2- Beyt Kelimesinin Genel Oluşu
Ehl-i Beyt'in Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarına da şamil olduğu görüşünü savunmak için zikredilen ayrı bir iddia da ayette geçen "beyt" kelimesinin genel bir anlam taşıması ve onların hepsini içermesi iddiasıdır. (101)
Buna cevap olarak da deriz ki:
1- Önceki delilin cevabında açıkladığımız delillerin bazısı ay
nen burada da geçerlidir.
2- İlim ehli olanların görüşü gereğince "beyt" kelimesinin genel
bir anlam taşıdığı iddiası doğru değildir.
3- Kesin karineler, Tathir ayetinden Hz. Resulullah'ın (s.a.a)
hanımlarının kastedilmediğine delalet etmektedir.
4-Bu yorum faydasız bir çabadır. Zira ayetin kendisinden
"beyt" kelimesinden maksadın yerleşme evi değil de nübüvvet ve
risalet evi olduğu anlaşılmaktadır. Allah-u Teala'nın aynı ayet
içinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarının evinden bahsederken "beyt" kelimesinin çoğulu olan "büyüt" kelimesini kullanarak
"evlerinizde oturun" (102) "evlerinizde okunan..." (103) buyurması buna işaret etmektedir,
Buna karşılık, Tathir ayetinde "beyt" kelimesi "el-beyt" müfred ve ahdi belirten Elif ve Lam harfleri ile kullanılmıştır. Dolayısıyla eğer ondan da maksad Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarının oturdukları evleri olsaydı ondan önce ve sonraki "beyt" kelimesinde olduğu gibi onun da çoğul olarak kullanılması daha uygun olurdu. O halde Tathir ayetinde geçen "beyt" kelimesinden maksad, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Kisa Ehli'ni topladığı özel bir beyittir. Sonuç olarak "beyt" kelimesinde kullanılan Elif ve Lam, belirli bir eve delalet etmektedir ve ondan önce ve sonra çoğul lafzı (buyutikunne) ile sözü edilen Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarının, evlerinden başkasını ifade etmemektedir.
Kisa hadisinin bazı rivayetleri de bu manayı teyid etmektedir. İsteyenler, bu hadisin muhtelif rivayetlerini kaynak kitaplardan inceleyebilirler.
Bir İhtimal
Bazıları şöyle diyor: Allah Teala'nın "büyüt" kelimesinin Hz: Resulullah'a (s.a.a) değil de hanımlarına izafet edilmesinden anlaşılıyor ki, "büyütün" Hz. Resulullah'a (s.a.a) izafet edilmesinde çok büyük bir şeref vardır ki, Allah Teala Peygamber'in zevcelerinin bu yüce şerefe mahsus kılınmalarını istememekte ve onlarla Kisa Ehli'nden ibaret olan hakiki nübüvvet Ehl-i Beyt'inin birbirlerinden ayrı olduklarım belirtmek istemektedir; ta ki, kimse onların hepsinin aynı ayarda olduklarını zannetmesin.
Tathir ayetinde müzekker zamirlerin kullanılmasını te'vil ederken bazıları bunun aynen iki meleğin Hz. İbrahim'in (a.s) zevceleriyle olan konuşmaları hikâyesinde "Allah'ın işinden taacup mu ediyorsunuz? Allah'ın rahmet ve bereketleri siz ehl-i beytin üzerinedir." (104) ve Hz. Musa'nın hanımına hitaben: "ve Ehline, bekleyiniz, dedi." (105) dediği sözünde olduğu gibi "ehil" lafzının müzekker oluşunu ortaya sürüyorlar.
Yine birisi arkadaşının hanımını kastederek "Ehliniz nasıldır?" diye sorduğunda o cevaben: "Onlar iyidirler." (106) der ve müzekker zamirini kullanır; bu da "ehil" lâfzının müzekker olu-şundandır. Açıktır ki, bu yorum da aşağıda değineceğimiz birkaç delil yüzünden doğru bir yorum değildir.
l- Zemahşeri'nin "ehli zalim olan bu ülkeden..." (107) ayetinin tefsirinde söylediği gibi "ehil" lafzı hem müzekker ve hem de müennes olarak kullanılır. O halde Tathir ayetinde de önceki ve sonraki ayetlere uygun olarak müennes zamirlerinin kullanılması daha uygun olurdu.
460
2-Bilindiği kadarıyla "ehil" lafzı her ne kadar anlam bakımından çoğul ise de lafız yönünden tekildir, dolayısıyla eğer "ehil"
lafzına riayet etmek nazara alınış ise niçin "ehil" lafzının bu yönüne de. riayet edilerek zamirler tekil değil de ("ankum ve yutah-
hirekum" örneklerinde olduğu gibi) çoğul olarak kullanılmıştır.
3-"Ehil" kelimesi Tathir ayetinde "ankum" kelimesine1 tabidir. Tabi olan lafız ise tabi olduğu lafız üzerinde müzekker ve müen-
nes olmak yönünden bir etki yapamaz.(108)
Burada "ankum" lafzının da ayetin evvelinde geçen "nisa" kelimesinden intiza olunan (çıkarılan) takdirdeki ayrı bir "ehil" lafzına tabi olduğunu ve dolayısıyla müzekker zamirini aldığını da iddia etmek doğru değildir. Zira eğer bu doğru olsaydı ayette bulunan önceki zamirlerin de müzekker olmaları gerekirdi. Oysa zamirlerin hepsi müennes olarak kullanılmıştır.
4- Hz. İbrahim'in ailesinin meleklerle olan kıssasını açıklayan "Allah'ın rahmet ve bereketleri siz ehl-i beytin üzerinedir." Ayetine gelince Tathir ayetini onunla kıyas etmek doğru değildir. Zira o ayette, Hz. İbrahim'in (a.s) ehl-i beytinin tümünden ibaret olan ayetteki zikredilen şahıslar kastedilmemiştir. Hz. İbrahim'in (a.s) hanımı ise mecaz ve galebe babından onlara dahildir. Karine olduğu yerde bunun sıhhatini kimse inkâr etmemektedir. Dolayısıyla Tathir ayetini bununla kıyas etmek isabetli bir görüş değildir. Hz. Musa'nın (a.s) sözünü nakleden "Ehline, bekleyiniz, dedi" ayetinde de durum aynıdır.
Yine biri arkadaşının hanımını kastederek "ehlin nasıldır?" dediğinde onun "iyidir" diyerek verdiği cevapta müzekker zamirlerini kullanması örneği de bunun dışında değildir. Zira bu tür yerlerde maksadın kim olduğunu belirleyen karine mevcuttur. Karine olduğu yerlerde herhangi bir mahzur olmadığı gibi, bu yerler bahis konumuz da değil.
5-"İnsanın ehli" ile "ehl-i beyt" tabirinin kullanışında fark var
dır. Dolayısıyla "ehil" kelimesinin zevceye denilmesinden "ehl-i
beyt" kelimesinin de zevce anlamına kullanılmasının doğru olma
sı lazım gelmez.
Kisa hadislerinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ümmü Seleme'nin Ehl-i Beyt'ten olmadığını, ancak onun ehlinden olduğunu buyurduğunu görmüştük.
6- Hz. İbrahim'in (a.s) ehl-i beytiyle ilgili olan "Allah'ın rahmet ve bereketleri siz ehl-i beytin üzerinedir." ayetine gelince Hz. Sare'nin ehl-i beytten oluşu belki de onun Hz. İbrahim'in (a.s) amcası kızı olduğundan dolayıdır. (109) O halde onun ehl-i beyte dahil olması, onun Hz. İbrahim (a.s) ile aynı soydan olduğu içindir, onun hanımı olduğu için değil ve en azından meselenin bu yönü ispatlanmış değildir.
Bazıları söz akışından anlaşılan anlamla istidlal ettikten sonra şöyle diyorlar: "Söz arasında cümle-i mu'terize ile bir karine olmaksızın ve önceki sözün kesilip yeni bir söze başlandığına tembih etmeksizin diğerinin haline değinmek Allah Teala'nın kelamındaki üstün fesahat ve belagata muhalif düşmektedir. Allah-u Teala'nın kelamında böyle bir kusur söz konusu olmadığına göre de mezkur ayetin böyle bir eksiklikten uzak olduğuna inanmak gerekiyor." (110)
Bu sözde vurgulanan temel noktanın, bu konuyla ilişkisi nazara alınmaksızın değerlendirmek istesek, doğru olduğunu söylememiz gerekir. Ama bu noktanın Tathir ayetinde benimsediğimiz tefsirle bir irtibatı yoktur; çünkü Tathir ayetinde hem mu'terize cümleyle önceki bölümler arasında uyum ve münasebet vardır ve hem de karine mevcuttur. Bu uyum şöyle açıklanabilir: "Kur'ân-ı Kerim, Kisa ehlinin bütün pisliklerden uzak olduğunu açıklamış ve bunların kerametlerini hıfzetmek için Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarının bir takım emir ve nehiylere boyun eğmeleri gerektiğini bildirmiştir.
Söz akışından anlaşılan anlamdan vazgeçtiren karineye gelince, daha önce açıkladığımız sahih ve sarih hadislerin yanı sıra birçok diğer karineler de vardır ki inşaallah daha sonra açıklayacağız.
Bütün bunların yanı sıra önce yaptığımız açıklamalarımızda görüldüğü üzere bizim açıkladığınız anlamın ayetteki söz akışıyla herhangi bir çelişkisi de yoktur. O bahisleri tekrar iade etmeğe bir gerek duymuyoruz.
Bütün bunların yanı sıra, bütün Ehl-i Sünnet ulema ve muhakkiklerin de söylediği ve önce naklettiğimiz Kisa hadisinin rivayetlerinde tasrih edildiği üzere, Hz. Resulullah'a (s.a.a) Tathir ayeti şamil olmaktadır.
Öte taraftan -bazılarının iddia ettikleri gibi- ayette hitabın galebe babından Hz. Resulullah'a (s.a.a) yönelik olduğunu farz etsek bile konuya daha çok eleştiri yönelecektir. Zira eğer önceki ve sonraki hitapların hem Hz. Resulullah'a (s.a.a) ve hem de hanımlarına yönelik olduğu söylenirse Hz. Resulullah'ın (s.a.a) da evinde oturup, süslenerek dışarı çıkmamaya memur olması ve onun da azap ve sevaplarının iki kat artan kimselerden olması gerekir. Oysa Tathir ayetinden önce ve sonra olan zamirlerin hanımlara mahsus olan zamirler oldukları nazar-ı itibara alınınca bu sözün açıkça batıl bir söz olduğu görülmektedir.
Ama eğer önceki ve sonraki hitaplar Hz. Resulullah'a (s.a.a) şamil değilse bundan söz akışının düzenli olmaması ve Allah Tealanın özel bir gruba hitap ettiği halde, daha sonra muhataplarını ve hitaplarındaki söz akışını, müenes zamirlerini müzekker zamirle-dönüştürerek, değiştirmiş olması gerekir.
Geçen açıklamalarımıza ek olarak şu nokta da nazara alınma-ki, pislikleri gidererek tertemiz kılma iradesi çerçevesi dahilinde Resulullah (s.a.a) ile hanımlarının bir arada yer aldıklarını söylemek, yukarıdaki kelimelerin (pislikleri gidererek tertemiz Uma) iki tür anlamı birlikte taşıdıklarını söylemeyi gerektirir; ara söz konusu irade hanımlara nispet hakiki anlamda gerçekleşir. Çünkü bu onlarda, onlara yönelik olan emirlere itaat etmeleri ve nehiylerden de sakınmalarıyla gerçekleşir. Ama Hz. Resulullah'ta (s.a.a) başka bir şekilde gerçekleşir; yani hanımlardan dolayı ona bir lekenin gelmemesiyle ilgili temizleme iradesi Resulullah’a (s.a.a) isnad edilmektedir. Çünkü açıktır ki, ayet-i kerimede zikredilen evde oturmak gibi hükümler Peygamber (s.a.a) ile ilişkili değildir. Dolayısıyla Tathir ayetinin Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zevcelerini de içerdiği söylendiği takdirde "pislikleri gidererek tertemiz kılma" kelimelerinin birbirinden farklı iki ayrı anlamda kullanılmış olması gerekir. Bu ise doğru değildir.
Kur'ân-ı Kerim tedrici olarak nazil olmuştur ve şimdiki toplu halindeki düzeni nazil olduğu tertip üzere düzenlenmemiştir.
Zira Hz. Resulullah'ın (s.a.a) kendisi nazil olan ayetlerin konması gereken yerleri sonradan tayin ederek, şu ayeti bu sureye, şu ayeti o sureye bırakınız, diyor. Dolayısıyla belki de Hz. Resulullah (s.a.a) Tathir ayetini, Kur'an-ı Kerim'in hainler tarafından tahrife uğramasın diye, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarına hitap eden ayetlerin arasına yerleştirmiştir. Zira eğer Hz. Resulullah (s.a.a) bunu yapmasaydı, diğerleri imamet makamının gerektirdiği taharet ve masumluk hususiyetleri konusunda, Kur'an-ı Kerim bu konuda açık nassını görünce büyük zorluklarla karşılaşırlardı.
O halde taarruz söz konusu olduğu zaman söz akışı, sarih ve sahih olan deliller karşısında bir delil sayılmaz. Zira bu takdirde ayetin böyle bir söz akışı üzere nazil olduğuna güvenilemez. Aksine, ayetin onların zannettiği anlamda zahir olduğunu kabul.etsek bile, kesin delile teslim olmak gerektiğinden, böyle bir söz akışından anlaşılan anlam kenara itilmelidir. Bu, fesahat ve belagat ilkesiyle çelişmediği gibi Kur'an'ın mucize oluşuna da halel getirmez. (111)
Osman'ın veya diğerinin Kur'an'ın tertibi hususundaki içtihadı gereği Tathir ayetinden Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarının kastedildiğini zannederek onu oraya yerleştirmiş olduğu da muhtemeldir.
Kur'an-ı Kerim'in tertibi hususunda büyük çapta ihtilafların olduğunu ve sonunda halkın Osman'ın mushafının tertibi üzerinde anlaştıkları bilinmektedir. Hatta Kur'an'ı bir araya topladıkları zaman Ahzab suresinden bir ayetin kaybolduğunu ve daha sonra Huzeyme b. Sabit'in nezdinde bulunduğunu birçok kimse rivayet etmiştir. (112)
Tathir Ayeti Ne Zaman Nazil Olmuştur?
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) birkaç ay boyunca veya vefat ettiği zamana kadar her namaz vaktinde Hz. Fatıma'nın (s.a) evinin önüne gelip "essalat es-salat" deyip Tathir ayetini (Ancak Allah siz Ehl-i Beyt'ten pislikleri giderip tertemiz kılmak istiyor) tilavet ettiğine dair rivayetler, Kisa olayının daha sonraları vaki olduğuna ve dolayısıyla Tathir ayetinin Hz. Resulullah'ın (s.a.a) mübarek hayatının sonlarına doğru nazil olduğuna delalet etmektedir.
Oysa Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zevcelerine hitap eden ayetler Ahzab suresinde olup ondan yıllar önce nazil olmuştur. Aişe Hz. Resulullah'tan (s.a.a) mal istediği zaman Hazret'in zevcelerine hitap eden ayetin ilki olan Tathir ayeti nazil olmuştur.
Açıktır ki, bu hadisler her ne kadar Tathir ayetinin sonradan nazil olduğu ihtimalini güçlendiriyorsa da istidlal makamında ona itimad etmek için yeterli bir sebep teşkil etmemektedir. Ama şüphesiz Kisa hadisi olayı Hz. İmam Hasan ve İmam Hüseyn'in (a.s) doğumlarından sonra tahakkuk bulmuştur.
Fakat bu taraftan mezkur ayetin Tathir ayetiyle olan uyumları ve Tathir ayetinin, ayetin bir bölümü olduğunu ve öte taraftan Kisa hadisinin, ayetin tathir ile ilgili bölümünün diğer bölümlerinden ayrı olarak nazil olduğuna delalet ettiğini ve yine Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Fatıma'nın (s.a) Hz. Ali ile evlenmesinden sonra kırk sabah Hz. Ali'nin (a.s) kapısına gelerek "Es-selam-u aleykum ey Ehl-ül Beyt ve rahmetullahi ve berekatuhu, namaz vaktidir; Allah size rahmet etsin." (113) diyerek Tathir ayetini tivalet ettiğine delalet eden rivayeti nazara aldığımızda, Tathir ayetinin daha önceleri hicretin ilk yıllarında nazil olduğuna ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bu ayeti o zamanlardan beri Ehl-i Beyt'in o zamanda mevcut olan fertlerine (kendisiyle birlikte olan Hz. Ali ve Fatıma'ya) tatbik ettiğine dair itminan da güçlenmektedir bizlerde.
Sonraları Hz. İmam Hasan ve Hüseyin (a.s) doğduktan sonra da onları da Kisa altında toplayıp bu ayeti okuyarak o ikisinin de ayetin kapsamına girdiğini açıklamıştır. Rivayetlerden anlaşıldığına göre bu olayı Hz. Resulullah (s.a.a) birkaç defa tekrarlamıştır.
Hatta bu ayetin hicretin ilk yıllarında birkaç defa nazil olup, daha sonra Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'ini Kisa altında topladığı zaman nazil olmuş olması da muhtemeldir. Belki bu olay da defalarca tekrarlanmış ve her defasında Cebrail (a.s) bu ayeti getirerek hiç bir kimseye herhangi bir gerekçe kalmasın diye ayette geçen Ehl-i Beyt'ten kimlerin kastedîldiğinin bilinmesi için Peygamberin onu tilavet etmesi gerektiğini bildirmiştir.
Hatta, belki Hz. Resulullah (s.a.a) her türlü şüpheyi gidermek amacıyla her namaz vakti veya her sabah ezanında Hz. Fatı-ma'nın (s.a) evine gelme işini birkaç dönem tekrarlamış ve her dönemde de bu işe bir süre devam etmiştir ve nihayet en son defasında vefat ettiği zamana kadar bunu sürdürmüştür. İşte bu yüzdendir ki, hatta Hz. Ali (a.s) ve onun Ehl-i Beyt'ine muhalif olarak tanınan kimseler bile bütün ulema ve müfessirlerin naklettiği bu hadisin sahih bir hadis olduğunu itiraf etmek zorunda kalmışlardır.
Bazı alimler şöyle demişlerdir: "Acaba Ehl-i Beyt'ten pislikleri gidermekten maksat onu vaki olmadan önce önlemek midir, yoksa vaki olduktan sonra gidermek midir? Eğer birinci anlam kas-dedilmiş ise Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zevcelerinin ayetin hükmü dışında kaldığı açıktır. Zira onların hepsi de olmasa, çoğu İslam'dan önce küfür pisliği içindeydiler. Ama eğer ikinci anlam kastedilmiş ise, zorunlu olarak Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ayetin hükmü dışında kaldığını söylemek gerekir. Zira İslam ümmeti, hep birlikte, Resulullah'ın (s.a.a) hem İslam'dan önce ve hem de İslam'dan sonra her türlü pislikten uzak olduğu hususunda görüş birliği içindedirler,. Oysa bütün ulema Hz. Resulullah'ın (s.a.a) da ayetin kapsamına girdiği hususunda ittifak etmişlerdir. O halde Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ayetin hükmü dışında kaldığını söyleyemeyiz. Böylece birinci anlamın doğru olup ikinci anlamın yanlış olduğu ve neticede Hz. Resulullah'ın (s.a.v) zevcelerinin ayetin hükmü dışında kaldıkları isbatlanmış olur." (114)
Seyyid Abdulhüseyin Şerefüddin (r.a) şöyle diyor: "Sonra kendisini ve onları, diğer erkek, kadın ve çocuklara olan üstünlüklerini bildirtmek için o kisayla (abayla) örttü. Aile fertlerinin içinde yalnızca onlar kisanın altında yer alıp ümmetin geri kalanından örtünür örtünmez Allah Teala Tathir ayetini onlara iblağ etti ki, sahabe ve diğer aile fertlerinden bir kimse onlarla bu haslette ortak olmak zannına kapılmasın. İşte Allah Teala onların bütün halktan koptukları bir halde onlara hitap ederek buyurdu ki: "Ancak Allah siz Ehl-i Beyt'ten bütün pislikleri gidermek sizi tertemiz kılmak istiyor." (115)
Merhum Seyyid Şerefüddin'in bu sözleri, hiç bir şüphe kaldırmayan hak bir söz ve kaçınılmaz bir gerçektir ve taassubuyla tanınmış bir şahıs olan Dehlevi'nin konuyla ilgili, "Tathir ayetini yalnız Kisa altında bulunan şahıslara tahsis etmek, Kisa altında toplanma olayı için başka bir fayda zahir olmadığı takdirde doğru olabilir; oysa bu olay için başka bir fayda vardır, o da ayette muhatapların, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zevceleri olduğu nazara alındığı takdirde bu şahısların Ehl-i Beyt'ten olmadıkları zannını gidermektir." (116) şeklindeki sözü aşağıda zikredeceğimiz birkaç delil gereğince doğru değildir:
1- Gördük ki, bizzat Hz. Resulullah'ın (s.a.a) kendisi Ümmü Seleme, Aişe ve Zeyneb'in Ehl-i Beyt'ten olmadıklarım açıkça beyan etmiş, onları Ehl-i Beyt grubundan dışarı çıkarmıştır. Oysa eğer durum Dehlevi'nin dediği gibi olsaydı böyle bir hadisenin olmaması gerekirdi.
2- Gördük ki, Ehl-i Beyt kelimesinin insanın hanımlarını da içermesi belli değildir. Hatta bazı lügat yazarları ve Zeyd b. Erkarri bunu inkar etmişlerdir. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bazı hanımlarının Resulullah'tan (s.a.a) kendilerinin de Ehl-i Beyt'ten olup olmadıklarına dair sordukları sual de bunu göstermektedir.
3- Hz. Resulullah (s.a.a) yalnızca Kisa ashabını Ehl-i Beyt'ine dahil etmeye önem göstermiş ve amcası Abbas'ı, amcası oğlu
Akil'i ve onların çocuklarıyla diğer akrabalarından bir kimseyi dahil etmemiştir.
4- Bütün bunların yanı sıra, aslında daha önce genişçe açıkladığımız üzere Tathir ayetinden Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımlarının kastedilmesi, ayetteki söz akışıyla bağdaşmamaktadır.
O halde bu ve daha sonra açıklayacağımız deliller, Dehlevi'nin bu sözünün, sağlam bir ilmi temelden yoksun boş bir iddiadan başka bir şey olmadığını kesin olarak açıklığa kavuşturmaktadır. Sonuç olarak Şerefüddin'in sözü sağlam ve tutarlı bir görüş olarak ortaya çıkmakta.
Bu konuya daha bir açıklık getiren Hz. İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen şu rivayettir: "Eğer Hz. Resulullah (s.a.a) sussaydı ve Ehl-i Beytini tayin etmeseydi Abbas'ın, Akil'in, filanın ve falanın çocukları da Ehl-i Beyt'ten olduklarını iddia ederlerdi. Fakat Allah Teala, Kitabında Peygamberi tasdiki ederek "Ancak Allah siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayetini indirmiştir... (117)
Burada merhum Allame Emini'nin başından geçen bir olayı anlatmakta yarar görüyorum. Olay özet olarak şöyledir: Merhum Emini, Ehl-i Sünnet alimlerinin birisiyle bir araya geldiklerinde o alim, Tathir ayetinin kimin hakkında nazil olduğu, (acaba Hz. Resulullah'ın (s.a.v) zevceleri hakkında mı, yoksa diğerleri hakkında mı nazil olduğu) sorusunu ona yöneltiyor.
Allame Emini, özet olarak ona şöyle cevap veriyor:
"Tathir ayeti Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hanımları hakkında nazil olsaydı ve onların bu ayetten en küçük bir paylan olsaydı acaba Ümmül Mü'minin Aişe bu konuyu görmezlikten gelir miydi? Ve onu, Cemel harbinde binip halkı Emir-ül Mü'minin Ali'nin (a.s) aleyhine harb etmeye teşvik ettiği devenin alnına yazmaz mıydı?"
Sonunda mezkur soruyu yönelten alim de bunu tasdik ediyor.
Burada dikkati çeken diğer bir nokta da şudur ki, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) zevcelerinin birçoğu, bu ayetin Kisa ashabı hakkında nazil olduğunu ve hatta zevcelerinin özellikle belirli şahısların Ehl-i Beyt'in dışında kaldığını açıkça belirtmişlerdir. Ve diğer zevcelerin Kisa ashabından olduğunu veya ayetin onları da içerdiğini iddia etmemişlerdir.
Şehr b. Havşeb'in Ümmü Seleme'ye Hz. İmam Ali ve Ehl-i Beyt düşmanları olan Emevi yanlısı kimselerin bu konudaki geniş çabalarını haber verdiğinde, o tam bir ihlas ve imanla hakkı müdafaa etmeye kalkıp Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'in Tathir ayetinin kapsamına dahil olduklarını ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) zevcelerinin ayetin kapsamı dışında kaldıklarını açıkça belirttiğini görüyoruz.
Oysa onun bu sözleri onun toplumsal mevkisine zarar verebilirdi. Ama yine de Ümmü Seleme bu zalim güçlere itina etmeyip hakkı savunmaya kalkışmıştır.
Şehr b. Havşep, ona "Ey Ümmü-1 Mü'minin, bizim yanımızda bazı insanlar bu ayet hakkında birtakım şeyler söylüyorlar" dediğinde, Ümmü Seleme; "Ne söylüyorlar?" diye sordu.
Şehr b. Havşeb şöyle dedi: "Allah ancak siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." ayetini okuyup bazıları onun Hz. Resulullah’ın (s.a.a) zevceleri hakkında nazil olduğunu söylerken diğer bazısı ise Ehl-i Beyt'ine mahsus olduğunu söylüyorlar."
Ümmü Seleme buna şöyle cevap veriyor:
"Ey Şehir b. Havşeb Allah'a andolsun ki, bu ayet benim bu evimde namaz yerimde nazil olmuştur. Bir gün Resulullah (s.a.a) gelip benim bu namaz yerimde ve şu seccadem üzerinde oturdu..."
Ümmü Seleme daha sonra Kisa hadisini, Tathir ayetinin nasıl nazil olduğunu ve kendisinin Hz. Resulullah'tan (s.a.a) kendisine de onlarla birlikte başını Kisa altına dahil etme iznini vermesini istediğini ve Resulullah'ın (s.a.a) bunu kabul etmeyerek ona, "sen hayır üzeresin", diye cevap verdiğini anlatıyor. (118)
Beyhaki ve diğerlerinin naklettiği bir rivayette şöyle yazıyor: "Aişe'ye, Emir-ül Mü'minin Ali b. Ebi Talib hakkında sorulduğunda şu cevabı veriyor: "Onun hakkında ne diyebilirim "ki?! O, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) en çok sevdiği kimsedir. Ben gördüm ki, Hz. Resulullah Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn'i topladı ve şöyle dedi: "Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Ey Allahım, onlardan her türlü pisliği gider ve onları tertemiz kıl."
Bu arada Aişe'ye; "Öyleyse niçin onunla savaşa kalkıştın?" denildi. Aişe şu cevabı verdi: "Ben, bundan dolayı pişmanım ve bu olması gereken mukadder bir işti." (119)
Dipnotlar:
l-Kasas/12
2-Hud/73
3-Bkz: Cami-ül Beyan, c. 22, Ed-Dürr-ül Mensur, c. 5, s. 98 (Cami-ül Beyan İkrime ve İbn-i Merduye'den naklen) Feth-ül Kadir, c. 4, s.278-279, Et-Tibyan, c. 8, s. 308, Siyer-u A'lam-i Nübelâ, c. 8, s. 208, Tefsir-ül Kur'ân-il Azim, c. 3, s. 483, Et-Tefsir-ül Hadis, c. 8, s. 263-268 (İkrime'den naklen) Tehzib-i Târih-i Dimeşk, c. 4, s. 206, Tefsir-i El-Mizan, c. 16, s. 310, Mecma-ül Beyan, c. 8, s. 356, Esbab-ün Nüzul,s. 204, El-Mevahib-ül Ledünniyye, c. 2, s. 122, Nur-ül Ebsar, s. 110, Es-Sevaik-ül Muhrika, s. 141, Hazin-in Lübab-üt Te'vili, c. 3, s. 366, Nur-ül Ebsar'ın hamişinde basılmış olan İs'af-ür Rağibin, s. 108, Cesas'ın Ahkam-ül Kur-ân'ı, c. 5, s. 230, Zehebi'nin Tarih-ül İslam'ı, s.
133, (Muaviye dönemi) Mirkat-ül Fusul, s. 106 ve El-Cami-u Li Ahkam-ül Kur'ân, s. 14-182.
4-Ed-Dürr-ül Mensur, c. 5, s. 198, (Ibn-i Ebi Hatem, İbn-i Asakir ye İbn- i Merduye'den naklen) Feth-ül Kadir, c. 4, s. 278-279, Zehebi'nin Tarih-ül İslam'ı (Muaviye dönemi) s. 133, Tefsir-ül Kur'ân-il Azim, c. 3, s. 483, Siyer-ü A'lam'in Nübelâ, c. 2, a. 208-221, El-Mevahib-ül Ledünniyye, c. 2, s. 122, Esbab-ün Nüzul, s. 203, Nur-ül Ebsar, s. 110,Es-Sevaik-ul Muhrika, s. 141, Tehzib-i Tarih-i Dimeşk, c. 4, s. 208, Lübab-üt Tevil, c. 3, s. 466 ve Nur-ül Ebsar'ın hamişinde basılmış olan İs'af-ür Rağibin, s. 108.
6-Feth-ül Kadir, c. 4, s. 278, Tehzib-i Tarih-i Dimeşk, c. 4, s. 206, (Kelbi
ve İbn-i Cübeyr'den naklen) El-Cami-u Li Ahkam-il Kur'ân, c. 14, s.
182. (Atâ'dan naklen)
7-Ed-Dürr-ül Mensur, c. 5, s. 198 (İbn-i Sa'd'den naklen) Feth-ül Kadir, c. 4, s. 279, Mirkat-ül Vusul, a'. 10 ve Tefsir-i El-Nizar, c. 16, s. 310.
8-Bu konuda bkz: Es-Sünen-ül Kubra, c. 2, s. 150, Tehzib-i Tarih-i Dimeşk, c. 4, s.208-209, El Mevahib-ül Ledünniyye, c. 2, s. 123, Feth'ül Kadir, c. 4, s. 280, Nur-ül Ebsar'ın hamişinde basılmış olan İs'af-ür Rağibin, s. 108, Mirkat-ül Vusul, s. 107-108, El Cami-u Li Ahkam-i Kur'ân, c. 14, s. 183, Delail-üs Sıdk, c. 2, s. 94, Nazariyyet-ül İmamet, s. 181-182 ve Et Tuhfet-ül İsna Aşeriyye, s. 202.
9-Es-Sevaik-ül Muhrika, s. 141.
10-Bkz: Feth-ül Kadir, c. 4, s. 280, El-Cami-u Li Ahkam-il Kur'ân, c. 4,
s. 183, (Salebi ve Zeyd b. Erkam'dan naklen), Tefsir-i El-Mizan, c.16, s. 310, Hazin'in Lübab'üt Tevü'i, c. 3, s. 466, Nur-ül Ebsar'ın hamişinde basılmış olan İs'af-ür Rağibin, s. 107-108.
Dostları ilə paylaş: |