruh-ul Beyan): "Ayetteki "zorlanan kimse hariç" cümlesi demek istiyor ki, canına veya bir uzvuna tehlike do­ğuracak bir şeyden korktuğu için dilinde küfrü izhar etmeye mec­bur olan kimsenin, bunu izhar etmesinde bir sakınca yoktur. Zira küfür bir inanç ve itikattır, mezkur zorlama ise sözedir, itikatla değil. O zaman ayetin manası şöyle olur: "Diliyle küfrü izhar et­meye mecbur edilen, fakat inanç ve itikadı değişmeyen kimse is­tisna..." Ayetten şu nokta da anlaşılmaktadır ki, Allah indinde muteber olan kurtarıcı iman, kalp ile tasdik etmektir. "

2. Ayet:

"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri veli edinmesinler kendilerine. Kim böyle yaparsa, Allah ile arasında bir bağı kal­maz. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınmanız başka. Allah sizi kendisinden sakındırır. Varış Allah'adır."*3

Burada müfessirlerin ayet hakkındaki açıklamalarını verirsek, başka herhangi bir açıklama ya ihtiyaç kalmaz herhalde:

1- Taberi: "Ebu-1 Âliye şöyle demiştir: "Takiyye dille yapılır amellerle değil. Bana nakledildi ki, Hüseyin Ebu Mua'dan, o da Ubeyd'den, o da Dahhak'tan "Ancak onlardan korunma gayesi ile sakınmanız istisna" ayeti hakkında şöyle rivayet etmiştir: "Takiyye, Allah'a masiyet olan bir şeyi dile getirmeye zorlanan bir kimsenin, can tehlikesi yüzünden, istenen şeyi -Kalbi imanla tatmin olmuş olduğu halde-dile getirmesidir ve bunda bir sakınca ve günahı yoktur. Evet Takiyye ancak dille yapılır."*4*

2- Zemahşeri: "(Ayet-i şerifede Allah-u Teala mü'minlerin kâfirleri veli edinmelerini yasaklamıştır.) Ancak onlardan gelecek bir tehlikeden korktukları durumda buna ruhsat vermiştir. Bu türlü veli edinmeden maksat da zahiri muaşeret ve ilişkiden ibdarettir. Ne var ki onlara karşı kalbi buğz ve düşmanlık devam etmeli, mecburiyet ve korkunun ortadan kalkması beklenilmeli-

3- Fahr-i Razi de aynı Ayetin tefsirinde şu açıklamaları yapmıştır: Bil ki: Takiyyenin, çok hükümleri vardır, ki biz burada on-

1-Es-sirac-ül Münir.

2-Tefîs-i Ruh-ul Beyan, c. 4, s. 84.


3 Al-i İmran suresi, âyet: 28.

4- Cami-ül Beyan, c. 3, s: 153.

5-El-Keşşaf, c. l, s. 422.

lardan bazılarını zikredeceğiz:

a)İnsanın, kâfirlerin içinde can korkusundan Takiyye yaparak dili ile onlardan olduğunu ikrar etmesi, yani onlara düşman oldu­ğunu dile getirmemesi, hatta onları sevdiğini ve onlara itaat etti­ğini söylemesi caizdir. Ama şu şartla ki izhar ettiğinin tersi olan asıl görüşünü saklamalıdır. Takiyye, kalpleri etkilememelidir. Yalnız zahirde yapılan bir amel olarak kalmalıdır.

b)Takiyye, canı korumak için caizdir. Acaba malı korumak içinde caiz midir? Caiz olduğuna hükmedilebilir. Çünkü Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: "Müslüman’ın kanı saygın olduğu gi­bi malı da saygındır" ve "Kim malını korumak uğrunda öldürülürse şehiddir."

4-Nesefi "...Ancak onlardan korunma gayesi ile sakınmanız is­tisna..." ayetinin tefsirinde şöyle der. "Yani, eğer kâfirlerden mâkul bir korku ve endişeniz olursa, mesela kâfirlerin size mu­sallat olup can ve malınıza bir karar vereceklerinden korkuyorsa­nız, o zaman onlara dostluk izharında bulunup onlara olan düş­manlığınızı saklamanız caizdir."(2)

5-Alusi şöyle der: "Bu ayeti kerime, canı, ırzı ve malı düşman­


ların şerrinden korumak diye tanımlanan takiyyenin meşru ve caiz olduğuna delalet etmektedir. Söz konusu düşman iki kısım­dır:

1) Din esası üzerine düşmanlık edenler: Müslümanlara


kâfirlerin düşmanlığı gibi.

2) Dünyevi hedefler üzerine düşmanlık yapanlar: Mal, mülk, makam vb,.gibi.

6-Cemalüddin El-Kasımi şöyle der: "Sadece onlardan korunma maksadı ile sakınmanız hariç" ayetinden fıkıh imamları korku esnasında takiyyenin caiz olduğu istinbat etmişlerdir. İmam Murtaza Yemani de "İsar-ul Hakk Ale'l Halk" adlı kitabında korku anında takiyyenin caiz olduğuna dair İslam alimleri arasında icma olduğunu nakletmiştir.

7-Aynı ayetin tefsirinde Meraği şöyle der: "Ayet mü'minlerin


kâfirlere hangi durumda olursa olsun itaat etmemeleri gerektiği­ni vurgulamakta, ancak korku durumunun bundan istisna oldu­ğunu da belirtmektedir. Yani, bu korku devam ettiği müddetçe Takiyye de devam edecektir. Çünkü şeriatta şöyle bir temel kaide

1-Mefatih-ül Gayb, c. 8, s. 13.

2-Tefsir-i Nesefi, Tefsir-i Hazinin hamişinde c. l, s. 277.

3-Alusi/Ruh-ul Meani, C. 3, S. 121,

4-Cemalüddin El-Kasimi Mehasin-ut Te'vil, c. 4, s. 82.

vardır: "Fesadı önlemek, maslahatları elde etmekten daha önem­lidir." Zararı defetmek için onlara itaat etmek caiz ise, Müslümanların menfaati için caiz olması .daha makuldür. Buna göre Müslüman olan bir devlet Müslüman olmayan bir devletle bir zarârdan korunmak veya bir menfaati elde etmek için bir antlaşma yaparsa caizdir.

Müslümanlara zarar verecek yerde o devletle ilişki kurup an­laşması caiz değildir. Sözü geçen caiz antlaşma, sadece zayıf du­rumlara mahsus değil, bütün durumlarda caizdir.

İslam alimleri bu ayetten takiyyenin, yani düşmandan cana, ırza veya mala gelecek zararı önlemek için insanın hakka muhalif bir sözü söylemesi veya hakka aykırı bir fiili yerine getirmesinin, cezası olmadığına hükmetmişlerdir. O halde kim canını korumak için istemeye istemeye dilde kâfirliği ikrar eder, ama kalbi iman ile mutmain olursa, kâfir olmaz. O tıpkı Ammar-ı-Yasir gibi özür­lüdür.

Kureyş, Onu küfre zorladığı zaman mecburari onların istediği­ni dile getirmişti. Ama kalbi iman ile mutmaindi. İşte bu hadise üzerine şu ayet nazil olmuştur: "Kim imanından sonra Allah'a karşı küfre saparsa, bunu istemeyerek kalbi iman ile mutmain ol­duğu halde yapan müstesna..." Bu doyurucu cümleler ve ikna edi­ci kelimeler, belirtilen manadaki takiyyenin şer'i olduğu konusun­da herkesi ittifaka zorlamaktadır.

Hatta takiyyenin mana ve hedefini anlayan hiçbir müfessir ve fakihin onun caiz olduğu hakkında tereddüt etmediğini göreceksi­niz. Aynı şekilde muhterem okuyucu da zor dönemlerde, daha bü­yük bir fesata sebep olmadığı müddetçe, takıyyeden yararlanma­yan bir şahsı bulamayacaktır. Bu konu takiyyenin sınırlan ha-kındaki bahiste açıklanacaktır.

Takiyyenin caiz olduğunu kabul etmeyenler veya onun meşru olduğunda mugalata edenler takıyyeyi Nusayriye, Dürzilik ve Batınilik gibi gizli ve yıkıcı örgütler arasındaki yaygın manasına gö­re tefsir etmektedirler.

Ama müslümanlar tüm yüce faziletleri yok eden böyle bir ta­kıyyeden uzaktırlar.

3. Ayet:

Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

"Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: "Siz, "Benim rabbim Allah "dır" diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o size apaçık delillerle gelmiştir. Eğer o yalancıy­la, yalanı kendi üzerinedir ve eğer doğru söylüyor ise, vaad ettiklerinin bir bölümüne yetişirsiniz/Şüphesiz Allah, haddi aşıp yalan söyleyeni sevmez." Bu ayetten sonra şöyle buyurmaktadır. "Ve Allah, onu onların hilelerinden korudu ve Firavun'u azabın kötü­lüğü kuşattı." İşte Allah'ın Peygamberi Musa (a.s.) takıyye sa­yesinde ölümden kurtuldu. "Dedi: -"Ey Musa, kavmin seni öldür­mek için anlaştı; öyleyse şehirden çık; ben sana öğüt verenlerde­nim?' Bu ayetten iyice anlaşılıyor ki bir mü'mini, kâfir düşma­nın şerrinden korumak için takıyye yapmak caizdir.

Bu ayetlerde sadece müslümanın kâfirlere karşı takıyye yap­ması gerektiği belirtiliyorsa da, ayetin hükmü yalnızca kâfirlere ait bir şey değildir. Çünkü kâfirlere karşı takıyye yapmaktan amaç, can ve malın çeşitli serlerden korunmasıdır. Öyleyse eğer bir Müslüman bazı fer'i meselelerde farklı bir görüşe sahip olan bir diğer Müslüman kardeşine müptela olur ve kuvvetli olan Müslüman zayıf olan müslümanı ezmekten çekinmezse, mesela ona türlü hakaretlerde bulunup mallarına el koymak veya onu öldür­mek isterse, böyle zor durumlarda insanın aklı, mal ve canım ko­ruması için inancını saklamasına ve takıyyeden yararlanmasına izin vermektedir. Ve eğer burada bir günah söz konusuyla takıyye yapan değil, kendisine karşı takıyye yapılan şahsa yönelmektedir. Eğer bütün İslam mezhepleri ve fırkaları arasında düşünce öz­gürlüğü yayılır ve mezhepler birbirinin görüşlerine saygılı olur, onların muhalif düşüncelerine tahammül eder de, bu görüşlerin onların içtihad tarzından kaynaklandığını kabul ederse, hiçbir Müslüman takıyyeden yararlanmak zorunda kalmaz. Ve her tür­lü sürtüşme ve çatışmanın yerine aralarında kardeşlik bağlan kurulur.

Bunu İslam alimlerinden, birçoğu anlamış ve açıkça beyan et­mişlerdir. Şimdi burada bu beyanlardan bir kısmını sizlere sun­maya çalışacağız.

l- "Ancak onlardan korunma gayesi ile takıyye etmeniz istis­na" âyetinin tefsirinde İmam Razi şöyle söylemektedir: "Ayetin zahirinden de anlaşıldığı üzere takıyye, Müslümanlara galebe ça­lan kâfirlere karşı helaldir. Sadece Şafii (r.a.)'in mezhebine göre müslümanlar arasındaki durum, Müslümanlarla kâfirler arasın­daki düşmanlık gibi olursa, canı korumak için takıyye yapılabilir. Sonra şöyle devam etmektedir: Takıyye, canı korumak için olursa caizdir. Acaba malı korumak için de caiz midir? Caiz olduğuna hükmedilebilir. Çünkü Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:

1-Mü'min: 28

2-Mü'min: 45

3-Kasas: 20

"Müslümanın kanı saygın olduğu gibi malı da saygındır." Ve "Kim malım koruma yolunda öldürülürse şehittir."

2- Cemaluddin El-Kasimi, İmam Murtaza El-Yemâni'nin "İsar'ul Hakk Ale'l Halk" kitabından naklen söyle yazmaktadır:

"İki şey hakkın gizli kalıp tanınmamasına sebep olmuştur. On­lardan birisi: Kur'an'in nassı ve Müslümanların icması üzere ta-kıyye caiz olduğu için, alimlerin azınlıkta oldukları zaman zalim sultanlardan, kötü alimlerden ve halkın şerrinden korkarak ta-kıyye etmeleridir. İşte bu korku her zaman hakkın açıklanmasına engel olmuştur. Zaten genellikle halkın çoğu haklı olan kimseye karşı düşman kesilir."

Nitekim Ebu Hureyre (r.a.)'den şöyle dediği naklolunmuştur: "O ilk asırda ben, Resulullah (s.a.a.)'den iki dua ezberledim. Biri­ni halka öğretip yaydım, fakat öbürünü gizledim. Çünkü eğer onu halk arasında yaysaydım, benim gırtlağımı keserlerdi."

S- "Kim imandan sonra Allah'a karşı kâfir olursa, kalbi iman ile mutmain olduğu halde (küfrü izhar etmeye) zorlanan müstes­na..." ayetin tefsirinde Meraği şöyle demiştir:

"Eziyetlerden kurtulmak ve ırzı korumak için kâfirler, zalimler ve fasıklarla müdara etmek, onlarla yumuşak bir şekilde konuş­mak, yüzlerine tebessüm etmek, onlar için mal harcamak ve bu­nun gibi şeylerin hepsi takıyyedir. Ve bu Kur'an'da yasaklanan, kâfirleri veli (dost) edinme ile farklıdır ve meşrudur. Taberani ki­tabında Resulullah (s.a.a.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Mü'min'in, ırzını korumak için harcadığı şey sadaka sayılır."

Doğrusu Sünniler hangi sebeplerle kâfirlere karşı takıyye yapı­yorlarsa Şiiler de aynı sebeplerden dolayı takiyye yapmaktadır­lar. Ancak Şii, eğer kimseye gizli olmayan bazı sebeplerden dolayı Müslüman kardeşinin karşısında da takıyyeye sığınıyorsa, suç onda değil onu takıyye yapmaya zorlayan kardeşindedir. Zira Şii biliyor ki İslam şeriatına tamamen uygun olan inançlarım açık­larsa, ölüm ve diğer eziyet ve işkencelere maruz kalacaktır. Evet Şii müslümanlar, yakın zamanlara kadar "Allah'ın bir cihet ve yo-, nü yoktur." "Allah, kıyamet günü görünmez." "Nebiyy-i Ekrem (s.a.a.)'in irtihalinden sonra dini ve siyasi rehberlik Ehl-i Beyt'in hakkıdır." "Mut'a hükmü kaldırılmamıştır" vb. hak bildiği inanç­larım açıklamaktan çekiniyordu. Çünkü Şiiler, Kur'an ve Sün-net'ten istinbat ettiği bu inançları açıkladığında canını ve malını

1-Râzi, Mefatih'ul Gayb c. 8, s. 13, mezkur ayetin tefsiri.

2-Cemaluddin El-Kasimi, Mehasin-ut Tevil, c. 4, s. 82.

3-Mustâfa Meraği: El-Tefsir, c. 3, b. 136.

tehlikeye düşürmüş olurdu. Önceden de açıkladığımız gibi Razi, Cemalüddin El-Kasımi ve Meraği bu tür takıyyenin de caiz oldu­ğunu söylemişlerdir.

Ayetin hükmünün yalnızca kâfirleri kapsadığını söylemek, ayetin zahirinde donup kalınması akıl kapısının kapatılması, ta­kıyyenin teşri olunmasına sebep olan nedenin terki ve "ehemm" (çok önemli bir konu) ile "mühim" (önem derecesi birincisinden az olan bir konu) çeliştiği zaman "ehemm"in muhafaza edilmesi ge­rektiğine dair akli hükmün çiğnenmesi demektir. Oysaki bu şer'i hükmün mezkur akli hükme dayandığı açıktır.

Tarihde de can ve malı tehlikeyle karşılaştığı zamanlarda ta-kıyyeye sığınan Müslümanların ünlü büyüklerinden birçok örnek­ler vardır. Bu konudaki en iyi örnek Taberi tarihindedir, (c. 7, s. 195-206) Olay şöyle:


Yüklə 3,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin